Ayşe HÜR-Taraf yazıları

Geçen haftaki “Türkler nasıl Müslüman oldu” yazısına okurlardan ağırlıklı olarak eleştiri mailleri aldım. Bu maillerin neredeyse tümü oldukça nazik bir dille kaleme alınmıştı. (Eleştirisinin neye olduğunu söylemeden “Bir daha da Taraf almayacağım” diyen iki kişiyi de bu gruba sokuyorum.) Eleştirilerin özünü, Kuran ayetlerini lafzıyla eleştirmemin yanlışlığı oluşturuyordu. Her biri kendi çapında kelam, hadis ve tefsir âlimi olduğu anlaşılan bu okurların bana tavsiyesi Kuran’ın nasıl indirildiğini, sure ve ayetlerin nasıl okunması gerektiğini, vb. konuları öğrenmeden ağzımı açmamamdı. Ben de öyle yaptım. Bu hafta ağırlıklı olarak islamic-awareness.org adlı internet sitesindeki makalelerden yararlanarak Kuran’ın yazılış hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Umarım amatör tefsircilere bir katkım olur...
***
Kuran, İslam inancına göre Allah’ın sözü kabul edilir. Yine İslam inancına göre Allah, Cebrail adlı bir melek aracılığıyla kendi sözlerini Muhammed’e iletir. Muhammed ise ‘vahiy kâtipleri’ adı verilen kişilere “tanrı” vahiylerini yazdırtır. Neden Peygamber kendisi yazmıyordu diye soranlara İslam âlimlerinin bir bölümü “Peygamber ümmi (okuma-yazma bilmez) idi” diye cevap veriyor, bir bölümü, vahiylerin Peygamber’in ölümünden çok kısa zaman öncesine kadar gelmeye devam ettiği, dolayısıyla henüz görev tamamlanmadığı için kayda geçmediği” şeklinde açıklama getiriyor. ‘Vahiy kâtiplerinin’ etnik veya dinî kökeni ile sayısı konusunda da bir uzlaşma yok. Ancak sayıları 40’a kadar çıkarılan bu kâtiplerden İslami kaynaklarda adı en çok tekrarlananlar Yunanlı Bel’am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman (Selman-ı Farisi), Yahudi Bahira, Verka, Abdullah İbn-i Selam.
Taşlar, deriler, ağaç kabukları
Ayetler “Lihaf” (küçük yassı taşlar), “Rıka” (deri, ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), “Ektaf” (deve ve koyun kemikleri), “Ektab” (ağaç parçası) gibi nesnelere yazılmıştı. İbn’el-Nadim ve Buhari gibi güvenilir kaynaklara bakılırsa, Peygamber’e vahyedilmiş bazı ayetler (Şeytan Ayetleri gibi) Allah’ın dilemesi ile Peygamber’in hafızasından silinmişti. Nitekim Bakara Suresi’nin 106. ayetinde “Biz herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?” diyordu.) Böylece bazı ayetler bu malzemelere hiç yazılmamış ya da yazıldıktan sonra ortadan kaldırılmıştı. Yine bazı kaynaklara göre bazı ayetleri keçi yemişti. Geriye kalanların tümü Peygamber’in evinde iple bağlı olarak birarada duruyordu, diyen kaynak varsa da ağaç kabuğunun ya da yaprağın, derinin birbirine bağlanması mümkünse de, taşın, kemiğin bağlanması imkânsız olduğundan bunun İslami bir efsane olduğu anlaşılıyor.
Yemame Savaşı’nın zayiatı
Nitekim Peygamber’in ölümünden sonra dinden dönmelerin (ridde) artması ve 633 yılında, İlk Halife Ebubekir’in ordularıyla ‘Yalancı Peygamber’ Müseylimet’ül-Kezzap’ın orduları arasında yapılan Yemame Savaşı’nda 70 kadar hafızın ölmesi üzerine, (Ebubekir’in ölümünden sonra İkinci Halife olacak) Ömer’in ayetleri derleme işine önce “Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilir?” diye itiraz eden ancak sonra bunun gerekli olduğunu kabul eden Ebubekir’in bu işle görevlendirdiği Zeyd bin Sabit “Ebubekir bana ‘Sen akıllı bir gençsin. Peygamber’e vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini’ dedi. Allah’a ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran’ı derlemek kadar...” demiş.
Ebubekir’in derlemesi
Derleme işinde hafızasına başvurulacak kişilerin sayısı konusunda İslami kaynaklarda ufak tefek farklılıklar vardır ancak en iyimser tahminde bu kişilerin yediyi aşmadığı anlaşılır. Örneğin Buhari’nin “E’s-Sahih” adlı eserinde geçen dört hadisten ilki şöyledir: “Amr İbnü’l-Ass anlatıyor: Peygamber’in ‘Kuran’ı dört kişiden alın, Abdullah İbn-i Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan (Muaz İbn-i Cebel) ve Übeyy İbn-i Ka’b’den’ dediğini işittim.” İkinci hadiste Peygamber’in hizmetkârı Enes anlatır: “Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu’d-Derda, Muaz İbn-i Cebel, Zeyd İbn-i Sabit ve Ebu Zeyd.” Üçüncü hadis sahabeden olmayan ilahiyatçı Katade’den aktarılır: “Malik oğlu Enes’e; ‘Peygamber döneminde, Kuran’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir’ diye sordum. Şu karşılığı verdi: ‘Dört kişi. Tümü de Medineli. Übeyy İbn-i Ka’b, Muaz İbn-i Cebel, Zeyd İbn-i Sabit ve Ebu Zeyd...”
Ayeti nerede buldu?
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman “Peygamber döneminde Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi (İbn-i Mesud, Salim, Muaz bin Cebel, Übeyy bin Ka’b, Ebu’d-Derda, Zeyd bin Sabit ve Ebu Zeyd) idi” demek mümkün.
Hafızlar heyeti oluşturulduktan sonra Ömer ile Zeyd, herkesin elindeki ayetleri getirmesini istemişlerdi. Zeyd, herhangi bir ayeti yazıya geçirmek için, iki şahidi şart koşmuştu. Ancak sonunda bir şahitle ‘Mushaf’a koymak zorunda kaldığı ayetler de oldu. Örneğin Tevbe Suresi’nin son iki ayeti böyleydi. Zeyd şöyle demişti bu konuda: “Tevbe Suresi’nin son iki ayetini Ebu Huzeyme’de buldum, ki başkasında bulamamıştım bu parçayı.” (İslam âlimlerinin bu sapmayı meşrulaştırma cümlelerinden biri şu: “İki şahit derken, birinci şahit ayetin yazılı olduğu nesne, ikinci şahit ise hafızlardan biriydi.” Bu açıklamanın doğru olup olmadığını konunun uzmanlarına bırakıp devam edelim.)
Özel Mushaflar
Ancak, bu işler yapılırken, hafızlar grubundan bazı kişiler kendi Mushaflarını oluşturuyorlardı. Böylece ortaya Ibni Mesud’un Mushafı, Übeyy Ibni Ka’b’ın Mushafı, Abdullah Ibni Abbas’ın Mushafı, (Peygamber’in eşlerinden) Aişe’nin Mushafı, (daha sonra Dördüncü Halife olacak) Ali’nin Mushafı gibi değişik Mushaflar çıkmıştı. 15. yüzyıl ilahiyatçısı Suyuti, El İtkanFi Ulumil Kuran (kısaca İtkan, Kuran İlimleri Ansiklopedisi) adlı eserinde bu Mushaflar arasındaki farkları gösteren bir liste yayımlamıştı. Buna göre Ibni Mesud’un Mushafı’nda Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure ile Felak ve Nas Sureleri yoktu. Ali’nin Mushafı’nda surelerin sırası bugünkünden farklıydı. (Ayrıca Suyuti kitabında, Bakara Suresi’nin orijinalinde Ahzab Suresi ile aynı uzunlukta olduğunu belirtiyor. Oysa bugün, eldeki ‘resmî’ Kuran’da, Bakara Suresi 286 ayet iken, Ahzab Suresi 73 ayet.)
Sonuçta Zeyd başkanlığındaki heyetin Kuran’ı derleme ve yazma işi bir yıl sürdü. Derlenip parşömene geçirilen ancak indiriliş sırasına bakmadan iki kapak arasına konan ayetlerden oluşan bu ilk Kuran ölene kadar Ebubekir’in uhdesinde kaldı, sonra İkinci Halife Ömer’e geçti. O da ölünce, Ömer’in kızı, Peygamber’in eşi Hafsa’ya emanet edildi.
Osman’ın Mushafı
Ancak mesele hallolmamıştı. Buhari’nin naklettiğine göre, 650 yılına gelindiğinde, Sahabe’den Huzeyfe İbn-i Yeman, Üçüncü Halife Osman’a Müslümanların Kuran’ı değişik şekilde okumalarından dolayı, “ümmetin Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi birbirine düştüğünden” yakınmıştı. Bunun üzerine Osman, Ebubekir’in derlediği ilk Kuran’ı emanetçisi Hafsa’dan istedi. Bu Mushaf, Zeyd’in başkanlığındaki dört kişilik bir heyet tarafından yeniden işleme tabi tutuldu. Bu sefer sureler ve ayetler indiriliş sırasına göre dizilecek, kabilelerin Kuran’ı okuma şeklinde çıkan farklar, anlaşmazlıklar ise Kureyş şivesinin esas alınmasıyla çözülecekti. Bugün bazı Batılı ilim adamları, o tarihte Hicaz’da yazı dilinin Arapça değil Aramice ya da İbranice olduğunu söylüyor, bazı Batılı ve İslami ilim adamları da Arapçada ünsüz harflere ünlü karakteri kazandıran hareke denen işaretlerin veya bugünkü noktalı harflerin olmaması yüzünden Kuran’ın tek bir şivede yazılmasının imkânsız olduğunu söylüyorsa da, bugün yaygın kabul gören inanışa göre bu iş (Arapçanın Kureyş şivesine göre Kuran’ı yeniden yazmak) başarılmıştı. Ancak ilk derleme sırasında çıkan sorunlar bu sefer de çıkmıştı. Örneğin Suyuti’nin Itkan’ına göre Zeyd İbn-i Sabit şöyle demişti: “Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresi’nin sonundan bir ayeti kaybettim. Ki, Peygamber’in onu Kuran’dan bir parça olarak okuduğunu işitmiştim. Aradık bu ayeti. Ve Huzeyme bin Sabit’de bulduk, [Ahzab Suresi’ne 23. Ayet olarak] ekledik o Mushaf’a.”
Bunun gibi başka olaylar da olmalı çünkü Suyuti’ye göre bu ikinci derlemeden sonra Ömer’in oğlu Abdullah (İbn-i Ömer) demişti ki: “Hiçbiriniz, Kuran’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. ‘Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum’ desin yalnızca.”
‘Mushaf Yakıcı’ Mervan
Bu ikinci derleme işi tamamlandıktan sonra, Ebubekir’in Mushafı söz verildiği gibi Hafsa’ya iade edildi. Osman’ın hazırlattığı İmam (asıl) Mushaf Osman’da kaldı. Bazı kaynaklara göre bundan dört nüsha hazırlandı ve Kahire’ye, Kûfe’ye, Basra’ya (ikisi de bugünkü Irak’ta) ve Şam’a gönderildi. Bazı kaynaklara göre yedi nüsha hazırlandı ve bu şehirlere ilaveten Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e gönderildi. Bazı kaynaklara göre ise bunların dışında bazı kişilerin kendileri için hazırladığı özel Mushaflar vardı. O yıllarda henüz aynı şekilde yazılan harfleri ses olarak birbirinden ayıran noktalar olmadığından bazı kelimeler farklı okunmuş, dolayısıyla farklı yazılmıştı. Ama daha önemli farklar da vardı. Bazı İslami kaynaklarca “Kur’ân-ı Kerim’in tercümanı” diye nitelenen Peygamber’in amcasının oğlu Abdullah İbn-i Abbas, kelimelerin eş anlamlılarını kullanırdı. Ebubekir dönemindeki heyetin üyesi Enes İbn-i Malik, Halife Ömer’in oğlu Abdullah’ın da tercih ettiği eş anlamlılar vardı.
Ebubekir’in Mushafı ile Osman’ın Mushafı arasında ne gibi farklar olduğunu ise bilmiyoruz çünkü, Ebubekir’in Mushafı emanetçisi Hafsa’nın ölümünden sonra Emevi Halifesi Mervan İbn-i Hakem tarafından yakılmıştı. Önemli İslam kaynaklarına göre adı o yıllarda ‘Mushaf Yakıcı’ya çıkan Mervan’ın gerekçesi şuydu: “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmişti. Artık ona gerek kalmamıştı. Yakılıp yok edilmezse, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım.”
692’de yapılan Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’daki kitabede bile bugünkü ünsüz harflerin ünlü okunmasını sağlayan işaretlerin bulunmamasından hareket edenler, bu işaretlerin (harekelerin) 649-714 arasında Irak Valisi olan Haccac tarafından Kuran’a eklendiği rivayetine inanma eğiliminde (Haccac güya ‘Kuran’a bin tane elif eklettim’ demişti) ancak bu rivayet ‘sahih’ görünmüyor. Ancak günümüzdeki metinlerde, eski yazılı Arapçada olmayan sesli harflerin ve noktalama işaretlerinin ne zaman ve kim tarafından konduğu meselesi cevap bekliyor.
İmam Mushaf bugün nerde?
Ebubekir’in Mushafı’nın akıbetini aşağı yukarı öğrendik. Peki, Osman’ın Mushafı şimdi nerede? Bu konuda rivayet muhtelif. Bazılarına göre İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, bazılarına göre Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te. Her iki Mushaf’ın da iddiasının temelini, bu Kuran’ların (daha doğrusu Bakara Suresi’nin 137. ayeti) üzerindeki kan lekesi oluşturuyor. Çünkü geleneğe göre, Osman öldürülürken bu Kuran’ı kıraat ediyordu ve kanı sayfaya sıçramıştı. Kan izi iki ayrı Kuran’da olmayacağına göre iddialardan biri doğru değildi ama hangisi? Yoksa ikisi de mi yanlıştı? Gelin konuya biraz daha yakından bakalım:
Semerkand Kuranı
Bilimsel literatürde Taşkent’in tarihsel adından dolayı “Semarkand Kuranı” rivayete göre Osman’ın öldürülmesinden sonra, Halife Ali tarafından Küfe’ye getirilmiş, 1402’de bölgeyi talan eden Timur’un eline geçmiş, 1485’te Semerkand’da ortaya çıkmıştı. 1868’de Semerkand Rus ordularının eline geçince, Kuran Rus Çarlığı’nın başkenti St. Petersburg’daki İmparatorluk Kütüphanesi’ne konmuştu. 1917’de Bolşevik Devrimi’nden sonra Britanya’ya karşı Müslümanları yanına çekmek isteyen Lenin tarafından Başkırdistan’ın başkenti Ufa’ya gönderilmiş, ama Taşkentli Müslümanların ısrarlı talepleri uyarınca, 1924’te Taşkent’e dönmüştü. O günden sonra da bazı kaynaklara göre Özbek Müslümanları tarafından gizli bir yerde, bazı kaynaklara göre ise Özbekistan Sovyeti Kütüphanesi’nde saklanmıştı.)
Semerkand Kuranı hakkındaki diğer bilgilerimiz ise daha da sınırlı. Çünkü bu Kuran üzerindeki nadir bilimsel çalışmalar Rus şarkiyatçıları A. Shebunin (1891) ve S. Pissareff (1905) ile Batılı şarkiyatçılar A. Jeffery & I. Mendelsohn’un (1942) ve F. Deroché’nin (1999) makaleleri ile sınırlı. Çünkü Özbek makamları Kuran üzerinde çalışma yapmaya izin vermiyorlarmış. Son olarak Diyanet İşleri eski başkanlarından Tayyar Altıkulaç mikrofilmler üzerinden çalışıyor ama henüz nihai raporunu vermemiş. Önce en çok merak edilen soruya cevap verelim: Biraz önce adını andığım araştırmacıların hepsi de Semerkand Kuranı’nın Osman’ın Mushafı olmadığında anlaşıyor. Bu kanıya bazı sayfalarda yapılan radyo-karbon testleri ve metinlerin paleografi (yazı çeşitlerini inceleyen bilim dalı), ortografi (yazı sistemlerini inceleyen bilim dalı) konulu analizlerden sonra vardıkları anlaşılıyor. Orijinalinin 360 yaprak (varak) olduğu sanılan ancak halen, 353 yaprağı Taşkent’te olan Semerkand Kuranı radyo-karbon testlerine göre yüzde 95 ihtimalle 8. yüzyıla ait. Paleografik ve ortografik analizlere göre ise 8. yüzyılın sonu ile 9. yüzyılın başına ait. Bu konuda en önemli ipucu Kuran’da kullanılan Kufi yazının bu yüzyıllarda tekâmül etmesi. Gerçekten de hatta adını veren Kufe şehri 638 yılında kurulmuştu ancak bazı dilbilimcilere göre Kufi yazı, Kufe’den önce de biliniyordu ancak adını hattı resmî yazışmalarda kullanıldığı Kufe’den almıştı. Dolayısıyla sadece Kufi yazıdan hareket etmek doğru değildi. Ama söz konusu araştırmacılar, hatadaki başka özelliklerden ve süslemelerden hareketle kendilerinden emin görünüyorlar.
Topkapı Sarayı Kuranı
Osman’ın Kuranı diye ünlenen Topkapı Sarayı’ndaki Kuran ise Tayyar Altıkulaç tarafından incelenmiş ve raporlanmış. Altıkulaç’a göre, bu Kuran Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından 1811 yılında Sultan II. Mahmud’a hediye edilmiş. 408 varaktan oluşan Kuran’ın sadece iki varağı eksik. Baş taraftan birkaç varak zarar gördüğü veya zayi olduğu için Mushaf’ın yazılışından 50-100 yıl sonra yeniden yazılmış. Her ne kadar Topkapı Kuranı’nın üzerinde “Bu Kuran Halife Osman öldürüldüğünde okuduğu Kuran’dır. Üzerindeki kan lekeleri hâlâ görülebilmektedir” yazılıysa da Altıkulaç’a göre Topkapı Kuranı da Osman’ın Kuranı değil. En büyük ihtimalle Emevi Dönemi’nde kullanılan tarzda Kufi yazıyla fakat farklı katiplerce kaleme alınmış. Ancak üzerine daha sonraki yıllarda noktalar eklenmiş. Ancak bu noktalar, Arapçada noktalama usulünü ilk bulan Ebu el Asvad (ö. 688) tarzında imiş.
Kahire Kuranı
Osman’ın Kuranı’nı bulamadık ama Kahire’de, İstanbul’da ve St. Petersburg’da Hicret’in ilk iki yüzyılına tarihlenen başka Kuran’lar var. Bunlardan Kahire’deki Hüseyin Camii’deki (El Meşhedü’l-Hüseynî) Kuran üzerine çalışan Tayyar Altıkulaç ve Selahaddin Müneccid’in vardıkları sonuç, bu Kuran’ın bugüne dek sanıldığı gibi Osman döneminde kaleme alınan nüshalardan biri olmadığı yolunda. Bu iki ilahiyatçıya göre Kahire Kuranı, Emevi Halifesi Mervan’ın Kahire Valisi olan kardeşi diğer Mervan tarafından yazdırılan bir nüsha.
TİEM Kuranı
Bu iki ilahiyatçının üzerinde çalıştığı bir diğer Kuran ise İstanbul’daki Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki Kuran. İlk sayfasında Sultan I. Mahmud’un (1730-1754) mührünün olduğu bu eser 1912’de Aya İrini’den Müze’ye intikal etmiş. 439 yapraktan oluşan bu Kuran’ın 17 yaprağının kayıp olduğu sanılıyor. Kuran’ın 14 yaprağı da 1437 tarihinde onarım görmüş. Kufi yazıyla yazılmış Kuran’ın son yaprağında “Hicri 30 yılında Osman bin Affan yazdı” ibaresi görülüyorsa da, Altıkulaç’a ve Müneccid’e göre paleografik ve ortografik özellikler ve süsleme unsurlarından hareketle bu ibarenin daha sonra (8. veya 9. yüzyılda) konduğu düşünülüyor. Ancak Gerek Altıkulaç, gerekse Müneccid, bu Kuran’ın günümüze dek ulaşan en eski Kuran olduğunda hemfikir.
Darü’l-Kütüp Kuranı
Mısır Milli Kütüphanesi’nde (Dar Al-Kutub Al-Mısrıyya) bulunan Kuran’ın özel kişilerin elinde olan varakları üzerinde yapılan radyo-karbon testine göre, yüzde 95 ihtimalle 609-694 yılları arasında yazıldığı düşünülüyor. Paleografik ve ortografik incelemeler de aşağı yukarı aynı tarihlere işaret ediyormuş. Metnin incelenebilen kısımları Kufi yazıyla yazılmış ama 688’den sonra icat edildiği bilinen harekeler ve noktalama işaretleri yokmuş. Orijinal metninin 620 yaprak olduğu sanılan Dar’ül-Kütüp Kuranı’nın 562 yaprağı bu kütüphanede, diğer yaprakları bazı Paris ve Gotha’da koleksiyonerlerin elinde. Ancak Kahire’deki 562 varaktan 248’i gerçek parşömen (papirüs), 34’ü varak sahte parşömen, 61’i başka bir Kuran’a ait, 219’u 1830 tarihinde üretilmiş kâğıtlara modern metinlermiş. Kısacası bu Kuran’ın da derleme olduğu anlaşılıyor.
St. Petersburg Kuranı
Son olarak büyük bir bölümü bugün Rusya’da St. Petersburg’daki Şarkiyat Enstitüsü’nde saklanan ‘St. Petersburg Kuranı’ndan bahsetmek istiyorum. 1936 yılında ‘yaşlı bir kadın tarafından’ enstitüye bağışlanan bu Kuran’ın, 19. yüzyılda Suriye’de kıymetli eserlerden oluşan büyük bir kütüphanenin sahibi olan Hıristiyan Arap Nofal Ailesi’nin haraç mezat satılan terekesinden kalma olduğu sanılıyor.
1998 yılında Rus şarkiyatçı Efim Rezvan’ın ve 1999’da Fransız şarkiyatçı François Déroche’nin yayımladığı makalelere göre bu Kuran’ın orijinali 97 yaprak olup, bunların 81’i St. Petersburg’da, diğerleri Özbekistan’da (biri Taşkent’teki Biruni Enstitüsü’nde, ikisi Buhara’daki İbn-i Sina Bölge Kütüphanesi’nde, biri Taşkent’teki İslam İşleri İdaresi’nde, 12’si Katta Langar’da bir ailenin elinde) idi. Hicaz hattıyla yazılmış olan Kuran’ı iki ayrı kâtibin yazdığı anlaşılıyordu, çünkü bazı harflerin yazımında bariz farklar vardı.
Sana’a Kuranı
Son olarak 1972’de Yemen’in başkenti Sana’a’daki Ulu Cami’de bulunan Kuran var. ‘Sana’a Kuranı’ üzerinde Alman şarkiyatçı Dr. Gert Puin tarafından yapılan incelemeler aradan geçen 36 yılda tamamlanabilmiş değil. Bunun nedeni bu Kuran ile ilgili ilk değerlendirmeler olmalı. Puin’e göre, bu Kuran’ın yazıldığı parşömen Peygamber’in doğumundan önceye tarihleniyor ama üzerindeki yazı daha sonraya ait. Daha ilginci üstteki metnin altında silinmiş bir eski metin var. (Bu tür metinlere literatürde ‘palimpsestus’ deniyor.) Bu metin de Kuran metni. Puin’in Batılı şarkiyatçılarca pek beğenilen ancak İslam çevrelerinde infiale neden olan iddiası ise şu: Kuran’ın yazılışı Peygamber’den çok önce başlamıştı. Çünkü Kuran, kendisinden önceki kutsal kitapların bir çeşit özeti olmaktan öteye gitmiyordu. Suudi Arabistan Hicaz’da arkeolojik araştırmalara izin verinceye, İslam bilim adamları İslam ülkelerinin kütüphanelerinde saklı olan yüzlerce eser üzerinde ‘bilimsel kriterlere’ uygun araştırmalar yapıp, sonuçlarını bizlerle paylaşıncaya kadar bu tür ‘şarkiyatçı’ yorumlar gündemde kalacak gibi görünüyor.
Daha anlatacak çok şey var ama yerim bittiği için burada noktalıyorum. Kalanını internet nüshasına eklemeye çalışacağım. Bu tarihçeye bakılırsa, bugün İslam ülkelerinde kullanılan ‘Resmî’ (Standardize edilmiş) Kuran’ın (ki 1920’de Kahire’deki El Ezher Üniversitesi tarafından kaleme alındı) Osman’ın Mushafı’yla değil ‘harfi harfine aynı’ olduğunu, bu tarihçeyi bilenlerin kabul etmeye razı olduğu gibi, ayetlerin sırası ve içeriği açısından aynı olduğunu iddia etmek, ancak ‘iman’la mümkün, yoksa ‘bilimsel açıdan’ mümkün değil.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.05.2012
22.04.2012
15.04.2012
8.04.2012
1.04.2012
25.03.2012
18.03.2012
11.03.2012
4.03.2012
26.02.2012