Mithat SANCAR
Geçen hafta, Âkil İnsanlar Heyeti Marmara Grubu üyeleri olarak, Cumartesi Anneleri diye bilinen kayıp yakınlarını 421. kez oturdukları meydanda ziyaret ettik. Ardından kendileriyle uzunca sohbet fırsatı bulduk.
“Kayıplar sorunu”yla yıllardır ilgilenen ve uğraşan biri olarak, hikâyelerine de taleplerine de vâkıfım. Büyük kısmı, yakınlarını devletin 90’lı yıllarda uyguladığı “kirli savaş” yöntemlerinin bir sonucu olarak “kaybetmiş”. Ortak talepleri ise, yakınlarının akıbetini bilmek, yani hakikati öğrenmek ve tabii onlara “kavuşmak”. Çoğu bu kavuşmanın ne demek olduğunu biliyor. Bunca yıldır “kayıp olan” canlarının artık canlı olmadığını kabullenmiş gibiler, çaresiz. Kavuşmak onlar için, hiç olmazsa kemikler ve bir mezar.
Sohbet sırasında, “barışa evet” diye başlayıp, “ama...” diye devam ettiler çoğu. Lakin bu “ama”, haklı bir beklentiye işaret ediyor: “Barış süreci”nin, savaş dolayısıyla açılan yaraları saracak yöntemlerle tamamlanması, desteklenmesi...
“Barış, ama...” kalıbını, bu aralar çok sık duyuyoruz. Fakat çoğu durumda, o “ama...” buradaki gibi yapıcı, onarıcı, yol açıcı nitelikte olmuyor maalesef. Mesela aynı günün akşamında Divriği Kültür Derneği’nde yaptığımız toplantıda, neredeyse her konuşmacının dilinden dökülen “ama”ların çoğu, “savaşa devam”dan başka bir kapıya çıkmıyordu maalesef. İşin hazin yanı, bu şekilde konuşanların büyük bölümünün bunun farkında bile olmaması.
Derneğin toplantı salonunda, oturduğumuz masanın tam karşısındaki duvarda birkaç portre asılıydı. Bakışlarım hemen Hasan Hüseyin’e takıldı kaldı. Konuşmamda, onun en sevdiğim şiirlerinden olan “Kandan kına yakılır mı”nın ilk dizelerini okudum.
Bu toplantıda ve benzer yerlerde karşılaştığımız “ama”ların biraz da barış kavramını tanımamaktan kaynaklandığını sanıyorum. Bu nedenle bugünkü yazıyı da, bilmem kaçıncı kez tekrar olma pahasına, yine bu meseleye tahsis etmek istiyorum. Yeni bir şey yazacak değilim. Bundan yedi yıl önce, tam olarak 30 Haziran 2006’da Birgün Kitap Eki için kaleme aldığım (ve Birikim’in internet sitesinde de yayınlanan) yazıyı, biraz kısaltarak aktarmakla yetiniyorum. O yazının başlığında da Hasan Hüseyin’in sözleri vardı:
***
“Barış”ın Türkiye’de sevilen ve itibar edilen bir sözcük olduğunu söylemek herhalde kolay değil; içselleştirilen bir değer olduğunu söylemek daha da zor; yaşanan bir durum, bir gerçeklik olduğunu söylemek ise büsbütün imkânsız. Ayrıca “barış”ın anlamı konusunda da ciddi bir müphemlik var. Nedir gerçekten barış?
“Barış” kavramı, geleneksel barış araştırmaları ekolünde uzun yıllar uluslararası ya da devletlerarası ilişkiler çerçevesinde ele alındı ve “savaş”ın karşıtı olarak kullanıldı. 1960’ların ortalarından itibaren gelişmeye başlayan ve “eleştirel barış araştırmaları” olarak adlandırılan akım, bu dar kapsamlı “barış” kavramı yerine, iç çatışmaları da kapsayan yeni kavramlar geliştirdi. Barışın toplumsal (iç) boyutunu da tahlillere dâhil eden bu kavramsallaştırmalardan biri “negatif barış-pozitif barış” ayrımıdır. Burada “barış”ın karşıt kavramı artık sadece “savaş” değil, bütün tezahürleriyle “şiddet”in kendisidir. “Negatif barış”la kastedilen, “savaşın veya örgütlü fiziksel şiddetin diğer biçimlerinin yokluğu”dur. Çatışmaları yaratan nedenlerin değil, sadece çatışmaların ortadan kalktığı bir durumu ifade eden “negatif barış”, doğası gereği kırılgan ve riskli bir yapıya sahiptir. Sadece fiziksel değil yapısal şiddetin de tasfiye edildiği ve en genel tabirle “adalet”in tesis edildiği bir durum olarak tanımlanan “pozitif barış”a geçişi sağlayacak düzenlemeler yapılmadıkça, çatışmaların yeniden canlanması ihtimali ciddi bir tehdit ve yıkıcı bir tehlike olarak varlığını korur.
Bu çalışmaların öncülüğünü yapan, barış araştırmaları alanının en önemli isimlerinden Norveçli bilim adamı Johan Galtung, şiddetin birbiriyle ilişkili, birbirine bağlı/bağımlı üç türü olduğunu belirtir: Doğrudan şiddet, kültürel şiddet ve yapısal şiddet. “Doğrudan şiddet”, belli bir özne tarafından icra edilen fiziksel şiddet olarak; “kültürel şiddet”, doğrudan veya yapısal şiddeti meşrulaştırma işlevi gören kültürel özellikler olarak açıklanır. “Yapısal şiddet” ise, temel insani ihtiyaçların, potansiyel olarak mümkün olanın altında bir düzeyde karşılanmasına yol açan önlenebilir bir ihlal olarak tanımlanır. “Pozitif barış” kavramı da, “mevcut olan” (somut) ile “mümkün olan” (potansiyel) arasındaki mesafeye vurgu yapan geniş kapsamlı şiddet tahlili çerçevesinde daha belirgin bir anlama kavuşur. Buna göre “pozitif barış”, yaygın örgütlü şiddete yol açan sebepleri ortadan kaldırma ve “yapısal şiddet”e son verme hedefiyle var olur.
“Mevcut olan” ile “mümkün olan” arasındaki mesafe büyüdükçe yapısal şiddet artar, pozitif barıştan uzaklaşılır. Bu yaklaşımda pozitif barış, bir “durum”dan ziyade, bir “süreç; yani “somut” ile “potansiyel” arasındaki mesafeyi azaltan eylem ve tutumların diyalektik birliği olarak görülür.
Galtung, “şiddet üçgeni” adını verdiği bu yapının herhangi bir köşesinde tezahür eden şiddetin, diğer köşelere sıçramakta gecikmeyeceğini ve diğer şiddet biçimlerini harekete geçireceğini belirtir. Örneğin “doğrudan şiddet”, daha önce oluşmuş “kültürel şiddet”in etkisiyle ortaya çıkabileceği gibi, aynı zamanda “kültürel şiddet”i de besler.
İşte “pozitif barış”, şiddetin bütün bu tezahürlerini ortadan kaldırmaya yönelik bitimsiz bir diyalektik süreç, nihai hedef olarak alındığında ise bir bakıma bir ütopyadır. “Pozitif barış”ı nihai bir hedef olmaktan ziyade, bir süreç olarak kavradığımızda, “negatif barış”ın bile bu ütopyanın unsurlarıyla desteklenmedikçe varlığını sürdüremeyeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu unsurları, kabaca şöyle sıralayabiliriz:
Toplumsal çatışmaları çözmeye yönelik kurum, norm ve usullerin yerleştirilmesi,
Demokratik katılım kanallarının güçlendirilip genişletilmesi,
Toplumsal adaleti gerçekleştirmeye yönelik düzenlemelerin yapılması,
Hukuk devletinin temel ilkelerine uyulması,
Barış değerlerini referans alan toplumsal mutabakat kültürüne uygun dilin kurulması.
Daha da uzatılması mümkün olan bu listede yer alan unsurların yaşama geçirilmesinde öncelikli rolün ve sorumluluğun devlete düştüğü genel olarak kabul edilir. Ancak bundan, “barış”ın münhasıran devletsel tasarruflarla gerçekleştirilebilecek bir durum olduğu sonucunu çıkarmak kesin bir yanılgıdır.
Uzun süreli iç çatışmalar, toplumda aşırı bir kutuplaşmaya; yoğun duygusallıkla yüklü bir ortama ve yaygın şiddet eğilimine yol açarlar. Toplumun çeşitli kesimleri arasındaki iletişimin büyük ölçüde tahrip olduğu, hatta iletişim kanallarının tamamen tıkandığı bu gibi durumlarda, çatışmaların “dikey” olmaktan çıkıp “yatay”laşması ihtimali de yükselir. Bu ihtimal, beklenmedik bir zamanda büyük patlamalarla fiiliyata dönüşebilir. Aşırı kutuplaşma, giderek “toplumun parçalanması”; iletişimsizlik ise “toplumsalın çöküşü” olarak yorumlayabileceğimiz bir tablo yaratır. Bu ortamda, sadece “barış” gibi sözcükler değil, bizatihi “söz”ün kendisi anlamını hızla yitirecektir. Öyleyse “barış”ı, çatışmaların son bulması talebini içeren bir slogan olmaktan ziyade, kapsamlı bir toplumsal tasavvurun anahtarı olarak kavramamız gerekir.
Tekrar vurgulayalım ki, Türkiye’nin sorunu sadece çatışmaları sona erdirmek ve çatışmasızlığı sürdürecek tedbirleri almak değildir. Türkiye, yeniden toplum olma ve toplumsalı inşa etme sorunuyla karşı karşıyadır. Sorun, basitçe “iki taraf” kurgusuna dayanan yaklaşımlara ve “taraflar”a havale edilemez; bu konuda toplumun bütün kesimlerine önemli görevler düşüyor...
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2015
22.03.2015
12.02.2015
5.02.2015
27.01.2015
20.01.2015
13.01.2015
6.01.2015
29.12.2014
23.12.2014