Murat AKSOY
Geçtiğimiz yıl maçlara düzenli gitmeye karar vermemin iki nedeni vardı. İlki henüz 3 yaşında olan kızım Duru'ydu. İkincisi de muhtemelen yaşlanıyor olmam. Kızımı götürmek istiyordum çünkü onun da bu büyük aileye katılmasını, eğlenmesini istiyordum ve yeni bir dünya ile tanışmasını istiyordum. Stadda maç izleme serüveni bu duygularla başladı. Taraftar olarak ilk kez tribünündeki yerime maçtan bir ya da birbuçuk saat önce gitmiştim. O akşam hayatımın en özel akşamlarından biri oldu. Ama o akşamdan aklımda başka bir şey daha kalmıştı; taraftarlar maçı izlerken çok şey yapıyorlardı ama eğlenmiyorlardı. Sürekli kazanma isteğini dışa vuran bir hareketlilik vardı. Kah takımı ateşlemek için tezahürat yapan kah verilen yanlış hakem kararına kızan kah kaçan gole kızan kocaman bir aile. Yıl içinde muhtemelen ben de aynı duygularla kızdım, üzüldüm, bağırdım. Ama bir şeye daha yaptım yıl boyunca; eğlendim, zevk aldım.
Yenildiğimiz maçın ertesi günü gazeteye geldiğimde güvenlikteki arkadaşlardan yazı işlerindeki operatör ve editör arkadaşlara, hatta yazı ileri toplantısında Genel Yayın Yönetmenimiz Yusuf Ziya beyin takılmasına bile aldırmadım, eğlendim. Galip geldiğimizde gazeteye bazen forma ile gittim bazen sarı-lacivert kravatımla. Biliyordum ki mağlubiyet de, galibiyet de son değildi.
Kazanma duygusu sadece Fenerbahçeli olarak bize özgü değildi. Başka taraftarlar için de kazanmak her şeydi. Eğlenmediğimiz, zevk almadığımız; tek hedefin kazanmak olduğu bir duygunun spora hiç bir şey vermeyeceği çok açık. Herkesin kazanmak istediği ama tek kazanının olduğu futbolda, çoğunluğun kaybettiğini düşündüğümüzde durum daha netleşir. Kabul edelim yıllardır konuştuğumuz ama hiç kimsenin adım atmadığı karanlık söylentilerde adı geçenlerin tek hedef oldu; 'kazanmak', yani 'kaybetmemek'. Bugün karşı karşıya olduğumuz soruşturmadan sağlıklı çıkışın yolu bu duygudan uzaklaşmaktan geçiyor.
Önceki gün Şaşkınbakkal'dan Şükrü Saraçoğlu'na kadar YFB'den arkadaşlarımla yürürken hem tezahürat yaptım, hem de bunları düşündüm. Soruşturmayı desteklediğimi yazmıştım. Buna rağmen orada olmam bir kafa karışıklığı olarak algılanabilir. Orada olmak Fenerbahçe'ye karşı bir vicdan borcu idi. Bağdat Caddesi'ni dolduran kalabalık kızgındı, şaşkındı. Kazanılanının kaybedilecek olması idi taraftarı kızdıran. Soruşturmaya konu olanları duymuş ve sessiz kalmışsa o da sistemin parçası olmuş demektir. Zaten bilmiyorsa sorun yok demektir. Ama salt 'kazanma' hırsı ile farkında olmadan başka bir dünyaya destek veriyor. Bu yüzden bir adım geriye çekilmek ve kulübe de eleştirel bakmak önemli.
Bu adım, futbolu sadece kazanmak için değil eğlenmenin aracı olarak görmenin de ilk adımı belki de.
Devletin ideolojik aygıtı olarak futbol
Kabul edelim ki Türkiye'de futbol (belki de kitlesel bütün spor dallarında) kirli bir sektör. Özellikle İstanbul'dan taşraya gidildikçe mafyavari ilişkiler artıyor. Futbol, hem kara para aklama hem de kara para kazanmanın, kısaca hukukun olmadığı bir arka bahçe durumunda. Bunu yıllardır konuşulan, medyaya yansıyan ilişkilerden; o ilişkilerin izini sürdüğümüzde görüyoruz. Bu izi sadece son bir yıla değil 2000'lere hatta 1990'lara kadar götürebilir Türkiye Futbol Federasyonu (TFF). 2000'lerin başında Ali Fevzi Bir'in hakem ve hocalarla yaptığı telefon konuşmaları delil sayılmamıştı. 2004'te Sergen Yalçın ve Sinan Engin'in adının karıştığı dosya, Bursaspor'un küme düşürülmesine yol açan süreç. Bunlar çok uzağımızda değil. Hepsi açığa çıkmayı bekliyor.
Kirli futbolu besleyen bir başka tehlike daha var; derin devlet tarafından -ki buna Ergenekon'un bir başka kompartımanı demekte beis yok- gerektiğinde kullanılmak üzere beslenen 'latent faşizm'in arka bahçesi. Bu kulüp yöneticisinden teknik heyete kurulan ideolojik ortaklık ve dil üzerinden taraftarın da bu halkaya eklenmesi ise hayata geçiyor. Yani kazanma hırsı ile taraftar bu ideolojik duyguya eklemleniyor. Bu Anadolu kulüplerinde çok etkili. Ve birçok kulübün yönetimi bu kanal üzerinden oluşuyor. Bu duygu futbolculara derc edildikçe daha tehlikeli olabiliyor. Türkiye-İsviçre maçında yaşananlar bu duygunun tipik bir yansıması açısından önemlidir. 1993'ta yaşanan örtük bir sivil darbenin gizli kahramanı Mehmet Ağar'ın futbol içindeki ataerkil ilişkilerinin özü bu latent faşizmdir.
Başlatılan ve ikinci dalga ile genişletilen operasyon futbolda temizlik için bir fırsattır ama bunun gerçekleşmesinin bir koşulu vardır; TFF ve yargı elindeki yetkileri kullanarak geriye dönük daha geniş bir soruşturma başlatmalıdır. Aksi inandırıcı olamaz.
Bugün Türkiye'de sadece Süper Lig değil, Bank Asya'dan amatör liglere kadar denetim ve şeffaflığın sağlanması zorunludur. Bunun bir parçası resmi kurumların yetkilerini kullanması. İkinci parçası ise biz taraftarların sisteme daha fazla katılımcı olmamız. Taraftar olarak kısıtlı imkânlarımızla sadece maçlara gelerek değil, başta yönetim kademesinde olmak üzere her kademede temsil edilmenin yolunu açmanın siyasetini yapmaktır. Bunun için çeşitli katılım modelleri mümkündür.
Aykut Kocaman geçtiğimiz günlerde yazıda anlatmak istediklerimi özetleyen güzel bir açıklama yaptı; "Daha önce de söyledim, Türk futbolu her alanda çökmeli ve yeniden inşa edilmelidir. Yapısı itibariyle futbolumuz yanlış zemindedir. Bunu son olaylarla bağdaştırarak söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Büyük Türk futboluna baktığınız zaman zemin hakikaten bataklık".
Evet öyle futbol bir bataklık ama kurutulmayacak bir bataklık değil. Bunun yolu da futbolun demokratikleşmesinden yani 'yeni futbol'dan geçiyor. Yeni Türkiye'de son yıllarda toplum, siyasal alana, kamusal alana daha fazla çıkıyor, taleplerini yansıtıyor. Bizler de taraftar olarak kulüplerimizden aynı şeyi isteyebilmeli, bunun siyasetini yapabilmeliyiz. Bu taraftar olarak bizlerin hem hakkı hem de sorumluluğudur. Çünkü demokrasi sadece siyasete değil, futbola da lazım.
Son olarak Fenerbahçe'nin arkasına saklanarak kimse siyasal duruşlarını meşrulaştırma ve AK Parti'yi ötekileştirme arayışına girmesin. AK Parti karşıtlığını Fenerbahçe üzerinden ifade etmesin. Çünkü 'eski Türkiye' savunusu 'yeni futbol'a hizmet etmez.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.02.2019
23.11.2018
20.11.2018
16.11.2018
13.11.2018
10.11.2018
6.01.2018
3.01.2018
30.10.2018
26.10.2018