Alper GÖRMÜŞ
“Bütün savaşlar masada biter!..”
Tuğba Tekerek’in Güney Afrika’daki iç savaşı sona erdirmede önemli rol oynayan iki siyasi kişilikle gerçekleştirdiği söyleşinin (Taraf, 10 Nisan 2011) başlığı işte böyleydi...
Tekerek, söyleşinin sunumunu da şu cümlelerle yapmıştı:
“Elli yıllık siyah-beyaz savaşını bitiren isimlerden Meyer ve Ebrahim, müzakere sürecini Taraf’a anlattı: Gerçek lider olmayan isimlerle müzakere olmaz. Tüm savaşlar masada biter...”
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Devlet’e ve Kandil’e yönelik “Ben artık yokum, ne haliniz varsa görün” içerikli son açıklamasını okuyunca, aklıma bu söyleşi geldi. Okuduğumda çok etkilenmiştim, döndüm tekrar gözden geçirdim.
Tuğba’nın sözleriyle, “Güney Afrika sistemini baştan aşağı yeniden yaratanlar arasından yer alan” ikili, Taraf’ın sorularını yanıtlarken “her ülkenin deneyiminin kendine özgü olduğunu söyleyip kimseye reçete yazılamayacağının” altını çizmişlerdi ama, söyleşi sırasında kendilerinin de kabul ettiği gibi, uzun süreli iç çatışmaları sona erdirmenin ortak bazı noktaları da vardı. (Meyer ve Ebrahim’in şimdi çatışma çatışma dolaşıp kendi deneyimlerini aktardıklarını ve oralardaki deneyimleri biraraya getirdiklerini de ekleyeyim bu arada.)
“Yokluğu” üzerinden “varlığı”nın değerini göstermek istiyor
Ben, Öcalan’ın süreçten gerçekten de çekildiğine kesinlikle ihtimal vermiyorum... Öcalan, “yokluğu” üzerinden “varlığı”nın değerini iki tarafa da göstermek istiyor. İki tarafın da barıştan çok çatışmaya hevesli olduğunu, kendisiyle görüşmeler üzerinden “mış gibi” yapma imkânını elde ettiklerini düşünüyor ve artık buna izin vermeyeceğini söylüyor. “Madem öyle gidin çatışın” demeye getiriyor ama dilinin altında şu var: “Çatışın, yiyin birbirinizi, nasıl olsa sonra tekrar bana geleceksiniz...”
Dediği doğru... Devlet ve Kandil, Öcalan olmaksızın da çatışabilir fakat Öcalan olmaksızın barışamaz!
Üç ya da dört yazıda tamamlamayı umduğum “Masasız barış, Öcalan’sız masa olmaz” başlıklı bu dizinin ilk bölümünde Öcalan’ın sözlerinin ayrıntılarına girmeyeceğim, onu ikinci bölümde yapacağım.
Bugün ise, ülkelerindeki iç savaşı sona erdirmede önemli bir rol oynadıktan sonra kendilerini başka çatışmaların sona erdirilmesi mücadelesine adayan Meyer ve Ebrahim’in, Tuğba Tekerek’in sorularına verdikleri cevapların bir bölümünü hatırlatacağım size... Bunu yapmamın nedeni, söyleşinin, dizinin bundan sonraki bölümlerinde tartışacağım bazı kritik sorular için önemli referans noktaları ihtiva etmesi...
Cuma günü Öcalan’ın sözlerinin ayrıntıları ve özellikle bir cümlesinin devlette, hükümette ve medyada hiçbir karşılık bulamamasının ürperticiliği üzerinde duracağım. O cümle şöyle:
“Hükümete açık mektubumdur. Eğer gözyaşının dinmesini istiyorsanız, gerillayı güvenli bir yere çekmemin yolunu açın. Böyle yaparsanız bir hafta içinde çözeriz...”
Meyer: “Gerçek lider olmayan liderle müzakere yapamazsın”
Söyleşiye geçmeden önce, Tuğba Tekerek’in yaptığını yapıp iki şahsiyetin kısa siyasi özgeçmişlerini aktarayım...
“Roelf Meyer, tüm apartheid rejimi boyunca ülkeyi yöneten Ulusal Parti’nin (UP) önce Savunma Bakanı, sonra ırkçı rejimin yıkılmasına giden yolda başmüzakerecisi oldu... Hint kökenli Hassen Ebrahim ise önce siyahların özgürlüğü için mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi’ne (AUK) katıldı. Gerilla olarak gittiği sürgünde 12 yıl kalıp, ülkeye 1991’de müzakereci olarak döndü.
“1994’te kurulan ilk Nelson Mandela hükümetinde hukukçu Meyer Anayasa İşleri Bakanı olurken, meslektaşı Ebrahim Yüksek Mahkeme Başyargıçlığı görevini üstlendi...”
Artık söyleşinin önemli bölümlerine geçebiliriz... Önce Meyer’in cevapları...
Taraf: Çatışmanın olduğu bir ülkede hükümet diyebilir ki, “Evet ortada bir problem var ama ben teröristle ve onun uzantısıyla görüşmem, reformu kendi başıma da yapabilirim...” Sizce ille de karşı tarafla görüşülmesi gerekir mi?
Meyer: Güney Afrika’da çok uzun zaman boyunca, AUK’nin bir grup terörist olduğuna inanılıyordu. “Onlarla müzakere olmaz” deniyordu. Ama De Klerk Başkan olduğunda tüm bu felsefe değişti. Dedi ki “Hayır, onlarla konuşmak gerek, onlar bizim Güney Afrikalı kardeşlerimiz.”
Taraf: Mandela siyahlar için lider, beyazlar için teröristti. Mandela yerine beyazlar için daha kabul edilebilir bir siyah temsilci bulmak, onunla görüşmek mümkün değil miydi? Yani müzakereler ille muhalif grubun lideriyle mi yapılmalı?
Meyer: Biz, Güney Afrika’da uzun zaman başka liderler yaratmak için uğraştık, onları daha güçlü kılmak için uğraştık. Örneğin, yerel liderlerden, en çok bilineni Zuluların lideri Buthelezi... Afrika’nın dışında da tanınıyor ve saygı duyuluyordu. UP, uzun zaman “İşte, müzakerelerin yapılması gereken adam bu” dedi. Ama Buthelezi “Benimle müzakere edemezsiniz, Mandela’yı serbest bırakmalısınız” yanıtını verdi. Hakikat şu, gerçek lider olmayan liderle müzakere yapamazsın. Biz şunu çok iyi öğrendik, Güney Afrikalıların çoğunluğu bir kişi tarafından temsil ediliyor ve o kişi Mandela. Eğer onu dâhil etmeseydik, ne geçerli bir müzakere yapabilirdik ne de Güney Afrika için meşru bir çözüme ulaşabilirdik.
Taraf: Karşı tarafı tanıyınca ne gördünüz?
Meyer: Biz, uzun zaman doğru olduğumuzu, üstün olduğumuzu, onlarınsa aşağıda olduğunu düşünmüştük. Dünyadaki pek çok çatışmanın temel sebebi bu. Doğu’dan Batı’ya Sri Lanka’dan Bolivya’ya farklı ülkelerde 12 çatışmayı takip etme fırsatım oldu. Her çatışmanın ardındaki temel neden bazılarının diğerlerinden daha üstün olduğunu düşünmesi.
Ebrahim: “Önce silahları bırak, sonra görüşelim” olmaz
Taraf: Sayın Ebrahim, AUK’nin müzakere masasına oturması nasıl gerçekleşti?
Ebrahim: Biz de sorunu askerî yöntemlerle çözemeyeceğimizi anlamıştık. Çatışma böyle devam edemezdi. Güney Afrika’yı silahlar elimizde, rap rap yürüyerek özgürleştiremeyecektik. Vietnam, Cezayir, Namibya, Zimbabwe’de de bu böyledir. Silahla başlayan çatışmalar her zaman masada biter, öyle bitmek zorunda...
Taraf: Resmî görüşmeler Mandela serbest bırakıldıktan sonra başladı. O cezaevindeyken müzakerelere başlamak mümkün müydü?
Ebrahim: Hayır, o bunu kabul etmezdi. Ayrıca AUK için de böyle bir şey mümkün değildi, halk için de...
Taraf: Müzakereler sürerken, 1992’de 48 kişinin öldüğü Boateng katliamı yaşandı. Süreç buna rağmen nasıl devam edebildi?
Ebrahim: Bu katliamdan sonra AUK masadan çekildi. Ama bir ay sonra masayı terk etmenin kimsenin yararına olmayacağı kararına varıldı. AUK ve UP arasında ikili görüşmeler başladı.
Taraf: Bir de 1993’te AUK liderlerinden Chris Hani’nin suikast sonucu öldürülmesi var...
Ebrahim: Hani öldürüldü ve ülke bir anda bıçakla ortadan ikiye kesilmiş gibi oldu, gerginlik had safhadaydı. O gece Mandela çıkıp bir konuşma yaptı, barış istediğini söyledi. “Şiddet olmayacak, şiddete teslim olmayacağız” dedi. Aslında, işte o an De Klerk’ten liderliği almış olduğu andı. Burada mesele barışa inanmak ve vizyon.
Taraf: AUK’nin silahları bırakması ne zaman gerçekleşti?
Ebrahim: 1993’te geçiş konseyi kurulduğunda, seçimlerden hemen önce... O dönemde kamplar kuruldu. Gerillalar silahlarını orada oluşturulan havuzlara bırakıyorlardı. Daha sonra ya yeni oluşturulan güvenlik gücüne katılıyor ya da sivil hayata geçiyordu. Tüm çatışma çözümlerine bakıldığında hemen hemen aynı süreçtir. Silahsızlanma, görüşmeler ya belli bir aşamaya gelince ya da bitince gerçekleşir. “Önce silahları bırak sonra görüşelim” olmaz. Silah bırakma, paketin bir parçasıdır.
İşte böyle... Cuma günü, Güney Afrika’nın çatışmayı sona erdirme tecrübesinin ve Öcalan’ın son çıkışının aynasında kendi ülkemize bakmaya çalışacağım...
***
NOT. Bir grup gazetecinin kurduğu “Medya Etiği Platformu”ndan geçen yazıda söz etmiş, bugün devam edeceğimi söylemiştim. Fakat ona yerim kalmadı, aslında önümüzdeki iki yazı için de aynı şey olacak. Sözümü ondan sonra yerine getirebileceğim; hem onlar da biraz ilerlerler böylece...
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025