İlhami IŞIK
Böyle dönemlerde barıştan, umuttan söz etmek zordur. Öylesine kutuplaştırılmış bir zaman diliminde iyi şeylerin olabileceğini söylemek, suya yazılan söz gibidir. Hukuksuzluğun tavan yaptığı ve bu oksijensiz havada sırasını ellerinde balta ile bekleyenlerin kin dolu duruşları düşünüldüğünde, hiç de kolay değil tünelin ucunda ışık arayışı…
Ama unuttuğumuz bir acı gerçeğimiz var. Her ne kadar hafıza kaybına emanet etmiş isek de; bizi sürekli takip eden bu geçmişimizi sanki hiç yaşamamışız gibi davranmak, sadece sorunlar karşısında bizleri kör, sağır ve dilsiz yapıyor.
Çok acı çekti bu ülke… Sadece bugün değil, dün de çok acı çekti. Belki teknolojinin geldiği seviye bize bugün yaşananları çok daha fazla gösteriyor olabilir. Anında haber almak, anında görüntülere sahip olmak bizlere sanki hiç bir dönem bu dönem kadar zor olmamıştı duygusunu verebilir. Ama değil… Amacım acıları yarıştırmak değil, bugünün acılarını küçümsemek değil. Amacım bir gerçeğimizi hatırlatmaktır. Biz hiç kolay günler yaşamadık. Toprağın ağladığı yıllarda bile barış ve umut arayışından vazgeçmedik.
Yaşayanların kendilerine ve kendilerinden sonra geleceklere bir borcunu ödemek adına umut dedik. Bu umut yaşattı bizleri; yoksa binlerce köyün birkaç dakika içerisinde yakıldığı, yüzbinlerce insanın yaşadıkları topraklardan sürüldüğü ve şehirlerin gettolarında bu insanların yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakıldığı 1993 ile 1996 yılları arasında yaşanan bu insanlık dramından bugünlere nasıl gelebilirdik?
Koca koca şehirlerin saat 15:00’ten sonra ölü kentlere dönüştüğü, sokaklarda insanların her gün infaz edildiği bu yıkım döneminden bugüne, toplumun hafızası neyi canlı tuttu ki? Bu kanlı dönemde bile barış ve umut arayışı hep oldu.
Turgut Özal ateşkes ilan etmesini istedi PKK’den; 1993 Mart’ında ateşkes ilan edildi. 31 erin katledilmesi bile bu arayışı durdurmadı. 2 Mart 1994 yılında DEP milletvekilleri Meclis’te gözaltına alınmasına rağmen, 1995 yılında Necmettin Erbakan bu arayışı sürdürdü.1998 yılında askerler ateşkes için aracılar gönderdi.1 Eylül 1998’de ateşkes oldu.
Tüm bunlar yaşanırken tutuklamalar ve ölümler hiç durmadı. 1999 yılı ile 2004 yılları arası hariç. 2005 yılı ile 2012 yılları arası günde 20 ila 30 insanın öldürüldüğü yıllardı.
Her gün bir karakolun basıldığı, bir yerlerde canlı bombaların kendini patlattığı ve yüzlerce insanın tutuklandığı bir dönem olan bu kapkaranlık yıllarda bile, 2006’dan başlayarak Ankara Görüşmeleri, 2007’den 2009’a kadar devam eden Oslo Görüşmeleri, 2009’da Habur sınırından PKK’lilerin ülkeye girişi, 2010-2011 İmralı Görüşmeleri, sonradan 2012 Eylül’ünde başlayan ve 2013 Ocak’ında adı Çözüm Süreci denilen sürecin başlaması…
Hiçbir ölüm, hiçbir hukuksuzluk, hiçbir katliam (Roboski gibi), hiçbir vahşi saldırı (karakol baskınları), hiçbir tutuklama (siyasilerin plastik kelepçeli olayı), barış isteyenleri barış arayışından alıkoyamadı.
Dün de hukuksuz bir şekilde tutuklanıyorduk, bugün de. Dün de herkes kendi mahallesinin sesini duyuyordu sadece, bugün de öyle.
Sene 1982.
Güneşin doğuşunu silah sesleri gölgeledi o gün… Bir Haziran sabahı biçerdöverin büyük bedeni önünde uyurken yüzlerce silah sesi ile yerimizden irkilerek kalktık. Biçerdöver hemen aşağıda köyün tepesinde olan buğday tarlalarını biçiyordu.
Saat gece 03:00’e kadar çalıştıktan sonra dinlenmek ve uyumak için durmuştu. Sene 1982. Askeri darbenin 2’nci yılı olmuştu. Askerler her gün bir köyü basıyor ve arama yapıyorlardı. Silah arama bahanesi ile köylere giriyor, çoluk çocuk demeden herkesi köy meydanlarında topluyor, akla hayale gelmeyecek işkence ve aşağılamalar yapıyorlardı. O zamanlar daha PKK hiç eylem filan yapmamıştı. İki sene sonra, 1984 Ağustos’unda eyleme geçeceklerdi.
Yani demem o ki; Türkiye’nin hiçbir yerinde tek bir şiddet eylemi yoktu. 1980 darbesi ile beraber şiddet bıçakla kesilir gibi kesilmişti. Bütün ülkede yaprak kıpırdamaz haldeydi her yer; ama birileri sürekli hareket halindeydi. Askerler Kürt illerinde şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, günlerce insanlar evden çıkamıyor ve evler tek tek aranıyor her yer tarumar ediliyordu.
Ben de Yargıtay’ın cezamı onaylaması sonucu firar durumundayım o yıl. Babam iflas etmiş ve ailece Mardin ilinin Savur ilçesindeki köyümüze taşınmıştık. Elektriği ve suyu olmayan bir köy… Yağmur suyu içiyorduk. Yazın ise köyümüze 8 kilometre uzaklıktaki Dicle nehrine eşeklerle su almaya gidiyorduk. Karanlıkta onlarca eşek ve eşeğe uyurken düşmesin diye sıkı sıkı bağlanmış küçük çocuklar, 4 veya 5 ay boyunca su taşırlardı.
Hemen hemen ailelerin çoğu sırf su taşıması için çocuk yaparlardı. Dedelerimiz ne temiz su ne de elektrik ışığı görmeden ölüp gittiler. Köy bizim köyümüzdü. Hepimiz akrabaydık ve köyün büyüğü benim babamdı. Söz ve karar sahibi babam oluyordu. Babam Kürtçe dışında başka bir dil bilmiyordu. Okuma yazması yoktu. Askerler sürekli gelir, babama hakaretler eder giderlerdi.
Yine askerlerin operasyon yaptığı bir haftada ben de köyde kalmamak için tarlaları biçen biçerdöverlerin yanında kalıyordum. Ve bir sabah yoğun silah sesleri ve çocuk kadın bağırışları ile uykudan fırladığım o anları ömür boyu unutamam. Aşağıdaki köye asker baskın yapmıştı. Şimdiki tabirle devlet yanlısı bir köy olmasına rağmen asker yine köye girmişti. İnsanları döve döve köy meydanında topluyorlardı. Biz de yukarıdan olup biteni seyrediyorduk. Kadınları ve çocukları bir tarafa, erkekleri bir tarafa ayırıyorlardı. Sonradan bütün erkeklere soyunun dediler. Sadece üzerlerinde beyaz donları kalıncaya kadar…
Özellikle de köyün ağası Ahmet Ağa’yı ön tarafta tutmuşlardı. Sürün yerlerde diyorlardı ona. O da ‘hayır’ diyordu ama dipçiklerle onu yere yatırdılar ve iki kişi ellerini tutarak onu yerde sürükledi. İnanılmaz bir görüntüydü.
Ahmet Ağa hiç kendi sürünmedi orada ama diğer köylüler hep yerlerde sürünüyorlardı. Buna rağmen askerler onları bu haliyle de dövüyorlardı. Sonra birilerini Ahmet Ağa’nın sırtına bindirmeye başladılar. Kadınlar bağırarak ağlıyorlardı.
Ahmet Ağa kan revan içinde kalmıştı. Diğer köylüler de öyle. Bu, yaklaşık bir iki saat böyle devam etti. Sonra askerler çekip gittiler. Bu olup bitenleri dehşet içinde izlerken, hiçbir suçu ve günahı olmayan bu köylülere yapılanları düşünürken, benim de hiçbir suçum ve günahım yokken bana yapılanları gözümün önünü getirmeye başladım.
1979 Aralık ayında arkadaşlarımla mahallemizdeki kahvehanede otururken polisler içeri girip kimlik kontrolü yapmaya başladı. Daha askeri darbe olmamıştı, sadece sıkıyönetim vardı ülkede. Biz de kimliklerimizi verdik polislere. Şimdiki gibi elektronik uygulamalar yoktu o zamanlar. Arananların isim listesinin olduğu defterler vardı polislerin ellerinde. Benim bir aranmam yoktu. Onun için çok rahat davranıyordum. Birkaç dakika sonra ismi Yüksel olan bir polis bana ‘bizimle geleceksin’ dedi. Bu Yüksel denilen polis, uyuşturucu kullanan ve insanları arkadan vuran bir polisti. Nitekim yıllar sonra uyuşturucu ile yakalanmış ve Gaziantep cezaevinde öldürülmüştü. Böylesine tehlikeli bir polisti.
Bütün Batman onu tanır ve korkardı ondan. Bana ‘bizimle geleceksin’ deyince ben ‘aramam var mı, ismim listede var mı’ diye sordum. ‘Yok’ dedi, ‘ama seni götüreceğim’ dedi. Ben de ‘hayır götüremezsin, bir suçum ve aranmam yok, ben gelmem’ dedim. O anda elindeki akrep denilen silahı bana doğrultu ve ‘vururum seni’ dedi.
Böyle derken silahın şarjörü yere düştü ve ben yerden alıp ona verdim ama buna rağmen silahı tekrar bana doğrultmaya başladı. Birdenbire silahı ateş aldı ama ben değil benim önüme kendisini siper eden ve Türk olan arkadaşım Murat karnından 2 kurşun yedi.
Göğsümde tutmaya başladım Murat’ı ve bağırmaya başladım ‘hastaneye lütfen’ diye. Bu arada kalabalıklar toplanmaya başladı etrafımızda. İnsanlar Murat’ı alıp hastaneye doğru götürdüler. Beni de oraya gelen jandarma arabasına bindirip karakola götürdüler. Karakola girdiğimizde ha bire birilerini getiriyorlardı. Yoksul insanları toplamış karakola getirmişlerdi. Sonradan nedenini öğrenecektim. Benimle beraber 5 arkadaşı daha gözaltına almışlardı. Aslında bizi değil polisi gözaltına almaları gerekiyordu ama devlette işler böyle olmuyordu maalesef.
Bizi karakoldan alıp komando taburuna götürdüler; sıkıyönetim komutanı komando binbaşı Temel Cingöz denilen bir binbaşıydı. Daha evvel bizim Milli Güvenlik derslerine giren ve tanıdığım bir binbaşıydı. Sonradan korgeneral oldu ve 1990‘arda Adana’da suikaste uğradı bu binbaşı.
Bir akşam Temel Binbaşı beni çağırdı ve dedi ki “Yüksel polis bir hata işlemiş, silahı yanlışlıkla ateş almış ve Murat da çok ameliyattan başarılı olarak çıktı ve gelin ne siz polisten şikâyetçi olun ne de polis sizden. ‘Görmedik kim vurdu’ deyin. ‘Polis de böyle ifade verecek zaten, bir kasıt yok burada onu da polislikten atmasınlar siz de evinize gidin” dedi.
Ben de “arkadaşlarımla konuşayım” dedim, “eğer evet derlerse olur”dedim. Arkadaşlarımla konuştuk, “olur” dediler. Biz eve gitmeyi beklerken meğerse Temel Binbaşı bize yalan söylemiş. Batman’ın en ücra yerlerinden ve okuma yazması olmayan 20 tane seyyar satıcıyı toplamış ve bizim aleyhimize ifade aldırmış. Bu yoksul insanların hiçbiri ne beni görmüş ve tanıyordu, ne ben onları görüp tanımıştım. Aynı ifadelere imza attırıp göndermişler onları. Dedim ya biz eve gitmeyi beklerken bizleri askeri bir araca bindirip Siirt Tugay Komutanlığı’na götürdüler.
İşkencelerle süren günlerden sonra bizi Diyarbakır 7’ci Kolordu Askeri Mahkemesi’ne çıkarıp tutukladılar ve Diyarbakır 5 No’lu İstihkâm Cezaevine konulduk. 1980 Temmuz’una kadar cezaevinde kaldık. Bize 3 yıl 6 ay ceza verdiler ve salıverildik. Sonra bu ceza tekrar onaylandı benim de 3 yıllık firar dönemim başladı. 1983 yılında tekrar tutuklandım ve 1986 yılına kadar cezaevinde kaldım. Hiçbir suçum yokken, hiçbir suç işlememişken 20 yaşımda sabıkalı oldum. Diyarbakır ve Mardin cezaevlerinde hapis yattım.
Devlet suç üretir mi? Evet. Bin kere evet. Öyle bir üretir ki insanın bütün dünyası şaşar. Devlet tuzak kurar mı? Evet, kurar ve devletin kurduğu tuzaktan kurtulmak mümkün değildir.
50 yıl geçti aradan ve bugün Osman Kavala ve Kobani davalarını düşündüğümüzde değişen bir şey yok bu ülkede. Hele ki Kürt iseniz değişimin size uğraması bir mucize olur bu ülkede.
Ama ya uğrarsa? İşte bu yüzden barışın peşinden koşmaya devam etmek zorundayız.
Dünün daha da kötü şartlarında koşmuştuk. Bugün neden koşmayalım?
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları



























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.09.2025
14.09.2025
9.09.2025
1.09.2025
23.08.2025
10.08.2025
23.07.2025
14.07.2025
1.07.2025
9.06.2025