Demir Küçükaydın
Ferdinand Hodlers’in “Hayat Yorgunları” isimli resmi ve Kıvılcım gazetesi davası sanıklarının ilk ve tek toplu resmiyle yaptığımız kolajın hikayesini bir yıldan az bir süre önce ölen Selim Ergunalp’in ardından yazdığım Selim’i Uğurlarken başlıklı yazıda kısaca anlatmıştım. O resimden iki kişi kalmıştık. Vedat Orakçıoğlu ve ben. Resimde iki uçta oturanlar.
Dün Vedat Orakçıoğlu’nun öldüğü haberi geldi. Şimdi o resimden son kalan olarak Vedat’ın anısına bir şeyler yazma görevi bana kaldı.
Bu, bir annenin ölen çocuklarını gömmesi gibi.
Bir anlamda “politik çocuklarımdı” hepsi. En azından hepsinin önce “Doktorcu” sonra da bir kısmının (Selim ve Vedat’ın) “Troçkist” olmasına vesile olmuştum. Benimle ilişkilerinden sonra hayatları olağan bir akışı bırakarak başka bir yöne akmaya başlamıştı. Dolayısıyla bir sorumluluğum vardı hep.
Aslında önce benim ölmem gerekirdi. Resimdekilerin içinde en sağlıksız, en sık ve ağır hastalanan bendim. Ama hepsi benden önce gittiler. Bana da arkalarından yazmak düştü.
Hepsinin benden önce gitmelerinin nedeni üzerine düşününce bir tek neden ortaya çıkıyor: Sigara.
Erol Atakan ve Selim Ergunalp akciğer kanserinden gitti, doğrudan sigarayla ilgili.
Vedat pankreas kanserinden öldü. Ölümünden biri iki gün önce pofur pofur sigara içiyormuş, niye içtiği sorulunca “Ben zaten ölmüşüm” diyormuş.
Ben de yıllar önce içtiğim sigaralardan dolayı mesane kanseriyim ve hala kontrol altındayım. Mesane kanserinin bir tek sebebi var neredeyse: Sigara. Kalbimde 11 Stent var. Damarların tıkanmasının baş nedeni de sigara.
Bin tek Dündar Erenler sigaradan ölmedi. Ama o da bir kazada gitti. Eğer kaza geçirmese ve yaşasaydı muhtemelen onu da sigaranın sonuçları bekliyordu.
*
Aslında sigaraya en erken (13 yaşında) başlayan, en sık ve yoğun sigara içen de bendim. Neredeyse otuz yıla yakın içtim. Yedek iki paket sigaram yoksa sigarasız kalacağım diye paniğe kapılırdım. Zincirleme içerdim. Zevk alırdım sigara içmekten.
Bir devrimci olarak, Kıvılcımlı’nın dediği gibi, “bedenim bana ait değil, o kamu veya vakıf malıdır. Ona iyi bakmakla görevliyim” diye düşünür, her akşam ertesi gün sabah sigarayı bırakma niyetiyle yatar, ama sabah bırakmayı ertesi güne erteleyerek ve de kendime kızarak yaşardım. Sigara sevgim ve bağımlılığım ile gerçek bir devrimci gibi yaşama isteği arasında bocalar dururdum. Ama sigara bağımlılığım ve sevgim her sabah devrimci gibi yaşama sorumluluğumun sırtını yere yapıştırır ve zaferiyle beni kendine köle ederdi.
Ancak kızım doğduğunda, annesiyle ayrı olduğumuzdan onu sadece hafta sonları yarım gün kadar alabildiğimde, şu dilemmayla karşılaşmıştım. Kızımla o kısa sürede olabildiğince yoğun ve çok birlikte olabilmek için ya kızımın yanında da sigara içecektim ve onunu sağlığını mahvedecektim ya da sigarayı bırakacaktım. Sigara mı çocuğumun sağlığı mı?
Sigara mı Devrimci görevler mi dilemmasında sigara kazanıyordu. Ne de olsa hayat benim hayatımdı. İstediğim gibi harcayabilirdim. Ama bu sefer başka bir insanın hayatı söz konusuydu. Elbette ikincisini seçmekten başka çarem yoktu. Yoksa sigarayı başka türlü bırakamazdım. Hele duvarın yıkılışı sonrası hayatımın en zor ve kötü döneminde.
Eğer sigarayı bırakmasaydım, kırk beş elli arasında resimdeki arkadaşlarım arasında ilk ölen olacaktım. Çocuğumun sağlığına karşı sorumluluğum sigarayı bırakmamı, Sigarayı bırakmam da damarlarımın daha geç bir tarihte tıkanmasını sağladı. Bu da kalp rahatsızlıklarının elli yaşından sonraya sarkmasına yol açtı, bu da krizde kalbin yeni damarlar yapmasına. Zincirleme bir neden sonuç ilişkisi.
Sonrasında da işçi sınıfının mücadeleleri sayesinde kazanılmış sosyal devletin hastalık sigortası ve tıbbın da yardımıyla, tıkanan damarlara stentler takılarak bugüne kadar yaşamama.
Çocuklara hayatı anne ve babaları verir. Bana bu son çeyreği çocuğum verdi sayılır. Çocuğum olmasaydı sigarayı bırakmayacaktım ve ölen arkadaşlarımın ardından, bir annenin çocuklarını gömmesi gibi, yazılar yazmak durumunda kalmayacaktım.
*
Vedat ile en son, ikimiz de hastanedeyken, telefonla görüşmüştük.
Benim kalbim teklemiş, durmuş, beyne kan gitmeyip düşünce, iki omur zarar görse de tekrar çalışmıştı ve hastanedeydim.
Arkadaşların “geçmiş olsun” aramalarında, aynı sırada Vedat’ın pankreas kanserinden yoğun bakımda hastanede yattığını öğrenmiştim.
Sonra telefonla konuşmuştuk. Artık uzatmaları oynadığımız, “çekmeden ve çektirmeden” ölmenin artık en büyük şans olduğu üzerine konuştuk.
Vedat Türkiye’de tıp fakültesinde okumuştu, durumunun ciddiyetini biliyordu.
İkimizden biri ölmeden, hastaneden çıkıp iyileşince ilk fırsatta İsveç’e geleceğimi, böylece son bir defa dünya gözüyle görüşebileceğimiz üzerine konuştuk.
Ama diğer rahatsızlıklar ve doktor randevularının çokluğu nedeniyle, o fırsat gelmeden Vedat gitti. Bu kadar erken beklemiyordum. Bu ay kontrol randevularını bitirir ve öyle giderim diye düşünüyordum. Acaba araya sıkıştırıp gidemez miydim? Olabilirdi ama gidince öyle ateş almaya gitmiş gibi de olmak istemiyordum.
Ölüm haberi gelince, yaşarken gidememiş olmanın suçluluk duygusuyla, hemen gideyim dedim, bir anma yapılacak demişlerdi, bari ona gideyim dedim.
Konuyla ilgilenen arkadaş, “hayır anma değil, gelmeyin. Cenazeye gelirsiniz, yarın nereye nasıl gömüleceği gibi konuları görüşeceğiz” dedi.
Almanya’da yaşayan Ağabeyi “bizim Bitlis’te artık kimsemiz yok. İsveç’te gömülebilir” anlamında konuşmuş. İsveç’te ise ölüm ve gömülme arasında birkaç hafta olurmuş. Bir sürü bürokratik işlemler gerekirmiş.
Bildiğim kadarıyla İslam geleneğinde fazla bekletmeden hemen gömmek vardır. Öyle anlaşılıyor ki, İsveç gibi nispeten daha az bürokratik ve merkezi bir devlet cihazının olduğu bir ülkede bile, bürokrasi ölümden sonra da insanın peşini bırakmıyor.
Ama sadece modern merkezi ve bürokratik devlet değil, modern sanayi değil, globalleşme de yaşamlar gibi ölümlere de damgasını vurmuş.
İstanbul ve Ankara’da katıldığım birkaç cenazede şaşkınlıkla görmüştüm. Mezarlıkta onar onar kılınan cenaze namazları, sonra yakınlarının arabalara atlayarak gömülecekleri yerlere gitmeleri, mezarlıktaki trafik sıkışıklıkları… Bütün bunar modern bir sanayi fabrikasının ve şehrinin örgütlenmesini gerektirir.
İnsanların aynı köy, kasaba veya kentte doğup, yaşayıp öldüğü ve gömüldüğü günler artık büyük çoğunluk için geçerli değil. Artık sadece aynı ülkedeki başka bölgeler ve kentler değil, başka ülkelerde doğmak, yaşamak ve ölmek söz konusu.
Vedat Bitlisliydi. Şimdi orada onu gömebilecek bir yakını bile yokmuş. Ağabeyi Almanya’da yaşıyordu. Bir oğlu vardı. Ama o da bir İsveçliydi.
Tanıdığım insanların çoğunun durumu böyle.
Sadece üretimin, ticaretin, yaşamın değil ölümün bile böylesine globalleştiği bir dünyada uluslar ve ulusal devletler insanlığı boğuyor, onun yeryüzüyle ve kendiyle barışık yaşamasını engelliyor.
Ama bu gerçek ve bu gerçekten çıkan uluslara ve ulusal devletlere karşı mücadeleye girmek gerektiği sonucu bilinçlere o kadar uzak ki… Muhtemelen bu uzaklık insanlığın sonunu getirecek.
Öyle görülüyor ki, belki daha birkaç nesil sürer ama, insan türü uzatmaları oynuyor. Yeryüzünde yaşamış türlerin yüzde 99,9’u zaten yok olmuş. Tek türden ibaret kalmış insan yok olursa ne olur? Belki “çok çekmeden ve çektirmeden” tükenmesi daha iyi bile olabilir.
Halbuki bütün toplumsal teorilerin ve davranışların ardında insan hayatının yaşanmaya değer olduğuna dair gizli bir varsayım yok mudur?
Tüm yaşamımızı bu varsayım için adamadık mı?
Şimdi bu varsayımın kendisi bile tartışmalı hale gelmiş bulunuyor.
Bizzat bu durum bile Homo Sapiens için çanların çaldığını gösteriyor.
*
1967-68 dönemi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji (gece) bölümünde okuyorum. İlk yılım. Gündüzleri Beyazıt Meydanı’ndaki Beyaz Saray Çarşıları isimli iş hanındaki bir muhasebecide 200 TL aylıkla sabah sekiz akşam sekiz boğaz tokluğuna çalışıyorum. Tek avantajı, akşam derslere katılabilmem.
O zamanlar bir ara sokakta bulunan Vefa Bozacısı’na giden yola yakın, eski püskü, terk edilmiş, altta bir üstte iki odası bulunan bir evde 60 liraya bir yatak bulmuşum. Geri kalan 140 lirayla, (90 kuruş çorba veya kuru fasulya, 10 kuruş ekmek, her öğüne bir lira) sabah işkembe çorbası, öğlen kuru fasulye, akşam mercimek çorbası ritmiyle yaşamaya çalışıyorum.
İşte o kaldığım evde ikinci katta benimle iki Kürt çocuk, alt kattaki tek odada da Vedat kalıyordu. Vedat ile orada tanıştım. Hatta diyebilirim ki, Vedat benim tanıdığım ilk Kürt’tür. Şimdi Kürt meselesi gündemi kapladığından herkes Kürt nedir biliyor. Ben Ege bölgesinde büyümüş bir insan olarak Kürt’ü Türk gibi bir şey sanırdım. İkisi de aynı harflerden oluşuyordu sadece baş ve son harfleri yer değiştirmişti. Her aynı şeyin farklı ve yakın biçimleri veya adlandırmalarıdır diye düşünürdüm. Kürtçe diye bilmediğim ve anlamadığım bir olduğunu bile bilmezdim. Lisedeyken bir askerlik öğretmeni Kürtler hakkında kart kurt hikayeleri anlatmıştı ama pek üzerine düşünmüşlüğüm bile yoktu.
Bu evde kalan diğer üç kişi birbirleriyle Kürtçe konuşuyorlardı. Anlamadığım bir dildi. Kürtçenin ve Kürtlüğün baskı altında olduğuna dair en küçük bir fikrim bile yoktu. Aralarında Kürtçe konuşmalarını, nazik olmayan, benden gizli bir şeyleri konuşmak gibi algılıyordum. (Elbet bir baskının olmadığı, herkesin ana dilinde eğitim hakkının olduğu, resmi bir dilin olmadığı, dilin hiçbir politik anlamının olmadığı bir toplumda ve dünyada böyle bir sorun da vardır. En azından herkesin anladığı bir dilde konuşmak böyle bir dünyada bir nezaket sorunudur. Ama ben, tabiri caiz ise, böyle bir dünyada yaşadığımı sanıyordum. Bu nedenle benim de yanlarında bulunduğum zaman aralarında Kürtçe konuşmalarını benden gizli bir şeyler konuşuyormuş, bana güvensizlik ifade ediyorlarmış gibi algılıyordum.
Bu çocukların hepsi çok dindardı ve sıkı Müslümanlardı. Ben ise sosyalist ve ateist. Tabii konuşmalar, tartışmalar bir süre sonra, sosyalizm konusuna geliyor takılıyor ve bu konuda tartışmalar yapıyorduk. Diğerleriyle pek değil. Onlarla hiçbir dalga boyu tutmuyordu. Ama Vedat ile sürekli tartışıyorduk.
Şimdi düşününce bunun nedeninin Vedat’ın şehirli olmasına bağlıyorum. Bitlis ne de olsa bir şehirdi, İstanbul’da Vefa lisesinde okumuştu. Bu kültürel arka plan, zıt da olsa aynı dalga boyunu yakalamamızı sağlıyordu muhtemelen. Tabii bir de Tıp fakültesindeydi ve FKB (Fizik Kimya Botanik) okuyordu o zaman.
Bazen imkânım olursa bir hovardalık yapar, ucuz bir Güzel Marmara şarabı alıp içer ve Nazım’dan şiirler okurdum. Benim teorik argümanlarımdan daha çok ilgisini çekmişti bu şiirler Vedat’ın.
Özellikle “895 Numaralı katarın üçüncü mevki vagonu, üç yolcu var, Felaket Sefalet ve Memet” diye başlayıp Tren düdüğü gibi uzatarak, “uzuuuun düdükler öter Memedin üzerinden medeeeet medeeet” diye sürdürüp, “uzun raylar gider memleket memleket” diye rayların ek yerlerinin ritmiyle devam edip, trenin çuh çuh yapması gibi “Memetçik Memet Memetçik Memet” diye tekrarladığımda Vedat’ın gözlerinde bir parlama görürdüm.
Bu şiiri çok sever bana sık sık okuturdu. Ama dindarlığı ve siyasi görüşlerinde milim değişme olmazdı. (Şimdi şiiri artık unuttum tamı tamına doğru mu yazdım onu da bilmiyorum. Belki internettte arama yapar ve kontrol edebilirim ama ona da üşeniyorum.)
Sonra o ev yıkılacak dendi ve bizleri çıkardılar. Birbirimizi aylarca görmedik. İstanbul Üniversite işgalleri olduğunda, nöbet tutmaya gittiğimde o evde berber kaldığım üç Kürt arkadaşı da nöbet tutarken görünce şaşırmıştım. Hepsi de işgallere katılmıştı, sosyalist olmuştu. Şimdi nöbet tutuyorlardı. Beni görünce gözlerinde parlamayla “bak biz de sosyalist olduk” dercesine bakıyorlardı. Tam bir sürprizdi.
Rüzgar o zamanlar sosyalizmden yana esiyordu. Birkaç hafta içinde genç insanların onlarca, yüzlercesinin sosyalizm saflarına geçtiği görülüyordu. Bunun hep böyle olacağını sanıyorduk o zamanlar. Bunun tarihin gidişinde istisnai bir dönem olduğunun farkında bile değildik.
Diğer ikisini bir daha görmedim ama Vedat’la zaman zaman karşılaşıyorduk. O artık bir devrimci ve sosyalist militan olmuştu.
Tabii böyle olunca da faşistlerin hedefi haline gelmişti. Faşistler Vedat’ı önlerinde bir engel olarak gördüklerinden, kaçırıp Edirnekapı yurduna götürüyorlar, orada işkence yapacaklar ve muhtemelen de öldürecekler. Vedat nasıl olduğunu şimdi unuttuğum bir şekilde onların bir ihmal ve tedbirsizliğini kullanarak kaçıyor, işkence ve ölümden kurtuluyor. Tabii bütün bunlar Vedat’ı daha bir biliyor.
Bu dönemde bazı rastlantısal karşılaşma dışında fazla bir kontağımız olmadı. Ben de zaten Üniversite devrimciliğinden uzaklaşmış, ya Aliağa’da işçiler arasındaydım ya da gerilla savaşını öğrenmek için Filistin’de.
12 Mart geldikten sonra ise zaten kimse ortalarda yoktu. Ben de fabrikalarda ve işçiler içinde çalışıyordum. Dükkândan bozma gecekondu odalarında yaşıyordum.
Daha sonra TSİP’i kuracak olan “ekip” ile uyuşamadığımdan bir tür tasfiyeye uğramıştım. (Bu dönem ve tanıklığına ilişkin “TSİP ve TKP-B’nin Tarihöncesinin Tarihine Katkı (Arkeolojik Bir Kazı)” şu adresten indirilip okunabilir: https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAS0I0UjRRWm9rRUU)
Sonunda onlarla kopuşup kendi başıma yol alma kararı aldım ve onların görüşlerine eleştiren bazı yazılar yazıp, daktiloyla çoğaltarak örgütlenme çalışmalarına başladım.
Bu arada kalacak yer arıyordum. İşte bu sırada Vedat’a tekrar rastladım. THKP-C sempatizanıydı, onun kalıntılarıyla, daha doğrusu yeni jenerasyonuyla ilişkisi vardı. Bitlis yurdunda yöneticilik yapıyordu. Cemal Bayseferoğlu ile birlikte Bitlis yurdunda kalanların iki doğal önderi ve yöneticisi gibiydiler. Bana yurtta kalabileceğimi söylediler. Ben de orada kalmaya başladım.
O zamanlar birçok şehrin birer yurdu vardı, İstanbul’da üniversitede okuyanlar için. :itlib yurdundaki bütün Kürt çocuklar, Denizlerin, Mahirlerin örneğinden etkilenmişlerri, hemen hepsi sola, sosyalizme sempati duyuyor kendini .in devrimci olarak görüyordu.
Kocamustafapaşa, Fındıkzade civarında Niğde, Divriği gibi faşistlerin ve daha doğrusu MİT’in kontrolünde ve desteğinde yurtlar vardı. (Örneğin Divriği yurdundakiler, kimi “ağabeylerin” yönlendirmesiyle Samatya gibi Ermenilerin yoğun olduğu semtlerde, duvarlara “Kazım Karabekir geliyor” gibi yazılar yazarlar ve Ermeniler üzerinde terör estirmeye çalışırlardı.) İşte bunların ortasında, bu yurtlar tarafından kuşatılmış Bitlis yurdu o 12 Mart döneminin karanlıklarında, bütün o faşistlerin kontrolündeki yurtların terörüne karşı duruyordu ve hepsini sindirmişti.
Aslında burada şunu belirtmek gerekir. Üniversitelere devrimcilerin egemen olmasında Kürtlerin örgütlülüğü, dayanışmacılığı ve silahlı oluşunun önemi ve etkisi üzerinde pek az durulmuştur. Üniversite işgallerinde ve sonrasında Laleli’deki Diyarbakır yurdu en önemli destekti. 12 Mart döneminde benzeri işlevi de Bitlis yurdu görmüştü. Keza diğer yurtlarda kalan Kürt çocukların da desteği unutulamaz.
Vedat ile tartışıyorduk. Ben “doktorcu”, o “cepheci”.
Ben işçi sınıfı içinde çalışmaktan, teoriden, bir devrimci parti olmadan bir şey olmayacağından, Parti’nin ise ancak aydın ve işçilerin kaynaşmasıyla oluşabileceğinden söz ediyordum.
O Denizlerin, Mahirlerin örneğinden hareketle suni dengeyi bozmaktan, silahlı savaşın gerekliliğinden ve öneminden söz ediyordu.
Beni cepheci tanıdıklarının oturduğu apartman illegal apartman dairelerine götürüyor, oradakilerle tanıştırıyor ve onların beni ikna etmelerini bekliyordu.
Bu evlerde genellikle, çok önemli ve yakında büyük eylemler yapacak havalarda, sürekli silahlarıyla birlikte oturan ve dolaşan gençler vardı. Tabii çok keskin sözler ediyorlardı.
Ben ise onlara genellikle, gelip benimle gecekondu semtlerinde kalmalarını, işçiler arasında çalışmalarını öneriyordum.
Tabii hiç birisi bu gibi uzun ve sabır isteyen, kaloriferli apartman dairelerinde değil ama elektriği ve suyu bulunmayan gecekondulardaki bekar odalarında, öğrenci ortamının havasından ve çekiciliğinden yoksun yaşamaya gelemiyorlardı.
Böylece benim pasifist kendilerinin çok devrimci olduklarına dair argümanlar fiilen geçersiz oluyordu.
Vedat o çevrelerle, beni ikna etmeleri için tanıştırmıştı ama bu sefer kendisi bizzat onları da daha yakından tanıdığı için, giderek onların keskinliğinin boşluğunu ve aslında daha rahat bir hayatı ve kolay devrimciliği örttüğünü görmeye başlamıştı. Giderek bana karşı daha olumlu yaklaşıyor, dediklerime daha bir dikkat ediyordu.
Bir süre sonra Vedat, Cemal ve ben bir tür üçlü gibi olduk. Her şeyi birbirimize danışarak yapıyorduk. Bitlis yurdu zaten bizim kontrolümüzdeydi ve bu yurt dolayısıyla neredeyse bütün yurtlar ve okullarla bir şekilde bağımız bulunuyordu.
Örneğin sağcıların, muhtemelen MİT’in desteğinde, üniversitelere sağcıları yerleştirmek için elde ettiği Üniversite imtihanı sorularını biz de ele geçirmiş, bir gecede bütün devrimci yurtlara ve öğrenci evlerine dağıtabilmiştik. Muhtemelen biz bunu başarabildiğimiz ve devletin veya sağcıların oyununu bozabildiğimiz için o seneki ilk imtihan iptal edilmişti.
İkincisinde ise, yem olarak yanlış cevapları yaydılar. Biz yine de her ihtimale karşı yem olabileceklerini belirterek bütün yurt ve evlere yine dağıtabilmiştik.
Bu sırada yine Bitlis yurdundaki arkadaşlar aracılığıyla, Filistin’den dönerken yakalandığımızda, Nizip’te yatarken bizi ziyarete gelen mahalli devrimci Gençlerden şimdi artık Vatan Mühendislik’te okuyan Dündar Erenler ile karşılaştım. O da Fındıkzade’de diğer iki arkadaşıyla bir öğrenci evinde kalıyordu. Benim pek yatacak yerim olmadığından çoğu zaman onlarda kalmaya başlamıştım. Onlarla da tartışıyordum. Yazdığım yazıları okumaları için veriyordum. Beni bir gazete çıkarmaya teşvik ediyorlardı.
İşte o “hayat yorgunları” kolajında yer alan Erol Atakan ve Dündar Erenler, beni gazete çıkarmaya teşvik eden, aynı evde kaldığım iki arkadaştı.
Bir yandan üniversiteler ve çevresiyle bu ilişkideydim, diğer yandan aynı zamanda 12 Eylül döneminde öldürülen Kenan Budak ile, Zeytinburnu ve o zamanlar İstanbul sanayiinin nakledildiği Çerkezköy’de örgütlenme çalışmaları yapmaya çalışıyorduk.
Bunların yanı sıra, daha sonra TSİP ve TKP-B’yi kuracak kerameti kendinden menkul “ekip”in harcadığı, kenara ittiği, tecrit ettiği Kıvılcımlı’nın Sosyalist gazetesi çevresinden kalanları bir araya getirmeye çalışıyordum.
Bütün bu çalışmalar bir süre sonra meyvelerini vermeye başladı. Vedat ve Cemal de benzer görüşleri savunmaya başlamışlardı. Kenan’la kurduğumuz ilişkiler hızla gelişiyordu. TSİP’i ve TKP-B’yi kuracak ekibin tasfiye ettiklerinin çoğunu bir araya getirmeyi başarmıştım.
Bunun sonucu olarak ilginç bir tesadüfle, yine Beşiktaş’ta TKP’nin ikinci kongresinin yapıldığı Akaretler’e yakın bir yerde bir kongre toplayarak, Vatan Partisi Programı temelinde, TKP’yi kurduk, daha doğrusu, Kıvılcımlı’nın deyimiyle “reorganize” ettik. Tabii bunu tam bir reorganizasyon olarak görmüyor, böyle bir reorganizasyonun ancak sosyalistlerin geniş bir tartışması sonucunda geniş katılımlı bir kongre ile gerçekleşebileceğini düşünüyorduk. Bu reorganizasyon bir bakıma reorganisasyon için bir reorganizasyon gibiydi.
İşte Vedat bu Kongre’ye de katılmış ve seçilen yönetimde yer alan beş kişiden biri olmuştu.
Bütün bunlar polis tarafından bilinmediği için kayda geçmiş değildir ama Kıvılcım gazetesi de bu partinin çıkardığı legal bir yayındı.
Ne var ki, aynı evde kaldığım Erol Atakan ve Dündar Erenler henüz bütün bu gelişme ve ilişkilerden haberdar değillerdi, çünkü teorik ve politik olarak buna hazır değillerdi, örneğin Kıvılcımlı’yı hiç bilmiyorlardı. Henüz bu durumu onlara söyleyemezdim. Onlar gazeteyi benim çıkardığımı düşünüyorlar ve biraz da kendi teşvikleriyle çıkardığımı düşündükleri için de desteklerini esirgemiyorlardı. Elbette başka ilişkilerim olduğunu seziyorlardı. Bundan da rahatsız değillerdi. Günü gelince bu ilişkileri kendilerine açacağımı da düşünüyorlardı.
Gazete çok etkili olmuştu. 12 Mart biterken ilk çıkan gazeteydi bir bakıma. TSİP’i kuracaklara yönelik eleştiriler onların altını sarsıyordu. Gençler Aksaray’da bulunan gazete bürosuna akıyorlardı. Örneğin daha sonra bir kısmı MLSP-B’li olacak Pertevniyalliler, Bülent Uluerler vs. gazete bürosuna gelip gidiyorlar veya dağıtımda görev alıyorlar, tartışıyorlardı.
Ancak bu başarı kısa sürdü, biraz da TSİP’i kuracak ekibin provakatif ve ihbar sayılabilecek davranış ve söylentileriyle gazeteye baskın yapıldı. Ben ve tesadüfen o sırada büroda bulunan ve aynı evde kaldığım Dündar Erenler ve Erol Atakan da benimle birlikte tutuklandı. Dündar da zaten gazetenin Yazı İşleri Müdürüydü.
Biz tutuklanınca gazeteyi Selim Ergunalp ve Vedat Orakçıoğlu çıkarmaya, en azından büroyu açık tutmaya çalıştılar. Sonra onlar da tutuklandı. Böylece o resimdeki beşli tamamlandı.
Bu tutuklanmada ve davada en küçük bir fire verilmedi. Örneğin gazetenin bir illegal partinin yayını olduğu hiçbir zaman bilinmedi. Dündar Erenler, Erol Atakan veya Selam Ergunalp, daha sonra, zaten sezip tahmin ettikleri illegal yanı öğrendiklerinde en küçük bir serzenişte bile bulunmadılar. Legal ve açık olarak neyi savunduysak aynı şekilde savundular. Bütün sorumlulukları üstlendiğimden, hepsi birkaç yıl yatıp çıktılar.
Vedat ise kısa bir tutukluluktan sonra, muhtemelen kamuoyunun gözünü boyamak için ve görünüşte gazeteye uğramış bir okur gibi olduğundan (ki gizli TKP’nin yönetimindeki ve gazetenin gizli yazı kurulundaki beş kişiden biriydi), tahliye oldu. Bir süre kaçak yaşadı. Sonra Yurt dışına çıkarıldı. İsveç’te mülteci yaşamı başladı.
12 Eylül öncesi ve sonrasında Dündar, Erol ve Selim de Almanya’da ilticacı oldu. 1984’te on yıl sonra ben de çıkınca, sürgünlerim ve devam eden davalarım nedeniyle yurt dışına kaçtım ve ilticacı oldum. Böylece o resimdekiler olarak hepimiz mültecilikte tekrar buluştuk.
Mültecilik hakkında Türkiye’nin ulusalcı çevreleri “Avrupa’ya gitmişler, mücadeleden kaçmışlar, zengin ülkelerin parasıyla besleniyorlar” türünden bir söylem tutturmuştur. İşin kötüsü bu epey de etkili olmuş görünüyor.
Halbuki “muhacirlik peygamber zenaatıdır” halkımızın dediği gibi. Bütün devrimciler, mücadele ettikleri devletlerden kaçarlar eline düşmemek ve onunla daha elverişli koşullarda savaşabilmek için. Marks, Engels, lenin, Kıvılcımlı, Troçki, Adorno vs. binlerce devrimci hep mülteci olmuşlardır. Eski çağların devrimcisi olan peygamberler için söylenen sözü bu güne uyarlarsak, mültecilik devrimci mesleğidir diyebiliriz.
Gerçi maddi koşullar da ahim şahım değildir ama olsa bile, mültecilik kadar insanları yiyip bitiren bir şey yoktur. Ben dahil birçok arkadaşım, mülteci yaşamımıza başladığımızda yıllarca hapishanedeki yaşamımızı bile özlemle arar olmuşuzdur.
Tabii bu mülteciliğin bir de tarihin en büyük çöküşlerinden birine denk geldiği bir dönemi göz önüne almak gerekir. Marks-Engels’ler, Lenin ve Troçki’ler hatta Kıvılcımlı’lar, yurt dıyına kaçtıklarında yükselen bir işçi hareketi vardı, kısa geri çekilişler ve yenilgiler yaşasa da. Halbuki 80 sonrasında birbiri peşi sora yenilgiler, sonu gelmeyen gerileyişler yaşandı. Böyle bir dünyada ayakta kalmak zodu. Bu gerileyiş herkesin hayatını bir şekilde etkiledi ve belirledi.
Bu bakımdan, kolajdaki “Hayat yorgunları” resmi, bir şaka olarak kullanılmış olsa bile, gerçek durumu çok daha derinden yansıtır. Yazının başında bütün ölümlerin sigarayla ilgili olduğundan söz ettik. Bu görünürdeki biyolojik sebep. Ama o insanlar niye sigara içiyorlardı diye sorulduğunda, sürgün dolayısıyla köklerden kopmuş olmanın ve bu kopuşu dünyada devrimci ve sosyalist mücadelenin yenilgilerinin birbirini izlediği bir dönemde yaşamış olmakla ilgisi görmezden gelinemez.
*
Bizlerin hayatımızı belirleyen bu genel akıştır. Hep o gençliğin zafer günlerinin özlemi ve beklentisi, sonu gelmeyen bir nostaljidir hayat.
Vedat’ınki de bu gidiş içinde anlaşılabilir.
Vedat ilk çıktığı yıllarda İsveç’te çok aktifti. Çünkü Türkiye’de de tarihindeki en büyük kitle radikalizasyonu ve politikleşmesi yaşanıyordu.
Sonra bütün bu radikalleşme ve politikleşmeye rağmen niye bizde bir şey olmuyor sorusuna cevap arayışlar. Buradan Üçüncü Enternasyonal’in lağvı, Faşizm teorisi ve onunla nasıl mücadele edileceği, Sovyetlerin sınıf karakteri gibi sorunlara yönelmiş ve orada da Troçki ve onun temsil ettiği gelenekle karşılaşmıştım. Bu her şeyin at üst olmasını getirmişti.
Kısmen arkadaşlar bu hıza ayak uyduramadığından, bir süre sonra tabiri caiz ise, teorisyeni durumuna geldiğim partiden bile tecrit olmuştum.
İşte bu dönemde bana ilk yankı, İsveç’te Vedat’tan geldi. Bana kısa bir mektup yazmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyleydi: “Sen Troçki’den bahsedince, bizim Demir ya kafayı yedi ya da burada başka bir sorun var diye düşündüm ve okumaya başladım. Şimdi ben de “Troçkist” oldum, buradaki seksiyonda çalışmaya başladım”.
Dünyalar benim olmuştu. Birbiri peşi sora gelen olumsuz gelişmeler içinde ilk olumlu gelişmeydi. Parti dağılmıştı, Tünel patlamış, kaçma umutları suya düşmüştü, 12 Eylül darbesi gelmişti.
Şimdi ilk kez olumlu bir yankı geliyordu.
Vedat sonra epey bir süre dördüncü Enterasyonal’in İsveç seksiyonunda da çalıştı.
Ama sanırım iki önemli olay sonraki hayatının doğrultusunu belirledi. Bunları konuşmazdık. Ben sormazdım. O da kendi derdiyle başkasını meşgul etmemek için söylemezdi. Ama çıkarabildiğim kadarıyla birincisi, bir çocuğunun olduğu yürümeyen bir evlilik veya ilişkiydi. Diğeri de Troçkist olması nedeniyle, bir Kürt grubunun kendisini dövmesiydi.
Özellikle bu ikincisi onu politik mücadeleye küstürmüştü. Çünkü Vedat, çok yumuşak, iyi, karıncayı bile incitmekten çekinen, kafasının ardında hiç bir planı ve hesabı olmayan bir insandı. Müthiş bir hümanizmi vardı.
Örneğin, bir defasında gazete için bir görev vermiştik. Sabah gelmesi gerekiyordu. Bekle bekle yok. Meğer gelirken otobüste, İstanbul’a tedavi için gelen, nereye gideceğini bilmeyen yoksul bir aileye rastlamış. Her şeyi bırakıp onları yanına alıp, tıpta okuduğu için, Çapa’ya götürmüş, doktorlarla konuşmuş, hastaneye yatmalarını sağlamış vs.. Bütün gününü onlara vermiş. Biz ise saatlerce acaba ne oldu diye kıvranmışız. Kızmışız. Ama Vedat gelip de böyle böyle oldu diye anlatınca, devrimci bir görevi asma sonucunu veren, bu iyilik ve insan severlik karşısında söyleyecek söz bulamıyorduk.
İşte böyle bir insana sekter ve muhtemelen genç birileri fiziksel olarak saldırmışlardı sadece siyasi ve ideolojik görüşlerinden dolayı. Bu Vedat’ı yıkmıştı.
Mutsuz bir ilişki, sonra böyle bir muameleyle karşılaşma, yenilgilerin birbirini izlediği bir dönemle de çakışınca, Vedat’ın aktif politik hayatı yavaş yavaş bir mum gibi söndü.
Hep sosyalist ve muhalif olarak kaldı ama eskisi gibi militan bir faaliyet ve yaşam içinde değildi.
Ancak yapacak bir şey olduğunda, şurasından tut dense tutmaya da hep hazırdı ve sanki hep birilerinin şunu şurasından tutar mısın demesini bekledi.
İyilik ve insan severliği ise hiç sönmedi.
*
İsveç’e yolum düştüğünde genellikle Vedat’ta kalırdım.
Taksi soförlüğü yapıyordu. Şimdi de aynı meslekte buluşmuştuk.
Ama Vedat hep illegal çalışıyordu. Çünkü çok borcu vardı. Resmen çalışsa, bu gelirine borçları karşılığında devlet el koyacaktı. İllegal çalıştığı için de devlete olan borçlarına yeni borçlar ekleniyordu. Evine geldiğimizde, her gün posta kutusundan çıkan uyarı ve alacak mektuplarının birini bile açmadan topluca çöp tenekesine atardı. Çıkışı ve dönüşü ancak bir mucize ile olabilecek bir girdabın içindeydi. İllegal çalıştığı için, sigortası yoktu. Hiçbir hakkı da gelişmiyordu.
O da bu girdaptan kurtulabilmek için zaman zaman talih oyunları ile şansını deniyordu. Tabii genellikle daha da batıyordu. Vedat’ın bu çıkışsızlığını görüp hiçbir şey yapamamamın çaresizliği yaşıyordum.
Kırk yılda bir İsveç’e gittiğim ve birlikte olduğumuz zamanlarda biraz toparlar gibi oluyor, toparlayacağına söz veriyor ama ben döndükten bir süre sonra tekrar eski ritmine dönüyordu. Artık giderek kimseyle de görüşmez olmuştu. Telefonla bile ulaşılamıyordu.
En son kızımın Lise mezuniyeti için İsveç’e gittiğimde tekrar gördüm ve birkaç gün yanında kaldım.
Yıllarca kaçak çalıştığı için, yaşlılık, hastalık ve işsizlik sigortaları yoktu tabii. Ama bu arada ehliyetini de kaptırmış ve çalışamaz olmuştu.
Bu durumda kimsesiz ve hiçbir geliri olmayanların kaldığı bir yurtta, bir odada kalıyordu. İsveç’te kaldığım birkaç gün boyunca onun odasını paylaştık. Bir e-mail adresi bile yoktu. İnternete nasıl girilir, nasıl dolaşılır onu bile bilmiyordu. Artık antika olmuş eski bir Nokia telefonu vardı. O da çoğu zaman çalışmıyordu. Dünyadaki ekonomik, politik gelişmeleri, son yıllarda ortaya çıkmış kavramları bile bilmiyordu. Koyvermişti. Hayattan hiçbir beklentisi yoktu.
Türkiye’ye dönmesi, orda tekrar bir başlangıç yapabileceği, HDP’de çalışabileceği, çok yararlı olabileceği yönünde öneriler yaptım, bu yönde elimden gelen yardımı yapabileceğimi söyledim.
Önerilerimi mantıklı bulsa da, ben artık kimseyi tanımıyorum ki, bunca yıl uzak kalmışım diyordu.
Önerim bazen aklına yatsa da artık yeniden başlayacak bir gücü yoktu.
Ölümünü bekler gibiydi.
Son konuşmamızda dilediğimiz gibi, çok “çekmeden ve çektirmeden” bu değerini bilmediğimiz, bu insan sevgisi ve iyilikle dolu insan, arkadaşım, yoldaşım da gitti.
Cenazesi öbür gün, (Perşembe günü) saat onda kalkacak.
9 Temmuz 2019 Salı
Demir Küçükaydın
Yazarlar
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.04.2020
30.03.2020
19.03.2020
18.03.2020
17.03.2020
10.03.2020
2.03.2020
1.03.2020
2.02.2020
3.01.2020