Halil BERKTAY
Hiç mi düşünce insicamı kalmamış? Yoksa çok var da, pekâlâ biliyor mu ne yaptığını?
Markar Esayan, Yıldıray Oğur ve Tuncer Köseoğlu’nun ardından, ben de yazdım gerçi Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin yabancı düşmanlığını. Ama sonra, biraz haksızlık mı ediyorum diye düşünmedim de değil. “Aşırı sağ” demiştim, Front National’in ve Jobbik’in muadili diye. Ama bu, bizim kendi yerel ıskalamıza tam uymuyor. Belki de şundan: Türkiye’de her şey, Avrupa’ya göre daha sert, daha keskin, daha çığrından çıkmış. Nitekim, işte bakın, Avrupa’nın aşırı sağını çok andıran olgu ve yönelimler, burada sadece sağ olabiliyor. Zira onun da sağında, memleketimden insan manzaralarının en en sağında, Avrupa’da (ya da belki dünyanın başka herhangi bir yerinde) bu kadarı hiç düşünülemeyecek bir “şey” – başka ülkelerin topraklarına göz diktiğini açıkça ilân edebilen bir hilkat garibesi yer alıyor.
Bütün dünya gibi Türkiye’de de Maoculuk, 1985-89 arasında reel olarak sona erdi. Sovyetler Birliği’nde önce Gorbaçov’un başa gelip sosyalizmi Marksizm ve sosyalizmin içinden kurtarmaya çalışması, ardından sistemin demokratikleşmeye dayanamayıp toptan dağılması, bütün bir çağı kapatırken yanlış teşhisleri de rafa kaldırdı. “Stalin’e kadar iyiydi, sonra sağ sapma yüzünden kötüledi” veya “yeni burjuvazi revizyonizm iktidara geldi, kapitalizm restore edildi, o yüzden sosyal emperyalist oldu” teorilerini -- hele, solun diğer kesimleriyle bir ayrılık gerekçesi olarak -- savunmanın imkânı kalmadı. Komünizmin Sovyet taraftarı ve karşıtı bütün varyantları, varlık nedenini yitirdi. Eski, tarihsel TKP de bu gerçeği kabullendi, biz Maocuların bir bölümü de bu gerçeği kabullendik. Öte yandan, her iki taraftan (ve ara kesimlerden) kabullenemeyenler de çıktı şüphesiz. ÖDP ve Birgün’ün geçmişte donup kalmışlığı ortada. Bir, derken iki olan “yeni TKP”ler ise anti-emperyalizm üzerinden milliyetçileşmenin daha patetik, daha karikatürümsü örnekleri.
Ama kimse, Gregor Samsa’nın böcekleşmesini andıran bu Kafka-vâri metamorfozlarda Maocu hareketin kalıntıları kadar “ileri” gitmedi, kokuşmadı, işi resmen ve alenen faşizme vardırmadı. Liderlerinin, meğer gerçekten devrim ve solculuk diye bir meselesi değil, sadece kendi hırsı, önemi ve “tarihsel misyonu” diye bir meselesi varmış. Ne olursa olsun, mutlaka ayrı bir çöplüğü olmalıymış. Yeni bir kimlik, yer ve konum bulmak amacıyla kıvranıp durdu; renk ve şekil değiştirdi. 1980’lerin sonlarından 1990’ların ortalarına kadar süper-devrimciliğe oynadı. Türkiye’de güya devrim ortamı vardı ve eski tarz bir “çelik çekirdek” nice fırsatlar yakalayabilirdi de, tam bu koşullarda reformcu kesilen eski arkadaşlarının ihanetine uğramıştı. Aşağı yukarı aynı sıralarda Kürtçü de kesildi. “Dağlarında gerilla var memleketimin” diye yazılar yazdı; Bekaa Vadisinde Öcalan ile gül alıp verdi. Derken 180 derece çark edip (tabii anti-emperyalizm üzerinden) sıkı Türk milliyetçisi kesildi. Bir kere daha, yeryüzünde ve Ortadoğu’da ABD’nin baş düşman olduğuna ve Amerika’nın komplolarına karşı Kemalist devrimin kazanımlarını savunmak için Türk ulus-devletinin yanında yer almak gerektiğine karar verdi. Darbeci kesildi, silahlı devrimi savundu -- ve bu konudaki sorulara silah zaten Türk ordusunda mevcuttur türü aforizmatik cevaplar verdi. Ultra-nasyonalist dönüşünü her alana yaydı. Kıbrıs’ta Denktaş’a ve çözümsüzlüğe arka çıktı; 1970’lerde altına imza attığı TİİKP Dâvâsı – Savunma’da yazılanların tam tersine, Ermeni soykırımını “emperyalist yalanı” ilân etti; Talât Paşa Komiteleri’ni kurdurdu; Kerinçsiz’lerle birlikte 2005 Konferansını yasaklatmaya çalışanlar, sonra da Ülkü Ocaklarıyla birlikte gençlik örgütüne yumurta attıranlar arasında yer aldı. Veli Küçük ve daha başka ne kadar emekli subay bulduysa yazı kurullarına kattı. Arada sırada başka cevherler de yumurtladı. El Kaide’nin 11 Eylül 2001 terör saldırılarına prim vermenin de ötesine geçti; bunu, “Afganistan’daki tinerci çocukların” değil, adını telaffuz edemeyeceği bazı Avrasyacı “büyük güç”lerin (Çin’in? Rusya’nın?) ABD’ye ders olsun diye gerçekleştirdiğini ben her şeyi bilirim havasıyla yazmaktan geri durmadı. Her seçimde iktidara geliyoruz dedi ve oylama, Ege kıyılarının yaşlı paşa ve valilerden geçilmeyen bazı tatil köyleriyle sınırlı tutulsaydı olabilirdi de. Ancak Türkiye Datça Aktur’dan ibaret olmadığı için sonuçta hep 50-60,000 oyda ve yüzde 0.5 dolaylarında kaldı.
İşçi Partisi yaftasıyla bir yere kadar geldi ve ondan da vazgeçti sonunda. Dört dörtlük faşizm, sınıfsal değil bütün sınıfları enlemesine kesen (cross-class) bir yaklaşımı gerektirir. Hitler 1919-20’de ele geçirdiği Alman İşçi Partisi’nin (DAP = Deutsche Arbeiters Partei) adını Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP = Nationalsozialistische Deutsche Arbeiters Partei) olarak değiştirmişti. Bunlar da 2015 Haziran seçimlerine giden yolda İşçi Partisi tabelasını indirdi; yerine Vatan Partisi tabelasını astı. Aday listelerini -- Ludendorff’un 1923’te Münih Birahane Darbesi’nde Hitler’le yan yana yürümesi misali -- Balyozcu ve Ergenekoncu generallerle doldurdu. Sırf bu açıdan MHP’nin fersah fersah önüne geçti. Ve gene, bu sefer 5 milyon oya ulaşıp Meclise de gireceklerini, Millî Hükümeti de kuracaklarını, iktidara da yürüdüklerini beyan etti. Miadını doldurmuş bir adam, miadını doldurmuş bir ideolojiyigünümüzde varabileceği en son ve en absürd noktaya ulaştırdı.
Ama bir noktada, Atatürkçülüğü de çok aştığını kabul etmek gerekir. Yunanistan’a ait 152 Ege adasını “geri” alıp Türkiye topraklarına katacağını, Vatan Partisi’nin seçim bildirgesine koydu. Bu, çeşitli açılardan çok ilginç bir adım, çünkü (1) eski Maocu hareketin haftalık yayın organı Halkın Sesi dergisi, kıta sahanlığı, petrol arama hakları ve Hola araştırma gemisi’nin Ege’ye açılıp açılamayacağı yüzünden Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleştiği 1976 yaz aylarında (aslında teknik olarak Yunanistan haksız, Türkiye haklı olduğu halde) Yunan halkına çiçek yolluyoruz kapağıyla çıkmıştı. (2) Oradan bugün, su katılmadık bir fetihçilik ve yayılma vizyonu, komşu bir ülkeye yönelik düpedüz savaş tehdidi noktasına gelinmiş bulunuyor. (3) Söz konusu seçim vaadi, bu niteliğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturduğu kabul edilen Lozan’a da, Avrupa’daki sınırların zor yoluyla değiştirilemezliğinden hareketle güvenlik ve istikrarı sağlamaya çalışan AGİK ve AGİT ilkelerine de aykırı. (4) Ulusların kendi kaderlerini tâyin ilkesinin olabilecek en geniş yorumu çerçevesinde dahi gerçekçi değil, çünkü bu adalarda hep Yunanca konuşan nüfus çoğunluktaydı ve nitekim bu yüzden ister Lozan’da, ister sonrasında (1947’deki Oniki Adalar örneğinde olduğu gibi) Yunanistan’a bırakıldı. Millî Mücadele’nin sonunda, 9 Eylül 1922’de İzmir kurtarıldığında, Karaburun yarımadasından Sakız’a ve diğer adalara sıçramayı kesinlikle reddeden, bizzat Mustafa Kemal oldu. (5) Belki bütün bunların etkisiyle, MHP de hiç ama hiç böyle bir şey söylemedi şimdiye kadar. Yakın tarihte, dilinden düşürmediği Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü de inkâr pahasına, onun çok gerisine, İttihatçıların Turancı fetihçiliğine rücu eden, Türk irredantizmini bu kadar hayâsızca canlandırmaya yeltenen, bir tek şu yeni Vatan Partisi oldu.
Gerçek ve ciddî bir tehlike mi? Değil kuşkusuz. Ama delileri akıllı sanıp peşlerinden giderseniz, size ne olacağı küçük de olsa bir sorundur. Ömer Seyfettin’in bir Dama Taşları hikâyesi vardır. Dânâ Efendi ve Câbi Efendi iki eski arkadaştır. Kırk yıl birlikte dama oynamışlardır. Derken Câbi Efendi delirir, tımarhaneye kapatılır. Dânâ Efendi ise bir gün evinde otururken havuzun başında bir kurbağa görür, Câbi’ye benzetir. Göreceği gelir; arabaya atlayıp akıl hastanesine gider. “Sarı saçlı, mavi baygın gözlü” nöbetçi doktor (bu tarif, Ömer Seyfettin kuşağının ufak ufak Türk Tarih Tezini haber veren Alman kökenli ırkçı fantezileriyle ilgilidir; şimdilik geçelim) önce görüşmelerine izin vermez; “Bu adam zırdelidir!... Onu öteki hastalardan ayrı, tek başına bir odada tutuyoruz. Akıllılara değil, diğer delilere bile tecavüz ediyor” der. Dânâ Efendi “kırk yıllık refikimdir” diye yalvarır yakarır, oturup çocuk gibi ağlar, izin koparır doktordan. Yalnız yanında getirdiği dama kutusuna asla olmaz denir: “… onun yanına biz çöp bile sokamayız… Bir fenalık yapar.” Hücreye alınır. Câbi hemen tanır onu; “akıllı akıllı” güler; “Vay sen misin Dânâ! Kardeşim!” der. Kucaklaşırlar. Gardiyan kapıyı kilitleyip gider. Câbi Efendi’nin her nasılsa (buraya dikkat) yapmış veya edinmiş olduğu, biraz tuhaf, toprak renkli taşlarla bir oyun oynamaya karar verirler. Câbi arkadaşını uyarır: “Ben senin iyiliğini isterim. Yassıları al. Sivrileri alırsan güçlük çekersin!” der ve nedenini “Taş alırsam sana yuttururum” diye açıklar. Câbi’nin bütün deliliği ortaya çıkmış; gözleri değişip “iki alev parçası” olmuş; “o sakin kurbağa çehresi”nin yerini “bir kaplan çehresi” almıştır. Oynarlar ve nitekim Dânâ’nın kural filân tanımadan rastgele aldığı bütün taşlarını testideki suyla tek tek yutturur ona. Gardiyan geldiğinde Dânâ ölüyorum diye kendini dışarı zor atar. Fakat midesi ve bağırsaklarında hiçbir sert cisim bulunamaz. Hikâyenin sonunda, tecritte tutulan zırdeli Câbi’nin “şey” edip güneşte kurutarak taşları yaptığı, dolayısıyla o “şey”lerin de Dânâ’nın bağırsaklarında eriyip gittiği ve doktorun eline gelmediği anlaşılır.
Kıssadan hisse, günümüzün Faşizm ve Nazizm müsveddesi marjinal partilerinde, operet ortamının olanca komikliği içinde, eninde sonunda Führer’in “şey”ini yemek kaçınılmazdır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024