Ayşe HÜR-Taraf yazıları
Geçtiğimiz hafta Fransa Parlamentosu, “soykırım” tasarısını kabul etti. Yürürlüğe girmesi Başbakan Sarkozy’nin onayına kaldı. AKP hükümeti, ilk oylamaya göre daha soğukkanlı ancak Fransa’yı Cezayir Meselesi’nden dolayı eleştirmek hâlâ çok revaçta. Bu hafta, bilmeyenlere ya da unutanlara, Fransa Cezayir’de “soykırım” yaparken, Türkiye’nin ne yaptığını hatırlatmak istiyorum.
Cezayir, 1529’dan 1830’daki Fransız işgaline kadar Osmanlıların yönetiminde kaldı. Bugün “Fransa’nın Cezayir’de ne işi vardı?” diyenler “Osmanlı’nın Cezayir’de ne işi vardı” diye sormuyor elbette. Ancak kabul etmek gerekir ki, aynen Osmanlı gibi sömürgeci amaçlarla Cezayir’i işgal eden Fransızlar, Osmanlı’ya göre çok daha acımasız sömürgeci politikalar güttüler. Öyle ki, 19. yüzyılın sonuna kadarki dönemde ülke nüfusunun üçte birinin, yani bir milyon kişinin açlık ve hastalık başta olmak üzere çeşitli nedenlerle hayatını kaybettiği sanılıyor.
Milli Mücadele dostları
20. yüzyılın başlarından itibaren, Fransız sömürgeciliğine hem İslamcı, hem milliyetçi, hem de solcu gruplardan örgütlü tepkiler gelmeye başladı. Bu üç kesim de farklı nedenlerle Türkiye’deki Kemalist deneyimi büyük ilgi ile izliyorlardı. 1920’de Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerindeki Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerler topluca Türk tarafına geçtiler. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra da bu askerler Türk vatandaşlığına alındılar, kendilerine bir miktar toprak verilerek Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde iskân edildiler. Ama ilgi bununla sınırlı kaldı.
1930’lar gelindiğinde Cezayir’de bağımsızlık mücadelesi üç ana akım tarafından yürütülüyordu. Solcu Ahmet Messali Hac, milliyetçi Ferhat Abbas ve İslamcı Şeyh Abdülhamid Bin Badis’in temsil ettiği üç akımın da ortak paydası, Fransız sömürgeciliğine karşı olmalarıydı. O yıllarda tamamen içine kapanmış olan Türkiye’nin Cezayir’le ilgili tek hamlesi, 1930’da Fransa’nın Cezayir’i işgalinin 100. yıldönümü için dış temsilciliklerinde bazı etkinlikler yapacağını duyması üzerine oldu. Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin dış temsilciliklerine bu tür etkinliklere katılmamalarını emretti. Türkiye bundan sonra bir daha Cezayir’le ilgilenmedi.
Fransa’nın Setif Katliamı
İkinci Dünya Savaşı arifesinde Fransa’da iktidara gelen Halk Cephesi adlı sol koalisyon Cezayir’e özgürlük vaat etmişti. Ancak Fransa Naziler tarafından işgal edilince bu vaadini yerine getiremedi. Savaş Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanınca Cezayir’deki bağımsızlıkçı güçler tekrar Fransa’nın karşısında toplandılar. Savaşın bitmesinden bir hafta önce Fransızlar tarafından bilmem kaçıncı kez tutuklanmış olan Messali Hac’ın serbest bırakılması için 5 Mayıs 1945’te düzenlenen gösteriye 500 bin kişinin katılması üzerine Fransızlar iyice sertleşti. Setif, Blida, Oran, Guelma şehirleri başta olmak üzere pek çok yerde katliam yaptılar. Kısaca “Setif Katliamı” denen bu olaylar sırasında Fransız kaynaklarına göre 1.500, Cezayir kaynaklarına göre 10.000 Cezayirli öldürülmüştü. O sırada Türkiye’de tek parti iktidarı vardı ve katliama yönelik tepki olmadı.
1947’ye kadar legal yollardan bağımsızlık mücadelesi veren muhalifler bu tarihte Özel Örgüt dedikleri silahlı gücü oluşturdular. Fransa polisi örgütü dağıttı. Bunlar Türkiye basınında sadece birkaç kısa habere konu oldu. Buna karşılık, 1952’de Mısır’da Kral Faruk yönetimini deviren Cemal Abdülnasır, Cezayirli bağımsızlıkçıların yanında yer aldı. Arap milliyetçiliğinin başına geçen Nasır, Türkiye’nin Ortadoğu’daki en büyük rakibiydi. Dolayısıyla Mısır’ın desteklediği bir hareket, otomatik olarak Türkiye’den destek görmüyordu.
NATO mu Cezayir mi?
Ama daha önemlisi, Türkiye o yıl Fransa’nın belkemiğini oluşturduğu NATO’ya üye olmuştu. Batı blokunda kendisine yer açmaya çalışırken, Fransa’nın sömürge politikalarını eleştirmesi hiç doğru olmazdı. Fransa’yı eleştirmek bir yana, 1953’te Fransa’ya giden Adnan Menderes’e Légion d’Honneur Nişanı takıldı, Grand Cordon rütbesi verildi. Ardından ilk Fransız-Türk Parlamenterler Dostluk Grubu faaliyete geçti. Dönemin gazeteleri (iktidara yakın Zafer de, CHP’ye yakın Ulus da) hükümetin NATO üyeliği, Fransa müttefikliği veya Nasır aleyhtarlığı temelindeki politikalarını destekliyordu.
10 ve 24 Ekim 1954 tarihlerinde Kahire’de toplanan Cezayir Kongresi’nde bütün örgütlerin lağvedilerek yerine Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve silahlı kanadı Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (ALN) kurulmasına karar verildi. Bu tarihten sonra örgüt, hem Cezayir’deki diğer siyasal gruplarla hem Fransızlarla mücadele etti. Sabotajlar, direnişler, genel grev gibi değişik yöntemlerle sömürge yönetimini felç etti. Örgüt modern silahlara sahip değildi ama kısa sürede Cezayir’in genelinde etkili olmayı başardı. Setif Katliamı sonrasında Messali Hac’ın örgütüne katılan Ahmed Ben Bella ve diğer önemli liderler Fransızlar tarafından sık sık tutuklandı, kimi öldürüldü, kimi yıllarca hapse atıldı. Bu dönemde 12 bin Cezayirli hayatını kaybetti.
Türkiye’deki gazeteler ANL’nin eylemlerini “tedhiş (şiddet, terör) hareketleri”, “çapulculuk”, “eşkıyalık”, “isyan”, “ayaklanma” olarak niteliyordu. Gazetelere göre konu Fransa’nın “iç işi” idi. Bunda şaşılacak bir şey yoktu çünkü gazetelere Fransız kültürüne sempati duyan, Fransızca bildiği için olayları Fransa gazetelerinden öğrenen gazeteciler egemendi. Hükümet ve ana muhalefet partisi ise iyi bir NATO üyesi, sadık bir Batı müttefiki olmaktan başka bir şey düşünmüyordu.
Bandung Konferansı
Türkiye yan çizmeye devam ederken, Cezayir Meselesi 18- 24 Nisan 1955’te Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanan Bandung Konferansı’nın en önemli gündem maddesi oldu. Konferansın amacı sömürgecilik sonrası dönemde kurulan yeni ulus-devletleri, ABD ve Sovyetler Birliği’nin tasallutundan korumak için bir birlik oluşturmaktı. Konferansa Türkiye ile birlikte 29 ülke katıldı. Türkiye’yi DP Hükümeti’nin karizmatik Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu temsil ediyordu. Zorlu, konferansın etkili üyelerinden Hindistan Başbakanı Nehru ile pek çok konuda tartıştı. Nehru NATO’yu sömürgeciliğin zaptiyesi olarak, Zorlu, NATO’nun gerekli olduğunu söylüyordu. Nehru sömürgeciliği kınarken, Zorlu esas tehlikenin komünizm olduğunu söylüyordu. Sonuç olarak Zorlu’nun şahsında Türkiye Cezayir’in ve diğer sömürge halklarının bağımsızlığına karşı çıkıyordu. Bu tutum, Türkiye’nin itibarını ezilen halklar nezdinde yerle yeksan etmişti.
Fransa’nın hava korsanlığı
Bandung’dan sonra Mısır’la Suudi Arabistan, Cezayir Meselesi’ni BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdı. Türkiye tahmin edileceği gibi Fransa ile birlikte aleyhte oy kullandı. Ancak ilk kez Türkiye basınında, DP’nin Cezayir politikasını eleştiren sesler yükselmeye; “tedhişçiler” teriminin yerini “mukavemetçiler”, “hürriyetçiler” terimleri almaya başlamıştı. 1956’dan itibaren dil daha da sıcaklaştı. Hatta Ulus gazetesi bir keresinde “Cezayir’de 102 Milliyetçi Daha Şehit Edildi!” diye başlık attı. Basının sempatisi 23 Ekim 1956’da Ahmet Ben Bella ve beş arkadaşının bindiği uçağın, Fransız askerî uçakları tarafından zorla Fransa topraklarına indirilmesiyle daha da arttı. Bu zorbalık başta Mısır ve Arap ülkeleri olmak üzere, dünyanın pek çok yerinde tepkiye neden olmuş, Türkiye de bu dalgadan etkilenmişti. Ancak Menderes hükümetinin Cezayir politikası değişmedi. Türkiye, BM’de Cezayir’le ilgili oylamalarda aleyhte oy kullanmaya devam etti.
Türkiye’nin tarihî oyu
İleride ABD Başkanı olacak, Demokrat Parti Senatörü John F. Kennedy’nin Temmuz 1957’de Cezayir’in artık sadece bir Fransız meselesi olmadığı, ABD’nin Cezayir’in bağımsızlığının yolunu açması gerektiği şeklindeki konuşması Türkiye’nin yeni rotasını belirledi. O tarihten sonra Türkiye, Cezayir ve benzeri konularda Fransa ile birlikte hareket etmeyi bırakıp, ABD ile birlikte çekimser oyu kullandı. Örneğin Aralık 1958’de BM’deki Asya-Afrika ülkeleri grubunun Cezayir’in bağımsızlığının hemen tanınması yönündeki önergesine çekimser oy verecekti. Ancak bu tarihî bir oydu, çünkü önerge bir oy farkla, bu yüzden Cezayir’deki kanlı savaş üç yıl daha devam etmişti. Kısacası Türkiye dolaylı yoldan yüzbinlerce Cezayirlinin kanına girmişti.
Bu oylamadan sonra Cezayirlilerin bağımsızlık talepleri daha da şiddetlendi. Cezayir ve Fransa tam bir savaş alanına dönünce (bu arada Uzakdoğu Asya’daki Fransız politikaları da çökmüştü) Fransa çareyi, De Gaulle’ü göreve çağırmakta buldu. 2 Haziran 1958’de, altı aylık bir dönem için kendisine sınırsız yetkiler verilmesi ve yeni bir anayasa yapılması kaydıyla “ulusun başına geçmeyi” kabul eden De Gaulle, sözümona sosyal plan olan Cezayir için “Bin Köy Projesi” adlı planını açıkladığında, Türkiye bunu “De Gaulle Mucizesi” diye alkışlayacaktı. Hâlbuki plan Cezayir’i modern bir sömürge haline getirmeyi amaçlıyordu.
Çekimser oylara devam
Türkiye tahmin edileceği gibi, 19 Eylül 1958’de Kahire’de kurulan Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti’ni de tanımadı. Türkiye meşhur “çekimser” oylarından birini, Aralık 1958’de BM’de Cezayir Meselesi’nin çözümü için, tarafları görüşmeye çağıran karar metni oylanırken verdi. Karar 35 kabul, 18 ret, 28 çekimser oyla kabul edildi ancak kabul oyları üçte iki çoğunluğu oluşturmadığı için bağlayıcı olmadı. Neyse ki Türkiye’nin çekimser oyu bu sefer hayati bir rol oynamamıştı.
1959 yılının sonlarında, Arap Birliği üyesi ülkeler, BM Siyasi Komisyonu’na Fransa’nın, esir kamplarında tuttuğu Cezayirlileri imha ettiği yolundaki haberleri soruşturmak üzere bir komisyon kurulmasını önerdiler. Karar tasarısı “Cezayir Meselesi’nin ‘kendi kaderini tayin hakkı’ çerçevesinde hallinden üye ülkelerin memnuniyet duyacağı” şeklinde bir cümle de içeriyordu. Tasarı 26’ya karşı 35 oyla kabul edilirken, 17 ülke çekimser kaldı. Tabii Türkiye de...
Henry Alleg ve ünlü kitabı
Bu yıllarda Fransızların Cezayirlilere yaptığı sistematik işkenceleri dünya kamuoyu yine bir Fransız’dan, Fransa’nın Cezayir politikasını eleştirdiği için kendisi de bu işkencelerden nasibini alan gazeteci Henry Alleg’in Le Question (Sorgu) adlı kitabından öğrenmişti. Kitap, Jean Paul Sartre’ın önsözü ile Fransa’da 1958’de yayımlanmış, Türkçeye 1959’da çevrilmişti. Muhtemelen kitabın da etkisiyle, DP hükümetinin Fransa’ya ayarlı Cezayir politikası en sonunda DP milletvekillerinden birinin tepesini attırdı. 1953’te kurulan Türk-Fransız Dostluk Grubu’nun Başkanı, Nevşehir Milletvekili Münip Hayri Ürgüplü, görevinden istifa etti. Ardından bazı milletvekilleri Türkiye Afrika İslam Devletleri Dostluk Grubu’nu kurdular. Ancak hepsi bu kadardı.
1960 darbesi ile değişen politika
Şubat 1960’ta Fransız aşırı sağı Cezayir’de ve Fransa’da De Gaulle hükümetine karşı direnişe geçti. Basın olayları nötr bir dille kısaca haberleştirirken, Menderes hükümeti o sırada kendi başının derdine düşmüştü. Türkiye’nin Cezayir politikası, ancak 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra değişikliğe uğradı. Çünkü darbeciler Fransa ve ABD’yi emperyalist, kendilerini ise anti-emperyalist olarak niteliyordu. MBK Başkanı Cemal Gürsel, 31 Temmuz 1960’ta “Ben öteden beri Cezayirlilerin sarf ettikleri asilane ve kahramanca mücadelelerini yakın bir alaka ile takip etmekte idim” demişti. Darbe hükümetinin Dışişleri Bakanı Selim Sarper de 23 Eylül 1960’ta BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, Türkiye’deki yeni yönetimin Cezayirli bağımsızlık savaşçılarını daha aktif destekleyeceğinin işaretini vermişti. Ancak çok geç kalınmıştı. Fransa 1960 yılında tam 360 bin askerle Cezayir’deki bağımsızlık savaşını en kanlı biçimde bastırmaya çalışıyordu. Milyonlarca insan evlerinden yurtlarından ayrılarak daha güvenli gördükleri bölgelere gitmiş, yüzbinlerce Cezayirli, Tunus ve Fas’a sığınmıştı. Sınır boylarında kurulan mülteci kamplarında yoksulluk ve açlık hüküm sürüyordu.
De Gaulle’e darbe girişimi
Bu dönemin gerçek bilançosu hâlâ bilinmiyor, ama 1982 yılında Fransa Parlamentosu’nda açıklanan bir resmî rapora göre 1954-1960 arasında 157 bin ANL askeri ve 187 ila 227 bin arasında sivil ölmüştü. Cezayir kaynaklarına göre ölü sayısı 1,5 milyona yaklaşıyordu. Bağımsız kaynaklar ise 500 bin Cezayirlinin hayatını kaybettiğini söylüyordu. Bir milyondan fazla Cezayirli hapse girmiş, 2,5 milyona yakın Cezayirli de mülteci durumuna düşmüştü. En düşük rakam esas alındığında bile ortada korkunç bir katliam vardı.
Bunca kan döküldükten sonra De Gaulle Hükümeti pes etti ve Cezayir Geçici Hükümeti ile görüşme kararı aldı. Bu durum Fransız ordusunun içindeki aşırı milliyetçileri ve Cezayir’deki Avrupalı göçmenleri çok rahatsız etti. 21 Nisan 1961’de Fransız ordusunun dört önemli generali De Gaulle’e karşı bir darbe girişiminde bulundu. Darbe önlendi ve iki generali tutukladılar. Ele geçirilemeyen iki general seçkin paraşütçü birliklerinin içinde OAS (Organization de l’Armée Secrète –Gizli Ordu Örgütü) adı altında örgütlenerek Cezayir’de ve Fransa’da terör eylemleri başlattılar. Örgüt Eylül 1961’de De Gaulle’e suikast yapmaya bile çalıştı. OAS mensubu iki general tutuklandıktan sonra Fransız Hükümeti ile Cezayir Geçici Hükümeti arasında görüşmelere devam edildi. Ama bu tarihten sonra De Gaulle’ün başı Cezayirli milliyetçilerden çok, Cezayir’den çekilmek istemeyen aşırı sağcı Fransızlarla (sloganları “Cezayir Fransız’dır” idi) dertte olacaktı.
Görüşmeler Temmuz 1961’de Batı Sahra Meselesi yüzünden kesilince Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi ağustos sonunda Fransa’da eylemlere başladı. Fransız polisi de tavrını sertleştirdi. Cezayirli göçmenlerin yaşadığı mahalleler abluka altına alındı. Arama ve taramalarda insanlar kaybolmaya, Seine Nehri’nde kara derili insanların cesetleri görülmeye başladı.
Evian Antlaşması
Polisin baskılarını protesto etmek için 17 Ekim 1961 günü Paris’te 30 bin kişinin katıldığı bir gösteri yapıldı. Polis 13 bin göstericiyi gözaltına aldı ve Paris yakınlarındaki bir stadyuma kapattı. Göstericilerden 22’si idama mahkûm edildi. Binlerce kişi hapse atıldı. Binlerce gösterici sınırdışı edildi. Bunun üzerine Fransız hapishanelerinde yatan Ahmet Ben Bella ve arkadaşlarının öncülüğünde dört bin Cezayirli mahkûm açlık grevine başladı.
Bütün bunlar (Türkiye hariç) dünya kamuoyunu ayağa kaldırdı. Asya-Afrika Grubu devletleri konuyu BM’ye taşıdı. 16 Kasım 1961’de 31 çekimser oya karşı 62 oyla kabul edilen tasarı, Fransa’yı Cezayir’in bağımsızlığını tanımaya ve hapiste tutulan kişilere adil davranmaya davet ediyordu. Türkiye’nin oyu hâlâ çekimserdi.
Sonunda Fransa pes etti ve 20 Mayıs 1961’de Evian-les-Bains şehrinde Ulusal Kurtuluş Cephesi ile görüşmeler yeniden başladı. Bu arada Cezayir’de her gün 30-40 kişi ölüyor, gün oluyor, 117 bomba patlıyordu. De Gaulle’ün görüşmeler hakkında radyodan halka bilgi verdiği 5 Şubat 1962 günü Paris’te 25 bin polis elleri tetikte bekledi. Neyse ki korkulan faşist kalkışma olmadı ve nihayet 19 Mart 1962 günü saat 12:00’de taraflar 7,5 yıl süren bağımsızlık mücadelesinin resmen sona erdiğini açıklandı. 8 Nisan 1962’de De Gaulle’ün politikaları Fransa’da referanduma sunuldu ve 497 bine karşı 4. 768 bin oyla kabul edildi. İşin ilginç yanı referandumda iki sorunun sorulmuş olmasıydı. Biri De Gaulle’ün Cezayir politikaları, diğeri De Gaulle’e olağanüstü yetkiler verilmesiydi. Sonuçta halk kanlı Cezayir sayfasını kapatmak için De Gaulle’e istediği yetkileri vermek zorunda kaldı.
Fransa otoriter Beşinci Cumhuriyet’e adımını atarken Cezayir’de 1 Temmuz 1962’de yapılan halkoylamasında 16.534 hayır oyuna karşılık 5.975.581 oyla Cezayir’in bağımsızlığı kabul edildi. Bağımsızlıkla birlikte Cezayirli liderlerin (Ben Bella, Ben Hedda, Huari Bumedyen) iktidar savaşı başladı. Ve nihayet Cezayir 8 Ekim 1962’de BM’ye üye oldu. Hakkını teslim edelim, Türkiye basını bu süreci günü gününe ve Cezayirlilere sempati ile okurlarına aktardıysa da Hükümet Cezayir’de büyükelçilik açmaya ancak 1963 yılının şubat ayında karar verecekti. İlk büyükelçi Semih Günver, Temmuz 1963’te göreve başladı. Ancak 1965’te Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ben Bella’yı kansız bir darbe ile devirerek iktidarı ele geçiren Bumedyen’in ilk açıklamalarından biri, “Türkiye’ye dargın ve kızgın olduğuna” dairdi. Nitekim Bumedyen döneminde (1977’ye kadar sürdü) Cezayir Türkiye’de elçilik açmadı.
Turgut Özal’ın özrü
1985’de Cezayir’i ziyaret eden dönemin Başbakanı Turgut Özal 1950’li yıllarda BM oylamalarında Türkiye’nin takındığı tutum için Cezayir’den özür diledikten sonra Türkiye-Cezayir ilişkileri normalleşmeye başladı. 1988’de darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren yanında Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’la Cezayir’e gitti. İlişkiler güya daha da ısındı. Ancak, Fransa Parlamentosu’ndaki son oylama sırasında, Başbakan Ahmed Uyahya’nın gazetecilere “Türkiye’deki dostlar Cezayir’in kolonileştirilmesinin ticaretini yapmaktan vazgeçmeliler” demesine bakılırsa bu dargınlık veya kızgınlık içten içe hâlâ sürüyor.
Fransa’ya gelince, Cezayir konusu Fransız halkı için hâlâ açık bir yara; Fransız devleti için bir tabu. Fransız aydınları ise devleti Cezayir’de işlenen suçlarla ilgili sıkıştırmaya devam ediyorlar. Örneğin 2000 yılında Le Question kitabının yazarı Henri Alleg’in öncülük ettiği 12 Fransız aydını Cezayir Savaşı boyunca Fransa tarafından yapılan işkencelerin kabul edilmesini ve kınanmasını isteyen bir bildiri yayımladı. Aynı şekilde Fransız ordusunun mensupları da eskisi gibi suskun değil. Örneğin 1955–1957 yılları arasında Cezayir’de görev yapan General Paul Aussaresses, 2001 yılında yayımladığı Services Speciaux Algérie 1955–1957 (Cezayir’de Özel Görevler 1955–1957) adlı kitabında Fransız ordusunun Cezayir’de işlediği korkunç suçları itiraf etti.
Bu tarihçeye bakınca gerçekten de Fransa’nın yaptığına “soykırım” demek mümkün. Ayrıca Fransız ordusunun da darbecilikte Türk ordusundan geri kalmadığı anlaşılıyor. Ancak Cezayir’in en sıkıntılı anlarında Fransa’ya payanda olmayı seçen bir ülkenin Fransa’ya ders vermesi biraz garip kaçıyor. AKP hükümeti, Fransa’yı mahcup etmek istiyorsa önce Türkiye’nin Cezayir politikası için Cezayir halkından özür dilemeli. Ondan sonra da 1915’ten günümüze kadar işlenen tüm siyasi suçlarla yüzleşmenin yolunu açmalı.
Özet Kaynakça: Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Metu Pres, 2001; Semih Günver, Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü, Bilgi Yayınları, 1985; Henri Alleg, Sorgu,Çeviren, Alaattin Bilgi, Açık Oturum Yayınları, 1959; Georges-Marc Benamou, Bir Fransız Yalanı (Bir Soykırım Soruşturması Cezayir Savaşı ve Gerçekler), Çeviren: Sonat Ece Kaya, Babıali Kültür Yayınları, 2006; Frantz Fanon, Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi, Çeviren; Kamil Bilgin Çileçöp, Pınar Yayınları, 1983; Milliyet gazetesinin söz konusu yıllara ait arşivi.
[email protected]
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.05.2012
22.04.2012
15.04.2012
8.04.2012
1.04.2012
25.03.2012
18.03.2012
11.03.2012
4.03.2012
26.02.2012