Cafer Solgun
İran’ın Ortadoğu politikası ve bölgedeki görünen, görünmeyen faaliyetlerini koordine eden en etkili isimlerden Kasım Süleymani’nin ABD saldırısı sonucu ölmesi, bölgedeki gerilimi tırmandırdı. Karşılıklı misillemeler, tehditler devam ederken, tarafların “dengeli” denilebilecek bir tutumla hareket ettiği görülüyor.
Havanın kızışması, gerilimin tırmanması, olanlar ve olabilecek olanlar “3. Dünya Savaşı mı başlayacak?” endişelerini tetiklerken kimilerine göre 3. Dünya Savaşı tarafların doğrudan sahaya çıkmalarıyla birlikte zaten başladı.
Süleymani’nin ölümü, Türkiye’de kimi kesimler tarafından bayram havasında karşılandı, kimileri de yas tutmaya başladı. Bayram edenlerin bir kısmı “antiemperyalist” oluşlarına halel gelmesin diye “ABD vurmasaydı iyiydi” derken, yas tutanların bir kısmı da İran’ın düşürdüğü Ukrayna uçağı için bile “emperyalizmin oyunu” demekte beis görmüyorlar. Varsın İran “yanlışlıkla vurduk, özür dileriz” desin, kesin bir “oyundur” bu! Ama en tuhaf tepki Doğu Perinçek çevresinden geldi. Onlara göre Süleymani “hepimizin şehidi” imiş!
Bilen bilir, bilmeyene de ben hatırlatmış olayım; Perinçek ve partisi çok da uzak olmayan bir geçmişte, İran’daki “Molla rejimine” ve ülkedeki “şeriat tehlikesine” karşı “mücadelenin” bayraktarı idi. Perinçek’in siyasi yaşamında “tutarlılık” aramak, nafile bir çaba kuşkusuz. Ama varsa onları “yerli, milli” duruşları (!) nedeniyle takdir edenler, naçizane, bir parça araştırmalarını ve düşünmelerini tavsiye ederim.
Şu bir gerçek; Süleymani suikastı, Ortadoğu’da “yeni” bir döneme işaret ediyor. Bölge üzerinde egemenlik peşinde olan güçler, mevzilerini korumak adına artık her yol ve yöntemi “mubah” gören bir anlayışla sahnedeler. Bir anda şu veya bu taraf lehine veya aleyhine her şeyin değişeceği bir durum söz konusu olmayacak elbette; ama görünen gelecekte kaos ve istikrarsızlık, Ortadoğu’nun bazen artan bazen azalan gerçeği olmayı sürdürecek.
Peki, neden böyle?
Tarihi, coğrafi, kültürel bakımdan bir parçası olduğumuz Ortadoğu üzerine konuşurken en çok telaffuz edilen sıfatlar, malum, “kaynayan kazan”, “cadı kazanı” veya “bataklık” gibi olumsuz nitelemeler. Bu “kötü” şöhret durup dururken ortaya çıkmış değil tabii ki; nedenleri var.
Malum; Ortadoğu bir petrol bölgesi.
Enerji Bakanlığı’nın 2018 yılı verilerine göre, dünyanın ispatlanmış petrol rezervi 1.729,7 milyar varil. Petrol rezervinin 836,1 milyar varili (yüzde 48,3) Orta Doğu ülkelerinde, 325,1 milyar varili (yüzde 18,8) Güney ve Orta Amerika ülkelerinde, 236,7 milyar varili (yüzde 13,7) Kuzey Amerika ülkelerinde bulunuyor. (Bknz: https://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Petrol) Enerji kaynakları bakımından halen “stratejik” önemi devam eden petrol, yine 2018 yılı itibarıyla dünya enerji talebinin yüzde 33,6’sını karşılamış.
Bu özelliği nedeniyle Ortadoğu, öteden beri bölgesel ve küresel güçler açısından bir “egemenlik”, dolayısıyla da “savaş” alanı. Ve bu “savaş”, klasik manasıyla bir “savaş” değil, kirli bir savaş. Bu durumun en doğrudan sonucu, sürekli bir istikrarsızlık ve kaos hali oluyor.
Bu kaos ve istikrarsızlık üreten nüfuz ve egemenlik savaşlarının deyim yerindeyse en “kullanışlı” aracı ise, öteden beri mezhep farklılıkları. Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde istikrarsızlık “ihtiyacı” hâsıl olduğunda, mezhep farklılıklarını körükleyen bir “derin” stratejinin devreye sokulması, genellikle “iş” görüyor.
Mezhep farklılıkları kadar “kullanışlı” olmasa da, etnik farklılıklar da kaos, kargaşa, istikrarsızlık gerektiren emperyalist hesap sahipleri için el altında bulundurulan bölgesel “sorun” potansiyellerinden bir diğeri. Arap, Fars, Kürt, Türkmen, daha yukarıda Azeri, Ermeni, Kafkas halklarının yaşadıkları bir bölge olarak Ortadoğu, etnik meseleler bakımından da “karışabilir, karıştırılabilir” bir bölge özelliğine sahip.
Patenti bir zamanların emperyalist jandarma gücü İngiltere’ye ait olan “böl, parçala, yönet” taktiği, herhalde en çok Ortadoğu’da etkili olmuş bir politik stratejidir. Sınırları cetvelle çizilmiş yapay devletlerin oluşturduğu Ortadoğu’da her devlet, uzun yıllar boyunca şu veya bu küresel gücün bir tür “ileri karakolu” olmakla yükümlü kılınmıştı. Ve bu devletlerin en önemli varlık gerekçesi birbirlerini zayıf düşürecek askeri, siyasi, diplomatik “nüfuz” savaşları yürütmek.
Ortadoğu sorununun temelinde enerji kaynaklarına hükmetme kavgası bulunduğunu söylemek, gerçeğin sadece bir parçası. Malum, “ulusolcu” anlayış ve gruplar Ortadoğu sorun ve sorunlarına “kahrolsun emperyalizm” sloganı atarak “çözüm” bulacaklarını düşünüyor. Bu yönüyle milliyetçi anlayış ve çevrelerle aynı safta buluşmakta bir beis görmedikleri gibi, Doğu Perinçek örneğinden de izleyebildiğimiz üzere, sığ ve slogancı anlayışlarını “millici güçler”, “Avrasya ekseni” gibi mesnetsiz teorilerle gerekçelendirmeye çalışıyorlar.
Oysa asıl mesele, öncelikle Ortadoğu’da kaos, kargaşa, istikrarsızlık potansiyelini “işlenmeye” hazır tutan sorunlarla ilgili, ilkesel bir tutumun sahibi olmak. Etnik ve mezhepsel sorunları “emperyalizmin oyunu” görenler, bilerek ya da bilmeyerek asıl sorunu ıskalamakla kalmıyor, o sorunları adeta çözümsüzlüğe mahkûm etmiş oluyorlar.
AKP iktidarları döneminde Türkiye, izlenen dış politika anlayışı nedeniyle Ortadoğu’nun iyiden iyiye bir parçası haline geldi. Sadece tarihi, coğrafi, kültürel ilişkiler bağlamında değil, sorunları itibarıyla da. Türkiye Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ve şimdi de Libya’da açık açık bir “taraf” oldu. Bu “taraf” olmanın temelinde ise, barış veya demokrasiyi savunmak değil, Sünnici bir duyarlılık var. “Arap baharı” dalgasını bölgede kendi liderliğinde bir Sünni eksen yaratma fırsatı olarak değerlendirme çabası çoktan akamete uğradı. Ama bu gerçeği adını dosdoğru koyarak kabullenmek istemiyorlar hala.
Ortadoğu meselelerinde “sıcak” bir taraf olmak, dosdoğru söylemek gerekirse, “düşman” sahibi olmak demektir. “Herkesi bir şekilde idare ederiz” diye düşünebilirsiniz, nitekim AKP ve Erdoğan öyle de davranıyor, ama yanılırsınız ve bu yanılgının bedelini sadece yanlışın, yanılgının sahipleri değil hepimiz öderiz ve ödüyoruz da…
“Ne yapalım? Eski pısırık politikaya geri mi dönelim?” dediklerini, “beka sorunu” dediklerini, eleştiri ve uyarıları bu söylemlerle karşıladıklarını tabii ki biliyorum. Bunlar tamamen demagojik söylemler.
Oysa Ortadoğu’da “düşmansız” yaşamak ve etkin bir güç olmak ne imkânsız ne de hayal. Gelecek yazımı bekleyin…
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları




































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.09.2025
14.09.2025
5.09.2025
29.08.2025
22.08.2025
17.08.2025
10.08.2025
1.08.2025
25.07.2025
19.07.2025