Münir AKTOLGA
SİSTEM BİLİMİNİN ESASLARI...
MERKEZİYETÇİLİK, ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK TARTIŞMALARI ÜZERİNE-5-
MARKSİST DEVLET ANLAYIŞININ ELEŞTİRİSİ...
Bir önceki yazıda Asya tipi üretim-toplum zemininde gelişen kutsal-despot devletle, fetih yoluyla devletleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan hem kutsal hem despot, ama hem de bizdeki jöntürk “solcuların” gözünde “halkın koruyucusu-anti feodal burjuva devrimcisi”(!) devleti inceleyerek bunların neden kendi kendini üretme yeteneğinden yoksun kısır toplumlar-devletler olduğunun altını çizmeye çalışmış, sözü Germenler’le Batı Roma’nın etkileşmesi sonucunda ortaya çıkan Batı’lı toplum-devlet modeline getirerek, burada daha işin başından itibaren üretim esasına dayanan adem-i merkeziyetçi bir sistemin oluştuğunu, bu sistemin merkezi varoluş instanzı olarak da, bu yapıya uygun bir şekilde, merkeziyetçi olmayan bir devletin ortaya çıktığını söylemiştik. Buna örnek olarak da adem-i merkeziyetçi feodal toplumu-devleti ve daha sonra da kapitalis toplumu-devleti göstermiştik.
Şimdi soru şudur: Madem ki burada-Batı’da daha işin başından itibaren adem-i merkeziyetçi-yani merkeziyetçi olmayan- bir toplum-devlet yapısı hakim, o zaman, bu yapı içinde devleti halâ “hakim sınıfın baskı aracı” olarak tanımlayan Marksist devlet anlayışını nereye oturtacağız?Öyle ya, madem ki sistem burada kendi içinde otonom-kendi iç işlerinde devletten bağımsız-özerk alt sistemlerle birlikte üretim faaliyetini temel alarak oluşuyor, o halde, nasıl oluyor da bu türden bir (A-B) sisteminde bir sınıfın diğeri üzerinde kuvvet kullanmasından, sistemin merkezi varoluş instanzı örgüt olan “devletin bir sınıfın örgütü” olarak tanımlanmasından bahsedilebiliyor?
Marksizm işçi sınıfının delikanlılık-ergenlik döneminin ideolojisidir!..
Eğer ortada daha önce feodal toplum-sistem gibi adem-i merkeziyetçi bir yapı olmasaydı, böyle bir yapının içinden onun diyalektik anlamda inkarı-devamı olarak çıkıp gelen bir kapitalist toplumdan da söz edemezdik, bu kesin!.. Ancak burada, “kapitalizm neden Batı’da gelişti de bizde gelişemedi” tartışmasına girmeyeceğiz. Bu konuda daha geniş açıklamalar için daha önceki çalışmaya bakabilirsiniz: http://www.aktolga.de/m48.pdf
Burada altını çizilmemiz gereken nokta şudur: Toplumlar da bir çocuk gibidir, onlar da ana rahminde geçen belirli bir sürenin sonunda doğarlar, sonra onların da kendine göre bir ergenlik dönemi vardır sıra onu yaşamaya gelir. Bütün bu süreçler yaşanmadan olgunluk aşamasına gelinemez!..
“Manifesto”nun yazıldığı tarih 1847. Bu tarihlerde, bir yanda, feodal kabuğun parçalanmasına paralel olarak dizginlerinden boşanmış bir at gibi dört nala koşturan bir burjuvazi vardır ortalıkta, diğer yanda ise, Dimyad’a pirince giderken (yani, feodal sisteme karşı burjuvaziyle birlikte mücadele ederken) evdeki bulgurdan da olurcasına korkunç bir sömürü altında inim inim inleyen bir işçi sınıfı (burjuvazi, feodal engeller aşıldıktan sonra egemen sınıf haline gelince işçi sınıfıyla yapılan tarihsel ittifakı bozar, delikanlılık döneminin kendisi için sınıf olma ekseninde gelişen ideolojik bir yörüngeye girer). Yavaş yavaş kendi bilincine varan, sömürüye, baskıya karşı sınıf mücadelesi bayrağını açarak daha iyi bir dünya arayışı içinde olan bir işçi sınıfı var.
İşte Marksizm, „işçi sınıfının, içine düştüğü“ bu duruma karşı isyanıdır. Ergenlik çağına varan, “kendisi için sınıf” bilincini geliştirmeye başlayan işçi sınıfının, baskıya sömürüye karşı isyanının bilgisidir o!..
İşçi sınıfının temsilcileri, feodal toplumun bağrında kapitalizm nasıl gelişmiş diye bakıyorlar, “serften komün üyesi bir işçi, bir burjuva nasıl çıkmış“ ona bakıyorlar. Sonra bir de kendi durumlarına bakıyorlar, „gittikçe işlerin kötüye gittiğini, baskının, sömürünün gittikçe daha da arttığını“ görerek, „yok diyorlar, feodalizmden kapitalizmin çıkması gibi, bu kapitalizmden de süreç içinde başka birşey-sınıfsız bir toplum falan- çıkmaz, bu nedenle, tek çözüm yolu onu yok etmektir“! İşte, işçi sınıfının-proletaryanın- burjuvaziyi, “burjuvazinin kendisi üzerindeki baskı aracı” olarak nitelendirdiği “burjuva devleti” yok ederek, “üretim araçlarının mülkiyetinin bütün bir topluma-toplum adına da işçi sınıfı devletine- ait olduğu” başka bir toplumu-„sosyalist toplumu“-yaratması anlayışının bilinci-dünya görüşü olarak ortaya çıkan Marksist diyalektik-„diyalektik materyalizm“ böyle çıkıyor ortaya!. (Bu konuda daha geniş açıklamalar için: http://www.aktolga.de/m23.pdf
O andan itibaren, işçi sınıfının duygusal bilinç dünyasında kapitalist toplum, burjuvaziden ve işçi sınıfından oluşan bir (A-B) sistemi olarak görülmemeye başlanır artık!.. “Kendisi için bir sınıf” olarak kendi sistemiyle birlikte bir (A) vardır ortada, bir de bunun “zıttı” olarak bu sistemin içinde varolan bir (B). Bu iki sınıf, birbirlerinin KARŞITI olarak-birbirini tamamlayan- birbirlerini yaratarak varolan-birinin varlığının diğerine bağlı olduğu- iki üretici güç olarak görülmemeyebaşlanır. Kapitalist toplum eşittir burjuva toplumu denilirken, işçiler de, „modern köleler“ olarak, onun içinde-onun „ZITTI“ olarak- gelişen başka bir sistemin- toplumun temsilcileri olarak görülmeye başlanırlar!.. Bu durumda o ipe bağlı olarak dönmekte olan o taş örneğinden yola çıkarsak, işçiler “modern köleler” olarak ipe bağlı olan o taşı, burjuvazi de ipi dündüren o kolu temsil etmektedir!!..
Bu bakış açısı, dünya görüşü, kaçınılmaz olarak kendi felsefi temelini de birlikte yaratır. İşçi sınıfının, kendisini temel alan koordinat sistemine göre şekillenen dünya görüşü (duygusal bilinci), onun evrene, evrendeki bütün diğer süreçlere bakışını da belirler. “Diyalektik materyalizm” işte böyle ortaya çıkar.
Şöyle özetleyelim: Bu evrende varolan “şeyler”-bütün nesneler-A, B... şeklinde, özünde “kendinde şey” olarak birbirinden bağımsız bir şekilde varolan “objektif mutlak” gerçekliklerdir. Ancak, her biri, önceden „kendinde şey“ olarak („bağımsız mutlak bir gerçekliği“ temsil ederek) varolan bu nesneler, aynı zamanda, herbiri gene “kendinde şey-mutlak gerçeklik” olan kendi zıtlarını da yaratarak bununla birlikte varolurlar. Bu nedenle, bunların arasındaki „birlik“ ve „çelişki“ zemini evrensel varoluşun temelidir. Nesneler, varoluş süreçleri içinde „kendi zıtlarını yaratarak“, onlarla, birlik zemininde gerçekleşen bir mücadele içinde varolurlar... İşte, bütün o “materyalizmin”de “diyalektik materyalizmin”de özü, esası bu varoluş paradigmasıdır!..
Aslında olay apaçık ortada! İşçi sınıfı, hayata-evrene kendi varlığını-nefsini, duygusal kimliğini-temel alan bir koordinat sisteminden bakınca der ki, „kapitalist toplum, burjuvazi tarafından temsil edilen ‚objektif bir gerçeklik’, ‚kendinde şey’ bir oluşumdur. Benim bu toplumun içinde bir geleceğim yoktur; bu toplumun içinde, giderekten, bir köle, sadakaya muhtaç bir varlık haline geldim.. Çünkü ben, bu toplumun kendi içinde yarattığı ‘zıttını’ temsil eden, ondan ayrı objektif bir gerçekliğim. Bu nedenle, benim kurtuluşum, burjuvaziyi temel alan kapitalist toplumun yerine, emeği temel alan, onun zıttı başka bir toplumu YARATMAK, onun için mücadele etmektir“.
Dikkat ederseniz, o andan itibaren artık hem terminoloji, hem de kavramların içeriği tamamen değişiyor! Diyalektikten, evrimden, gelişmeden (ve de DEVRİMDEN) bahsedince bunlardan anlaşılan şey artık, tıpkı feodalizmin içinden kapitalizmin çıkıp gelişi gibi, kapitalizmin içinden de, onun diyalektik anlamda inkârı-zıttı- olarak başka bir sistemin doğuşu ve gelişimi OLMUYOR! Bunun yerini, varoluş koşullarını kendisi de gene ancak kapitalist sistemin içinde bulan bir sınıfın-işçi sınıfının- kendi partnerini-burjuvaziyi yok ederek, kendisinin egemen sınıf olarak („bir süre daha“ da denilse) varolmaya devam edeceği başka bir sistemi YARATMASI (pozitivist toplum mühendisliği) anlayışı alıyor!
Peki, devrim nedir o zaman?
Feodal toplum sözkonusu olunca devrimden anlaşılması gereken nasıl ki, feodal toplumun içinde gelişen maddi üretici güçlerin sonunda kapitalizmi yaratması ise, kapitalist toplum söz konusu olduğu zaman da, devrim olayının altında yatan gene üretici güçlerin gelişmesi sürecine bağlı olarak sistemin içinde onun diyalektik anlamda inkârı olarak modern komünal toplumun gelişmesidir...Burada yumurtanın içinde civcivin gelişmesi olayıyla (ya da ana rahminde çocuğun gelişmesi olayıyla) yumurtanın kabuğunun kırılması (veya doğumun gerçekleşmesi) olayını birlikte düşünmek ve anlamak gerekir. Yani, içinde doğuma hazır bir civciv olmayan yumurtanın kabuğunu kırarak devrim yapmış olmazsınız!.. Çünkü, gerçek bir devrimci durumda yumurtanın kabuğunu kıranın da bizzat civciv olduğunu unutmayalım! Öyle bir diyalektik ki bu; o kabuklar belirli bir noktaya kadar bizzat civcivin kendisi için koruyucu bir unsur iken, civcivin onu kırmasının nedeni artık onun içine sığamaz hale gelmesidir. Yani, gelişmek için civcivin muhtaç olduğu kabuk, geliştikçe onun için bir hapishane duvarı haline geliyor“, olay budur!..Yani devrim olayı basit bir mühendislik, ya da duvar kırıcılığı olayı değildir!!..
Bu nedenle, Marksist devrim anlayışına ilişkin olarak yapılan açıklamaların ışığında altını çizmemiz gereken ikinci nokta, bu durumda, özü evrime dayanan diyalektik inkârın, yerini, „yeni bir toplum yaratmak“ olarak ifade edilen toplum mühendisliği anlayışına bırakmasıdır. Ki, buradan da, sırtını pozitivist anlamda bir ”bilimselliğe” dayayan, sübjektif idealist bir ideoloji-„işçi sınıfının dünya görüşü“ ortaya çıkar!.. İşte, senelerce peşindan koştuğumuz o ideolojik paradigmanın kaynağı budur! (Bu satırları yazarken nasıl içim sızlıyor biliyor musunuz!.. Ama, ergenlik çağını yaşamadan olgunlaşan bir insan, ya da toplum gösterebilir misiniz bana!!. Örneğin, ben kendimi düşündüğüm zaman diyorum ki, bütün o yaşanılan süreç yaşanılmasaydı eğer, bugün bu satırları yazabilir miydim acaba!!)
Bütün mesele, “mutlak gerçeklik” anlayışıyla-“kendinde şey” olarak varolmayı temel alan anlayışla- sistem zemininde yükselen “varoluşun izafi gerçekliği” arasındaki farkta yatıyor (http://www.aktolga.de/t4.pdf ).
Şimdi, daha önceki açıklamaların ışığında, kapitalist sistemi ve devrim olayını bir de sistem teorisi bazında açıklamaya çalışalım:
Daha önce demiştik ki, “kendisini meydana getiren unsurların ‘gönüllü birliğine’ dayanan sistemlere doğal sistemler (doğal bir denge içinde oluşan sistemler) diyoruz. Hangi türden olurlarsa olsunlar (ister bir atom, ister Güneş Sistemi gibi astronomik bir sistem, yada biyolojik sistemler, hatta toplumsal sistemler bile), bütün doğal sistemler bu kurala uyarlar. Bütün bu sistemlerde, belirli bir denge durumundayken sistemi birarada tutan ‘bağlayıcı kuvvetler’ potansiyel kuvvetlerdir, yani, ‘kuvvet olmayan kuvvetlerdir’! Bu nedenle, doğal bir sistemi, kendi içinde her türlü zorlayıcı kuvvetten arınmış, kendi kendine işleyen-otonom- bir denge durumu olarak da tanımlayabiliriz..”.
“Sistemi meydana getiren unsurların gerçek bir kuvvetle birbirlerine bağlı oldukları sistemlere ise mekanik-yapay-sistemler diyoruz.Bunun en güzel örneği, elimizde tuttuğumuz bir ipe bağlı olarak döndürmekte olduğumuz taş örneğidir. Bu durumda, sistemin içinde daima merkezi bir kuvvet vardır. Buna “merkezçekim kuvveti” de denilir. Bir de, taş gibi, bu kuvvet tarafından özgürlüğü elinden alınan, ataleti engellenen bir “köle”!. Köle (taş), hep kaçmak, özgürce kendi hareketini yapmak isterken, merkezi elinde tutan köle sahibi de ayaklarından zincirle bağlayarak onu sistemin içinde tutmaya çalışır. Olay budur! (Burada “merkezkaç kuvveti” denilen ‘kuvvet olmayan kuvvet’ taşın, bulunduğu konumu muhafaza ederek atalet hareketini yapma çabasıdır; ya da, zavallı kölenin içindeki özgürlük duygusudur, kaçma isteğidir!..)”
Şimdi, bütün o “sınıf mücadelelerini”-etkileşmeleri, işçi sınıfının kendisini sistemin içinde “modern köle” olarak görmesini falan da düşünerek diyebiliriz ki, bu durumda nasıl oluyor da kapitalist toplum- sistem kendi içinde otonom unsurlardan oluşan doğal-adem-i merkeziyetçi bir sistem olabiliyor?..
Dikkat ederseniz, ‘doğal’ ya da ‘mekanik sistemleri’ tanımlarken bütün mesele “belirli bir denge durumu” kavramının üzerinde yoğunlaşıyordu... Ama biz biliyoruz ki, doğada hiçbir zaman mutlak bir denge durumu sözkonusu değildir. Değildir, çünkü doğada bütün sistemler çevreyle etkileşme içinde gerçekleşen “açık sistemlerdir” (http://www.aktolga.de/t4.pdf ). Bu nedenle, “belirli bir denge durumu” kavramı da izafi bir kavramdır. Her durumda, dışardan gelen etkiyle bozulan bir denge durumu, gelen informasyonun sistem tarafından değerlendirilip işlenilmesi sonucunda ortaya çıkan reaksiyonla birlikte yeni bir dengenin oluşmasına yol açar.
Bu açıdan baktığımız zaman ‘doğal bir sistem’ olarak kapitalist sistemin işleyişini şöyle formüle edebiliriz:
Kapitalist sistemi, burjuvazinin (A), işçi sınıfının-çalışanların da (B) oldukları bir (A-B) sistemi olarak düşünürsek; sistemin (S) belirli bir denge durumunu (S1) olarak gösterdiğimiz zaman, bu, denge şartı olarak, burjuvazi işçi sınıfını bir (Kb1) kuvvetiyle etkilerken, işçi sınıfı da, buna karşılık olarak burjuvaziye bir (Ki1) kuvvetiyle cevap veriyor anlamına gelecektir. Öyle ki, Kb1=Ki1 , yani (Kb1-Ki1=0) dır.
Şimdi, hal böyle iken ne olur, burjuvazi sisteme yeni hammadde ve üretim planları vb. katarak (bunları da Kb2 olarak gösterelim) mevcut dengeyi yani (S1) halini inkâr eder-bozar- Peki bu durumda sistemin motor gücü işçi sınıfı ne yapar? İlk planda o da bir (Ki2) kuvvetiyle (işçilerin işgücü) buna cevap vererek ürünü yaratma faaliyetine girişir.
Peki sonuç? Aslında, bütün bu etkileşmelerin sonunda, ürünün oluşmasıyla birlikte sistem yeni bir denge durumuna (S2) geçiş için gerekli olan potansiyel enerjiyi kendi içinde yaratmakta, bir üst duruma geçişin koşullarını yaratmış bulunmaktadır. Ama burjuvazi bunu, yani, yeni bir “toplu sözleşme” yapılarak bir üst düzeye geçilip burada yeni bir denge durumuna ulaşmayı kabul etmez! Evet, aslında (A) olarak o (B)’yi bir (Kb2) ile etkileyerek mevcut dengeyi (S1)’i ilk inkar edendir; ama o aynı zamanda “sistemin dominant kutbu” olarak (S1) ile temsil edilen statükoyu-dengeyi de temsil ettiği için, üretim sürecini tetikleyerek mevcut statükonun bozulmasına neden olduğu halde gene de onu-eski denge durumunu- yani (S1)’i muhafaza etmek ister!
İşte bizim “sınıf mücadelesi” dediğimiz olayın ortaya çıktığı nokta tam bu noktadır!. İşçi sınıfı, tam bu noktada sınıf mücadelesini başlatarak Kb2=Ki2 denge durumuna ulaşmaya, yani (S1) den (S2) ye geçişi gerçekleştirmeye çalışır. Bu, aslında burjuvazi için de iyi birşeydir. Çünkü öbür türlü ürün hep (S1) ‘in içinde kalmaya devam ederse, yani doğum gerçekleşemezse çocuk ana rahminde bir ur gibi büyümeye devam eder ki, bu da sistemi yok olmaya götürür!.. O halde, sınıf mücadelesi adem-i merkeziyetçi yapının doğal neticesi olarak gelişmenin ilerlemenin yol açıcı dinamiğidir.
Dikkat ederseniz, bu süreç içinde işçiler hiçbir zaman bir üretim aracı-hiçbir insiyatifi, söz hakkı olmayan “modern bir köle” statüsünde olmazlar!.. Onlar, sistemin otonom motor güç unsuru bir sınıf olarak sistemin içinde adem-i merkeziyetçi yapının ve işleyişin olmazsa olmaz bir bileşeni olarak yer alırlar- varolurlar.
Sistemin kendi içindeki evrimi sürecinin her basamağında bir durumdan bir başka duruma geçişe damgasını vuran bu diyalektik, daha sonra bir bütün olarak onun bilgi toplumuna-ya da modern sınıfsız topluma- dönüşmesi sürecini de belirleyecektir...
Evren bir patates çuvalı değildir!..
Marksist-Leninist toplum ve “sistem” anlayışı aslında Newton Fiziğinin-Klasik Bilim mantığının geçerli olduğu dönemin dünya görüşüyle bağlantılıdır. Buna göre, bütün nesneler, önce, mutlak bir uzay-zaman içinde, varlığı, varoluşu başka hiçbir nesneye, varlığa bağlı olmaksızın “kendinde şey” olarak varolan “objektif gerçekliklerdir” (bir metafor olarak aynen bir patates çuvalının içindeki patatesler gibi düşünün!. Çuvalı evren, patatesleri de bunun içindeki varlıklar olarak düşünürseniz, klasik materyalist evren-varlık anlayışına ulaşırsınız!.) Ancak daha sonradır ki, “kendinde şey” olarak varolan bu varlıklar kendi aralarında etkileşmeye de başlarlar. Buraya kadar buna “kaba, mekanik materyalizm” deniyor. Marksist felsefe bu zemine bir de “diyalektik” kavramını ekleyerek “diyalektik materyalizmi” tanımlar. Bu durumda, herbiri gene önceden “mutlak”-“kendinde şey” olarak varolan varlıklar, daima (gene kendileri gibi olan) “kendi zıtlarını yaratarak onunla birlikte varolurlar, ve zamanla kendi zıtlarına dönüşürler”!..
Bir örnek olarak kapitalist toplumu ele alırsak, diyalektik materyalist felsefeye göre buradaki sınıflar-burjuvazi ve işçi sınıfı, herbiri, özünde bir diğerinden bağımsız olan “mutlak gerçeklikleri” temsil ederler. Yani bunların varoluşu karşılıklı ilişkiye bağımlı değildir-bu anlamda bunlar izafi birer gerçeklik değildir. Böyle olunca da tabi ne oluyor o zaman, örneğin kapitalist toplum burjuvazinin temsil ettiği “kendinde şey” bir sistem olarak anlaşılıyor. İşçi sınıfı ise, kendinde şey bu sistemin içinde “ondan bağımsız ama onun zıttı olarak varolan ve gelişen başka bir sistemi-sosyalist sistemi-temsil etmiş oluyor”. Zaten bu yüzdendir ki, daha sonra, işçi sınıfının temsil ettiği kapitalist sistemin-zıttı olan bu sistem, kendi zıttını-kapitalist sistemi-altederek onun yerini alabiliyor!.Görüldüğü gibi, Marksist devrim anlayışının özünü mekanik bir sistem-varoluş anlayışı oluşturuyor.
Devlet nasıl “hakim sınıfın örgütü” oluyor?
Bu durumda, sisteme-sürece işçi sınıfının ideolojisi açısından baktığınız zaman sistemin-kapitalist toplumun merkezi varoluş instanzı olan örgüt-yani DEVLET de, sistemin hakim-dominant- sınıfı olan burjuvazinin bir örgütü olarak anlaşılır- ortaya çıkar. Çünkü bu durumda devlet olayında artık iki sınıftan oluşan sistemin merkezini-sıfır noktasını- temsil etmek falan diye birşeye yer kalmıyor! Herbiri “kendinde şey” olarak varolan iki sınıf ve bunların temsil ettiği iki ayrı sistem vardır ortada. Devlet de, egemen sınıfın temsilcisi olan örgüt oluyor. Burjuvaziyle özdeş olan kapitalist sistemi burjuva-kapitalist devlet temsil ederken, işçi sınıfıyla özdeş olan sosyalist sistemi de geleceğin sosyalist devleti temsil etmiş oluyor, olay bundan ibarettir.
Düşünün bir, dünyaya bu gözle baktığınız zaman kapitalist sistemin o antik Doğulu devletten, ya da Osmanlı gibi merkeziyetçi bir devletten ne farkı kalıyor ki! Bu durumda o da diğerleri gibi katı merkeziyetçi bir burjuva diktatörlüğünden başka birşey değildir sonunda!. Tek fark, işçiler “modern köleler” olarak, o eski firavunlar ya da Sultanlar da modern burjuva diktatörler olarak sahnede yerlerini almış oluyorlar! Bu mudur yani şimdi kapitalist toplum-sistem?
Özetlersek, sınıflı bir toplum sözkonusu olduğu zaman DEVLET bir sistem olarak toplumsal varlığın merkezi varoluş instanzını temsil eden örgüttür. Ama sistem içinde, öyle sıfır noktası diye varlığı kendinden menkul-uzay zaman içinde ayrıca temsil edilen-bir nokta bulunmadığı için, bu merkez daima sistemin yönetici sınıfınca-onun varoluş alanı içinde bir yerde temsil ediliyormuş gibi görünür. Özellikle toplumsal gelişmenin o ilk delikanlılık-ergenlik-döneminde bilgiyi kontrol eden yönetici sınıf, duygusal bir bilinçle sistem merkezini de-dolayısıyla devleti de- kendisinin temsil ettiği duygusuna sahip olurken, işçiler de kendilerini sisteme yabancılaşmış olarak, onun içindeki köleler olarak görürler. Zaten bu yüzden, “kapitalist devlet bir burjuva devletidir” denilmiyor mu!..
Bütün mesele, toplum denilen sistemi onun elementleri olan insanların üretici güç konumlarını kaybetmeden-üretim faaliyetini temel alarak oluşturup oluşturmadıklarıyla ilgilidir !..
Tekrar bize dönersek:
Osmanlı Devleti’nin nasıl bir devlet olduğunu, nasıl ortaya çıktığını-burada devletleşme olayının Batılı örneklerden farklı bir şekilde tarihsel devrim diyalektiğine bağlı bir fetih sürecinin ürünü olduğunu daha önce gördük.
Ama sonra ne olur, fetihçilik çağı yavaş yavaş sona erer. Eski antik dünya kendi diyalektik inkarı olarak yeni kapitalist bir dünyayı doğurdukça Osmanlı’nın da sonu yaklaşmaya, “çanlar onun için çalmaya” başlar!. Devletin, “kendini kurtarmak” için, Bizans’ın fethinden sonra antika köleci Bizans’tan ödünç aldığı ölümsüzlük iksiri bile bu sonu engellemeye yetmeyecektir! Çünkü artık Orta Asya’dan gelerek tarihsel devrim yapacak başka barbar kavim falan kalmadığı gibi, Fatih’in, İbni Haldun yasalarına göre yeni bir tarihsel devrim dalgasına yol açabilecek bütün o uç beyliklerini yok ederek Devleti ölümsüz hale getirme çabası da sonuç vermez! Bunlar en fazla kırk satır yerine kırk katırın kuyruğuna bağlanarak yavaş yavaş yok oluş sürecine yol açar !...
Fetihçilik sona mı eriyordu, o halde Devleti ayakta tutabilmek için içe dönerek kendi halkını sömürmekten başka çare yoktu!.. Osmanlının aklına başka birşey gelmez! Bütün o Celali İsyanları’nın falan altında yatan trajedi budur. Osmanlı hiçbir zaman üretimi temel alarak kendini yeniden üretme sürecini başlatamaz. Başlatamaz çünkü üretim demek özel mülkiyetle birlikte kendisine alternatif yeni bir sınıfın da-burjuvazinin de- ortaya çıkması demektir ki, bu da onun tarafından “Devletin elden gitmesi” olarak anlaşılır!..
Bırakın kapitalizmi, burjuvaziyi falan bir yana, Osmanlı hiçbir zaman feodal bir yapının-sistemin ortaya çıkışına bile olanak tanımamıştır!..
Osmanlı tarihinde en büyük “toprak reformu” yapıcısı-anti feodal instanz- kimdir biliyor musunuz: II.Mahmut, yani Devlet!.. Ama bu bile, burjuva devriminin ne olduğunu Batı’dan öğrenen bizim jöntürk-devrimcilerini uyandırmaya yetmez; ”bakın, bizde Devlet de anti feodaldir, yani burjuva devrimcisidir” denilerek Devletin yüceltilmesine neden olur!!.Bütün o Kemalist devrimcilik-“Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” solculuğu nereden kaynaklanıyor sanıyorsunuz?.. Devlet, feodalizme karşı bir Devletçi bir kapitalizm- yukardan aşağıya doğru kendisine bağlı kapitalist bir düzen kurmaya çalışıyordu... Buna, burjuva anlamda “devrimci” demeyecektiniz de kime diyecektiniz!! Bütün o MDD-UDD teorileri, hem ulusalcı hem de “solcu” devrim anlayışları nereden nasıl ortaya çıktı sanıyorsunuz!!..
Cumhuriyet’in diyalektiği nedir...
Osmanlı toplumunun-sisteminin neden kendi kendini üretme yeteneğinden yoksun-kısır bir sistem olduğunu daha önce tartışmıştık. İşte bu kısır döngü ilk kez Cumhuriyet’le birlikte parçalanır ve sistem ilginç bir sürecin içine girer. Devlet gene aynı devlettir, yani Cumhuriyet Devleti öyle gökten zembille inmiş yeni bir devlet falan değildir. Ama ne olmuştur, Devlet, “kendini kurtarma” güdüsüyle de olsa, ilk kez kendi varoluş koşullarını üretim faaliyetini temel alarak yerine getirmek zorunda kalmıştır.
Bir Osmanlı Cumhuriyeti olarak tarih sahnesine çıkan Devlet, “kapitalizm mi diyorsunuz, o zaman onu da ben yaparım”, kapitalizmse kapitalizm alın işte” der ve kendisine bağlı Devletçi bir kapitalizm yaratarak (dikkat, bu, Batıdaki anlamıyla bir “devlet kapitalizmi” değildir!!) ayakta kalmaya çalışır. Bundan sonrasını daha önce şöyle açıklamaya çalışmışız: (ayrıntılar için bak, http://www.aktolga.de/m1.pdf )
Kendi karşıtını yaratarak varolmak!..
Şimdi, bu çalışmanın belki de en ilginç noktasına geldik! Beni, ta o ilk başlarda-1973 Martında oldukça geniş kapsamlı bir çalışmaya yönelten, “o anlaşılmaz diyalektiğin” açıklanmasına geldik! Nasıl olmuştur da, yukardan aşağıya doğru o “Batılılaşma” süreci, kendi inkârı olan bir Anadolu sivil toplum potansiyelini yaratabilmiştir? Ucu, bugün halâ Türkiye Cumhuriyetine kadar bile uzanan bu diyalektik nasıl bir diyalektiktir?
Olayı çözdükten sonra, tabi herşey çok basit görünüyor! Ama o “çok basit” olanın anlaşılabilmesi için yıllar geçti! Cevap şöyle: Ortaçağ Avrupasında feodaller kent toplumu olarak sivil toplumu nasıl yarattılarsa, bizim Batıcı devlet sınıflarımız da, Anadolu sivil toplumunu gene aynı şekilde, aynı diyalektiğe tabi olarak yaratmışlardır! Yaratmışlardır, çünkü bu kez (gene Devleti kurtarmak güdüsüyle) yaratmak zorunda kalmışlardır!
Örneğin, Ortaçağ’da bir kentin kurulması olayını ele alalım. Bir feodal bey neden kent kurucu oluyordu? Feodalizmle, kapitalizmin ana rahmi kent arasındaki ilişki ne idi? Feodal bey, bir kenti kurarken kendi ipini çektiğinin farkında mıydı? Ya da, kenti kurarken, intihar etmek için, kendini yok etmek için mi yapıyordu bunu? Tabii ki hayır! O an onun tek düşündüğü kendi çıkarı idi. Kent kurulacak, ticaret gelişecek, o da bundan yararlanacaktı. Pazardan vergi alacak, kendi tüketim ihtiyaçlarını daha kolay temin edecekti vs. Bir de tabi, sistemin kendi içindeki çelişkiler açısından, köylülerin-serflerin, yani kendi karşıtlarının dışında, onlara karşı kendisini güçlendirecek, onlara bağımlı olmaktan kurtaracak, altın yumurtlayan bir tavuk gibi sırf kendisine tabi bir alternatif, bir çıkış yolu olarak görüyordu onu. İşte, kendi “inkârını” yaratma olayı budur.
Başka bir örnek verelim. Burjuvaziyi ele alalım. Bugün burjuvalar “araştırma-geliştirme” çalışmalarına milyarlarca dolar yatırıyorlar. Neden? Yeni bilgilerin üretilmesine yol açarak, bu bilgileri kullanıp, rekabette üstte kalabilmek, daha çok kâr elde edebilmek için. Ama her yeni bilgi, pratikte, üretici güçlerin biraz daha gelişmesine yol açıyor. Ve giderekten o hale geliyor ki, kapitalistler, daha çok kâr elde edebilmek için, işçilerin yerine mümkün olduğu kadar daha fazla makineleri, robotları kullanmaya başlıyorlar. Başlangıçta müthiş birşey bu tabi! Ne grev var, ne hasta olmak! Her bir robot, altın yumurtlayan bir tavuk-köle gibi birşey- onlar için! Ama bir düşününüz şöyle, nereye gidiyor bu işin sonu diye! İlerde, işçilerin yerini büyük ölçüde robotlar aldığı zaman nasıl kâr elde edecek kapitalist! Kâr olayı, işçinin sırtından kazanılan artı değerle ilgili birşey değil mi; işçinin yerini robot alınca kâr da ortadan kalkar! Kâr olmayınca da kapitalist olmaz! İşte, Modern komünal topluma giden yol bizzat o burjuvalar tarafından böyle inşa ediliyor!..
Tekrar Osmanlının ve Cumhuriyet Türkiyesinin Batılılaşma sürecine dönüyoruz. Evet, nasıl olmuştur da bu süreç zamanla kendi diyalektik inkarı olarakbir “Anadolu kapitalizminin” ortaya çıkmasına neden olmuştur?
Burada birbiriyle içiçe, birbirini tamamlayan iki süreçle karşılaşırız. Bunlardan birincisi açıktır. Pozitivist yöntemlerle-mühendislik faaliyetleriyle de olsa Batı kültürüne göre yeni insan tipleri ve yeni bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu demektir ki, yeni insan tipleriyle yeni bir yaşam biçimi yukardan aşağıya doğru topluma dayatılacak, egemen kılınacaktır. Bu amaçla sistemin içinde- Devlet eliyle- Batı’dakilere benzer Devletçi “sivil toplum kurumların” oluşturulmasına çalışılır!.. Parlamento’nun oluşması, bankaların kuruluşu, Batıdakilere benzer yeni yasaların çıkarılması vs. bütün bunlar hep tepedeki o Batıcı toplum mühendsisi bürokratların yeni bir sistem yaratabilmek için başvurdukları etkinliklerdir.
“Bunlar, sivil kurumların (sivil toplum, iç işleyişinde devletten bağımsız-otonom, özerk- alt sistem unsurlarından oluşan kendi kendini üretebilen toplumsal sistemdir M.A) Türkiye’de bulunmadığının ve bunun da kendilerini, fikirlerini tatbik imkanı az olan sosyolojik bir yapı ile karşı karşıya bıraktığının farkındaydılar. Bundan dolayı gerek ittihatçılar, gerek Kemalistler bu ara’yı temsil edecek kurumları (bankalar vs.), sınıfları (ticari ve endüstri burjuvazisi) ve yasaları (Cumhuriyetin Medeni Kanunu ve Ticaret Yasaları) temellendirmeye çalıştılar. İlginç olan ve kurumsal sosyolojinin üzerinde durması gereken gelişme “sivil toplum” kurucu olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni yapıların, uzun vadede Kemalistler tarafından değil, fakat dindar Müslümanlar tarafından zaptedilmiş olduklarıdır” (Şerif Mardin)[1].
Yani Şerif Mardin diyor ki; Batıcı Devlet Sınıfı kendine-merkeziyetçi sisteme- bir kitle temeli yaratarak kendi dünya görüşüne göre yeni bir toplum inşaa edebilmek için Batıda kapitalist sistem içinde varolan kurum ve kuralları yukardan aşağıya doğru Türkiye Toplumu içinde oluşturmaya çalışır. Bunu yaparken onun amacı “cahil geleneksel İslamcı muhalefeti” eriterek yok etmek, insanları bu yeni kurum ve kuralların-ilişkilerin içinde kendi dünya görüşüne göre “devşirerek” yeniden şekillendirmektir!.
Örneğin, bankacılık sistemini ele alalım: “Bankayı kurdun bu kolay” diye düşünürler!. “Başına da kendi görüşüne uygun bir müdür, personel vs. atadın mi tamam”!.. Peki kime hizmet verecekti bu banka? Senin o “cahil”-geleneksel İslamcı insanlarına değil mi? Köylü Mehmet ağaya krediyi verdin, işleri iyi gitti. Seneye daha büyük bir kredi.. gübreydi, yeni makinalardı, derken al sana işte bir Anadolu kapitalisti! Aynı süreç ticaret ve sanayi kapitalizminin gelişimi açısından da geçerlidir.
Kapitalistleşmek, Batılı bir toplum gibi olmak mı diyordun, al sana işte kapitalist! Hem de aslan gibi dini bütün, yerli mi yerli bir Anadolu kapitalisti!! Böyle gelinir bugünlere!!
Madem bu çalışmayı buraya kadar ilgiyle izlediniz, okudunuz, o zaman burada noktayı koyup bırakmak olmaz(!); oldu olacak, bundan sonraki gidişe ilişkin olarak daha bütünsel bir yargıya varabilmek için tam bu noktada şu iki makaleye de bir göz atmanızı öneririm: (http://www.aktolga.de/a64.pdf http://www.aktolga.de/a72.pdf
[1]Şerif Mardin. (1999). “Din ve İdeoloji.” İletişim Yayınları, İstanbul.
Şerif Mardin. (1997). “Türkiye’de Toplum ve Siyaset.”, İletişim Yayınları, İstanbul.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023