Münir AKTOLGA
KÜRESELLEŞME-BİLGİ TOPLUMUNA GEÇİŞ VE NÜFUS SORUNU; “AİLE YOK MU OLUYOR”?..
“Evliliğin sonu” başlıklı yazısında bakın sayın Laçiner ne diyor:
“Bizde neredeyse her sosyal tartışma ‘özel hayata müdahale’ sayılıp ayıplanırken, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın derdi evlilikleri ve beraberlikleri korumak. Çünkü insanoğlu, tarihte belki de ilk defa olarak evlilik kurumunun yıkılışına şahit oluyor.
Evlilik çağındaki insanlar üzerinde yapılan araştırmalara göre AB ve ABD’de boşanmış çiftlerin oranı % 50 civarında. Yani, evlenen çiftlerin neredeyse yarısı boşanıyor. AB ortalaması % 44, ABD ortalaması % 53. Türkiye’de de boşanmalar hızla artıyor, evlilik kurumu çözülüyor. Bizde boşanmışların oranı % 20 civarında.
Çözülen evliliklerin en önemli etkisi ise çocuklar üzerinde oluyor. Çocuklar artık sıcak bir yuvaya hasret büyüyorlar. İngiltere’de evlilik dışı doğan çocuk oranı % 47.5’e yükselmiş. Bu rakam 1988’de % 25, 1979 yılında ise sadece % 11idi. Uzmanlara göre en fazla 2 yıl içinde İngiltere’de evlilik dışı doğan çocuk oranı % 50’yi geçecek, başka bir deyişle evlilik içi doğan çocuklar azınlık hale gelecekler.
Child Trend kurumunun araştırmalarına göre (2012) Amerika’da 30 yaş altı kadınların yarıdan fazlası çocuklarını evlilik dışında doğurmayı tercih ediyor.Şu an için ABD’deki tüm çocukların % 41’i evlilik dışı, eski tabirle alırsanız ‘gayrimeşru çocuk’. Siyahlarda bu oran daha vahim: % 73. Başka bir tabirle siyah Amerikalılardan sadece % 27’si anne ve babasıyla birlikte büyüyebiliyor.
İzlanda, İsveç, Norveç ve Fransa’da ise evlilik dışı doğan çocukların oranında % 50 oranı çoktan aşılmış durumda. Üstelik bu ülkelerde evlilik içi doğanların mühim bir kısmının göçmen ve azınlık çocukları olduğu düşünüldüğünde Batı Avrupalılar arasında evliliğin ve evlilikte çocuk doğurmanın tarihe karıştığı söylenebilir. Bu ülkelerde bekâr ve kısa süreli ilişkiler çağı çoktan başlamış durumda.
Özetleyecek olur isek yeni bir dünya, yeni bir ahlak, yeni bir sosyal ilişkiler ağı inşa ediliyor. Batılı hükümetler ise bu gidişattan pek de memnun görünmüyor, çünkü ailenin çözülüşü pek çok sosyal soruna yol açıyor.‘Single parent’ denilen tek ebeveyn tarafından büyütülen çocuklarda pek çok psikolojik sorun ortaya çıkıyor.
Ayrıca araştırmalar huzurlu bir aile yanında büyüyen çocukların çok daha başarılı olduğunu gösteriyor. Dağılan aile, suç oranlarını ve toplumsal huzursuzlukları da tetikliyor. Aileden boşalan yer uyuşturucu ve marjinal zaman geçirme şekilleri ile kapatılmaya çalışılıyor.
Boşanmaların sadece sosyal değil, ekonomik anlamda da olumsuz etkileri olduğu belirtiliyor. İngiliz The Relationship Alliance adlı kuruluşun hesaplamalarına göre İngiltere’de boşanan çiftler ve ayrılan sevgililer nedeniyle ülke her yıl 50 milyar sterlin kaybediyormuş. Ayrılıklar kişiler üzerinde ağır travmalara yol açarken, kişiyi yaşamdan soğutuyor, bunun da sosyal hayat kadar ekonomiye de olumsuz etkileri oluyor.
Kimi uzmanlara göre ailenin çöküşü aynı zamanda Batı medeniyetinin de çöküşü olacak.
Batılı hükümetler hem evlilikleri koruyabilmek için ciddi önlemler alıyorlar, hem de çocuk sahibi olmayı teşvik ediyorlar. Evli çiftler daha az vergi ödüyor, vergi konusunda yeni kolaylıklar için düzenlemeler de artıyor. Buna karşın istatistikler Batı dünyasının bu gidişattan geri dönmesinin kolay olmadığını gösteriyor.
Sanmayın ki Türkiye bu konuda bir istisnadır. Rakamlar, eğer önlem alınmazsa Türkiye’nin de modernleşmeye paralel olarak aynı yolda olduğunu, Türkiye’de de ailenin çözüldüğünü gösteriyor“[1].
NÜFUS DA AZALIYOR..
Ama „çözülen“ sadece aile mi, insanlar çocuk da yapmıyorlar artık; yani, dramatik bir şekilde nüfus da azalıyor![2]. Örneğin, eğer böyle giderse, 2060 yılına gelindiği zaman bugün 81 milyon olan Almanya’nın nüfusu 17 milyon daha az olacakmış!.Hatta bu konuda espriler bile yapılmaya başlandı, Almanya ilerde bir Türkiyeli’nin başbakan, ya da cumhurbaşkanı olabileceği fikrine şimdiden alışmalı diye! Çünkü, şimdiye kadar yapılan istatistikler Türkiye kökenlilerde doğum oranının Almanlara göre daha fazla olduğunu gösteriyormuş!.Biz buna espri falan diyoruz ama, Almanlar için hiçte öyle değil bu, dünün “Ausländer”lerinin ilerde Almanya’da çoğunluk haline gelebilecekleri düşüncesi bile içten içe kemiriyor onları! Bu yüzden de son yıllarda doğum oranını arttırmak için kesenin ağzını alabildiğine açtılar!. Der Spiegel’de yayınlanan rakamlara göre[3] bu, senede 200 milyar euroyu buluyor! Az buz değil neredeyse bütçenin üçte birine denk geliyor bu rakam! Peki sonuç ne? Kocaman bir sıfır! Gene Der Spiegel’e göre, 2000 yılından 2011 yılına kadar geçen on yılda, alınan bütün bu tedbirlere rağmen, 18 yaşın altındaki genç-çocuk sayısı 15,2 milyondan 13 milyona düşmüş! Yani, Alman devletinin, aman çocuk yapın diye senede 200 milyar euro harcamasına rağmen gene de çocuk yapmıyor Almanlar ve nüfus azalıyor! Yabancıların-göçmenlerin daha fazla çocuk yapmaları ise, artan işsizliğe bağlı olarak bir ek gelir gibi görülen çocuk parasını-aile yardımını-bakım parasını vb. alabilmeyle ilgili.
Türkiye’de durum biraz daha farklı gibi görünse de, istatistikler gene aynı gidişin altını çiziyorlar. 2037 ye kadar gittikçe azalan bir hızla artmaya devam edecek olan nüfus, bu tarihten sonra Türkiye’de de azalmaya başlayacakmış!..İşte bunu, bu “tehlikeli gidişi” gören Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı Erdoğan epeyce bir zamandan beri uyarı sinyalleri vermeye başladı. Önce, gençlere “en az üç çocuk yapın” derken, daha sonra bunu yer yer “dörde beşe” kadar çıkarmaya başladı. Ama bu kadarla da yetinmeyerek giderek, artan bir tempoyla, aynen Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de çocuk yapmayı teşvik için yeni önlemler-finansiyel teşvik tedbirleri de alınmaya başlandı!.
Evet, nereye gidiyoruz? Bazıları olayı ciddiye almıyor, fantazi sanıyor; hatta, bunu Erdoğan’la dalga geçmek için bir fırsat olarak görerek, hükümetin bu konuda aldığı-almayı düşündüğü önlemleri (sanki bu türden önlemler sadece Türkiye’de alınıyormuş gibi) “insanın özgür iradesine bir müdahale” olarak ele alıyor; “benim vücudum, benim iradem, sana ne oluyor, sen ne karışıyorsun” diyerek kestirip atıyor!.Gezi Parkı eylemcilerinin protesto gösterileri ve açtıkları pankartlar halâ hafızalarımızda!..
Daha çok ayrıntıya girmek istemiyorum. Burada bizi ilgilendiren, genel olarak nereye gittiğimiz kadar, bizi yönetenlerin ve sade vatandaşlar olarak bizlerin, sivil toplumun da bunu (yani nereye gittiğimizi) ne ölçüde kavradığımız! Evet, nereye gidiyoruz gerçekten? Aile yok mu oluyor? Daha da öteye, insan soyu tükenmeye doğru mu gidiyor? Herşeyden önce, hiçbir işe yaramadıkları ortaya çıkan bütün o “nüfusu arttırma çabaları” doğru mudur? Almanlar-ve diğer gelişmiş ülkeler-bu türden önlemlerden bir sonuç alamamış olsalar da biz gene de aynı yolda yürümeye devam mı etmeliyiz?
BU SORULAR HERKES İÇİN ÇOK ÖNEMLİ!..
Bu sorular, Türkiye gibi, ikiyüz yıldır Batı’nın peşinde koşan, “batılı ülkeler ne yaparlarsa iyi yaparlar” anlayışına şartlandırılmış bulunan bir ülkede çok önemli. Ama sadece Batı hayranları-Batı’nın gidişini kendisine model olarak alanlar için değil, bu sorulara verilecek cevaplar Erdoğan gibi önüne 2023, 2071 Türkiye’sine yönelik hedefler, projeler koyabilen bir lider için de oldukça anlamlı olsa gerek. Hadi diyelim ki o da bir yana, biz ne düşünüyoruz bu konuda; bugünün içinde yarınki bilgi toplumunun potansiyel güçleri olan sivil toplum unsurları olarak bizler ne düşünüyoruz?. Madem ki yarınlar bugünün içinde -onun ana rahminde- gelişiyor, sistemin kaynakları en doğru şekilde nasıl kullanılmalıdır ki güç ve zaman kaybı olmadan yarınlara daha kolay bir şekilde erişilebilinsin.. “Üç çocuk yapın” dedi diye Erdoğanı eleştirmek, hatta onunla dalga geçmek kolay; ama bu işin doğrusu nedir o zaman, istatistiklerin gösterdiği genel gidişe-akıntıya uygun bir şekilde hiç evlenmemek, hiç çocuk yapmamak mıdır doğru olan? Erdoğan’la dalga geçerken eğer amaç bağcıyı dövmek değilse bu sorulara doğru cevaplar verebilmek de gerekiyor öyle değil mi!.
BÜYÜK TABLODA NELER VAR..
AİLENİN DEVLETİN ÖZEL MÜLKİYETİN KÖKENİ..
İsterseniz önce olayı genel olarak kavramaya, aile ve nüfus sorununa ilişin olarak büyük tabloda neler var onları görmeye çalışalım:
Bir zamanlar “insan” diye bir varlık yoktu doğada! Adına “insanlık durumu” denilen varoluş hali, evrim sürecine bağlı olarak bazı hayvanların bilişsel işlem yapabilme (cognitive processing) yeteneğine sahip hale gelmesiyle (biz buna “cennetten kovulma” diyoruz) ortaya çıktı![4] Bilişsel işlem yapmak ise üretmek, üreterek varolmak demektir ki, bunun da ön şartı, bir toplum içinde, onun bir üyesi olarak-bir toplum yaratığı olarak-varolmaktır. Toplumsal olarak sahip olunan bilgiyi kullanarak neyi nasıl üreteceğine dair plan yapmak, sonra da bu planı hayata geçirmek.. İşte, insan olarak varolmanın özü, gerekçesi bundan ibarettir!.İnsanla hayvanın biribirlerinden ayrıldığı esas nokta da burasıdır zaten!..
Tek başına hiçbir insanın başaramayacağı yaşamı devam ettirme mücadelesini ve bu arada üretim faaliyetini gerçekleştirirken-gerçekleştirebildikleri için varolan insanların biraraya gelerek oluşturduğu en basit toplumsal varoluş şekline ise biz “ilkel komün” diyoruz. Dikkat ederseniz burada herşey doğal olarak gelişiyor, ortaya çıkıyor. Yani insanlar öyle biraraya gelerek “bir komün kuralım” falan diye başlamıyorlar işe!! O, yani ilkel komün yaşamı devam ettirme mücadelesinin zorunlu kıldığı doğal bir varoluş-örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkıyor! Bu durumda o ilk zamanlarda henüz daha ortada ne bizim anladığımız şekliyle “aile” diye birşey var ortada, ne de “devlet”; bütün bir komün üyelerinin hepsi bir aile aynı zamanda; öyle “özel mülkiyetmiş”, “sahip olmak” duygusuymuş falan, böyle şeylerin ne anlama geldiğini bile bilmiyor insanlar! Toplumsal olarak kendini üretme süreci aynı zamanda doğal bir örgütlenmeyle birlikte oluştuğu için, böylesine tabii bir informasyon işleme sisteminde devlete de ihtiyaç olmuyor. Bu ilk dönemlerde ancak varolmak için ihtiyaçları kadarını üretebiliyorlar insanlar. Bunun için de biribirlerine ihtiyaçları var o kadar. İnsanlar, komün olmazsa-komünün diğer üyeleri olmazsa kendilerinin de varolamayacağını bildikleri için, “benim”e- “senin”e yer olmuyor komününde, herşey “bizim” oluyor!. Bu yüzden de ne kadar üretebiliyorlarsa onu paylaşarak yaşıyorlar..
Sonra, insanlar ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başlayınca buna uygun örgütlenme biçimleri de gelişiyor komünün içinde; ve tabi bununla birlikte de adım adım sınıflı topluma geçiliyor. Yani, bütün mesele ihtiyacından biraz daha fazlasını üretmeye başlamakla ilgili!. Ve bu süreç, giderekten, bu artı ürüne birilerinin el koymasıyla sonuçlanıyor, meselenin özü bu!.. İşte, “ailenin, devletin ve özel mülkiyetin” ortaya çıkışı da hep bu süreçle ilgili. Üretici güç olarak insanın değeri arttıkça daha çok nüfusa sahip olmak, hatta fetihler yoluyla insanları köle haline getirerek onları bir üretim aracı gibi üretim faaliyetinde kullanmak bile giriyor işin içine..Erkeğin egemenliğine dayanan ataerkil ailenin ortaya çıkışı nedir ki, bu da gene aynı sürecin ürünü değil midir!..Her dönemde, insanlar arasındaki üretim ilişkileriyle kayıt altında tutulan toplumun bilgi temeli kendisine uygun yaşam biçimini de birlikte ortaya çıkarıyor. Toplumsal yaşam dediğimiz şey, bu ilişkilere ve yaşam tarzlarına uygun örgütlenmeler içinde gerçekleşiyor.
Konumuz bu süreci ele almak, onu incelemek olmadığı için olayı burada bırakıyorum.. İşin ayrıntıları için gene www.aktolga.de de yer alan 5. Çalışmaya dönebilirsiniz..Orada bu işi en ince ayrıntılarına kadar ele almaya çalışmıştık..Aile nedir, özel mülkiyet nasıl ortaya çıkıyor, devlet nedir, nasıl-neden ortaya çıkıyor, bütün bu konuları bu çalışmada birarada, biribirleriyle ilişkileri içinde bulabilirsiniz..
TARLAYA BİR TOHUM ATTIĞINIZ ZAMAN OLUP BİTENLER..
Biz şimdi burada sadece bu sürecin diyalektiğini ele almakla yetineceğiz. Bunun için de, önce, bir metafor olarak, basit bir örnekten yola çıkarak, tarlaya atılan bir tohumun kendini nasıl inkar ettiğini, nasıl bir çim haline dönüştüğünü anlamaya çalışacağız! (Uzağa gitmenize gerek yok, evde bulunan soğanlardan çimlenmekte olan birini elinize alarak o soğanın içinde nelerin olup bittiğini düşünmeye çalışın yeter, ben bu işi yaptım!)!..İşte, ilkel komünün inkarı olarak ortaya çıkan sınıflılığın diyalektiği de bundan başka birşey değildir!. Yani, nasıl ki toprağa düşen bir tohum (burada toprak, gerekli ısı ve su vb. ile birlikte dış dinamiği oluşturmaktadır) dış dinamiğin etki alanı içinde kendi iç dinamiklerine bağlı olarak “kendini inkar” sürecini gerçekleştiriyorsa, aynı şekilde ilkel komün de onu yapar. İnsanlar (üretici güçleri gelişerek) ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başlayınca, kendi aralarında yeni üretim ilişkilerini oluştururlar; sonra da, bu ilişkilere bağlı olarak yeni toplumsal varoluş biçimleri ortaya çıkar. Olay bundan ibarettir!..Bu durumda daha çok nüfus demek daha çok üretmek demektir. Aile de öyle, o da gene en basit-temel bir üretici birim olarak ortaya çıkar. Devlet ise, artı ürüne el koyan sınıfın egemenliği üzerine kurulu yeni dengenin koruyucusu olur..
Peki sonra? İstersenizi gene o “tarlada çimlenen tohum” örneğine dönelim, ve “sonra” o ne yapıyor ona bakalım! Tohumun diyalektik anlamda inkarı olarak ortaya çıkan o “çim”, daha sonra büyüyerek bitki haline gelirken, aynı zamanda o da gene kendini inkar sürecini yaşayarak “meyvaya” durur ve yeniden tohum haline dönüşür.. İşte bizim “inkarın inkarı” diye adlandırdığımız sürecin özü budur. Burada evrim sürecini, her yeni tohumun bir öncekinden farklı olacağını falan bir yana bırakıyorum. Belki bunu, süreç çok yavaş işlediği için bir tohum örneğinde farkedemezsiniz, ama sürecin çok daha hızlı geliştiği 21.yy da insan toplumunun evrimi sürecine bakarsanız “her çocuğun kendi anne ve babasından daha ileri olduğunu” açık bir şekilde görebilirsiniz!..Sözün nereye varacağını anlamışsınızdır herhalde! Ama hadi son noktayı biz koymuş olmayalım da daha önce aşağıdaki paragrafı okuyalım hep birlikte:
Gazeteciler Mikrosoft’un başkan yardımcısı Alberto Arciniega’ya soruyorlar, Gelecek 5-10 yıl arasında çok büyük değişimler bekleniyor. Sizce neler göreceğiz?[5]Cevap çok ilginç,
”Aslında gelecek 10 yıl için pek çok konu ve trend var. En vurucu olanı ve her şeyi değiştirecek olanı da bizim doğal el hareketlerimizle, doğal ara yüzlerle işlenecek teknoloji. Bu ne demek. Bir şeyi yeniden öğrenmek zorunda kalmayacaksınız. Dokunmak, bakmak, elimizle hareket ettirmek tamamen kişinin doğasına göre ayarlanmış ve doğasına göre öğretilmiş teknoloji geleceği belirleyecek. Bir şey yazıp öğrenme konumunda kalmamak, teknolojiyi öğrenmek için ekstra çaba harcamak gerekmeyecek. Teknolojiye vücudumuzun bir parçası gibi bakılabilmesi ve bir organı gibi kullanılıyor olması, gelecek 10 yıl içinde her şeyi değiştirecek”..
İŞTE BÜYÜK TABLO..
Müthiş!.Bu ne demek biliyor musunuz? Yarı biyolojik yarı computer bir insan düşünün! Bilgi toplumuna giden yolda, sınıflılığın inkarı olarak ortaya çıkacak modern sınıfsız toplumun yeni “insan” tipi budur işte!..Ama ben şimdi soruyorum size, böyle bir "insana" halâ insan diyebilir miyiz acaba? Ben, “hayır” diyorum! Çünkü, bu durumda artık insan da kendi diyalektik inkarını yaratarak “kendi varlığında yok olmuş oluyor”!..Kim mi, ne mi geliyor onun yerine? Ben ona "Bilinçli doğa" diyorum..Neden mi? "İnsan, doğa'nın kendi bilincine varması" süreci içinde ortaya çıkan, bu bilincin kendine mekan tuttuğu bir varlık değil miydi? E o zaman, bu sürecin uç noktasına ulaşıldığı an ortada insan diye birşey de kalmaz! "Kendi bilincine varmış, evrensel oluşum yasalarının bilincini temsil ederek bir zamanlar kovulduğu o cennetine tekrar kavuşmuş-ama bu sefer çok daha üst bir düzeyde-bir “varlığa” artık klasik anlamda “insan” diyebilir miyiz?!..İşte, bu nedenle, ben diyorum ki, 21.yy insanın da kendi kozasını delip çıkarak uçup gideceği bir geçiş yüzyılı olacaktır!..İnsana, “haydi hayırlısı” demekten başka bir söz kalmıyor!..
Şöyle bir düşünün isterseniz! Artık “bilinçli doğa” haline gelmiş olan o yeni tipten insanların planladığı, ve giderekten daha büyük ölçüde robotların gerçekleştirdiği bir üretim faaliyetini getirin gözünüzün önüne!..İşin şakası yok, gidilen yer budur!. Rakamlara, istatistiklere bakın, her yıl daha çok robot giriyor üretim faaliyetine. Bu, her yıl daha fazla insanın üretim sürecinin dışına itilmesi demektir!. Üstelik öyle bir süreç ki bu, kimsenin iradesine bağlı değil. E, böyle bir sürecin belirlediği bir gelecek paradigması ortadayken insanlar daha çok çocuk yaparlar mı? Siz istediğiniz kadar teşvik önlemleri alın, teşvik ederek insanlara çocuk yaptırabilir misiniz! Peki ne olacak o zaman, “iki üç daha fazla çocuk yapın” diyen bir Erdoğan resmini neresine oturtacağız böyle bir tablonun!!
Dikkat, meselenin canalıcı noktası burası! Modern bilgi toplumuna-modern sınıfsız topluma nasıl gidiliyor-gidilecek? Üretimin artmasıyla-üretici güçlerin gelişmesiyle değil mi? Peki, nasıl artacak o üretim, nasıl gelişecek üretici güçler? İşte, mevcut olandan yola çıkarak onu büyütmeyi-geliştirmeyi temel alan Erdoğan’ın büyüme-büyütme paradigması tam bu noktaya denk geliyor!. “Muhafazakar bir demokrat” olarak varolanı daha da büyütmek için “daha çok insanı üretim faaliyetine sokmak gerekir” diye düşünüyor Erdoğan. Bunun için de “daha çok çocuk yapın” diye yalvarıyor adeta! Çünkü, daha çok çocuk yaparak daha fazla insanın üretim faaliyetine katılmasının yolunu açmak, aynı zamanda, daha fazla artı değere el koyarak daha fazla zenginleşebilmek de demek!
Ama öyle yaman bir diyalektik ki bu, biryandan, sen daha fazla insanı üretim faaliyetine sokarak daha çok üretmek, daha da zenginleşmek istersin, ama öte yandan da, küresel rekabet ortamında, daha iyi kalitede malı daha ucuza üretebilmek zorunluluğu seni daha fazla robot kullanmaya teşvik eder! Evet, nüfus arttıkça, yedek işçi ordusu büyüdükçe işgücünün maliyeti de düşer ve bu kapitalistler için iyi bir şeydir; ama bunun da bir sınırı var; bir noktadan sonra rakiplerinden geri kalmamak için daha fazla robotu da devreye sokmak zorunda kalıyorsun ki, bu da o yedek işçi ordusunu fonksiyonsuz hale getiriyor!. O halde ne yapmak gerekir?
Büyüme, üretici güçleri geliştirme diye bir derdi olmayan, statükoyu-devleti referans alan, devletçi bir paradigmanın dışına çıkamayan anti Erdoğan-“solcu” muhalefet için olay açıktır! Onlar aynı zamanda eski Türkiye’nin elitleri, bu elitlerin iyi eğitim görmüş çocukları-kadroları da oldukları için, “daha çok çocuk” demek, iş piyasasında kendilerine rakip olacak insan sayısının artması da demek!. Bu yüzden şiddetle karşılar bu türden söylemlere!.
Peki biz ne düşünüyoruz, geleceğin bilgi toplumunun bugünün içindeki temsilcileri olarak bizler ne düşünüyoruz? Kim ki üretici güçleri geliştirmeden yanadır, bu yönde politikalar geliştirir biz daima ondan yanayız. Çünkü, gelişen o üretici güç biziz aslında!. Onlar-kapitalistler daha çok artı değere el koyabilmek, daha da zenginleşmek için çalışırlar, buna uygun politikalar geliştirirler, ama bu sürecin diyalektik inkarı olarak da güçlenen biz oluruz! Olay budur! Bu nedenle, varsın onlar daha fazla artı değere el koyabilmek için adımlar atsınlar!!. Hatta bunun için “daha çok çocuk yapmayı”, “varolan aile yapısını korumayı” düşünsünler. Varolanın bozulması-çürümesi yerine, onun bozulmadan muhafaza edilerek dönüşmesi daha iyidir bizim için. Çünkü, hiç çaresi yok, bu işin gideceği yer bellidir. Bizim asıl karşı olmamız gereken, varolan statükonun korunması, büyümenin gelişmenin durdurulmasıdır-buna bağlı olarak da çürümedir. Karşımızda iki alternatif var. Birincisi, “az çocuk yapın, modern-batılı yaşam tarzına göre yaşayın, öyle aileymiş falan bunları bir yana bırakın, bunlar artık eski moda şeylerdir” diyerek, süper egoist bireylerden oluşan, yerinde sayan bir toplum paradigmasına sahip olmak..İkincisi ise, büyüyen, gelişen, 21.yy’ın küresel rüzgarlarına açık, varolanın bozulması-çürümesi yerine daha da gelişerek kendini yenilemesine yönelik bir toplum paradigması.. Bizim tercihimiz bu ikinci yöndedir..Olay budur!..İşte bizim ilerlemeci burjuvalarla aramızdaki ilişkinin diyalektiği de bundan ibarettir..Erdoğan’ın ve onun temsil ettiği gelişmeci ilerlemeci güçlerin attıkları her adım, evet bir yanıyla onları da büyütüyor, geliştiriyor ama bu süreç bizim için de bir gelişme sürecidir..Onlar geliştikçe kendilerini inkar ederek bizi geliştiriyorlar, daha ne istiyoruz!!.Bu arada evet, “daha çok çocuk yapın” falan gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler de söylüyorlar, ama öte yandan bakın, eğitime, bilimsel araştırmalara yönelik bütçeyi de arttırıyorlar. Biz Erdoğan’ın “daha çok çocuk yapın” söylemine ne zaman karşı çıkarız biliyor musunuz; bu işi abartarak ciddiye alıpta, aynen Almanya’da falan olduğu gibi milyarları bu yola akıtmaya başladıkları zaman! Deriz ki o zaman onlara, “bütün bu çabalar boşuna kaynak israfından başka bir işe yaramaz, bakın isterseniz o batılı ülkelere! Bunun yerine eğitime, kaliteli işgücü yetiştirmeye, daha fazla çocuk yuvası yapmaya, okul öncesi eğitimi desteklemeye yönelin”!..Hem sonra, toplumsal çözülmeyi, bozulmayı önlemek için o “İslami nesiller yetiştirme” sevdasından da vazgeçin; çünkü bunun da bir faydası yoktur!. Kendini çaresiz hissettiğin zaman gözüne ideolojik bir gözlük takarak toplum mühendisliğine soyunmanın bir anlamı yoktur!. Hele hele devleti bu işe alet etmeye kalkarsanız o zaman işin rengi daha da değişir!. Bu yol çıkmaz bir yoldur. Toplumsal düzeyde bozulmayı-çözülmeyi engellemenin yolu pozitivist ezberci insanlar yetiştirmeye yönelik eğitim sistemini değiştirmekten geçiyor. Analitik düşünme yöntemini öğrenen, gelişmenin ilerlemenin yolunun bilgi üretmekten geçtiğini keşfeden insanlardan korkmayınız. Aynı pozitivist yöntemlerle Kemalist değil de bu sefer İslamcı nesiller yetiştirmiş olacaksınız, ne olacak ki! Daha çok İslamcı olunca daha çok katma değer mi üretecek insanlar? Cari açığı bu şekilde mi kapatacaksınız? Hem sonra size birşey söyleyeyim mi, 21.yy da artık bütün o ırmaklar, dereler hep aynı deryaya yönelerek onun içinde yok olup gidiyorlar..Yerelliğe evet, geleneklere, inançlara bağlı kalarak bunları daha da geliştirmeye evet, ama bilinç dışı bu duygusal bilgi temellerine dayanarak ideolojik kimlikler üretip kendini bunların içine hapsetmeye hayır!..
Hani o, "bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" sözü vardı ya, bunu hemen öyle kötüye yorumlamayın!..Kendi nefsleriyle sınıflı toplumlar süreci içindeki yaşam koşullarının ördüğü o kalın duvarların içine hapsolmuş olan insanlar kendilerini bilerek kendi varlıklarında yok olacakları bu kıyamet-diriliş-halini bir felaket, bir yok oluş olarak anlarlar!. Halbuki buradaki “alamet” insanın kendi nefsiyle oluştuğu biyolojik varlığı-organizması iken, “gidilen kıyamet” de onun kendini bilerek kendi diyalektik inkarını yarattığı hale- kendi nefsiyle “yok oluşuna”- bilinçli doğa haline gelişine işaret eder!..
ŞÖYLE TOPARLAYALIM:
İlkel bir komün hayatından başlayan insanlık durumu yolculuğu, tıpkı tarlaya düşen o tohum gibi diyalektik anlamda inkârı olarak sınıflılığı yaratıyor. Özel mülkiyet duygusundan devlete kadar bütün toplumsal oluşumlar da bu sürecin içinde ortaya çıkıyorlar. Aile de öyle. O da gene sınıflılıkla birlikte ilkel komünün içinden doğup gelişiyor..Ama az önce dedik ki, bu süreç de, yani sınıflılık da, daha sonra kendi inkarını yaratarak bu kez daha üst düzeyde, çok daha gelişmiş bir sınıfsızlığa dönüşüyor.
Aman dikkat, burada hemen sürecin akışına mekanik anlamda sınırlar koymaya kalkışmayalım! Yani, nasıl ki, önce saf bir komün hayatı yaşanıyor da sonra da birden sınıflılık diye birşey ortaya çıkıvermiyorsa, aynı şekilde, modern anlamda sınıfsızlık da sınıflılık bittikten sonra öyle birden ortaya çıkıvermeyecek!!.Her durumda, YENİ olan daima eskiden beri varolanın içinde -ana karnındaki çocuk misali- onunla birlikte varolarak gelişiyor . Eskinin-yani belirli bir anda varolanın- yaşam süreci, bir yandan onun kendi varlığını yeniden üretmesi süreci olurken, diğer yandan da -AYNİ ANDA- onun ana rahminde kendi diyalektik inkarını geliştirmesi süreci de oluyor! Bu nedenle, modern anlamda sınıfsızlığı-buna bilgi toplumu da diyebiliriz-temsil eden unsurlar daha sınıflılığın en başından itibaren onun içinde, onun diyalektik anlamda zıttı olarak varlıklarını ve gelişmelerini sürdürürler. Üretici güçlerin gelişiminin her adımı, bir yandan, eskiden beri varolanın kendi iç dinamiklerinin gelişimi anlamına gelirken, diğer yandan da, onun içinde gelişen yeniye işaret eder. Yani, belirli bir anda varolan üretici güçler o anı temsil ederlerken, onlar aynı zamanda kendi içlerinde bir sonraki sisteme ait potansiyeli de-potansiyel güçleri de- temsil etmiş olurlar. Yeninin kendi bilincini oluşturarak kendini eskiden ayrı olarak görebilmesi ancak bu sürecin gelişiminin belirli bir anına (doğuma-doğumun yaklaştığına)-denk düşer. Yani öyle birden bire “yeni” diye birşey inmez gökten! O, eskiden beri varolanın içinde gelişerek doğan çocuk olur!
AİLENİN VE DEVLETİN GELECEĞİ Mİ DEDİNİZ..
Az önce dedik ki, ailenin, devletin ve özel mülkiyetin doğuşu ilkel sınıfsızlığın inkarı olarak ortaya çıkan sınıflılıkla-sınıflı toplum gerçeğiyle-ilgilidir. O halde, gene en genel anlamıyla diyebiliriz ki, inkarın inkarına bağlı olarak, yani sınıflılığın-sınıflı toplumların-diyalektik anlamda kendini inkarına bağlı olarak, modern anlamda sınıfsızlığa-bilgi toplumuna- geçişle birlikte bütün bu toplumsal varoluş halleri de anlamını kaybedecek, bunlar yeni duruma uygun yeni varoluş biçimlerine evrileceklerdir. Bakın, dikkat ederseniz burada kasten “yok olacaklardır” demedim; çünkü sınıflı toplum insanları olarak biz olayları ve süreçleri siyah ve beyaz olarak görür-anlarız!. Halbuki bilgi toplumuna-modern sınıfsızlığa-geçiş böyle birden siyahtan beyaza dönüşme şeklinde olmuyor-olmayacaktır!. Siyah ve beyazın her ikisi de aynı halin içinde birlikte varolarak anlaşılabilecekleri için, bir üst düzeydeki oluşumu eskinin içindeki kavramları kullanarak açıklayamayız. Örneğin, sınıflılığın inkarıyla birlikte “devletin de sönümlenerek yok olacağını” söylüyoruz, bu ne demektir? Bu, o durumda artık toplumsal anlamda bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulmayacağı anlamına mı geliyor? Böyle birşey mümkün müdür? Varolmak demek her durumda bir informasyon işleme sistemi olarak-bir örgüt olarak-gerçekleşmek demektir. Bu nedenle, bilgi toplumunda-modern sınıfsız toplumda- tıpkı devlet gibi ailenin de yok olacağından bahsettiğimiz zaman bunun anlamı bugün “devlet düşmanı” anarşistlerin, ya da “aile karşıtı” süper “bireycilerin” anladığından daha farklı birşey olacaktır. Modern sınıfsız toplum da gene kendi içinde örgütlü bir sistemdir; ama oradaki örgüt bugün olduğu gibi pratikte bir sınıfın egemenliğini kayıt altında tutan bir baskı mekanizması haline dönüşmeyecektir. Aynı şekilde aile de öyle. Bilgi toplumunun insanları aile düşmanı süper egoist, hayatı tek başına yaşayan bireyler olmayacaktır!!. Orada da gene aile olacaktır; ama bu aile şimdiki anlamından farklı olarak, erkek, ya da kadın ayırımının ortadan kalktığı, insanların, eşitlik içinde kendi biyolojik varlıklarında yok olarak (bilinçli doğa haline dönüşmelerine paralel olarak) ortaya çıkan üst düzeyde bir ilişki haline dönüşecektir.
PEKİ O ZAMAN, ŞU AN NEREDE DURUYORUZ?
Bütün bu söylenilenlerin ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabilmek için isterseniz simdi gene bir metafor üzerinde düşünelim ve bu kez de bir yumurtayı-bu bir tavuk yumurtası olsun-ele alalım!. Uygun çevre koşullarında döllenmiş bir yumurta 21 gün sonra diyalektik anlamda kendi inkarı olarak bir civcive dönüşecektir. Burada en önemli "çevre koşulu" uygun sıcaklıktır şüphesiz.
Şimdi, döllenmiş bir yumurtayı-iç dinamiği oluşmus olan bir yumurtayı- uygun sıcaklıkta-ki burada ısı dış dinamiktir- tutarken, bu arada içerde nelerin olup bittiğini gözetlemek için onu bir ultrason aletiyle de gözetlediğimizi düşünelim.
Eğer uygun çevre koşulu-yani, dış dinamik olarak ısı-değişmeden kalırsa yavaş yavaş yumurtanın içinde civciv oluşmaya başlar. Yumurta kendini inkar ederek kendi varlığında yok olurken civciv ortaya çıkmaya başlar..Yeninin-civciv-eskinin-yumurtanın- içinde ortaya çıkarak onun diyalektik anlamda ınkarı olarak doğuşu olayı budur..Ama eğer bu süre boyunca çevre koşulu olarak ısı uygun değilse, yumurta döllenmiş bile olsa bu yumurtadan civciv çıkmaz; ne olur, bir süre sonra yumurta "bozulmaya" başlar, çürür..yani negatif anlamda kendini inkar ederek yok olur!..
Şüphesiz, toplum söz konusu olunca “döllenme olayı” nedir, “çevre koşulu” deyince bundan ne anlamak lazımdır bu durumda olay biraz daha karmaşıktır, bu açık..ama işin özü değişmiyor!..Bu durumda, döllenmeden kasıt, eskinin içinde yeniye ilişkin toplumsal DNA’ ların oluşmasıdır..Bu süreç eğer henüz daha tam değilse ne olur o zaman, aynen o yumurtanın civciv haline dönüşemeden bozulması gibi bir dejenerasyon süreci ortaya çıkar!..Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan "birey" gelişmesine gene gelişir ama, bu kez bu gelişme bir üst düzeye geçiş için şartlar henüz daha olgunlaşmadığından kendi diyalektik inkarını yaratamadan-ona dönüşemeden- "egoizm" şeklinde kendi dejenerasyonunu yaratır!. Sonuç: Kapitalizmin yarattığı o "gelişmiş" bireyin kendi kabukları içinde çürümesidir!..negatif anlamda bir yok oluştur ki bugün batılı ülkelerde gözlenen de bundan başka birşey değildir..
İşte, Laçiner’in istatistiklerle ortaya koyduğu durumun diyalektiği, sürecin kendi içindeki biribirine zıt iki gelişme trendi budur. Bu süreç, hem daha ileriye doğru bir gelişmenin habercisidir, ama hem de bir çürümenin, bu anlamda yok olmanın!..O halde çürüme, bu anlamda bir yok oluş bir kader değildir. O civcivi düşünün!..Kapitalist toplumun içinde gelişen bireyin modern komünal toplumun kendi varlığında yok olmuş "bireyi" haline dönüşümünü düşünün!..
Gece ne kadar karanlıksa ay da o kadar parlak doğarmış!..bu yüzden enseyi karartmayalım!..Erdoğan ve AK Parti Türkiye'nin büyümesine, zenginleşmesine katkıda bulunurlarken varolan yapıyı muhafaza etmeye çalışarak yumurtanın kendi içinde bozulmasının da önüne geçmiş oluyorlar; ama bu süreç ayni zamanda yumurtanın içinde civcivin gelişmesi-yumurtanın kendini üreterek diyalektik anlamda yok olması- sürecini de hızlandırıyor!!..
[1] S.Laçiner, Star Gazetesi, 13.11.2013
[2] Bir örnek:http://www.sabah.com.tr/Dunya/2013/05/25/cok-cocuk-yapana-inanilmaz-tesvik ; Başka örnekler: http://www.sabah.com.tr/multimedya/galeri/yasam/nesli-hizla-tukenen-ulkeler?albumId=34602&tc=25&page=2
[3] Der Spiegel, 6, 2013
[4] Bu konuları daha yarıntılı olarak ele almak isteyenler için www.aktolga.de 1 ve 2 Nolu Çalışmaları öneriyorum..
[5] http://ekonomi.bugun.com.tr/her-seyi-degistirecek-haberi/863510
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023