Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
ÜÇ GENCİMİZDEN BİRİ NEREDE?
9.07.2013
2483

 Nabi Avcı Orta Öğretime Öğrenci Yerleştirmek için kullanılan Seviye Tespit Sınavları’nda (SBS) kullanılacak soru havuzunun içeriğinde değişikliğe gidileceği sinyalini uzun zamandan beri veriyordu. Geçen hafta da SBS’leri kaldıracaklarını, dershaneleri de giderek kapatacaklarını açıkladı.

Öğrencileri SBS’den başlayarak bir test maratonu içine sokuyoruz. SBS’yi takip eden ÜSS, KPSS, ALES gibi sınavlarda kullanılan soruları çoktan seçmeli test tekniği ile hazırlıyoruz. Böylece öğrencilerde daha ilköğretim başından başlayarak yalnızca test çözmeye, testte başarılı olmaya endeksli beceriler geliştirmeye zorluyoruz. Bu ölçme değerlendirme sistemi sonuçta ortaya okullara paralel özel eğitim sistemlerini, dershaneleri ortaya çıkardı.

Ölçme değerlendirme alanı ile ilgilenenler bilirler, diğer soru biçimlerine göre test maddeleri bilgi, kavrama ve uygulama düzeyinde davranış ölçeme boyutunda ölçme ve değerlendirme sürecindeki hataları en aza indiren güvenilir ölçme araçlarıdır. Ancak test maddelerinin bilişsel alanın bu düzeylerindeki güvenilirliği ve kullanışlığı, öğrencinin analiz, sentez, değerlendirme düzeyindeki başarılarını ölçmeye kalkıştığınızda giderek ortadan kalkar. Çünkü önceden belirlediğiniz tek bir doğru seçeneği bulmasına bakarak o öğrencinin yeterli analiz, sentez ve değerlendirme yaptığına yeterince karar veremezsiniz (geçerlilik). Her seferinde aynı kararı verebileceğiniz de şüphelidir (güvenilirlik).

Öğrencilerin bilişsel becerilerini çeşitli düzeylerde değerlendirmek için hem sonuca (ürüne), hem de öğrenciyi o sonuca götüren yollara, o yollardaki öğrencilerin davranışlarına yani sürece bakmanız gerekir. Örneğin bir masayı değerlendirmek istiyorsunuz. Sadece sonuçta ortaya çıkan ürüne bakarak değerlendirme yaparsanız, o masayı yaparken ne kadar süre harcandığını, kaç metre küp ağaç kullanıldığını göremezsiniz.

Öğrenci bir üst bilişsel düzeyde soru cevaplarken nasıl zorlanıyorsa; siz de bir üst bilişsel düzeydeki soruyu hazırlarken bir önceki basamaktaki düzeye göre o ölçüde zorlanırsınız. Alana hâkim değilseniz “değerlendirme” düzeyinde hiç işlem yapamazsınız.

O yüzden zihinsel boyutta “analiz”, “sentez”, “değerlendirme” düzeylerinde öğrencilerin davranışlarda ortaya çıkmasını beklediğiniz yaratıcılığı, karar verme yeteneğini, akıl yürütme yeteneğini test maddeleri ile ölçmek son derece zor ve bazı durumlarda da mümkün de değildir. Görev vereceğiniz savaş pilotuna, uzaya yollayacağınız astronota test maddeleri ile karar verebilir misiniz?

Hal böyle iken biz yıllarca ilköğretimden itibaren uyguladığımız test tekniği ile hazırlanmış hep aynı tip sorularla çocuklarımızı değerlendirmeye çalıştık. Çocuklarımızın yaratıcı düşünme, akıl yürütme, değerlendirme, karar verme yeteneklerini geliştirmek şöyle dursun hep körelttik. Dershaneye endeksli sınava dönük eğitim süreçleri içinde çocuklarımıza yalnızca bir takım test çözme becerileri kazandırarak ilköğretimde ve ortaöğretimdeki sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşündük.

Sınama durumlarında kullanacağınız soru tipleri ile gençlerin sadece o günkü durumunu tespit etmezsiniz, fakat aynı zamanda geliştireceği düşünme biçimine de bir şekilde müdahale etmiş olursunuz. O nedenle bu sınama durumlarının ne getirip götürdüğünü, bir de temel istihdam alanı devlet ve hizmet sektörü olan ekonomik ve sosyal yapıyla birlikte düşünmek gerekir.

“Devlet memuru” zihniyetini, “emret efendimcileri”, “idare-i maslahat” uzmanlarını üretmek ve yüksek bürokratların “egolarını şişirmek”, diri tutmak için ne kadar uygun bir sınama durumu üretmişiz değil mi? Yaratıcılık yok, risk almak yok, kendini geliştirmeye çalışmak yok; önceden belli, beklenen sonuçlara ulaştın mı, ulaştırdın mı tamam.

Şimdi Milli Eğitim Bakanı Seviye Belirleme Sınavlarını (SBS) kaldırmaktan, buna bağlı olarak dershaneleri kapatmaktan söz ediyor. Hep bir bakanın ağzından çıkmasını beklediğimiz laflardı bunlar. Fakat sistemde ölçme değerlendirme düzeyinde böyle bir değişikliğe gitmek istediğinizde; örgütlenme, yönetim, program, rehberlik, hizmet içi eğitim gibi pek çok alanda değişikliğe gitmek zorunda kalırsınız.

İlköğretim düzeyinde örneğin ön bilgilere dayalı olarak tablo, ya da grafik oluşturma biçimindeki açık uçlu sorularla kavrama ve uygulama düzeyinde davranışlar ölçebilir ve ölçümü bilgisayar ortamında gerçekleştirebilirsiniz. Ama lisans ve daha üst düzey eğitimde yorum gücü, sayısal, sözel yetenek, yaratıcılık, soyut düşünme, akıl yürütme, hipotetik (çoklu) düşünme yeteneği gibi yetileri açık uçlu sorularla bilgisayar ortamında o düzeyde rahat değerlendiremezsiniz.

Buradaki sıkıntı şu:

Öğrencinin soruya vereceği cevap, ölçülmek istenenin gereği gibi ölçülmesine uygun olmayabilir. Ya da sizin soruya verilecek cevaba dönük beklentiniz yapacağınız ölçümün açık uçlu olma özelliğini ortadan kaldırabilir. Öğrencinin “yaratıcı olma” beklentinizi karşılamasını beklerken, öğrencinin yaratıcılığını sınırlıyor olabilirsiniz pekâlâ. Yani soru sizin cevaba dönük beklentinize bağlı olarak “açık uçlu” olmaktan çıkabilir. Öğrenci o soruda sizin neyi ölçeceğinizi göremeyebilir. Ya da siz öğrencinin ortaya koyduğunu değil de başka bir şeyi ölçüyor olabilirsiniz? O nedenle açık uçlu sorular üzerinden ölçüte dayalı değerlendirme yapmak, geçerliliği ve güvenilirliliği korumak kolay değildir.

SBS iyi kötü değerlendirmede standart bir zemin oluşturuyordu. Bunun yerine ne koyacaksınız?  Sorun burada.

Okullarda değerlendirmelere esas olacak ölçümlerin geçerliliğini ve güvenirliliğini nasıl sağlayacaksınız? Alt sistemlerdeki uygulamalarda standartlaşmayı sağlamak için ne gibi önlemler alacaksınız? Milli Eğitim Bakanlığının, örgütsel yapısı, programlar, öğretmen politikaları, rehberlik sistemi, denetim sistemi böyle bir sürece ne kadar hazır? Örneğin belki ilçelerde ve okullarda öğretmenlerden ve okul idarelerinden özerk bir “ölçme değerlendirme” örgütlenmesine gitmeniz gerekecek.  Bu alanda kullanacağınız kadroları, uzmanları şimdiden özel bir çabayla yetiştirmeniz gerekmez mi? Bütün bunlar eğitim sisteminde bir zihniyet değişikliği olmadan gerçekleştirilebilir mi?

Kafasındaki ölçme değerlendirme sistemine dönük böylesine hazırlıklar içindeyse Sayın Bakanı alkışlamak gerekiyor. Fakat mantık dışı, ideolojik, merkeziyetçi örgüt yapısını güçlendiren, siyasi iktidarın kadrolaşmaya dönük eğitime müdahaleleri ortada iken Milli Eğitim Bakanlığından böyle bir zihniyet, yapı ve uygulama değişikliğini beklemek ne kadar gerçekçi?

AKP hükümeti 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim sistemini sonu belirsiz bir karmaşanın içine soktu. Bu sene ana sınıfı eğitimi almadan ilköğretim birinci sınıfa başlatılan çocuklarda okuma yazma eğitimi dâhil amaçlara büyük ölçüde ulaşılamadı. Sonuçlar ortada. Nerede ise bir kuşak heba edildi.

Okulların bütün idari kadroları, müfettişler rotasyon adı altında darmadağın edildi. İdari kadroları gençleştirme adı altında AKP ve onun milli eğitim bakanları Milli Eğitim Sisteminde kadrolaşmaya hız verdiler.

Şimdi de Eğitim Fakülteleri’nin ortaöğretime öğretmen yetiştiren bölümleri kapatılıyor. Yeni eğitim-öğretim döneminde Eğitim Fakülteleri’nin ortaöğretim bölümlerine öğrenci alınmayacak. Kimya, Fizik, Biyoloji bölümleri zaten fiilen kapanmıştı birçok fakültede. MEB, ortaöğretim kurumlarının sosyal bölümlerine öğretmen ihtiyacını Din Dersi öğretmenlerinden, ilahiyat mezunlarından karşılayabileceğini düşünüyor herhalde. Milli Eğitim Bakanlığı, önüne gelen üniversite mezununu “formasyon eğitimi” adı altında 5-6 haftalık eğitimlerle sınıf öğretmeni olarak atadığı 1997-1998’li yıllarına bu sefer ortaöğretim boyutunda geri dönüyor.

Bunlar hayra alamet işler değil.  

Eğitim sisteminde moral değerler her geçen gün daha fazla yıpranıyor. Eğitim sisteminde süre giden kargaşayı Milli Eğitim Bakanı görmüyor mu? Bu görüntü mü gerçek bakanın müjdesini verdiği görüntü mü? Bu yapı içinde mi kaldıracaksınız SBS’leri, kapatacaksınız dershaneleri?

AKP’nin dershaneleri kaldırma girişiminin altında, tabanındaki “cemaat” etkisine dönük bir müdahale düşüncesi mi var, bilmiyorum. Ancak 80 bine yakın öğretmenin faaliyette bulunduğu dershanecilik alanına müdahalenin sosyal ekonomik bir takım sonuçları olacağı ortada. Devletin nitelikli eğitim konusunda sorumluluklarını yerine getiremediği açıkça ortadayken Bakan insanların sözlerine inanarak çocuklarını dershanelere göndermeyeceklerini mi düşünüyor? Ya da başka bir söyleyişle, dershaneler kapanacaksa, ailelerin nitelikli eğitim talebini nerede, nasıl karşılamayı düşünüyor?

2013 Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı’na 1.800 Bin öğrenci başvurdu. Bu sınavdan 180 üzerinde puan aldığı halde Lisans Yerleştirme Sınavına başvurmayan 381 Bin öğrenci var. LYS’ye başvuran öğrenci sayısı ise yalnızca 851.031, yani yüksek öğretimde okumak isteyip de üniversitelerin lisans programlarına başvurmayan ya da başvuramayan bir milyon öğrencisi olan bir ülkede yaşıyoruz. Bırakın LYS sonucunu, bu sınavda başarılı olan öğrencilerin ne kadarının hangi programlara yerleştirileceğini, Bakan bir üst eğitim yapmak isteyip de yapamayan bu bir milyon genç ile ilgili ne düşünüyor?

OECD 2012-2013 raporunda Türkiye’de çalışmayan ve her hangi bir eğitim almayan 15-29 yaş gurubundaki gençlerin oranında son yıllarda %7’lik bir düşüş olduğunu açıkladı. OECD ülkelerinde bu yaş gurubu içinde çalışmayan ve hiçbir yerde eğitim görmeyenlerin oranı %16 iken biz de %35. Yani üç gencimizden bir tanesi ne okulda ne de iş hayatının içinde.

SBS’leri kaldıracak, dershaneleri de kapatacak anladık da, peki bu gençler neredeler, aileleri ne halde?

Sayın Milli Eğitim Bakanı’nın bu sorulara bir cevabı var mı? 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar