Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Kapı duvar
23.08.2012
2779

 Bazen bir kapıdan adımınızı dışarı atarsınız ve bir daha asla geri dönemezsiniz.

Az önce sırtınızı döndüğünüz kapı, sanki hiç olmamışçasına duvara dönmüştür. Geri dönüş mümkün değildir.

Artık başka bir boyutta, başka bir gerçeklikte, kapının ardında kalan her şeyin geride kaldığı başka bir düzlemdesinizdir.

Türkiye de, Kürt Sorunu konusunda böyle bir noktada.

Buna karşılık, sanki geçmişin, artık kapı arkasında kalan gerçeklikler hâlâ geçerliymiş gibi konuşuluyor, hareket ediliyor siyasette ve medyada.

İtiraf edilmeli ki, Kürt Sorunu hem Türkiye’nin “en önemli meselesi” hem de, siyasetin çözmek için en az uğraştığı, medyanın en az ilgilendiği sorun.

Evet; siyaset ve medya gibi, Kürt Meselesi’nin çözümünde en kilit rolü oynayacak iki alan, bu konuyuaslında hep öteledi, iteledi.

Tartışır gibi yapıp hiç cidden konuşmadık.

Sadece tiyatronun sahnesini izledik de, kuliste ne oluyor?

Savaşanların, askerler ve PKK’lıların en perdesiz duygularını, savaşın çirkin yüzünü, yaşayanlar dışında kimse tam manasıyla göremedi.

Savaş; kan, kir, nefret... Ve uykuymuş meğer.


Çatışmanın en yoğun ânında, müthiş bir uyku bastırırmış.

Bunu eğer bir özel eğitimli komando anlatmasa bizzat bana; nereden bileyim?


Türkiye kamuoyu, oysa habersiz haberlerin ağusuyla farklı bir uykuda.

Artık durum öyle bir noktaya geldi ki, Antep’te patlama olduğunda haber kanallarının hiçbiri, özel yayına geçmedi. Hatta bu kadar büyük bir olay olduktan sonra yayın akışları dahi kesilmedi.

Tersine, haber kanallarındaki programlar; “tatlı hayat” gibi isimlerle, “yiyelim içelim gezelim” gibi temalar içindeydi.

Bu programların birinde, sürekli her şeyi yiyip duran yemek kritiği, Ege’de bir köyde civcivleri severken, sanki eline alıp da bir tanesini ağzına atacak gibi geldi; o kadar gerçeküstü bir durum.

Büyük bir olayın meydana gelmesi ve medyanın uykulu hâli ilk değil tabii; artık tam tersine, gerçekten sarsıcı bir şey yaşandığında hep aynı tepkisizlik.

Ancak, “son dakika” haberi olarak, siyasetçilerin söylediği hakikaten manasız laflar gırla gidiyor.

Sabah da, o sırada bulunduğum Budapeşte’de, Türkiye’de ne olup bitmiş anlayabilmek için açtığım haber kanalında, Édith Piaf’ın meşhur şarkısı La Vie en Rose (Pembe Hayat veya aslında Gül gibi Hayat diye de çevrilebilir) çalıyordu.

Antep’te patlama sanki hiç olmamış.

Tabii, Piaf’ın çağlayan sesi hoş;


“Des yeux qui font baisser les miens/ Un rire qui se perd sur sa bouche/ Voilà le portrait sans retouche/ De l’homme auquel j’appartiens”


“Bakışlarımı yere düşüren gözler,/ Dudaklarında kaybolan o gülüş,/ İşte ait olduğum adamın rötuşsuz portresi size”...

O sırada başka şeyler de oluyor.

Mesela, Antep’te patlamanın etkisiyle açılan kraterin çukuru kapatılmaya çalışılıyor. 70’e yakın kişi yaralı, dokuz kişi ölmüş.

Son kez , “Allaha ısmarladık” dedi bazıları. Son kez, hiç de bilmeden, bazı sözleri söylediler.

Bir insanı son kez görmek...

Bir yoldan son kez geçmek...

Son kez...

Siyasetten gelen tepkiler de “son kez” kapısından geçtiğimizin hâlâ ayırtında değil.

“Toplumsal barışımızın zedelenmesi...”

Toplumsal barış mı kalmış...

“Lanetliyoruz...”

Beddua okumak da, bu topraklara özgü bir “politika” olsa gerek...

Bu saldırının ve bu saatten sonra olacak her şeyin arkasında, herkes olabilir. Arap Baharı, büyük bir gücü açığa çıkardı.

Arap Baharı ile beraber, içinde tüm şeytanlıkların gizli olduğu Pandora’nın Kutusu’nun açılması gibi aynı zamanda bölgenin, betonlaşıp molozlaşan tüm kötülükleri de akışkanlaşıp, son kez, kozların paylaşılması için tozu dumana kattı.

Türkiye siyaseti ve medyası hiç hazır değil, artık biraz da umarsızlaşan, nasırlaşan bir tavırla üzerine konuşulan komplo teorilerinin, “en kötü kâbuslarının” gerçek olduğu yeni gerçekliklere.


Finlandiya’da, nüfusun sadece yüzde 5,5’inin anadili İsveççe.


Ancak, İsveççenin öğrenilmesi okullarda bir zorunluluk.
 Çünkü bir Finlandiyalı olarak, anadili İsveççe olan birine hizmet zorunda kalabilirsiniz her an.

İsveççe öğrenmek istemeyen Finliler ne olacak, dil derslerinin devletin sırtına bindirdiği mali yük ne olacak? Bu konuda, elbette, hep tartışmalar yaşanıyor Finlandiya’da.

Ne var ki, bir de “haklar” diye sihirli bir kelime var ve sonuçta, Avrupa’nın insan hakları konusunda en sorunlu yeri Belarus’ta bile, anadilini öğrenmek anayasal bir hak.

Sanki hayat sonsuza kadar Kürt Sorunu böyle sürsün gitsin, en fakir, en saf, en temiz ve dürüstünden insanlar birbirini öldürsün diye sonsuz bir zaman sunulmuş gibi davranıldı Türkiye’de.

Son bir yıldır da, alarm zilleri çalıyordu; “zaman sona eriyor” diye.

Şimdi işte, zamanın sonundayız.

Bilinen çözüm kapısı artık duvar. PKK, kendisi yok olmaya karar verse, içerisinden arta kalanları kullanacak da bulunur, “limanları yaktık” deyip sonuna kadar savaşmak isteyecek gemiler de...

Türkiye devleti ile PKK arasında olan sorun; son birkaç yılda, önce cerahati topluma akacak şekilde yayıldı ve ardından içindeki irin, uluslararası boyutta yayılacak şekilde bir darbe aldı.

Türkiye, bu saatten sonra kendini aşmalı ki, sürekli kendisini aşacak biçimde haklar ve özgürlükler, “insanca” yaşamak konusunda siyasi felsefe, düşünce üreten bir yer hâline gelmeli ki, Kürt Sorunu mesele olmaktan çıksın.

Gerçekten “La Vie en Rose” arası hoş bir tartışma konusu olarak kalsın.


Şimdiye değin, aslında sorun yokmuş gibi davranıyorduk; “bildiğimiz manada” çözüm kapısı kapanırken, artık mesele hepimizin kapısında.


Bazen, son kez olduğunu anlamadan bir kapıdan geçersiniz ve...


Bir daha dönüş olmaz.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar