Hilâl KAPLAN
"Eğer Tanrı öldüyse, her şey mübahtır."
Tırnak içindeki söz, insan ruhunu ilmek ilmek çözen kıymetli yazar Dostoyevski'ye atfedilir. Çağdaş felsefenin önde gelen isimlerinden Slavoj Zizek ise bu sözü tersine çevirir: "Eğer Tanrı öldüyse, hiçbir şey mübah değildir."
Neden mi? Çünkü "İnsan", bir şeyin mübah olup olmadığının sınırını belirleyecek kapasitede bir varlık değildir. Etyen Mahçupyan bunu "Kürtaj döngüsü" başlıklı yazısında örneklerle izah etmiş:
"(...) bebeğin yaşam hakkını savunanların hayvan ve ağaç haklarını da aynı bağlama oturtmaları beklenir. Çünkü eğer kürtaj cinayetse, açıktır ki hayvanların kısırlaştırılması da, ağaçların kesilmesi de cinayettir. Eğer bu türden bir kapsayıcılık yoksa insan hayvandan ve nebattan daha üstün sayılmakta olduğu içindir. Ne var ki ancak elimizde insanı daha üstün kılan bir ideolojik bakış varsa bu yönde düşünmek bize doğal gelir. Nitekim tek tanrılı dinler bu ideolojiyi sağlarlar ve insanı hiyerarşik bir skala içinde diğer varlıkların üstüne koyarlar."
Mahçupyan'ın burada izhar ettiği nokta çok önemli. Zira dinin ihdas ettiği haram ile helal, mübah ile günah arasındaki ayrımdan sekülerizmin ve seküler devletin ilham alarak etik ile etik olmayan / yasal ile yasal olmayan arasındaki koyduğunu söylemek mümkün. Örneğin bu yüzden adam öldürmek suç ama hayvan öldürmek değil. Bu minvalde seküler devlet, aslında her zaman teolojik bir boyutu beraberinde taşır. Adeta kendini Tanrı yerine koyarak, 'kulları' arasındaki ilişkiyi düzenlemeye kalkar.
Ancak şu noktayı hiç unutmamak gerekir: Sekülerizm/ seküler devlet, dinden ilham almayarak, tam da onun karşıtı hükümler vaz ettiğinde bile aslında bir teoloji kurmuş olur. Bu öyle bir teolojidir ki, on bir haftalık bir bebeğin yaşam hakkını "kutsal" sayıp onu insan mertebesine yükseltirken; dokuz haftalık, kalbi atmakta olan bir bebeği bir odun yığınından farklı görmeyip, onu zelilleştirme hakkını kendinde görür.
Ve alıntıladığım bölümdeki mantık silsilesinden Mahçupyan'ın vardığı sonuç şöyle olmuş:
"Kısacası bebeğin yaşam hakkını doğanın yaşam hakkının dışında özel önem vererek savunmak, aslında dini bir mülahazaya muhtaçtır ve bu da sadece dindarları bağlar."
Mahçupyan "sadece dindarları bağlar" demiş ama dindar olmayanların dokuz haftalık bir bebeğe "insan"dan daha aşağı bir varlık olarak muamele etmesi "hak"kının (ki 'hak' da teolojiden azade düşünülemeyecek bir terimdir) nereden kaynaklandığı yönünde bizi aydınlatmamış. Anne rahmindeki bebeğin hangi sebepten ötürü bir ağaçla eşit olduğu sorusu boşlukta kalmış. Bebeğin ana rahminde olmak itibariyle yaşama hakkına ve beden mülkiyetine sahip olmadığı iddia edilmiş ama bunun da sebepleri açıkta bırakılmış. Merak etmeye devam ediyorum, seküler insanların ortada işlenen fiilin bir cinayet olmadığı noktasındaki izahları nedir?
Sosyolog Suheyb Öğüt, geçtiğimiz hafta HerTaraf'ta çıkan "Kürtaj: Kuvvenin Katli, fiilin cinayeti" yazısında benzer bir noktaya temas etmişti:
"Peki insanın külli bir tarifi yapılamazken embriyo ile insan arasında bir fark olduğunu söylemek ve bu farkı embriyonun aleyhine işleterek onun katlediledilebilir olduğuna hükmetmek de ne demek oluyor? Şayet insan diye bir kategori varsa spermin tek başına insan olmadığı açıktır. Zira sperm ancak yumurta ile birleştiği zaman insan (embriyo) vücuda gelmektedir. Spermde insan olma kuvvesi mevcut değildir. Bu kuvve, sperm ile yumurtanın inzimamdan -embriyo- hasıl olur. Embriyoda insan dediğimiz varlıktaki bütün özellikleri müşahede edemiyor olmamız embriyonun insan olmaldığına katiyen delalet etmez. Bilakis embriyo bilkuvve insandır. İnsan olma kuvvesine sahiptir. Şayet kuvvenin kendisini bir varlık statüsü olarak kabul etmezsek o zaman bebeğin kendisini de insanlıktan temyiz etmek mecburiyetinde kalırız. Çok kaba bir gözlemle bebek dediğimiz varlık yiyen, içen, altına eden bir mahluktan başka bir şey değildir ve fiiliyatı itibarıyla çoğu hayvandan bile daha aşağı, daha aciz bir konumdadır. Fakat buna rağmen bizler bebeği insan olarak kabul ediyor ve hayvandan daha üst bir makama yerleştiriyoruz. Neden? Çünkü bebek bilkuvve insandır ve bilkuvve insan olan her varlık tam da "insan"a tevafuk etmektedir."
Ayrıca mevcut duruma göre on haftaya kadar bebeğin aldırılması yasalara uygun. Peki ama dokuz haftalık cenin ile on bir haftalık cenin arasındaki farkı seküler devlet hangi kaideye göre koymaktadır? Sadece annenin seçim hakkı kutsalsa neden "on hafta sınırı" seküler gruplar tarafından bile ısrarla savunulmaktadır? Bu, cenini 32 haftalıkken de aldırmak isteyen annenin 'seçim hakkı'na saygısızlık değil midir?!
Kürtaj tartışması sürerken seküler yazarlar bu soruların hiçbirine cevap vermeyip, sadece 12 Eylülcülerin koyduğu sınır dahilinde kadının seçme hakkını, bebeğin yaşam hakkından üstün tuttular. Mahçupyan'ı tenzih ederek söylemek gerekirse bir kısmı da bunu aksi kanaate sahip Müslüman yazarları ve hükümeti 'totaliterlikle' suçlayıp, bir nevi 'kaçak dövüşerek' yaptılar. Hâlbuki bu tartışmaya ilişkin ilk yazımdaki sorunun cevabını kanıtlamaları 'dindarları' da ikna etmelerine yeterdi: İnsan, nerede başlar?
Bu soruyu cevaplayamadıkları müddetçe, kürtajın cinayet olmadığını temellendirmeleri mümkün değil. Eğer cinayet olmadığı temellendirilemiyorsa da "adam öldürmenin yasa dışı olduğu gibi kürtajın da yasa dışı olması gerekir" cihetinden hareket eden devleti suçlamaları ve "sen kim oluyorsun da insanların işine karışıyorsun?" diye sormaları da mümkün değil.
Zira o devlet de pekâlâ 'seküler bir teoloji'den hareketle böyle bir yasa koyabilir.
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.06.2019
27.05.2019
6.05.2019
1.05.2019
29.04.2019
24.04.2019
16.04.2019
15.04.2019
12.04.2019
8.02.2019