Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
AKP’den gocunmak
31.10.2012
5366

 Aydın olma vasfının modernlikle hem ideolojik hem de tarihsel bir bağı var.

‘Aydın' kimliği ilk kez modernliğin içinde oluştu ve kendi bireysel hayatının sınırları dışına çıkarak kamusal olana konuşan, kamusal olanı etkilemeyi, giderek değiştirmeyi amaçlayan bir kişi ve tutumu ifade etti. Öte yandan aynı modernlik zihinsel sekülerleşmeyi ve özgürleşmeyi ‘birey' olmanın önkoşulu kıldığı ölçüde ‘aydın' kategorisini de modernleşmiş kişi olarak tanımlamaktaydı. Bu bakış dindar kesimlerden gelenlerin kategorik olarak ‘aydın' olamayacağını söylerken, laik kesimden gelenlerin de çoğu zaman kendiliğinden aydın oldukları sanısına kapılmalarına neden oldu. Eleştirel kültürün zayıf olduğu Türkiye'de ise bu yaklaşım neredeyse hiç sorgulanmayan bir kabule dönüştü ve uzun yıllar laik ve dindar kesimler arasındaki siyasi ve kültürel hiyerarşiye karşılık geldi.    

Bugün laik kesimde yaşanan travmanın arka planında söz konusu hak edilmemiş ‘unvanın' korunması kaygısı da var. Laik aydınlar AKP iktidarı altında ve dindar çoğunluğun siyasete damgasını vurduğu, kendi entelektüel elitlerini ürettiği bir ortamda hâlâ esas ‘aydının' kendileri olduğunu gösterme çabası içindeler. Her durumda ‘doğruyu' söyleme, ‘tek başına kalınsa da' direnme, ödün vermeme türünden bir duruşla çaresizliği birleştiren bir pozisyon üretme eğilimindeler. Sanki karşımızda zamandan bağımsız olarak her daim mağdur, ama onurlu mücadelesini sürdüren, bu manevî yükü taşımaya adanmış bir hayatlar silsilesi var. Sol ideolojilerin fazlasıyla besledikleri bu bakışın sadece cemaatleşmeye yaradığını artık görmekte yarar var. Aydın olma kaygısı çoğu zaman siyasetin önünde doğrudan bir engel oluşturabiliyor. Bir yabancılaşmanın ve marjinalleşmenin yolunu açarken, kişiyi siyasetin seyircisi konumuna düşürebiliyor.     

Türkiye'de bu durumun daha da kritik bir sonucu var: Laik kesim kendisine modernliği yakıştırdığı ölçüde, toplumsal dokunun ima ettiği talep ve tercihlerden bağımsız olarak ‘yapılması gerekenleri' yapmaya şartlanmış durumda. Dolayısıyla aydın kategorisine örneğin dindarlara kıyasla çok daha bağımlı. Dindarlar için ‘yapılması gereken' esasta veri bir inanç tarafından sunuluyor ama sayısız yorumun olasılığına karşın da rehberin peşinden gidiliyor ve söz konusu kişi ‘Allah rızası' için desteklenebiliyor. Oysa laik kesimde ‘yapılması gerekenin' bir ideolojik tercih içine yerleştirilmesi, ilkelerle tutarlı kılınması lazım. Diğer bir deyişle laik kesimin (özellikle dindarlar veya ‘sağ' karşısındaki ideolojik) siyaseti aydına muhtaç... Bu nedenle aydının siyaset dışı kaldığı dönemlerde laik kesimin siyaseti de savruluyor ve kendisine bugün olduğu gibi ‘topluma konuşabilen' bir liman arıyor. Bugün o liman ulusalcılığa işaret etmekte ve siyaset yolu da kategorik AKP karşıtlığına dayanmakta. Ulusalcılığın başarısı bu karşıtlığı bir eleştiri kıvamında kullanılabilir hale getirmekle yakından bağlantılı olacak. Bu ise, laik aydınların iktidar eleştirilerinin, onları dindarlarla ayrımlaştıracak bir kalıba dökülmesine bağlı...   

Bugün laik kesimde demokratlar ile sol/liberal aydınlar arasındaki farklılaşmanın siyasi açıdan önemi burada. Çünkü iktidarı etkileme şansı olmayan bir eleştirinin, ister istemez kapılanacağı yer ulusalcılık olacaktır. Söz konusu aydınların tabii ki hiçbirinin ulusalcı olduğunu söyleyemeyiz... Ama siyaset bizim ne olduğumuz değil, kendi kimliğimizi taşıyan doğal sosyolojik çevrenin bizim sözümüzü nasıl işlevselleştirdiği ile ilişkili. Eğer eleştiri giderek bir ayrımlaşma anlamını taşımaya başlarsa, bir süre sonra o eleştirinin varlığı ne söylediğinden daha önemli hale gelir ve o zaman da sosyolojik tabana, yani laik cemaate hakim olan siyasi söyleme hizmet etmek durumunda kalır.

Bu gözlemi yaparken amacım sol/liberal aydınları mahkum etmek değil. Bir potansiyelin kaçırılmasına hayıflanmaktayım aslında... Görünen o ki bu aydınlar bir iktidara destek vermekle eleştirmek arasında bir ‘simetri' varsayıyorlar. ‘Doğru yaparlarsa desteklerim, yanlış yaparlarsa eleştiririm' tavrının kendi içinde anlamsız olduğunu söyleyemeyiz. Ne var ki burada bir simetri yok: Destekler hem hükümet açısından işlevsel, hem de psikolojik olarak İslamî kesimde ‘duyuluyor'. Eleştiriler ise tam tersine hem iktidarın dışlamasına hem de dindarların psikolojik olarak kulaklarını kapamalarına neden oluyor. Sorunun ‘bizde' değil dindarlarda olduğunu öne sürebiliriz elbette ve çoğunlukla haklı da olabiliriz. Ama sonuç değişmiyor: Laik kesim aydınları geniş bir toplumsal kesim üzerindeki potansiyel siyasi etkilerini kullanmamış oluyorlar. Çözüm eleştiri yapmamakta değil, adil olmakta... Bu da eleştiriyi bir bağlam içerisine oturtmayı, ‘evrensel' ilkelerle yetinmemeyi gerektiriyor. Demokratlar da eleştiriyor ama açık bir mesaj olarak bu hükümetin başarılı olmasını istiyorlar. Oysa sanki sol/liberal aydınlar hükümetin başarılı olmasından gocunacaklar duygusunu veriyorlar. Üstelik bu sadece bir duygu değil... Sivil topluma ve finansörlerine kadar yansıyan bir duruş... Ve de görünen bir duruş.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar