Şahin ALPAY
Geçenlerde genç bir arkadaşla sohbet ediyoruz. Beni yeni tanıyan birçokları gibi, "Sizin nasıl olup da Zaman gazetesinde yazdığınızı, nasıl olup da Gülen cemaatine olumlu bakabildiğinizi anlayamıyorum..." diyor. Ve beni uzun uzun açıklamaya teşvik ediyor. Anlatıyorum:
1980'lerin başında İsveç'te doktora yapıp yurda döndüğümde şu görüşlerim pekişmişti: 1) Türkiye'nin sorunları ancak ifade, inanç ve girişim özgürlüklerine dayalı çoğulcu ve özgürlükçü demokratik bir rejimle çözülebilirdi. 2) Liberal demokrasinin yerleşebilmesi ise öncelikle İslamcıların ve Kürt siyasî hareketinin sisteme dahil edebilmesiyle mümkün olabilirdi. 3) Sadece temel hak ve özgürlükler değil sosyal adalet de güven altına alınmalıydı. Bu da ancak liberal, yani devletçiliği değil rekabeti, piyasayı esas alan sosyal demokrat politikalarla sağlanabilirdi.
Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladıktan sonra, yukarıda saydığım amaçlar uğrunda sayıları hayli sınırlı olan, benim gibi liberal görüşlü kimselerle birlikte bir fikir mücadelesine giriştim. 1990'larda Milliyet gazetesinde yazarken zihnimdeki Türkiye siyasî manzarası iyice net bir hâl almıştı. Ülkenin geleceğini belirlemek için yarışan üç temel siyasî akım görüyordum.
1) Kemalistler. Başlıca üç kanada ayrılıyordu: a) Laikçi (otoriter laiklik), ama aynı zamanda demokrasi (çoğunluk yönetimi) ve Batı'yla bütünleşme yanlısı olup genellikle CHP'de toplananlar. b) Laikçi - devletçi - ulusalcı olup esas olarak Cumhuriyet gazetesi ve çevresinde temsil edilen Kemalistler. c) Irkçılığa varan otoriter kimlik politikaları ("hepimiz Türküz") taraftarı olan, ama otoriter laikliğe mesafeli duran ve genellikle MHP'de toplanan Türk - İslam sentezcileri.
2) İslamcılar. Farklı yorumlarıyla İslam inancını benimseyen Müslümanlarla, İslam dininden siyasî bir ideoloji üreten İslamcıları birbirinden ayırmak gerekiyordu. Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar, ortodoks Sünniler ile heterodoks Alevilerden oluşuyordu. Azınlıktaki Aleviler, Kemalizm'in tektipçi kimlik politikalarının dayatmalarıyla ("hepimiz Diyanet dinindeniz") Tunceli / Dersim'de katliama varan baskılara uğradıkları halde, Sünni çoğunluğa karşı kendilerine koruma sağlayacağı kaygısıyla genellikle Kemalist parti CHP'ye destek veriyorlardı. Sünniler ise kabaca üç kesime ayrılıyordu: a) Devlet İslamı'na, yani Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temsil ettiği "Diyanet dini"ne bağlı olanlar. Çoğunluğu oluşturan bu kesimin siyasî tercihleri bütün partilere yönelebiliyordu. b) Halk İslamı'na, yani tarikat ve cemaatlerin temsil ettiği İslam yorumlarına bağlı olanlar. Tarikat ve cemaatler, otoriter laiklik politikaları gereği 1925'ten beri yasak oldukları halde (ve belki yasağın da teşvikiyle) canlılıklarını koruyordu. Kökleri 12 ve 13. yüzyıllara uzanan geleneksel tarikatlar, şeyh - mürit ilişkisi üzerine kuruluydu ve esas olarak Nakşibendi, Kadıri, Rufai, Halveti, Melami ve (özel bir kimliğe sahip) Mevlevi tarikatlarından oluşuyordu. Nakşiler İskenderpaşa, İsmail Ağa, Menzil ve Erenköy cemaatlerine ayrılıyordu. 20. yüzyılın, modern çağın ürünü olan cemaatler ise müminlere rehberlik eden bir mürşit ve takipçilerinden oluşuyordu ve başlıca (hepsi Nakşibendi kökenli) Nurcu, Süleymancı, Işıkçı gruplara ayrılıyordu. Sait Nursi'nin takipçileri olan Nurcular, zamanla, en büyüğü Fethullah Gülen cemaati olmak üzere 40'tan fazla kola bölünmüştü.
Ilımlı İslamcılar. Müslümanlar arasındaki üçüncü kesim, ezici çoğunluğu Millî Görüş hareketi saflarında toplanan, şiddeti değil barışcı, yasal mücadeleyi benimseyen ılımlı İslamcılar'dan oluşuyordu. Nakşibendi tarikatının, şeyhi Mehmet Zahit Kotku olan İskenderpaşa dergâhı siyasetle özellikle ilgiliydi ve Millî Görüş hareketinin ortaya çıkışında önemli rol oynamıştı. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan ve Millî Görüş hareketine mensup çoğu ünlü siyaset adamı Nakşilikle ilişkiliydi.
3) Kürt siyasî hareketi: Kürt dili ve kimliğinin ifadesi üzerine Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte getirilen yasaklar giderek güçlenen tepkilere yol açmıştı. 1990'ların ortalarına gelindiğinde Türkiye Kürtlerinin kabaca dini kimliğe öncelik vererek İslamcı partilere destek verenlerle, etnik kimliğe öncelik vererek Kürt siyasî hareketini destekleyenler arasında bölündüğü gözleniyordu. Hareket ise kabaca üç kanada ayrılıyordu: a) PKK'nın temsil ettiği özerkliği ya da bağımsızlığı hedefleyen, silahlı mücadeleyi esas alan akım. b) 1991'de HEP ile başlayıp ayrılıkçılık yaptıkları gerekçesiyle birbiri ardına kapatılan, giderek büyüyerek günümüzde (üçüncü büyük parti) HDP'ye kadar uzanan, Kürt kimliğinin inkarına dayalı politikalardan kaynaklanan soruna barışçı - demokratik çözüm öneren yasal partilerin temsil ettiği akım. c) PKK'nın silahlı mücadelesinin devlet politikalarının ekmeğine yağ sürerek Kürtlere büyük zarar verdiğini düşünen, sayıları çok da fazla olmayan, birçoğunu tanıdığım bağımsız Kürt aydınları.
Tabi ki bir de Marxist ya da Komünistler vardı. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren yasaklı olmakla beraber 1960'larda Türk siyasetinde varlık göstermeye başlamışlar, kimi barışçı kimi silahlı mücadele yanlısı onlarca fraksiyon arasında bölünmüşlerdi. Ancak komünist akım 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması, Doğu Avrupa'nın Sovyet boyunduruğundan kurtulması sonrasında büyük bir bozguna uğramış ve giderek marjinalleşmişti. Benim siyasî görüşlerim de ailemden aşılanan Kemalizm'den üniversitede okuduğum 1960'larda Marxizm'e (giderek Maoist yorumuna) yönelmişti. 1970'lerde sığındığım İsveç'te doktora yaptığım dönemde ise zihnimdeki Marxist paradigma tümüyle çöktü. Artık Marxizm'i liberal demokrasinin zıddı olarak gördüm. Özellikle Karl Popper'in görüşlerinden esinlenerek Marxizm'i eleştiren yazılar kaleme aldım; "Dönekliğimle iftihar ettiğimi" söylemekten çekinmedim.
Yukarıda özetlediğim siyasî manzara karşısında özgürlükçü demokrasinin yerleşmesini ideal edinen bir yorumcu olarak izlemem gereken yol bana oldukça açık görünüyordu: Çoğulcu ve özgürlükçü, yani liberal demokrasiyi savunanlara destek verecek, bununla bağdaşmayan eğilimlere karşı çıkacaktım.
1980'lerde Cumhuriyet gazetesinde liberal sosyal demokrasiyi savunan yazılarım gazeteye hakim olan laikçi - devletçi - ulusalcı yazarların ve gazete dışındaki yandaşlarının büyük tepkisiyle karşılaştı. 1990'ların başında gazetede yaşanan, kabaca İlhan Selçuk'un temsil ettiği kanatla Hasan Cemal'in temsil ettiği kadro arasındaki bölünme de esas olarak Kemalizm'in laikçi - vesayetçi yorumu ile sosyal demokrat yorumunun çatışması olarak görülebilirdi. Tarihte Marxizm nasıl hem komünizme hem de sosyal demokrasiye kaynaklık etmişse, (Haluk Özdalga'dan esinlenerek) Kemalist akım içinden de sosyal demokrat yorumlar çıkabileceğini düşündüm. Bu düşünceyle kısa bir süre Ecevit'in ("dine saygılı") DSP'sinden umutlandım. Ne var ki çok geçmeden DSP'nin demokrasiyle de sol'la da fazla ilgisi bulunmayan bir kişi partisi olduğu anlaşıldı. Bu defa umutlarım Deniz Baykal'ın CHP'sine yöneldi; bu umutla kısa bir süre CHP'de çalıştım. Ancak orada da hayal kırıklığına uğrayacaktım.
Kürt sorununa yönelik yazılarımda, PKK otoriterliğine ve şiddetine sertçe karşı çıkarken, yasal Kürt partilerinin demokratik sisteme entegre edilmelerini savundum. Ülke bütünlüğünün korunmasının şiddetle, askeri yöntemle değil, Kürt yurttaşların dil ve kimlik haklarının tanınması, bölgesel özerklik taleplerinin karşılanmasıyla sağlanabileceğini yazdım. Bu görüşlerimle PKK yandaşlarının husumetiyle karşılaşırken, liberal eğilimli Kürt aydınlarından saygı gördüm.
Türkiye'nin İslam coğrafyasına baktığımda, İslamcılar ile Müslümanları birbirinden ayırmanın şart olduğu kanısına vardım. Kemalizm'in baskıcı laiklik politikaları Müslümanlar arasında haklı tepkilere yol açmıştı. Bütün diğer inançların müminleri gibi Müslümanlar da demokrasiyi benimseyebilirlerdi. Nitekim Türkiye'nin 1950'den sonraki pratiği bunu destekler görünüyordu. İslamcılık ise ilke olarak özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyle bağdaşmıyordu. Ancak şiddete uzak duran ılımlı İslamcılar da zamanla demokratik rejime entegre olabilirdi.
Bu bakış açısıyla yazılarımda ve konuşmalarımda otoriter laiklik politikalarının terkedilmesini, din ile devletin ayrılmasını, DİB'in özerk bir yapıya kavuşturulmasını, tarikat ve cemaatler üzerindeki yasakların kaldırılmasını, başörtüsü yasağı gibi dini özgürlükler üzerindeki öteki kısıtlamaların da son bulmasını savundum. RP'de temsil edilen ılımlı İslamcıları, sadece çoğunluk yönetimine bağlı olmakla kalmayıp yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine saygılı olmaya da çağırdım. Bu yöndeki yazılarımın Millî Görüş hareketindeki Yenilikçi kanadın güçlenmesine, AKP'nin ortaya çıkmasına katkı yaptığını sandım.
AB üyeliği hedefiyle 2002'de iktidara gelen AKP yönetimin ilk döneminde izlediği politikaları eleştirilerime rağmen genelde olumlu buldum ve destekledim. Ne var ki AKP iktidarı 2010'dan itibaren giderek otoriter bir anlayışa yönelerek beni derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Türkiye'nin AB'ye üye olmasını, herkese inanç özgürlüğü anlamında laikliği, piyasa ekonomisini, farklı görüş ve inanç sahiplerinin birbirlerine hoşgörüyle bakmalarını, bilimsel eğitimi savunduğu için Gülen cemaatine de, eleştirilerim olmakla beraber genelde olumlu baktım. Ne var ki cemaat mensuplarının 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde rol aldıklarının, çeşitli hukuka aykırı işlere karıştıklarının ortaya çıkması başka bir büyük hayal kırıklığına yol açtı. AKP iktidarı altında yaşadıklarımız ışığında giderek İslam inancının özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmayacağını sorgular hâle geldim.
Tekrarlarsam: Cumhuriyet'ten Zaman'a uzanan köşe yazarlığım sırasında ülkede özgürlükçü ve çoğulcu demokratik düzenin yerleşmesine, şiddetin son bulmasına, ülkenin bütünlüğünü korumasına, Batı ittifakı içinde yerini korurken giderek AB'ye üye olmasına naçizâne bir katkıda bulunduğum inancıyla yukarıda özetlediğim görüşleri savundum. Ne yazık ki Türkiye, bütün umut ve beklentilerimin aksine özgürlükçü demokrasi idealinden giderek uzaklaştı; 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra da AKP - MHP ittifakı altında giderek daha otoriter bir rejime yöneldi. Savunduğum Kürt sorununa demokratik çözüm sağlanabilmiş olmaktan çok uzak. Savunduğum liberal sosyal demokrasi de kök salabilmiş değil.
Daha kötüsü de var: Yazarlık kariyerim boyunca askeri darbelere ve askeri vesayete karşı çıktığım halde, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra, buna destek verdiğim iddiasıyla tutuklandım. İki yıl hapis yattıktan sonra Anayasa Mahkemesi'nin (ilki uygulanmayan) iki kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla tahliye oldum. Gerek AYM gerekse AİHM, haklarımın ihlal edildiği gerekçesiyle bana yüklü tazminat ödenmesini öngördüğü (ve bunlar ödendiği) hâlde yerel mahkeme Temmuz 2018'de beni terör örgütü üyesi olduğum gerekçesiyle 8 yıl 9 ay hapse mahkûm etti. Yargıtay nezdindeki itirazım hâlâ karara bağlanmış değil.
Bu açıklamalarımı sabırla dinleyen arkadaşım, biraz düşündükten sonra, 1980'lerden itibaren Türkiye'de özgürlükçü demokrasinin yerleşebileceği inancıyla yaşamış ve yazmış olmamı bir tür Don Kişotluk olarak görmüş olmalı ki, "Yani" dedi, "Şahin harikalar diyarında gibiymişsiniz..."
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.06.2023
21.12.2020
6.02.2020
18.11.2020
30.09.2020
24.09.2020
20.07.2020
8.05.2020
29.04.2020
21.04.2020