Markar ESAYAN

O kadar kusur olur...
19.01.2012
4108

 Hrant Dink, Türkiye’nin yüksek kalibrede fikir üreten entelektüellerinden biriydi. Sadece Ermeni meselesinde değil, Türkiye’nin tüm sorunları üzerinde ciddi ve derin fikirlere sahipti. Bunu yazdığı yazılarda ve yaptığı konuşmalarda tüm sahiciliği ve tesirli konuşmalarıyla paylaşıyordu herkesle.


A
GOS’u birkaç arkadaşıyla birlikte 1996 yılında kurmuştu. AGOS “Kendi yurtlarında gurbete çıkmış” Ermenilerin Türkiye ve komşularıyla kavuşma projesiydi. Aynı zamanda, azalmış, ağır baskı altında sesi soluğu kesilmiş Ermenilerin, Türkler tarafından keşfedilmesi anlamına geliyordu. Bu topraklarda binlerce yıldır yaşayagelmiş kadim bir halk olan Ermenilerin sayısı, henüz yüzyıl önce ülke nüfusunun yüzde 10’undan fazlasını oluştururken, 1915 kırımları ve Cumhuriyet döneminin ırkçı politik uygulamaları nedeniyle 50-60 binlere düşmüştü. Yeni nesiller Ermenileri ya hiç tanımıyor –bu daha tercih edilirdi–, ya da ırkçı ideolojik dezenformasyonla düşman olarak belliyorlardı.

Normalde, hep denenen ama sürekli kötü sonuçlanan “bu ülkeye ait olma, yerleşme” çabalarına bir son verilmesini beklersiniz. Sayınız dramatik ölçüde azalmış. Ermeni ismi bir küfür haline getirilmiş, her Ermeni’nin ailesinin yarısından fazlası yurtdışına gitmek zorunda kalmış. Devlet yıllarca yargı eli ile kültürel ve maddi varlığınızı sürdürmeniz için yaşamsal önemde olan vakıflarınızın mallarını yağmalamış vs, vs.

Ama Ermenilerde garip bir durum var. İnatçılar... Görünür olmaktan çekinmiyorlar.

Bunu Hrant Dink’te en asil haliyle gördük, izledik. Dink “Evet bu topraklarda gözüm var. Ama bu toprağın üstünde değil, bu toprağın altında gözüm var. Bu topraklara gömülmek istiyorum” diyordu.

Hiçbir sözünden hikmet devşirmediler ama, bu sözünü ciddiye aldı onu öldürenler. Eşi Rakel Dink’in dediği gibi, henüz çok gençken, henüz bir hastalığı bile yokken onu arkasından kahpece vurdular. Bunu bir çocuğun eline silah tutuşturarak yaptılar hem de. Biz gururla izlediğimiz sözcümüzden olurken, bu ülke de, son yıllarda yaşadığımız altüst oluş sürecinde onun üreteceği fikirlerden, ezber bozacak Hrant’ça akıl ve vicdan tercümelerinden mahrum kaldı. Bunu nasıl bir kayıp olduğunu, onun yazılarını, konuşmalarını bilenler daha iyi anlayacaktır.

Bizlere ise, cinayet davası üzerinden bu ülkeye nasıl bir katkı yapılabileceğini düşünmek düştü. Dedik ki, Hrant Dink’i korumadınız, onu öldürttünüz. Sabiha Gökçen bildirisi ile Genelkurmay, Valiliğe çağrılıp tehdit edilmesinde görev alan MİT görevlileri, Kerinçsizler, kapısına dayanan ülkücüler, köşelerinde darağacı kuran haysiyetsiz köşeciler...

Cinayeti işleyen örgüt bir yana, 2005 yılında başlayan cinayet ihbarlarını görmeyen Jandarma’sından, Emniyet’inden, öldürüldükten sonra zimmetlerindeki kamera kayıtlarını silen görevlilerinden, daha ilk gün, davanın sonucunu tayin edercesine, “Bu örgütlü bir suç değil” diyen Emniyet müdürlerinden, aynı gün Ogün Samast’la ruh ikizi rolüne soyunup “O genci o kadar iyi anlıyorum ki, bu cinayet bir looser’ın işi” fetvasını veren genel yayın yönetmenlerinden...

Velhasıl, bu ülkede midemizi kaldıran, adaletsizlik adına ne varsa, bir yüzyıldır bizi topluca linç eden zihniyetten bu dava sayesinde kurtulabiliriz sanmıştık. Hrant Dink ölmüştü. Ölüme çare yoktu ama, belki bu ülke onun, kendi gazetesi önündeki kaldırıma yığılmış heybetli cüssesi ve o cüssenin hemen yanı başında sırıtarak bizlere bakan ve bir yüzyılı özetleyen bütün kötücül sembolleri görür, nedamet getirir, bu zehirli zihniyetten bir irkilmeyle kurtulabiliriz sanmıştık.

Ama öyle olmadı işte. Çünkü bu ülke hâlâ bu cinayetin kolayca işlenebileceği ve tam da bu nedenle cinayetin gerçeklerinin üzerinin kolayca örtbas edilebileceği bir yerdi... Dink cinayeti Türkiye’nin bir yüzyıldır biriktirdiği tüm zelil zihniyetin öyle mükemmel bir eşgüdümü ve ortaklığıyla işlenmiş ki, tuğlanın –işinize gelen– birini çekseniz dahi, devletin tamamı elinizde kalacak.

Tam da olması gereken buydu! Olmadı! İzin vermediler...

Sayın Başbakan Dink Ailesi’nin evine taziye ziyaretine gittiğinde cinayetin tüm yönleriyle mutlaka aydınlatılacağına söz vermişti. İnsan tutamayacağı sözleri vermemeli. Çünkü haliyle beklenti yükseliyor. Buna hiç gerek yok. Bunun yerine, “bu benim bile göze alamayacağım, altından kalkamayacağım bir vaat olur” dense daha hazmedilebilir olur.

Davadan bahsetmeyeceğim. Dava en baştan beridir böyle planlandı. Ne yalan söyleyeyim, bu kadarını ben bile beklemiyordum. Ama zaten, Dink’i asıl öldürenler aramızdayken, o çocuklara da haksızlık olurdu bu. Bence, Yasin Hayal’e de haksızlık yapılmış oldu. Mahkeme onu da tahliye etseydi.

Bize daha yakışanı bu olurdu. Ama o kadar kusur kadı kızında bile olur, değil mi?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar