Akın ÖZÇER
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ilgili anayasa değişikliği referandumundan “Evet” oylarının çıkmasını birçok nedenle olumlu karşılayanlardanım. Anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgili görüşlerimi birkaç yazımla aktarmış olduğum için burada bir kez daha yinelemek istemiyorum. Bu konuda özetle altını bir daha çizmekte yarar gördüğüm iki husus var. Birincisi, devlet sistemi konusunun, başka bir deyişle bir ülkenin parlamenter, yarı başkanlık ya da başkanlık sistemiyle yönetilmesinin, evrensel demokrasi ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla, demokratik bir tercih olduğu. İkincisi, halk tarafından onaylanan bu anayasa değişikliğinin, uyum yasalarının çıkarılması ve Siyasi Partiler ve Seçim yasalarında gerekli değişikliklerin yapılmasıyla birlikte herhangi bir demokratik zafiyeti bulunmayacağı gibi Cumhurbaşkanı’nın yetkileri açısından da mevcut anayasadaki çarpıklığı gidereceği.
Gel gör ki anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgili ciddi eleştiriler bir tarafa, “Hayır” cephesinin kampanyası 18 maddelik pakette yer almayan hususlar üzerinden ve kimi saçma iddialarla yürütüldü. Etik olmasa da karşı propagandanın bu tür iddialar üzerine kurulmasını sonuçta “Hayır” cephesinin tercihi olarak görmek mümkün. Sorun, bu tür propagandayı iki-üç yıldır Erdoğan üzerinden Türkiye karşıtlığı yapan Batı medyasının ve Almanya başta olmak üzere bazı Avrupalı siyasetçilerin de benimsiyor olması.
Erdoğan’ı anayasa değişikliği önerisi daha ortada yokken “Sultan” ve “Diktatör” ilan etmiş olan çevreler, 15 Temmuz’dan sonra bir yandan darbecilere ve PKK’lı teröristlere kol kanat gererken, öte yandan da referandumda etik olmayan kara propagandanın içinde yer aldılar. Bununla yetinmeyip, Hollanda’da olduğu gibi çok daha ileri giderek uluslararası anlaşmaları ve AİHS’ni (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) çiğneme pahasına Erdoğan üzerinden Türkiye karşıtlığı yaptılar. Bunun demokratik bir tutum olduğunu söylemek mümkün değil kuşkusuz.
Geçen Cumartesi referandumu izlemek üzere İstanbul’a gelmiş olan Arte’nin eski temsilcisi ve Slate.fr yazarı Arianne Bonzon’la talebi üzerine görüştüm. Kendisiyle bu konularda uzun bir sohbetimiz oldu. “15 Temmuz’dan sonra Batı dünyasıyla ilişkilerde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını” söylediğim Bayan Bonzon, Batı Avrupa ülkelerinin kabul edilemez düşmanca davranışlarıyla ilgili olarak “Türkiye’nin başında Erdoğan’ı istemiyorlar anlamıyor musunuz” dedi. Bilinmeyen bir şey değildi; ilginç olan bunu Avrupalı bir gazeteciden duymaktı. Batı Avrupa için seçim ya da referandum, ne olduğu hiç önemli değildi, önemli olan Erdoğan neredeyse karşısında yer almaktı ne yazık ki.
Bayan Bonzon’a da söylediğim gibi, Türkiye’nin evrensel demokrasi ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla hangi sistemle yönetileceği kararını verecek olan Türk halkı, yabancı ülkelerin temsilcileri ya da medyaları değil kuşkusuz. Bu temel ilke tartışılırsa, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olup olmadığını da tartışmak gerekir. AB üyelik sürecine emek vermiş eski bir bürokrat olarak, bu Avrupa’yı kabul etmem nasıl mümkün olabilir ki?
Yazıma İspanyolca “Bu Avrupa’ya elveda” başlığı atmamın nedeni, bu düşüncemi yansıtıyor olmasının yanı sıra, El País’te referandum öncesi yayımlanan “Adiós a Turquía” (Elveda Türkiye) başlıklı yazıya cevap oluşturması. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) Madrid Bürosu Başkanı José Ignacio Torreblanco’nun imzasını taşıyan yazının spotu son derece düzeysiz bulduğum şu cümleyi içeriyor: “Erdoğan ne zamandır kendisine elveda dediğimizin ve (onu gördüğümüzde) televizyonun sesini kapadığımızın farkında değil”. (No se da cuenta Erdogan de que hace tiempo que le dijimos adiós y le quitamos el volumen al televisor.)
Torreblanco yazısında İspanya ile Türkiye’nin geçmişini karşılaştırıyor. Franco döneminde İspanya’nın ne kadar geri olduğunu, AET’ye yaptığı başvurunun 1961’de reddedildiğini, Türkiye’nin ise 1963’de Ankara Anlaşması’nı imzaladığını anlatıyor. İspanya’nın daha sonra Türkiye’yi geçtiğini ama “kaydettiği büyük demokratik ilerlemelerin” Türkiye’ye 1999’da üyelik yolunu açtığını aktarıyor. Bu cümle Türkiye- AB ilişkilerini bilenleri gülümsetecek kadar abartılı. Helsinki’de üyelik yolunun açılması Türkiye’nin “demokratik reformlarının” değil, AB tarafının büyük deprem ertesi aldığı tek yanlı kararın sonucu. O dönemde kayda değer reformlar yapmadık çünkü.
Torreblanco, 2004’te başlayan müzakerelerden on yıl sonra Türkiye’nin eskiden İspanya’nın bulunduğu yere doğru gerilediğini söylüyor. Yazısının başında “kısa boylu bıyıklı” bir general olarak betimlediği Franco ile Erdoğan arasında benzerlik kuruyor ve Türkiye’de “otoriter davranışları olan bıyıklı bir başka beyden” (otro señor con bigote y modos autoritarios) söz ediyor. Yazı yukarıda aktardığım spottaki cümle ile sonlanıyor. (http://elpais.com/elpais/2017/04/12/opinion/1491992899_886660.html)
İspanya, üzerine çok yazdığım ikili ilişkilerimizin mükemmel olduğu bir ülke. Ancak medyası sadece El País değil, ABC ve El Mundo da dâhil büyük gazeteleriyle kamuoyunu Erdoğan’ın sırtından Türkiye karşıtlığına hazırlıyor sanki. Ayrı bir konu ama İspanyol medyasının aynı merkezden güdümlü uluslararası medyayla uyumlu tutumu ikili ilişkilerin geleceği açısından pek de hayırlı değil doğrusu.
Esas konumuza dönersek, Batı Avrupa medyasının referandumdan evet’ in çıkmasını genelde olumsuz yansıttığı ve Alman Sosyal Demokrat Parti Başkanı Martin Schulz gibi bazı Avrupalı politikacıların da bu yönde açıklamalar yaptıkları görülüyor. Bu politikacılardan biri de AP üyesi Türkiye raportörü Kati Piri. Bayan Piri referandum sonucunu, “Türkiye’deki bütün demokratlar için üzücü bir gün” olarak niteleyebiliyor. Oysa referandumlardan şu veya bu yönde çıkan sonuçlar demokrasinin özünü oluşturan halkın serbest iradesini yansıtıyor. AB, demokrasinin özüne böylesine aykırı söylemlerde bulunuyorsa, demokratlar olarak, bu Avrupa’ya, siyasetçileri ve medyasıyla evrensel demokrasi ilkelerine saygı gösterene kadar elveda demek durumundayız. Çünkü sadece Türkiye’nin değil dünyanın ihtiyaç duyduğu Avrupa böyle bir Avrupa değil.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.11.2025
30.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
8.10.2025
28.09.2025
21.09.2025
8.09.2025
3.09.2025
29.08.2025