Markar ESAYAN

Yeni muhalefet partisi EKP*
14.11.2013
2680

 Türkiye'nin, kurumsal vesayetin sinmesi ile yeni bir siyasi-toplumsal evreye girdiği artık daha net görülüyor. 'Hangi Gezi' ve 'Gezi bu değil' karmaşasında neredeyse kayıp şehir Atlantis efsanesine dönüşen kriz de, bunun sertçe açığa çıktığı bir fenomen oldu.

Değişimin yeni bir karakter kazanacağı, toplumsal ve siyasi aktörlerin bu yeni duruma kendilerini uyarlamak zorunda kalacakları bir dönemden geçiyoruz. Aslında sağlıklı olan oluyor... 11 yıllık köklü reform sürecinde temsil edilmeyen, değişime katılamayan ve siyaseten 'madunlaşan' kesim kendi içinde farklılaşma sürecine girmiş gibi görünüyor.

Jacobs University Bremen'den uzman psikolog Özden Melis Uluğ ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden uzman psikolog Nevin Solak'ın araştırmasına göre, Gezi'ye katılanların yüzde 50'si CHP dahil hiçbir partiye kendini yakın hissetmiyor. Türkiye ortalamasına münasip şekilde CHP'li oranı yüzde 24.7... AK Parti ve MHP'lilerin oranları ise yüzde 2'lerde.

Gezi'ye katılanların dağılımında kadınlar az farkla erkeklerden önde. Meslek olarak öğrenciler ve özel sektörde çalışanlar ilk iki grubu oluşturuyor.

Gezicilerin yüzde 77.5'i Türk...

Yani Gezi, esas olarak kentli, genç, orta-üst sınıf ve net biçimde AK Partili olmayan bir grubun kalkışması. Ancak bu kitle CHP ile de yollarını ayırma eğilimine girmiş görünüyor. Muhtemelen ilk seçimlerde CHP'ye yakın hissetmediğini söyleyenlerin çoğu AK Parti faktörü nedeniyle bu partiye oy verecekler. Yine muhtemelen CHP'ye oy vermeyi kendine yediremeyenler HDP'ye yönelecek. Oyunu sandığa değil de denize atacak olanlar da bu gruptan çıkacak.

Kabaca bir değerlendirmeyle, CHP oylarının yüzde ellisini, ufukta belirecek ilk anlamlı siyasi harekete çoktan kaptırmış gibi. Tabii bu yüzde ellinin CHP'den daha demokrat mı, yoksa AK Parti'nin defterini dürecek daha sert, Kemalist-ulusolcu bir hareket mi bekledikleri bu araştırmadan çıkarılabilecek bir sonuç değil. Ama biz, zamanın dönüştürücü sürprizlerini de hesaba katarak, çoğunluğun AK Parti'yi dengeleyecek 'demokrat' bir hareket beklediklerini varsayalım. Her halükarda bu durum o mecrada önemli bir şeylerin olduğu anlamına geliyor.

Araştırmaya katılan deneklerin AK Parti'yi değerlendirmeleri istendiğinde, 'İnsanların ihtiyaçlarına cevap veremiyorlar', 'Bize karşı niyetleri açık değil', 'Yeterli eğitim seviyeleri yok' gibi maddeler ön plana çıkıyor. Bu grubun AK Parti'ye karşı konumlanmalarının sınıfsal, algısal ve duygusal etmenlere dayandığı söylenebilir. Rasyonalite eksikliğinin öfke, sinizm, espri ve hazır algı mühendisliklerinin tezviratlarını sorgulamadan içselleştirme eğilimi ile giderilmeye çalışılması bu nedenle olsa gerek. Ancak travmatik geçmiş hesaba katıldığında, bunun anne ve babalardan devralınmış, üzerinde düşünülmemiş ve -umarım- geçici bir dil, çelişki olabileceği de unutulmamalı.

Araştırmanın en çarpıcı bulgusu, 'Çapulcu' söyleminin yeniden üretilerek 'direnişçi' sıfatına evrildiği, Erdoğan'ın olumsuz anlamda kullandığı bu sıfat ile bizatihi yeni bir kimliğin doğuşunu sağladığı tesbiti. Erdoğan sayesinde 'Türkiye'de kolektif hareketlerle bağdaştırılan yeni bir sosyal kimliğin ortaya çıktığı' ifade ediliyor.

Kendisini bu iktidar tarafından engellenmiş 'hisseden', olumlu değişimleri, değişimin öznesi olan Erdoğan'ın kodları yüzünden reddeden bir duygulanım, belli bir mağduriyet-direniş enerjisi üretmiş durumda.

Bu mağduriyet duygusunun 'plastikliği' bu hareketten -en az uzun vadede- bir siyasi oluşum çıkmasını engeller, kemalizmin post-modern yorumuna dönüşür ve iktidar savaşlarında bir manivela olarak iğdiş edilir mi? Yoksa ilk defa kendisini 'mağdur, imtiyazsız ve korunmasız' hisseden Beyaz Türk gençlerin, kentsoylu kadınların, beyaz yakalıların itirazı, zamanla gerçeklikle reaksiyona girerek AK Parti ve dindarlar karşısındaki 'Eksik Özne'yi dünyaya getirir mi, henüz bilemiyoruz.

Belki de ikisi de birlikte yaşanır. Bu daha olası.

Bunun sınıfsal nedeni, AK Parti ve Erdoğan'ın yaptıklarından ziyade dindarların varlıklarının kendisi... Erdoğan, totaliter laiklerin 'alter ego'su olmuş durumda. Totaliter laikler dikotomik bir kapana sıkışmış gibi, kendi yaşam biçimlerinin sağlamasını, dindarların kötücüllüğüne endekslemiş görünüyor. Cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal'in kuruluş harcına yerleştirdiği mayınlara basılmış olduğunu söyleyebiliriz.

Kurucu iradenin yarattığı totaliter laik toplum kesimi son 11 yıla karşı kendi cevaplarını vermeye çalışıyorlar.

İç kolonyal mantıkla toplum üzerinde mühendislik uygulayan, bunu yaparken, dünyadaki modernizm örneklerinden en pespayesini seçen Kemalizm, toplumu tamamen dönüştüremese dahi, iki büyük ve karşıt toplumsal kesim oluşturmayı başarmış durumda. Hızla demokratikleşen dindarlar ile kendi yaşam biçimlerini tek kutsal gerçeklik olarak gören totaliter laikler, ulusolcular, artık mahallelerine dönen ak saçlı sinirli aydınlar vs.

Bu gerilimin kendiliğinden azalması, hele hele bunun kısa sürede olması mümkün değil... Dindarların, totaliter laiklerin iyileşmesi ve kendilerine yetişmesi için yavaşlaması da mümkün olmadığına göre, kutuplaşma denen, ama aslında izah ettiğim tarihsellikten gelen ve uykusundan artık uyanmış olan gerilim, daha uzun süre gündemimizde olacak. Bence bununla barışmak, iyi yönetmek, avantajlarından yararlanmak ve algılarda 'normalleştirmek' gerek. Yanlış beklentiler ümitsizlik ve yorgunluk yaratır çünkü.

Adım adım gitmekte fayda var. Asgari müşterekte buluşabilecek en akılcı zemin, demokrasiyi dışlamayan, siyaset dışı müdahalelere karşı ortak bir tavırda anlaşmak belki. Bunun için iktidarın da üslubunu ayarlayarak bu kesimleri suiistimal odaklarının kucağına itmemesi gerekli.

Bu bile büyük bir kazanım olurdu doğrusu.

*Erdoğan Karşıtları Partisi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar