Şahin ALPAY

Hayalimdeki Türkiye
9.02.2015
1706

 Salı akşamı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın (GYV), bu yıl 21.'si düzenlenen geleneksel iftar davetine katıldım. Bu yılki davetin teması, içinden geçmekte olduğumuz kasvetli günlerin çağrıştırdığı “Hayalimizdeki Türkiye” idi. Vakfın fikir babası ve onur başkanı Fethullah Gülen Hocaefendi, yolladığı mesajda şunları söylüyordu: “Kendimi bildim bileli, hiç kimsenin soy, renk, din, inanç, mezhep ve düşünce farklılığı gibi hususlardan ötürü hor görülmediği, sürekli barış içinde beraber yaşamanın ve insanî güzelliklerde buluşmanın vesilelerinin araştırıldığı, ‘herkesi kendi konumunda kabul ve herkese saygı' ahlakının hâkim bulunduğu ve içteki bu birlik beraberlik ruhuyla dünya muvazenesinde de denge unsuru olabilmiş bir Türkiye hayal ettim.”

Hocaefendi'nin dünya görüşünün mükemmel bir özeti niteliğinde olan bu sözleri beni düşündürdü. Sayın Gülen benden sadece üç yaş büyük, onunla aynı kuşaktanız. Benim “kendimi bildim bileli” hayalim ne olmuştu? Sanıyorum düşünmeye başladığım yaşlardan itibaren, özgürlük ve eşitlik ideallerine bağlandım. Üniversite sıralarına geldiğimde hayalim, “sosyal adaletsizliğin, baskı ve sömürünün son bulduğu; yurttaşların olabildiğince eşit sosyo – ekonomik koşullarda yaşadığı; kimsenin cinsiyeti, etnik kimliği ya da ırkından dolayı ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye” olmuştu.

Bu hayale, sınıf mücadelesiyle kurulacak, sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracak sosyalist düzenle, proletarya diktatörlüğüyle ulaşılabileceğine; bu hayalin her türlü fedakarlığa değeceğine inanmaya başlamıştım. Özgürlükten anladığım bireyin değil sınıfın özgürlüğüydü; bireyin ne değeri vardı ki?

Otuzlu yaşlara ulaştığımda bu hayal yerle bir olmuştu. Sosyalizmin gerek Türkiye'deki, gerekse dünyadaki pratiği, tam bir düş kırıklığı yaratmıştı. Yaşanan şekliyle, Marxist yorumlarıyla sosyalizm baskı ve zulmü, eşitsizliği kurumsallaştırmıştı. Bireyin hak ve özgürlüklerine, insan haklarına saygısız türden bir sosyalizme, bir kolektif özgürlük fikrine inanarak, gerçekte ideallerimizin tam tersi emellere hizmet ettiğimiz bilincine varmıştım. Giderek bütün kuşağım, bütün dünya aynı hayal kırıklığını paylaşacaktı.

Kısa süre sonra hayalim Gülen'in hayaline çok benzer bir şekle büründü: “Hiçbir bireyin cinsiyeti, soyu, rengi, dini, inancı ve düşünceleri nedeniyle ayrımcılığa uğramadığı, hor görülmediği, baskı ve zulme uğramadığı, ‘herkesi kendi konumunda kabul ve herkese saygı ahlakının hâkim olduğu,' fırsat eşitliği ve sosyal adaletin sağlandığı, barışın hüküm sürdüğü bir Türkiye” hayal eder oldum.

1999 bana hayalime giden kapıların açıldığı yıl gibi geldi. Avrupa Birliği'ne aday ilan edilen Türkiye, “demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini ve farklılığa saygıyı güven altına alan kurumların istikrar kazanacağı” bir geleceğe yöneliyor diye düşündüm. AKP iktidarının ilk iki döneminde, bu yolda ilerlendiği izlenimine kapıldım. Ömrümün son dönemini, demokrasiyi yerleştiren, herkesin güven içinde olduğu bir Türkiye'de geçireceğimi düşünmeye başladım.

Ne var ki daha 2011 seçimlerine kalmadan rüyadan uyandım; “Erdoğan, Putin olmak mı istiyor?” (8 Şubat 2011) başlıklı yazım bu uyanışın ilk yansımalarındandı. Ne yazık ki, AKP'ye hükmeden Erdoğan'ın gerçekten başımıza Putin kesilmek istediği kısa sürede ortaya çıktı. Askere dayalı otoriterliği yendiğimizi sandığımız bir yerde, sandığa dayalı otoriterlikle karşı karşıya kalmıştık… Sıra bunu da altetmek için mücadeleye gelmişti. Bu mücadelenin de kazanılacağını, Türkiye'nin Erdoğan ve onun tek adam olma ihtiraslarına kalmayacağını adım gibi biliyorum. Ama hayallerimin gerçekleştiğini görebilir miyim? Umudumu koruyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar