Etyen MAHÇUPYAN
Anayasa hemen hepimize göre bir ‘siyasi’ mesele. Ülkenin diğer siyasi meseleleri nasıl çözülüyorsa, bunun da öyle çözülmesi bekleniyor. Yani metin bir siyasi partinin perde arkası mutfağında hazırlanacak, partiler arasında görüntüyü kurtaracak bazı tartışmalar olacak ve sonuçta önümüze konacak olan anayasaya ‘evet’ diyeceğiz.
Bunun demokratlıkla ilgisi olmayan bir ‘demokrasi’ uygulaması olduğu açık. Demokrat zihniyet basitçe ‘kişilerin kendilerini ilgilendiren her karara istedikleri takdirde müdahil olabileceğini ve kendilerini neyin ilgilendirdiğine de yine kendilerinin karar verebileceğini’ söylüyor.
Relativist zihniyetin ağır bastığı modern Batı aleminde uygulama ‘temsili’ nitelik kazanıyor. Ortaya çıkan metin bir dizi gerilimi, farklı çıkarları, pazarlık süreçlerini ve ulusal güvenlik kaygılarının siyasileşme tonunu yansıtıyor.
Bu iki yaklaşımın ortak yönü yapılan anayasanın ‘yaşamakta olan’ insanlar için olduğu. Geçmişe referanslar saygının gereği ama anayasanın maddeleri eski ideolojik bakışın ötesine geçmekte tereddüt etmiyor. Arada çelişki olmaması için de kadim kurucu ideoloji olabildiğince genel ilkeler ve ahlaki tutumla ifade ediliyor. Her iki yaklaşım da geleceğin öngörülemeyecek koşul ve talepler (hatta kimliksel farklılıklar) ima edebileceğinin farkında davranıyor. Dolayısıyla ortaya “gelecek nesillerin iradesine ipotek koyacak” bir metin çıkmıyor.
Tırnak içindeki ifade Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu tarafından kullanılmıştı. Ülkenin en ‘bağnaz’, dolayısıyla en ‘anti-demokrat’ ve ‘anti-liberal’ partilerinden biri olarak işaret edilen bu hareketin genel başkanının, tek başına (bütün diğer ‘demokrat’ ve ‘liberal’ geçinen partilerden ayrışarak) gerçek bir demokrat-liberal pozisyonu savunması çok ilginç.
(Üstelik bu pozisyon epistemolojik olarak dinle de çelişkili! Dindarlığıyla maruf Hüda Par kendi başkanının ağzından mütekabiliyete dayanan bir bilgi anlayışını savunuyor ve geleceğin bir anlamda ‘bilinemez’ olduğunu, din dahil hiçbir şeyin ‘ilelebet’ olmadığını en azından zımnen kabul ediyor…)
Bu ‘yaman’ çelişki Türkiye’yi anlamak için iyi bir fırsat.
Yeni bir anayasa tartışması var ve esas konu halen geçerli olan metnin 4. Maddesinin kalıp kalmayacağı. Birinci ve üçüncü madde üzerinde tartışma yok. Türkiye bir cumhuriyet, dili Türkçe, başkenti Ankara. İkinci madde rejimin özü ve dolayısıyla sıkıntılı. Çünkü ‘milli dayanışma’, ‘Atatürk milliyetçiliği’, ‘laik’ (ve hele ‘demokratik’) gibi içeriğinin ne olduğu, nasıl yorumlandığı belli olmayan ifadelere sahip. Dördüncü madde ise ilk üç maddenin ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ olduğunu söylüyor.
Kısacası rejimin içeriğini muğlak yani yoruma açık bırakan, üstelik ideolojik statü kimde ise onun uhdesine terk eden bir anayasa yapmışız ve de (yetmiyor gibi) bu durumun ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ olduğunu kabul etmişiz.
Akla doğal olarak şu soru gelebilir: ‘Değiştirilemez’ denmesi niçin yeterli olmamış? Niye ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ denmiş? Çünkü ‘teklif’ kamusal alanda bir tartışma, siyaset imkanı demektir. Oysa anayasada teklifi yasaklarsanız, her türlü rejim tartışmasını asayiş meselesine, hatta ihanete dönüştürülebilirsiniz.
‘Siyaset’ var olan duruma yeni tekliflerdir… Anayasada ‘teklifi’ yasaklamak siyasetin gerçekte yasak olduğunu gösterir. Neden acaba? Soruya tersten yaklaşmak daha göz açıcı: Siyaset niye serbest, özgür, herkese açık olsun ki? Buna uygun bir zihniyete sahip olmadığımız zaten belli. Gücü ele geçirmiş, hasbelkader ‘devlet’ olmuş insanlar, kadrolar, ağlar bu imtiyazlarını niye biz ‘sıradan’ vatandaşlarla paylaşsınlar ki?
Anayasaya sadece kendilerinin tanımlayacağı, içeriğini istedikleri gibi yorumlayacakları maddeler koyarlar ve bunların değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini de yine anayasa ile güvence altına alırlar.
Dolayısıyla kimse 12 Eylülcüleri suçlamasın, bunca yıldır niye aynı Anayasa ile yaşıyoruz diye hayıflanmasın. Herhalde bu Anayasa sayesinde güç sahibi olanlar kendi istekleriyle anayasa değişimine gidecek değiller. Değiştirmek, o yönde tartışma açmak veya teklif getirmek durumdan memnun olmayanların işi olmalı. Ancak görünüşe göre bu kategoride sadece Hüda Par var. ‘Biz sıradan vatandaşların’ pek de şikayeti yok. Hatta şimdi bir kanatta Hüda Par’ı görünce tümden ‘devletlilerin’ yanında yer almamız hiç şaşırtıcı olmaz.
Diğer deyişle ‘biz sıradan vatandaşlar’ devletin bizi tanımladığı işlev ve konuma razıyız. Ötesine aklımızın ermediğine, devlet işlerinin sahibine bırakılması gerektiğine inanıyoruz. Yönlendirilmesi gereken, büyüklerine güvenen, olası tehlikeler karşısında onlara sığınan çocuklarız…
Kendimize ait, nasıl yaşamak istediğimizi yüksek sesle düşünecek bir irademiz yok. Öteki cemaatin alan genişletmesindense, devletin tahakkümünü yeğliyor, ülke dizginlerinin siyaseti perde olarak kullanan bir nüfuz ve rant sistematiğinin eline geçme ihtimalini önemsemiyoruz. Çocuğuz ve çocuk olmaktan, çocuk kalmaktan memnunuz.
Madalyonun öteki yüzünde ise, söz konusu toplumsal kültürün tamamlayıcısı olan ‘devletliler’ var. Bize çocuk muamelesi yapıyor, çocuk kalmamızı istiyorlar. Hazırladıkları siyasi üst metinleri referandumla önümüze koymalarına razı gelmemizi, bununla yetinip kendimizi ‘vatandaş’ hissetmemizi istiyorlar.
Anayasa’nın 4. Maddesi ‘devletlilerle’ ‘vatandaşlar’ arasındaki aşılmaz mesafenin taşıyıcısı. Bu madde olmasa vatandaşla ‘devletli’ arasında fark kalmayabilir, rejim meselesi sıradan insanların konusu haline gelebilir, (maazallah) bir gün ülke vatandaşların eline bile geçebilir. O nedenle ‘değiştirilemez’ hükmü getiren 4. Madde devlet katında yer alanların maddi ve manevi imtiyazı, sıradan insanlar üzerindeki egemenliğidir.
Anayasalar ister istemez bir güç ve nüfuz dağılımı ima eder. Batı alemi bu dağılımı olabildiğince eşitlikçi ve şeffaf yapmaya çalışıyor. Oysa bizdeki gibi ataerkil/otoriter zihniyet bileşiminin egemen olduğu toplumlarda söz konusu güç ve nüfuz dağılımı işin esası. Anayasalar bunun için yapılıyor, kurulan sistemin olabildiğince uzun süre yaşaması için uğraşılıyor.
Dolayısıyla ‘değiştirilemez’ maddeler değişmesi istenmeyen bir güç ve nüfuz ilişkisine işaret ediyor. Değişimi istemeyenler ideoloji, siyaset ve rant mekanizmaları açısından toplumun geri kalanına egemen. ‘Değişmemeyi’ savunmak gerçekte bu sistemden yararlananların ‘anayasa dışı’ iktidarlarını da savunmak anlamına geliyor.
Belki bazılarımızın zihninden anayasaların burada anlattığım gibi ‘devletlilerin’ değil, halkın egemenliğini ifade ettiği geçmiştir. Okulda (çocukken) öğretilen ve hala tekrarladığımız bu klişe ancak mizahi bir yaklaşıma konu olacak cinsten… İki nedenle.
Birincisi ‘halk’ kimlerdir, bu kavram nasıl tanımlanır, sınırı nereden çizilir meselesi. Çünkü ‘halk’ ancak kanunla tanımlanabilir ve bunu da anayasalar yapar. Diğer deyişle (egemenlik hakkı olan bir) ‘halk’ olmanız için önce bir anayasa lazım. İyi de o anayasayı kim yapacak. Bildiğimiz üzere bunu hemen her zaman ihtilalciler yapıyor. Eski anayasayı ılga edip yenisini getiriyorlar. Ve tabii bunu yaparken de eski anayasayı ihlal ediyor, suç işliyorlar. Nitekim başarısız olduklarında asılıyorlar. Ama başarılı olduklarında siyasete ayar veriyor, darbe yapıyor, kendileri öldükten sonra bile toplumun özgürlük sınırlarını çizmeye devam ediyorlar. Demek ki bizleri ‘halk’ kılan onlar! Kimlerin bu tanımın içinde, kimlerin dışında olduğuna, ‘halkın’ nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğine onlar karar veriyor.
İkincisi bu muhakemenin devamı olan egemenlik meselesi. Egemenliğin kriteri nedir? Bir toplulukta kimin egemen olduğu nasıl anlaşılır? Yüzeysel olarak bakıldığında “kuralları koyan egemendir” diyebiliriz. Ancak insanlık tarihine daha dikkatli baktığımızda “kurallara uymadığı halde bedel ödemeyenlerin” asıl egemenler olduğunu görüyoruz. Bizde uzun süre askeriye gibi, ya da birçok ülkede devletle ilişkili mafya gibi. Hemen her zaman egemenlerin (genellikle silaha dayalı) bir caydırıcı güce sahip olduğunu, yani şiddet kullanma hakkını elde tuttuğunu da görüyoruz. Buradan çıkan sonuç esas egemen olanın halk değil devlet olduğu, devletle iç içe geçebilen kesimlerin söz konusu egemenliği paylaştığıdır.
Velhasıl ‘halk egemenliği’ sıradan insanları ‘çağdaş’ hissettirmeyi amaçlayan bir klişeden ibaret. Egemenlik anayasaların içeriğini ve sınırlarını çizen, onu ‘değiştirilemez’ hale getirenlerin elinde. Nitekim şimdi de bu imtiyazlarını devam ettirmek üzere aynı ‘anayasa ruhunu’ sürdürmeye çalışıyorlar.
Devlete intisap etmiş olmak, kişilere yeni bir kimlik ve anlam veriyor. Yeniden doğmuş gibi oluyor, bir anda çocukluktan çıkıp onları sarmalayan ‘devlet olgunluğunun’ parçası haline geliyorlar. Diğer deyişle ‘devletli’ olmak vatandaşın çocukluğunu sona erdirebilen tek çıkış yolu olarak tanımlanmış. Çocukluktan kurtulmak isteyen vatandaş devlete yanaşmak, parçası olmak zorunda.
Ama asıl trajik olan devlete intisap edememiş, egemenliği birtakım (tanımadığı) perde arkası ilişkilere ve güç dengelerine terk etmiş vatandaşın, aynı devleti manen sahiplenmesi. Devletsiz var olmayacağına olan inanç, devletsizlik korkusu vatandaşı devleti (ülkesi ve milletiyle birlikte) benimsemeye, devletle manen bütünleşmeye sevk ediyor. Sonuç vatandaş denen kişinin kendisini devlet için feda edecek noktaya kadar sürüklenmesi, bu süreçte kişiliğinden vazgeçmesidir.
Daha da ‘trajik’ olarak, kişiliklerinden vazgeçmenin ağırlığını taşıyamadıkları ölçüde, vatandaşlar ödenen bedelin üstünü örtmek, onu bilinçten uzaklaştırmak adına devlet sahiplenmesinde uç noktalara gidebiliyorlar. Türklük devletle bütünleşiyor. Milliyetçilik bir devletçi ideoloji haline geliyor.
‘Devlet’ ise doğal olarak bu kişiliksizleşmiş ama devlet eliyle kimlikleşmiş vatandaş tipolojisini seviyor. Onlara ‘adam’ olduklarını söylüyor, diğer deyişle vatandaşı ‘adam’ ediyor. Ama işin aslı, vatandaş böylece daha da çocuklaşıyor, kendini kandırması kolaylaşıyor ve böylece çocuk kalması garanti altına alınıyor.
Osmanlı’dan bugüne bu coğrafyada devletin temel kaygısı ve işlevi vatandaşı (cemaatleri ve halkı) çocuk kıvamında tutmak ve onun çocuk olmaktan gurur duymasını sağlamak oldu. Modern zamanda okullar ve medya buna hizmet etti. Vatandaşa bu amaçla gerçeklikten uzak, onu tahrif eden anlatılar, hikayeler, kahramanlık kitap ve filmleri sunuldu.
Sonuçta ortaya egemenlik meselesini tümüyle devlete ve devletlilere terk etmiş, kendisine ‘vatandaş’ dendiği için ‘adam’ olduğunu zanneden bir geçimsiz çocuklar yığını çıktı.
Biz buyuz… Kendimize çıplak gözle, önyargısız bakma zamanı çoktan geçti. Ama yine de hayat bazı fırsatlar üretiyor. Anayasa yapımı gibi… ‘Halk’ olarak ihtilale soyunacak halimiz yok. Zaten ihtilalcilikten hayır geldiği de görülmüş değil. Ama siyaset yapabiliriz… Nasıl bir ülke, nasıl bir hayat, nasıl bir gelecek istediğimizi başkaları önünde yüksek sesle düşünebilir ve diğerlerinin ne söylediğine kulak verebiliriz. Bunu kurumlar içinde ve onlar üzerinden gerçekleştirmek etkisini daha da güçlendirebilir.
Başlangıç için hayal gücümüze set çekmeyi bırakabilir, kendimizi en azından zihnimizin içinde özgür kılabiliriz.
Bunu yapamıyorsak hiç şikayet etmeyelim. Çünkü siyasete cesaret edemediğimiz ölçüde büyüyemez, hikayelerle avunur, onlara sığınır, çocuk kalırız.
Tabii anayasa falan da yapamayız. ‘Devletin’ kotarıp önümüze koyduğu anayasalarla yaşar gideriz…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023