Şahin ALPAY

Tek adam demokrasisi
27.05.2014
1748

 Geçen yazımda 1995–2002 yılları arasında başkanlığını yaptığı Brezilya’da hem özgürlükçü demokrasinin, hem de piyasa ekonomisinin yerleşmesine büyük katkıda bulunan Fernando Henrique Cardoso’nun (FHC), Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetiyle İstanbul’a yaptığı ziyaretten söz etmiştim.

İlerlemiş yaşına rağmen hem zihnen, hem bedenen zindeliğini koruyan FHC, yazarak, konuşarak, mülakatlar vererek ülkesindeki tartışmalara aktif katılımı sürdürüyor. Kurduğu, kendi adını taşıyan vakıf, Brezilya’nın dünyayı tanımasına yönelik çalışmalara öncelik veriyor. Beni de geçen yıl, Türkiye üzerine bir konuşma yapmak üzere Sao Paulo’ya davet etti. O sırada yurtdışında bulunduğu için FHC ile tanışma fırsatı bulamamıştım. Bu eksiği İstanbul’da giderdiğim, kendisiyle sohbet fırsatı bulduğum için mutluyum.

FHC’ye sorduğum sorulardan biri şu oldu: Akademisyenlik döneminde azgelişmişliği dış dinamiklerle (‘çevre’nin ‘merkez’e bağımlılığıyla), siyasetçi döneminde ise iç dinamiklerle (otoriter rejim ve devletçi–korumacı ekonomiyle) açıklamıştı. Değişen neydi? FHC bu paradigma değişikliğini, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ve teknolojik gelişmelerle açılan küreselleşme çağının dünya koşullarını köklü olarak değiştirmesiyle izah etti.

Brezilya gibi köklü bir sosyalist geleneği, güçlü bir işçi sınıfı hareketi olmayan bir ülkede sosyal demokrat bir parti kurmayı ve ülkenin başta gelen partilerinden biri haline getirmeyi nasıl başardıklarını sorduğumda, bunun siyaseten demokrat ve özgürlükçü, ekonomik açıdan ise piyasayı esas alan ama devlete sosyal sorumluluklar yükleyen bir program etrafında birleşen siyasilerin ve aydınların eseri olduğunu anlattı.

Türkiye’de benzer bir liberal sosyal demokrat partinin bulunmayışının, otoriter Kemalizm’in etkinliğini sürdürmesiyle ilgili olduğunu söylediğimde sohbetimizin konusu, Brezilya’da ve Türkiye’de cumhuriyetin kurucuları arasında yaygın pozitivist felsefenin doğurduğu farklı sonuçlara kaydı. Brezilya’dakilerin ABD’yi örnek alan din–devlet ayrılığına, Türkiye’dekilerin ise Fransa’yı örnek alan din üzerinde devlet denetimine yöneldikleri konusunda anlaştık.

FHC, bir ara parlamenter sisteme geçilmesinin düşünüldüğü Brezilya’da, başkanlık sisteminin güçlü kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı ve bağımsız medya sayesinde yürüyebildiğini düşünüyor. Son yıllarda kimi ülkelerin “tek kişilik demokrasiler” dediği otoriter rejimlere yönelişini kaygı verici buluyor. Türkiye’yi de bunlar arasında gördüğü apaçık. Başbakan Erdoğan’ın gönlünde yatan, gerek partiyi, gerekse hükümeti ve parlamentoyu denetim altında tutan türden bir Cumhurbaşkanlığı için söylediği şu: Bu demokrasinin tanımına aykırıdır; güç temerküzü anlamına gelir; ne ülke, ne de siyasinin kendisi açısından hayırlı sonuç verebilir.

FHC’nin Soma faciası ile ilgili olarak söyledikleri de dikkate değer: “Bazı resmi yetkililerin söyledikleri beni şoke etti. Suç ile sorumluluğu birbirine karıştırdıkları anlaşılıyor. Bir kaza durumunda elbette ki hükümet suçlu değildir, ama sorumludur. Zira hükümetin kaza olmaması için gerekli denetimleri yapma sorumluluğu vardır.” (Bkz. Kerim Balcı, Today’s Zaman, 21.05.2014)

FHC, Brezilyalılarla Türklerin çok benzeştiğini, aralarındaki tek farkın konuştukları dil olduğunu söyleyince, ben de Brezilyalı bir okurumun “Türkiye’yi tanıdıkça, Brezilya’yı Portekizliler mi yoksa Türkler mi keşfetti diye soruyorum…” şeklindeki latifesini aktardım… İstanbul’un güzelliğiyle sadece Rio de Janeiro’nun yarışabileceğini söyledi. Ben de tersini...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar