Merve Şebnem Oruç
Neredeyse bir hafta oldu. İdlib şehir merkezinden çıkarken Ebu Abdullah’ın söyledikleri hala kulaklarımda çınlıyor.
Yarını umutsuz ve gergin bir sessizlikle bekleyen şehri arkamızda bırakırken şöyle sormuştum Ebu Abdullah’a: “Türkiye’ye, Türk Hükümeti’ne tek bir şey söyleyebilecek olsan ne söylerdin?”
O da cevap vermişti: “Hama kırmızı çizgimiz dediniz... Düştü. Halep kırmızı çizgimiz dediniz... Düştü. İdlib için hiçbir şey demeyin.”
Kendi halkına silah sıkamadığı için Suriye rejimindeki polislik görevinden ayrılan, Humus’ta katliamlar dayanılamayacak boyuta geldiğinde direnişe katılan, ülkesini terk etmeyi, başka ülkelerde mülteci olmayı asla düşünmeyen, ama sırf bu yüzden bugün itibarıyla ne kendisi ne ailesi için bir gelecek hayali kurabilen, yarını düşünmeye başladığında önünde dipsiz bir karanlıktan başka bir şey belirmeyen bir adamın bu sözleri karşısında yüreğimde beliren sızı bir türlü geçmiyor.
Aslında uzun süredir kalbimde hissettiğim sızıya derman ararken eninde sonunda kendimi bir kez daha İdlib’te bulmuştum. Uzaklara kaçmıştım, olmamıştı; başka şeylerle uğraşmıştım, yine olmamıştı. “Derdime derman belki de derdim olan yerdedir,” diyerek yola koyulmuştum. İdlib’de o yaraları bir kez daha kanattım, kabuk bağlayan yerlerini kaşıyıp koparttım.
Doğruya doğru... Halep düştüğünden beri kalbimde kapanmayan bir yara var. Sadece benim değil, çoğumuzun boğazımızda düğümlenen koca bir acı, içimize akıttığımız oluk oluk göz yaşı var. Yıllardır Suriye ile dertlenen hemen herkeste belki henüz kendine bile itiraf edemediği, teşhisini koyamadığı, ama yüreğini sıktıkça sıkan, kapanacağına daha da açılan bir Halep yarası, Halep travması var.
Halep düştüğünde Şam sokaklarında şenlikler yapıldı, İran’da baklavalar dağıtıldı; ama biz yasımızı bile tutamadık, birbirimize sarılıp ağlayamadık.
Evet, insanlar katar katar Halep’ten çıkarılırken, yangından can kaçırılırken ‘Suriye davası’na gönül veren 81 ilden binlerce insan sessiz sedasız ‘Halep Konvoyu’na katılmak için yola çıkmıştı. Korkunç bir illete tutulan sevgilinin elim kaybından sonra yerine getirilen son görev gibiydi konvoyun ilerleyişi. İnsanlar adı konmamış bir cenazeye gider gibi Cilvegözü sınır kapısına ulaşmış ve sonra herkes evlerine geri dönmüştü.
O gün bugündür Suriye’yi daha az anmamızın nedeni bu... Halep gözlerimizin önünde düştü. Hiçbir şey yapamadık. O kadar çok şey söyledik Halep için; ecdadın adını vererek, tarihten açıklama getirerek, benliğimizde hissettiğimiz bağı, en cahilimizde bile olan sezgiyi kelimelere dökmeye çalışarak anlatmaya çalıştık Halep’in Türkiye için ne anlama geldiğini, iddia ortaya koyduk, derdimiz, davamız olduğunu söyledik ama düşüşüne engel olamadık. Deniz Baykal bile “Halep Rusya’nın, Esad’ın himayesine, Şii kuşatmasına teslim edilemez. Tarihi kimliği değiştirecek bir süreç yaşanırken ‘durun’, ‘bekleyin’ denemez,” demişti. Ama Halep biz tarihin değişimini izlerken gözlerimizin önünde kaydı gitti. Sadece Halep değil, Musul da böyle gitti. Türkiye’nin masada da sahada da olması gerektiğini gür bir sesle söyledik, buna İran’ın, Esad’ın ajanları, FETÖcüler, PKKlılar dışında aramızda karşı çıkan kimse de yoktu. Gerilere döndük, tarihin yapraklarını karıştırdık, Lozan’a kadar gittik. Fakat, Musul da sesi buralara ulaşmayan korkunç bir kıyımla gözlerimizin önünde yok olup gitti.
Acı ama kendimize yüksek sesle itiraf edemediğimiz yalın gerçek şu: Halep ve Musul gibi iki Sünni kenti artık Sünnilerin değil. Irak ve Suriye’de Sünniler daracık bir alana hapsedilirken bizim dert edindiğimiz, davamızla özdeşleştirdiğimiz şehirler avuçlarımızdan uçtu, gitti.
Hani yazılarımda sık sık “Ak Parti’nin davası tam olarak ne?” diye soruyorum, o yazıların içinden cımbızlanan cümleler yüzünden Sözcü gibi gazetelere manşet oluyorum, ardından da ‘Reisçilik’ maskesi altında neyi savunduğunu anlamadığımız zevatın açık hedefi oluyorum ya; işte o dava dediğimiz şey, Türkiye’nin bekasıyla iç içe geçmiş o mesele, Halep ve Musul kaybedilince kabul etsek de etmesek de yetim kaldı, öksüz kaldı. Bu yeni nesil savaşta iki büyük kale düşünce, tıpkı yüreklerimiz gibi ‘davamızın’ ortasında da nasıl dolduracağımızı bilemediğimiz kanayan kocaman bir boşluk açıldı.
Menbiç’ti, Tel Afer’di, Rakka’ydı, Deyrezzur’du... Bugün DAEŞ’le mücadele adı altında korkunç bir yağma devam ederken son kale dediğimiz Türkiye’nin kapılarında, biz biraz çaresizlikten biraz kapana kısıldığımızdan ‘Kızıl Elma’mızı Arakan kadar uzaklara taşıdık.
Ebu Abdullah tüm umutlarını kaybetmiş olsa da bazılarımızın bugün hala ısrarla İdlib’i sormamızın, konuşmamızın nedeni, “Türkiye ne yapacak?” diye sormamızın sebebi, “Dava neydi?” sorusundan bağımsız, ‘beka meselesi’ dediğimiz şeyin devam ettiği gerçeğinden ayrı değil.
Kuzey Irak’ta gerçekleştirilecek referandum da, Kerkük meselesi de ve Sünnilerin silinip gittiği Irak’ı Şii ve Kürtler arasında yeniden bir iç savaşa sürükleyecek son gelişmeler de en az İdlib kadar önemli. İdlib veKerkük kaybedilirse bölgeyi yeniden kasıp kavuracak bir savaşın en önce Türkiye’yi vurması işten bile değil. Bu sıkıntılı Eylül ayı çok şeye gebe şüphesiz, lakin Kerkük ve İdlib’i Musul’un ve Halep’in kaderine terk edersek siz deyin iki yıl ben diyeyim bir yıl, ama bir gün gelecek, bu günleri hatırlayacak ve “Onlar yine iyi günlerimizmiş,” diyeceğiz.
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.02.2020
4.02.2020
5.01.2020
29.12.2019
8.02.2019
29.07.2018
22.07.2018
15.07.2018
12.07.2018
5.02.2018