Yıldıray OĞUR
Geçen haftanın iki büyük haberi, harareti geçtikten sonra üzerinde durup düşünmeyi gerektiriyor.
Biri Türkiye’de muhafazakarlığın kalelerinden Kayseri’de nüfusun sadece yüzde 5’ini oluşturan Suriyelilere karşı bir adi suçun provokatif haberlerle şehre yayılmasından sonra başlayan saldırılar.
Saldırı deyince belki tam olarak anlaşılmıyor.
Suriyelilere ait 107 dükkan taşlandı, tahrip edildi, yakıldı, bazıları yağmalandı.
Suriyelilere ait onlarca araba parçalandı. Bazıları bir iş makinesiyle.
Vandallığın boyutunu en iyi gösteren daha önce bir Suriyelinin işlettiği manav olduğu için, içine girip tahrip edilen kitapların yere fırlatıldığı bir Kuran Kursu.
Üzerindeki apartmanın yöneticisi bir daha yağmacılar gelmesin diye tahrip edilmiş binaya gerilen brandaya “Burası Kuran Kursu, Türklere aittir” yazdırdı.
Emniyet müdürü taşkınlık yapan kitleyi sakinleştirmek için tacize uğrayan küçük kızın “Türk olmadığını” söyledi.
Ve maalesef bu bilgi kitleyi sakinleştirdi!
Ensar-muhacir kardeşliğini geçeli çok oldu ama Suriyelilerin en azından Müslüman olmasının bile artık Suriyelinin taciz ettiği küçük kız Suriyeliymiş bilgisini alınca evine dönen, Kuran okunan bir yer olduğu belli bir yere bile saldıran ve ancak Kuran Kursu Türklere aittir afişiyle durdurulabilen saldırgan kitle için hiçbir şey ifade etmediği anlaşılıyor.
İkinci olay tabii ki Merih Demiral’ın maçtaki bozkurdu ve ardından aldığı cezaya muhafazakar kesimden gelen abartılı, çoşkulu ve bol bozkurtlu tepkiler. Cezaya kızmak anlaşılır olsa bin yıldır yapıyormuş gibi büyük bir özgüvenle yapılan bozkurt işaretleri, bozkurdun nasıl milli kimliğimizin bir parçası olduğuyla ilgili hararetli konuşmalar, 8 yıllık AK Parti-MHP ittifakının yarattığı toplumsal ve kültürel değişimin çarpıcı bir örneği oldu.
Bu sadece geleneksel Batı’ya tepkiden, son zamanlarda Ayşe Ateş’e belaltı saldırılara kadar varan ne pahasına olursa olsun iktidarı ve müttefiki korumak refleksinden ya da müttefike benzemekten daha derin bir sosyal değişime işaret ediyor.
Aslında makarayı biraz daha sarmak mümkün.
Geleneksel olarak Türkiye’de din ve milliyetçilik her zaman içiçe geçmiş, bazı noktalarda ayrılan ama devlet kutsamacılığı ve tarih şuuru gibi çok büyük ortak paydaları olan iki fikir olageldi.
Türk-İslam sentezi, milliyetçi-muhafazakar terkipleri bu ortak dünyayı ifade ediyor.
Ama sol entelijansiyanın yıllardır ve nihayet bir tür nefret söylemine dönen bir iddiayla tekrarladığı gibi ikisi arasında hiçbir fark da yok değildi.
İslamcılık bu terkibi bozmak, arayı açmak isteyen jakoben ve elit bir fikri akım oldu.
Bozkurtçu idoelojik milliyetçiliğin modernleşmeyle, Kemalizmle, orduyla, devletle paralel olan seküler kimliği, uzun yıllar bu terkibin bir kader birliğine dönüşmesine mani oldu.
Türkeş’in 27 Mayıs’ın sözcüsü olması herhalde bir tesadüf değil.
Özellikle 80’ler ve 90’larda İslamcılık güçlendi ve milliyetçilikle mesafe açıldı.
91’deki zorunlu RP-MÇP-İDP seçim ittifakı bile uzun ömürlü olamadı.
Dindarların, laik baskılar nedeniyle devletle arası açıldı.
Bu da demokrasi taleplerini yükseltti, önce siyaseten sonra kültürel ve dini daha liberal bir muhafazakarlık ortaya çıktı.
Ama AK Parti iktidarının o “kaka devleti” tasfiyesi ve Ankara’yı ele geçirip muktedir olmasıyla Müslümanlar artık Necip Fazıl’ın meşhur dizelerindeki gibi kendilerini “öz vatanında garip ve parya” hissetmemeye başladılar.
Devlet dinle barıştı, artık cenaze namazlarında kenarda bekleyen subaylar değil, vakit namazlarında saf tutan komutanlar, başörtülü polisler, dualarla açılan köprüler vardı.
Ama yukarıda yaşanan bu değişimi bir sosyal değişime dönüştüren bundan sonra yaşanan travmalar ve hayal kırıklıkları oldu.
Biri küresel bir hayal kırıklığı.
İslamcı dünya tasavvuru hayalleri Arap Baharı’yla büyük bir heyecan yaşadı.
Ama günün sonunda yaşanan yenilgiler ve yıkım büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.
Türkiye’de ise bu hayal kırıklığı çifte kavrulmuş yaşandı.
Ümmetin aslında bizi o kadar sevmediği ve beklemediği ortaya çıktı, emperyal hayaller suya düştü, Mısır darbesi ve Suriye’de İslam dünyasının bölünmesi, bazı Arap ülkelerinde artan Türkiye karşıtlığı, ümmet diye uzaktan sevilen Müslüman kardeşlerle Suriyeli mülteciler olarak birlikte yaşamak zorunda kalmanın yarattığı travmalarla birleşti.
Ümmetle gönül bağları zayıfladı, yalnızlık hissi içe, öze, aileye yani millete, Türklüğe çekilmeyi getirdi.
Artık Dağlık Karabağ in, Gazze out. Aliyev in, Gannuşi outtu.
Aynı dönemde büyük heyecanla girilen Çözüm Süreci hayalinin, hendek felaketi ve şehirlerde terör eylemleriyle patlaması, Türkiye’deki İslamcıların ve dindarların milliyetçilikle aralarındaki son ve en güçlü duvarı da yıktı.
Artık önünde Müslüman Kürtlerle olan kültürel ve siyasi bağlar ve Kürtlere karşı sorumluluk ve mahcubiyet duygusu gibi engeller de kalmayınca Türkçülük bentlerini aşıp sel gibi ortama aktı.
Ve üzerine 15 Temmuz geldi.
Bu korkutucu darbe girişimi, bilinen doğrulardan şüpheye, ortak referansların ikna gücünü kaybetmesine, “başı secdeye eğen” gibi referansların erimesine neden oldu, moraller bozuldu, depresyon içe doğru kapanmayı hızlandırdı.
Çevremizdeki devletlerin yıkılmasının üstüne bir de devletin sokaktan toplanması korkusu eklendi, ne olursa olsun bir devletin başımızda olmasıyla ilgili geleneksel travmaları ve devlet tapıcılığı tetiklendi.
Devletle, tankla, tüfekle, jetle ve tabii bayrakla barışan dindarlar bu devletin resmi dindarları haline geldiler.
Artık kimse öz vatanında garip ve parya değildi.
10 yıl önce üniversiteye bile çocuklarını sokamayan insanlar binlerce yıldır bu topraklarda asli unsur oldukları gururuyla ötekiliğin acısını çıkarmaya başladı.
Bu özgüvenle tehlikeli ve güvensiz hale gelen cemaat ve tarikatlar ile olan bağlarından kurtulan pek çok mütedeyyin insan başıboş kaldı, Reisçilik, devletçilik ve Osmanlıcılıkla kendi dindarlıklarını kurdu, daha fazlasını yapmaya donanımı yetmeyenler ise hali hazırda varolan, güçlü, birleştirici, tanıdık bir ideolojik fikrin etkisine girdi:
Milliyetçilik.
Tarihin bu altüst oluşu içinde MHP’den uzanan el ve kurulan ittifak da milliyetçiliğin tutunacak bir dal olarak görülmesine yardımcı oldu.
Bu dalga şehirleşmeyle zaten süren sekülerleşmenin hem ivmesini artırdı hem de yönünü değiştirdi.
Herkesin ve araştırmaların mutabık olduğu gibi Türkiye’de kendisini dindar ve muhafazakar olarak gören kitlede hızlı bir sekülerleşme ve dünyevileşme var.
Sekülerleşme deyince ilk akla gelen dinden uzaklaşma ya da “Deist” olmak.
Ama burada bahsedilen sekülerleşme kelimenin tam olarak Latince anlamındaki gibi “dünyevileşmek.”
Son 20 yılda şehirleşme, zenginleşme, eğitim imkanlarına ulaşmayla doğal ve evrimsel bir yavaşlıkta giden bu sekülerleşme veya dünyevileşme eğilimi özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin çarpan etkisiyle büyük bir ivme kazandı.
Artık Türkiye’deki dindarlar milliyetçileşerek, devletçileşerek sekülerleşiyor.
Bu bir sekülerleşme çünkü İslami referanslar yerini İslami soslu yerli ve milli yani dünyevi referanslara bırakıyor.
Milliyetçilik sekülerleşmeye doğru adım atmak için çok uygun bir kanal, bir ara geçiş bölgesi.
Sekülerleşiyorsun ama geleneksel Türk modernleşmesi gibi bu Batılılara benzeyerek, öz benliğini kaybederek yani onların tabiriyle “gavurlaşarak” olmuyor.
Yumuşak bir geçişle, kültürün hatta dinin içinde kalarak çaktırmadan, hissettirmeden, göze batırmadan yaşanıyor.
Milliyetçilik ve Türkçülük; hayatla ve devletle barışık, kimseyi ahlaki kriterlerle sınırlamayan, dünyevi hayata izin veren ama aynı zamanda kimseyi de gavur yapmayan, dinin, milliliğin içinde tutan sihirli bir formül sunuyor.
Devletle bir derdi, oy vermek dışında uğruna fedakarlıklar yapacağı bir davası kalmayan, dünya nimetlerini elde etmek, elde olanları korumak, artırmak ve dünyadan keyif almak isteyen insanlar için harika bir ideolojik form olarak iş görüyor.
Uygulanması da çok kolay.
İşaret parmağı yerinde duruyor, ona serçe parmak ekleniyor, sonra diğer parmakla önde birleşiyor.
İşaret parmağı artık hem şehadeti hem de bir bozkurdun kulağını temsil ediyor.
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUOtoriterliğe dair bir hukuk manifestosu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Enflasyon düşüyor, müsterih olun’ 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUNe de çabuk unutuluyor… Hatırlatıyorum… 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet, nasıl “devletimiz” olur? 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANDavalar, mahkemeler ve siyasi dizayn 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluTonlarca hurdanın akıbeti belirsiz, ihaleler tartışmalı, işlem yok: Karayolları kimleri zengin ediyo 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKABD’nin “özeleştiri” yapacağı günlerden korkalım 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.06.2025
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025