Alper GÖRMÜŞ
Geçenlerde, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın zehirlenmesi iddialarını konu alan bir televizyon programı izledim. Konunun önde gelen uzmanlarından Prof. Nevzat Alkan, program yöneticisinin“hangi maddeler zehirlidir” sorusuna şu çarpıcı cevabı verdi:
“Aşırı dozda alınan her şey, su dâhil, zehirlidir... Bundan altı-yedi ay kadar önce İngiltere’de, bir kadının altı saat içinde sekiz litre su içtikten sonra zehirlenip öldüğüne dair bir vaka literatüre geçti...”
Ben insan, topluluk ve kurum psikolojisinin de benzer bir yapıda olduğuna inanıyorum... Sağlıklı bir psikoloji için gerekli olan kimi özelliklerin aşırı dozları tam tersi sonuçlar üretebilir ve insanları, toplulukları, kurumları “zehirleyebilir...”
Başbakan Erdoğan’ın 2011 seçim başarısından ve özellikle de “referandum zaferi”nden sonra içine girdiği ruh hâline bakıp da, onun zehre dönüşmüş bir “ziyade özgüven” sorunundan mustarip olduğunu düşünmemek elde mi?
İlyas Başsoy ne demişti?
Birgün gazetesi yazarı İlyas Başsoy, aynı zamanda bir reklamcı ve iletişimci... Kendi deyişiyle (ki doğru), “Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatı boyunca aldığı tek yenilgi” olan Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimlerinde (2009) Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) seçim kampanyasını yöneten iletişimci...
Başsoy, AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder? başlıklı kitabında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar:
“AKP’nin başında olağanüstü zeki insanlar var. AKP’nin bugüne dek yaptığı tüm iletişim stratejisi, sadece seçimi kastetmiyorum, genel olarak tüm stratejisi kusursuzdur. AKP’nin arkasında, çok arkasında, dâhi mertebesinde birkaç yol gösterici olduğunu sanıyorum. Hiçbir şey rastlantısal değil, hiçbir şey sanıldığı kadar basit değil.”
Ben de İlyas Başsoy gibi düşünüyorum, fakat unutmamak lâzım: Hiçbir dâhi, toplumsal eğilimlerin ve ihtiyaçların hilafına “dâhice” bir strateji geliştiremez...
Toplumla “oyun hamuru” gibi oynayamazsınız...
AK Parti, belki de bu ülkenin gördüğü en ciddi parti... Kendi hedefleri ve o hedefler doğrultusunda düşünülüp uygulamaya konulmuş bir programı var. Koşulları gözlüyor, dengelere ve gücüne bakıyor, henüz zamanı gelmediğini düşündüğü adımları atmıyor. Atınca da oyunu kendi bildiği gibi oynuyor. Etraftan gelen “frene bas” ya da “gaza bas” telkinlerine de fazla aldırmadan yoluna devam ediyor.
Bunu en iyi, askerî vesayet ve darbe girişimleri konusunda izlediği çizgiye bakarak anlayabiliriz...
Siyaset, toplumu, onun hakikatini yansıtan bir analize tâbi tutabilirse, bir ölçüde onu “yönetebilir”de... Fakat esas olan toplumun yönelimi ve ihtiyaçlarıdır... Siyaset, bu yönelim ve ihtiyaçların hilafına bir rota tutturursa, tepki muhakkak gelecektir.
AK Parti, uzun bir süre boyunca kendisi toplumun “suyuna” giderken bir yandan da onu dönüştürebildi... Bana öyle geliyor ki bu başarı, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AK Parti yönetiminin başını döndürdü, onlarda büyük bir özgüven, toplumla bir “oyun hamuru” gibi oynayabileceklerine dair bir algı yarattı.... Başta Başbakan olmak üzere partide siyasetin gücünü abartan, toplumun, onun suyuna gitmeden de partiyi desteklemeye devam edeceğini düşündürten garip bir psikoloji oluştu... Ya da en azından, parti, toplumla “oyun hamuru” gibi oynarken, onun hiç değilse kısa ve orta vadede “davulcuya” ya da “zurnacıya” gitmeyeceğine dair bir “özgüven”oluştu.
İdam tartışmaları ve yeni aşama
Bu psikoloji, idam tartışmalarıyla birlikte Başbakan ve partisi açısından hiç de hayırlı olmayacak sonuçlar doğurabilecek bir aşamaya varmış görünüyor: Aslında yapmayacağını, yapamayacağını bile bile toplumun sinir uçlarını uyaran tehlikeli mesajlar göndermek ve buradan bir politik kazanç ummak.
Belki de “Başbakan’ın arkasındaki, çok arkasındaki dâhi mertebesinde yol gösterici”ler, toplumda böylece yaratılacak “idam asabiyesi”ni “yönetebileceklerini”, yeri geldiğinde frene basıp “buraya kadar” diyebileceklerini hesap ediyorlar... Eğer öyle bir hesap varsa, onlara, ülkemizdeki kraldan fazla kralcı medyanın yaratacağı etkiyi dikkate almalarını öneriyorum; çünkü bu medya, toplumda, “dâhi mertebesinde yol gösterici”lerin arzuladığından daha yoğun bir “idam asabiyesi” yaratabilir ve sonra da bu işin altından kalkılamaz.
Örnek mi istiyorsunuz? Alın: Sabah gazetesi 13 kasımda, Siirt’te düşen helikopterde hayatını kaybeden pilot üsteğmen Yakup Çınar’ın annesinin feryadını manşete çekti: “İdamı getirin, bu işi bitirin...”
Sabah’taki meslektaşlarımız sanmam ki “Biz demiyoruz, şehit annesi diyor” mugalâtasına başvursunlar... Hepimiz gazeteciyiz ve de şurada yüz yüze bakıyoruz: Böyle bir “tasarım”ın ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.
Yine sanmam ki Sabah’taki meslektaşlarımız, manşetlerinin Erdoğan’ın “idam ısrarı”ndan bağımsız olduğunu öne sürsünler...
Şurada yüz yüze bakıyoruz: Başbakan’ın ısrarlı tavrı olmasaydı, o sözler belki ancak haberin içinde yer alabilirdi...
Şu da var: Diyelim Başbakan bu günlerde tam tersine, Milliyetçi Hareket Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin idam ısrarlarına karşı bir duruş sergileseydi, o sözler, bırakın manşeti haberin içinde bile kendine yer bulamazdı.
***
TÜBİTAK’ın ikinci Oda TV raporu
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Oda TV davasına bakan 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talep ettiği ikinci bilirkişi raporunu 12 kasımda mahkemeye gönderdi.
Mahkeme, Ağustos 2012’de kendisine iletilen ilk raporu “muğlâk” bulmuş, raporu inceledikten sonra bilirkişilere yönelik sorular hazırlamış ve bunların “bilgisayar kullanım düzeyinde birinin anlayacağı açıklıkla” cevaplanmasını istemişti.
İkinci raporda mahkemenin sorularına tek tek cevap veren bilirkişiler, raporun sunumunda, “oluşan kanı açık bir dille ifade edilmiştir” ifadesini kullanıyorlar ki, galiba böylece “benim adım Hıdır, elimden gelen budur” demeye getiriyorlar ve bu defteri artık kapatmak istediklerini ima ediyorlar.
Birinci raporla ikinci rapor arasında, mahkemenin en çok merak ettiği dört kritik noktada çok önemli bir netlik farkı var. Bu noktaları sırasıyla şöyle özetleyebiliriz:
a) Oda TV davasının temel delilleri arasında yer alan bazı dijital dosyaların, sanıkların ve sanık avukatlarının iddia ettikleri gibi internet üzerinden zararlı yazılımlarla gönderilip gönderilmediği, b)dosyaların sanıklar tarafından açılıp açılmadığı, c) dosyaların sanıkların bilgisayarlarında oluşturulup oluşturulmadığı, d) dosyalar sanıkların bilgisayarlarında oluşturulmadıysa, ne surette onların bilgisayarlarına girdiği...
Şimdi bunları sırasıyla ele alalım...
“Zararlı yazılımlarla gönderilmediği...”
a) TÜBİTAK, ilk raporunda Oda TV bilgisayarlarında zararlı yazılım gönderme yeteneğine sahip virüsler bulunduğunu, fakat sözkonusu dosyaların bilgisayarlara bu virüsler marifetiyle yerleştirilip yerleştirilmediğine dair kesin bir şey söylenemeyeceğini bildirmişti.
İkinci raporda ise, bilirkişiler bu defa, “dosyaların çoğunun zaman üst verilerine ulaştıklarını” belirtiyorlar ve bu bilgiyle virüslerin bilgisayarlara giriş tarihlerini karşılaştırıyorlar. Vardıkları sonuç şöyle: “Erişilen bu dosya sistemi tarih üst verilerine göre, dosyaların oluşturulma zamanları, ilgili zararlı yazılımların gönderilme zamanlarından öncedir.”
Bilirkişiler, bu tespitten sonra, “dokümanların yüksek ihtimalle bahse konu olan zararlı yazılımlarla bu bilgisayarlara gönderilmediği değerlendirilmektedir” sonucuna varıyorlar.
b) Birinci raporda, sözkonusu dosyaların sanıklar tarafından açılıp açılmadığı hususunda da muğlâk ifadeler vardı. Kabaca, “kesin bir şey söylenemez” deniyordu. Sanıklar duruşmada, bu dosyaları gelir gelmez sildiklerini söylemişlerdi. Oysa ikinci rapor, üç dosyanın sırasıyla beş, altı ve sekiz ay bilgisayarlarda silinmeden, kullanıcının erişebileceği bir konumda kaldığının tesbit edildiğini kayda geçiriyor.
c) Bilirkişiler, sözkonusu dosyaların incelenen bilgisayarlarda oluşturulmadığı yönündeki ilk raporda dile getirdikleri hususu teyit ediyorlar.
d) Dosyalar incelenen bilgisayarlara zararlı yazılımla gönderilmediyse, keza o bilgisayarlarda oluşturulmadıysa, bilgisayarlara ne surette girdi?
Bilirkişiler, bu noktada “olasılığı en yüksek senaryo” diyebileceğimiz bir tahminde bulunuyorlar ve sözkonusu dosyaların başka bir bilgisayarda oluşturulduktan sonra “ilgili bilgisayarlara CD/DVD, USB tarzı veri depolama cihazları ile taşındığı” değerlendirmesinde bulunuyorlar...
Bugün Oda TV davasında duruşma günü... Bakalım mahkeme bu yeni raporu nasıl değerlendirecek?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025