Demir Küçükaydın
Aşağıdaki yazıyı, yıllar önce “ Kuş Gribi” (Tavuk Vebası) salgını vesilesiyle yazmıştık. Şimdi yine benzeri “Koronavirüs” salgını var.
2006 yılında yazılmış olmasına rağmen yazı aktüalitesini koruyor. Sadece “Kuş Gribi” (Tavuk Vebası)” başlığını değiştirdik ve onun yerine başlığa “Koronavirüs Salgını Vesilesiyle” yazdık.
Bir de üslup ve ayrıntı düzeyinde bazı düzeltmeler yaptık.
Yazı “Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak – Denemeler” başlığı ile yayınlanan kitabımızda yer alıyordu.
Kitabı indirmek isteyenler şu linkten indirebilirler: https://yadi.sk/i/lhdLoRpl3a9bs6
28 Ocak 2020 Salı
Demir Küçükaydın
https://demirden-kapilar.blogspot.com
*
Eskiler, “bina ve zina”nın çoğalması “Kıyamet alametidir” derlerdi.
Sanılanın aksine bu öyle çok da yanlış bir gözlem değildi ve yaşanmış tarihten çıkarılmıştı.
“Tarihsel Devrimler”, yani uygarlıkların “Barbarlar” tarafından yıkılışları (Kıyametler) yasasının yüzeyde bir görüntüyle ifadesiydi[1].
“Bina” demek, Kent demektir, Kent demek Uygarlık demektir; Uygarlık demek Sınıf Farkları demektir; Sınıf Farkları demek Sınıf Savaşları demektir. Sınıflar Savaşı demek, Bir tarafta üst ve egemen sınıf, diğer tarafta alt ve ezilen sınıf demektir; bu da üst sınıfın üst ve egemen konumunu korumak için oluşturduğu silah, yani Devlet demektir; bütün bunların hepsi, egemen, üst ve zengin sınıflarda İbn-î Haldun’un “bedevilik” veya “asabiyet” dediği, ilkel komün geleneklerinin henüz yaşadığı zamanın nefsine egemenliğinin; “bir lokma bir hırka” geleneklerinin tükenmesi; dünya zevklerine düşkünlüğün, hasılı “zina”nın artması demekti.
Ve bu “alametler” belirince de, o uygarlık, bir “kıyamet” ile (Hikmet Kıvılcımlı’nın kavramsallaştırmasıyla, bir “Tarihsel Devrim”, bir “Barbar akını”, bir “Kavimler göçü” ile) yok olmaya yazgılı olması demekti.
“Mene Mene Tekel Upharsin” (“Menetekel”) (Günlerin sayılı) her uygarlığın alnına yazılmıştı. Sodom, Gomore ya da Lut, hep bu gidişin kutsal kitaplara yansımış örnekleriydi.
*
Şimdi de “bina ve zina”nın olağanüstü arttığı bir çağdayız. Kıyamet alametleri de belirdi. Gün geçmiyor ki buzulların eridiği; ozon deliğinin büyüdüğü; bir zelzelenin ya da sel baskınının veya tsunaminin binlerce insanın canını aldığı, bir salgın hastalığın veya tehlikesinin kapının önünde olduğuna dair bir haber görmeyelim.
Belli ki “Allah”, yoldan çıkan kullarını ikaz ediyor veya cezalandırıyor. Milyonlarca insanın böyle düşündüğüne şüphe yok.
Aslında derinden bakınca böyle bir düşünüşün pek de yanlış olmadığı görülür.
Allah’ın tıpkı doğa ve toplum yasaları gibi “ne yerde ne gökte, her yerde ve hiçbir yerde” olduğunu göz önüne getirirsek, bu yasaların çocuksu bir imgesi olduğunu unutmazsak, doğa ve Toplum’un da, yani onun yasalarının ifadesi olan Allah’ın da yasalarına uymayan insanları cezalandırmakta olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Nasıl, “doğayı itaat altına almak için ona itaat etmek gerekir”se ve itaat etmeyeni doğa cezalandırırsa, aynı şekilde Allah da (yani doğa ve toplum yasaları da), kendisine itaat etmeyenleri gazabına uğratır; uğratmadan önce de, semptomlar görülür (aklını başına toplaması için, “kıyamet alametleri”) yollar.
*
Eskiden bu yasaları sezen ve bu yasalara uygun bir yaşam tarzını, yani bir toplumsal düzeni öneren; “Allah’ın elçisi” denilen, yani tarih ve toplum yasalarını sezen ve onları insanların anlayacağı şekilde onlara anlatan, peygamberler vardı.
Bu peygamberler, yani tarihin ve toplumun yasalarını doğru olarak sezip buna uygun bir yaşam ve toplum düzenini insanlara anlatmaya ve böyle bir düzen kurmaya çalışanlar, kendi zamanlarının devrimcileriydi.
Modern çağlarda ise peygamberler gibi zulüm ve azap içinde yaşayanlar; bu tarih ve toplum yasaları keşfetmeye ve ona uygun bir toplum düzenini insanlara anlatmaya ve böyle bir düzen kurmaya çalışanlar, yani günümüzün peygamberleri, Tarihsel Maddeci yönteme dayanan sosyalistler, yani Marksistler oldular.
Ve nasıl bütün peygamberler, hep İbrahim’in soyundan ya da geleneğinden geldiler ve onun geleneğinin devamcısı olduklarını söylediler; yollarını kaybedip şaşırdıklarında tekrar ona dönerek yollarını buldularsa; modern peygamberler de, yani Lenin’ler, Luxemburg’lar, Troçki’ler, Kıvılcımlı’lar, Mandel’ler de hep aynı şekilde davrandılar. Yani hep Marks’a dayandılar.
Biz de eski veya modern peygamberlerin bu yolunu yordamını izleyelim. Bu kıyamet alametleri karşısında, modern çağın peygamberlerinin İbrahim’i Marks’a bakalım. Onun bulduğu tarih ve toplum yasaları; yani “Allah’ın vahileri”, ne diyor? Onlara bakalım.
Marx, Üretici güçler değişimlerinin belli bir noktasında, var olan üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin hukuki ifadesi olan mülkiyet ilişkileriyle (yani siyasi, hukuki sistemle, üstyapı ile) bir çelişkiye ve çatışmaya girerler. Bu sınıflar mücadelesinde ifadesini bulur. Ama ortada bir devrimci sınıf yoksa veya bu devrimci sınıf bu ilişkileri değiştirecek yetenek gösteremezse; (yani Allah’a gönül verenler zafer kazanamazsa), bir çöküş ve yok oluş (“Kıyamet”) aksi durumda ise devrim (“Hakkın Zaferi”) gerçekleşir diyordu.
Yani “Kullar”, yani insanlar, Allah’ın dediklerine, yani Doğa ve Toplum yasalarına uygun davranmalıdırlar; uygun davranılmazsa, o yasalar uymayanı cezalandırır.
İşte şimdi yaşadığımız bu felaketler, hep bu, Allah’ın dediklerine uygun bir yaşam ve toplum düzeni olmamasından dolayı ve bunlar hep Allah’ın, yani doğa ve toplum yasalarının, insanları Marks’ın dediğine uygun olarak cezalandırması.
Ne demişti Marks? Toplumsal yaşayışın yani hukuki, siyasi vs. sistemin, yediğin, içtiğin, giydiğin, barındığın şeyleri üretme biçimine (Üretici güçlerinin düzeyine, dolayısıyla üretim ilişkilerine, toplumun alt yapısına) denk olsun.
Bu günkü dünyaya bakalım ne görüyoruz?
Bırakalım elektronik mağazalarını bir kenara; köşe başındaki bakkala gitsen ne görürsün? Dünyanın dört bir köşesinden gelen mallar, Brezilya mangoları, Orta Amerika muzları, Yeni Zelanda kivileri, İsrail avakadoları, Uzak Asya’nın adı sanı bilinmez egzotik meyveleri vs. rafları doldurmaktadır.
Eskiden her sebze ya da meyvenin yendiği ve bulunduğu bir zaman olurdu, şimdi dört mevsim her şey bulunabilir.
Bu küçücük gözlem bize neyi gösterir?
Gören göz için şunu: üretici güçler ve buna bağlı ekonomik ilişkiler öylesine gelişmiş ki, artık bu gelişkinlikle, dünya küçük bir köye dönmüştür.
Ama buna mukabil, yüzlerce küçük devlet bu dünyanın biricik var oluş tarzı olmaya devam ediyor.
Peygamber Marks’ın dediğine göre, dünya ticaretinin ve üretici güçlerin böyle gelişmişlik düzeyine ulusal devletler (yani bu mülkiyet ve hukuk ilişkileri, yani bu üstyapı) uymaz. Onun bir tek dünya devleti olması, bütün ulusal sınırların kalkmış olması gerekir.
Keza yine Peygamber Marks’ın dediğine göre, bu kadar toplumsallaşmış bir üretime özel mülkiyet ve kara dayanan bir ekonomi de dar gelir.
Bu günkü dünyada, üretici güçlerin bu gelişmişlik düzeyine uygun bir düzen, Allah’ın dediklerine uygun bir düzen, Hakka dayanan bir düzen; yani doğanın ve toplumun yasalarına uyun bir düzen; bütün ulusal devletleri yıkmış; özel mülkiyet ve kar ekonomisine son vermiş bir düzen olabilir.
“Allah’ın vahyi”, ya da Doğa ve toplum yasalarının, yani Tarihsel Maddeciliğin, Marksizm’in dediği budur.
Böyle bir düzen olmazsa veya kurulamazsa, kıyamet habercisi felaketler ve belirtiler görülmeye başlar ve insanlar doğru yola, yani doğa ve toplum yasalarının kendilerine bu söylediği şekilde bir toplum düzeni kurmayı başaramazsa, yıkılış, yani kıyamet kaçınılmazdır.
Kıyameti önlemenin tek yolu, bu tarih ve toplum yasalarının dediği gibi bir düzen kurmaktır, bunun için devrim yapmaktır; yani bütün devletleri ve sınırları yıkmak; kâr ve özel mülkiyeti ortadan kaldırıp insanların ihtiyaçlarına uygun; azami kârı değil, doğa yasalarını ve insanların ihtiyaçlarını gözeten bir üretim düzeni kurmaktır.
Bu yapılamazsa, hak değil (yani doğa ve toplum yasalarının gerektirdiği bir toplum düzeni değil) batıl (Doğa ve toplum yasalarına karşı duran, kâra tabi olan) üstün gelirse, Kıyamet (insanlığın yok oluşu) kaçınılmazdır.
Gerçekten de bütün bu felaketlere baktığımızda, nedenlerini araştırdığımızda, hep ulusal devletleri, sınırları ve özel mülkiyet ve kâr ekonomisini görürüz.
Evet halkın sıradan gözlemi yanılmamaktadır. Bu tsunamiler, kuş gripleri, AİDS’ler, bina ve zinanın çoğalmaları, hep “Kıyamet Habercileri” dirler, yani bir sosyal devrim gereğini insanların gözüne gözüne sokan belirtilerdirler.
*
Hastalıklar, mikroplar, virüsler, milyonlarca yıldır var. Bu mikroplar ve virüsler milyonlarca yıldır mutasyonlar geçiriyorlar veya türden türe atlıyorlar.
Ama bunların sonuçları eskiden başkaydı şimdi başka. Tsunamiler, depremler, sel felaketleri binlerce yıldır var ama bunların sonuçları eskiden başkaydı şimdi başka. Çünkü onlar bu günkü toplumsal düzen ve ilişkileri aracılığıyla insanların yaşamlarını belirliyorlar.
Örneğin tsunamiyi ele alalım. Milyarlarca insan tsunami ile ilk kez, son tsunami felaketinde tanıştı ve bu kavramı ilk kez duydu. Ama Tsunami Japonca bir kelime olduğuna göre, Japonlar bunu binlerce yıldır biliyorlardı ve bunun için bir kelimeleri bile vardı.
Ama eskiden, yani globalleşmenin ve kapitalizmin böylesine yaygın olmadığı zamanlarda, bu felaketler olduğunda, lokal kalıyordu. Muhtemelen sahildeki balıkçı köyleri etkileniyor, onlar da birkaç kuşak sonra bunlardan dersler çıkarıp örneğin küçük balıkçı köylerini daha yüksek yerlere kuruyorlar ve felaketlerin zararını asgariye indiriyorlardı. Belki, hayvanların ya da bitkilerin bu gibi felaketlerin işareti olabilecek davranışlarına göre bir tür alarm sistemi bile oluşturulabiliyorlardı.
Ama globalizm çağında, kapitalizm çağında işler değişti. Bu bölgesel ve doğal felaketler, var olan toplum sisteminin yol açtığı felaketler haline geldi.
Ve o nedenle de birer “kıyamet alameti”, yani toplumsal düzeni değiştirmek gerektiğinin belirtisi olarak görülmesi doğrudur.
Modern kapitalist toplumda her şey kâra dayanır. Ekonominin motoru daha fazla kârdır. Ama daha fazla kâr veya kâr oranı elde etmek için; iş gücünün fiyatının düşük olması gerekir. İş gücünün yetiştirilmesi, korunması ve yeniden üretilmesi ne kadar az masraflı olursa, fiyatı o kadar düşürülebilir, dolayısıyla da o oranda yüksek kâr edilebilir; kâr oranlarının düşüş eğilimi bir ölçüde olsun dengelenebilir.
İş gücünün fiyatı nasıl düşük tutulur?
Onun yeniden üretiminin masrafları azaltılarak.
İlk burjuva devrimleri olduğunda, devrimciler kendilerini tüm dünyada işleyecek bir düzenin prototipi olarak görüyorlardı. Yani yayıldıkları ülkelerde de aynı düzeni geçerli kılmayı hedefliyorlardı.
Ama burjuvazi ve eski düzenin restore olan devleti bir karşı devrim yaptı ve bu fikirden ve idealden hızla vaz geçildi. Bu devrimlerin yayıldığı ülkeler, devrimin zaptettiği ülkeler, örneğin Napolyon’un ele geçirdiği ülkeler, Devrimin kurduğu düzenin eşit haklı yurttaşları olmadılar. Fransız ulusunun dışında başka bir ulus olarak görüldüler. İnsanların eşitliğinin yerini Ulusların, yani devletlerin eşitliği aldı. Fransız ulusunun yaşadığı yerlerin dışındakiler ya sömürgedir dendiler ve en basit insan hakkından bile yoksun bırakıldılar, ya da onların dilleri, dinleri başkadır denildi ve yurttaş, dolayısıyla da insan kavramının dışında tutuldular.
Böylece sermaye, daha ilk adımda, o dışta tuttuğu ülkelerden kaynak aktararak “anavatan”daki işçileri de satın almanın ve iş gücünün fiyatını düşük tutmanın, böylece kâr oranlarını yükseltmenin yolunu buldu.
O dışta tutulan ülkelerdeki işgücünün fiyatının olağanüstü düşük olması için, en zorba devletler ve anti demokratik rejimler desteklendi.
Geri ülkelerde, hiçbir demokratik hak olmayınca, işçiler bir araya gelip işgüçlerinin fiyatını yükseltemez; yani işgücü kendini savunamaz. Dolayısıyla bu ülkeler muazzam bir açlık ve yoksulluk içinde bulunurlar. Bu da ayrıca oralarda işgücü fiyatının dana da düşük olmasına yol açar. Ve bu ülkelerdeki korkunç ucuz işgücü, esas zengin ülkelerdeki işgücünün yeniden üretiminin fiyatının düşürülmesini ve düşük tutulmasını sağlar. Bu yöntemle burjuvazi bir taşta bir sürü kuş vurur.
İşgücünün yeniden üretilmesi nedir? Önce beslenmesidir. Geri ülkelerdeki işgücü olağanüstü ucuz olduğundan, zengin ülkelerdeki işçilerin tüketimleri için, çok ucuza yiyecekler ithal olur.
Benzer şekilde, iş gücünün yeniden üretilmesi bir anlamda da tatildir. Modern üretimin yanı sıra modern yaşamın yol açtığı stres, işgücünün hızla yıpranmasına yol açar. Bunun yeniden üretebilir hale gelmesi için, yılda bir iki kere, deniz ve güneş altında yenilenmeye tabi tutulur, bir tür rektifiyeden geçirilir.
Geri ülkelerde işgücünün fiyatı çok düşük olduğundan, iş gücünün “tatil” aracılığıyla yeniden üretimi çok ucuza mal edilir. Böylece zengin ülkelerdeki iş gücünün fiyatını düşük tutmak mümkün olur. Bu da kâr oranlarındaki düşmeye karşı bir ölçüde tampon görevi görür. Bu nedenle “kitle turizmi” denen, batılı işçi kitlelerinin iş gücünün bant usulüyle yeniden üretilmesine yönelik bir sanayi gelişir. Sahil boylarına muazzam oteller, tatil tesisleri yapılır. Doğa ve tarih tahrip edilir. Dünün kendine yeterli balıkçılar ve çiftçileri, turizm tesislerinde boğaz tokluğuna çalışan hizmetçilere dönüşürler.
Turizmin halkları yakınlaştırdığı falan da tamamen bir propagandadır. Aslında yerli halk “turistik tesisler”de turistlere hizmetçilik yapar. Yerli halkın “kültürü” diye turistlere sunulanlar, turistlerin zevkine uygun yemek, dans ve müzik gösterileridir. Gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Yerli halk, otellerdeki çarşafları yıkamakta, tuvaletleri temizlemekte, mutfaklarda onlara yemek yapmakla hatta başka ihtiyaçlarını gidermekle meşguldür.
İşte birkaç ve temel nedenini ve görünümünü öylesine sıraladığımız böyle bir dünyada, yani iş gücünün yeniden üretimim bile globalleştiği bir dünyada; ulusal devletler, sonuçlarıyla ve oluşturdukları ilişkilerle tsunamilerin de çok farklı sonuçlar yaratmasına yol açarlar.
Sahillere kurulmuş, “Denize sıfır” otellerdeki binlerce turist birdenbire bu felakete maruz kalır. Ama aynı zamanda, eskiden çoğu Tsunamilerin erişemeyeceği yerlerde yaşayan ve çalışanlar artık o otellerin yanındaki yoksul yerleşim birimlerinde yaşamakta ve oralarda çalışmaktadırlar. Onlar da felaketi başka biçimde yaşarlar.
Yani bakkalda dört mevsim dünyanın başka bölgelerinden gelmiş muzları bulduğun bir çağda, ulusal devletler varsa, bu, büyük zenginlik ve yoksulluk farkları; sahillerde muazzam turizm tesisleri; bu tesislerde boğaz tokluğuna çalışan ve hemen onarın yanında yoksulluk içinde büyük yerleşim birimlerinde yaşayan yerli insanlar demektir.
Böyle bir dünyada Tsunamiler başka türlü sonuçlara yol açmaktadırlar. Ama bu sonuçlar Tsunamilerin değil, aslında o günkü dünyaya uymayan toplumsal düzenin sonucu olarak öyledirler. Böyle bir dünyada ulusal devletler olursa, bütün bunlar da olur.
Ve nihayet, globalizm çağında bu felaketlerin algılanması da başka olur.
Ölenler içinde batı ülkelerinin turistleri, yeryüzünün beyazları da olduğundan, bütün medya bu felaketi tüm insanlara aktarır. Ama gerçek ile aktarılan felaket farklıdır. Yardımlar da, haberler de hep beyaz adama yöneliktir. Beyaz adamın içinde olmadığı felaketler gazetelerin köşesinde veya haberlerin sonunda küçük bir haber veya değinme olarak kalır.
Bir yandan böyledir ama diğer yandan felaketlerin insanlara televizyon vs. aracılığıyla duyurulması; bunun duyuruluş biçimleri ve bunların insani sonuçları da en az o felaketler kadar korkunçtur. Sadece beyaz adamın uğradığı felaketin anlatılmasını bir yana bırakalım, felaket haberini ve resimlerini hemen borsada yükselen ya da düşen hisse senedi fiyatları izler örneğin. Yani insanlar insan kardeşlerinin uğradıklarına da sağırlaşmaya başlar böylece.
Şimdi eğer, üretici güçlerin bu günkü gelişim düzeyine uygun bir toplum düzeni olduğunu var saysak, o zaman da tsunamiler olurdu.
Ama önce o dünya cumhuriyeti buna karşı uyarı sistemleri kurmuş olurdu.
Ulusal devletler olmadığından bu muazzam gelir ve zenginlik farkları olmaz, o zaman da, sahillerdeki “tatil cennetleri” ve “cennet”lerde çalışan işçilerin ve yerli halkın cehennemleri olmazdı.
Keza, toplumsal ve doğal dengeleri gözeten optimum büyüklükteki işletmeler nedeniyle böyle muazzam büyük turizm tesisleri ve aşırı şehirleşmeler olmazdı.
Keza, iş gücünün aşırı sömürüsü ve yabancılaşmanın ortadan kaldırılması hedef olduğundan, böyle aşırı çalışma ve sömürünün ikiz kardeşi aşırı tembellik ve güneş altında günlerce yatıp akşamları içmek ve eğlence adına her türlü rezaleti yapmak gibi “turizm”ler de olmazdı.
Görüleceği gibi, Allah, Yani Toplum ve Doğa yasaları, kendilerine uygun davranmayan toplumu bir şekilde “ceza”landırmaktadır.
Eğer insanlar Tsunamilerin böylesine felaketlere yol açmasını; böyle felaketlere kurban gitmeyi istemiyorsa, Peygamber Marks’ın dediklerine gelmeleri, uluslara, sınırlara, özel mülkiyete ve kar ekonomisine karşı savaşa girmeleri gerekiyor.
Aksi takdirde Tsunamilere veya ozon deliklerine ve denizlerin ısınmasına veya biyolojik felaketlere bile fırsat kalmadan, muhtemelen, yine bu üretici güçlerin gelişmişliği nedeniyle yayılmak kaynak ve pazarları el geçirmek zorunda olan, Avrupa, Amerika, Çin, Japonya ve Rusya arasındaki rekabet ve savaşlar içinde zaten bir nükleer kıyamete kurban gidecekleri çok açıktır.
İşte Kuş gribi de, böyle bir felaket. Onun yaşanışı ve sonuçları, globalleşmiş bir dünyada, ama hala ulusal devletlerin, sınırların, özel mülkiyetin ve kar ekonomisinin egemen olduğu bir dünyada, insanlara bir cezaya, bir kıyamet alametine dönüşmektedir.
Aslında Allah, yani doğa ve toplum yasaları bu felaketlerle, insanları uyarmaktadır, yaşam ve toplum düzenlerini bir an önce değiştirmeleri için, değiştirmedikleri takdirde de çok daha büyük felaketler yaşayacakları için.
*
Mikroplar ve Virüsler en başarılı canlılardır. Bizlere hayatın evrimi en tepesinde Memeliler ve İnsanın bulunduğu, en altta bakterilerin, mikropların ve virüslerin bulunduğu bir gelişim olarak aktarılır.
Ama canlı olmanın, yani türün devamını sağlamının (Teleonominin) ölçülerine vurduğumuzda, bırakalım insanları bir yana, memelilerin bile başarılı bir canlı türü olduğuna dair hiçbir kanıt getirilemez. Bunlar bütünüyle insan merkezli ilerlemeci doğa kavrayışlarıdır.
Şu beğenmediğimiz dinozorlar bile, bir tür olarak 150 milyon yıl bu dünyada egemenlik kurmuşlardı ve eğer kozmik veya jeolojik bir felaket sonucu yok olmasalardı belki bu gün bile hala egemen olmaya devam edeceklerdi. Memeliler şunun şurası topu topu 65 milyon yıldır onların yerini aldılar ve her şey bunun birkaç yüz yıl içinde son bulacağını gösteriyor.
Mikroplar ve virüsler ise, sadece var olmaya değil, çeşitlenmeye de devem ediyorlar. Memeliler ve insanlar yok olduğunda da var olmaya devam edecekler
Doğada sürekli olarak mutasyonlar olmaktadır, bu mutasyonlar sonucu daha farklı özellikleri olan canlılar ortaya çıkmaktadır. Ama bunların çok küçük bir bölümü onlara “yaşam savaşı”nda bir üstünlük sağlayabildiğinden, diğer kuşaklara aktarılabilmektedir.
Çok yüksek bir öldürücülük ve kolay yayılma, yaşam savaşında mikroplara uzun vadede büyük bir üstünlük sağlamaz. Hızla yayılan çok öldürücü bir mikrop, üzerinde var olup yayılacağı canlıları yok ettiğinden aslında, tıpkı bu günkü insanlar gibi, kendi var oluş koşullarını da ortadan kaldırmış olur. Dolayısıyla, öldürdüğü canlılarda hiçbir direncin oluşmadığı koşulda bile, bu kendi sınırlarına toslar.
Ancak hiçbir canlı türü tümüyle dirençsiz değildir mikrop ve virüslere karşı. Daima, yine çok önceleri farklı bir mutasyona uğramış ama bir işlevi yokmuş gibi görünen o mikroplara karşı bağışıklığı olan, “şerbetli” canlılar, yani sürünün içinde bir kara koyun daima vardır. Tüm Popülasyon yok olduğunda, o mikroba dayanıklı “kara koyunlar” yaşarlar, bu sefer, o kara koyunlardan türeyen ve o mikroba karşı bağışıklığı olan kuşaklar yaşadıklarından, o hastalık fiilen yeni kuşaklar açısından eski öldürücü özelliğini yitirmiş olur.
Milyonlarca yıldır bu süreç işlemektedir. Dolayısıyla bugün yaşayan türler, hastalıklara karşı belli dirençler geliştirmiş türlerdir. Elbette sürekli mutasyona uğrayan yeni mikrop ve virüs kuşaklarında bu süreç tekrarlanmaktadır.
Mikropların tür atlamaları da tıpkı mutasyonlar gibi görülebilir.
Ne var ki, Kapitalizm denen geniş üretim yordamıyla birlikte bu süreç çok özgül bir nitelik kazanmış bulunmaktadır. Artık sorun biyolojik değil, toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkar.
Kapitalizm geniş yeniden üretim yordamıdır. Yani aynı üründen milyonlarcanın üretilmesi, mümkünse bütün dünya pazarına o ürünün egemen olması hedeftir. Böylece binlerce canlı, doğanın ritminin de dışına çıkarılarak, hormonlar, ışık hileleri vs. aracılığıyla, sermayenin devir hızını arttıracak ve dolayısıyla kâr oranının düşme eğilimini azaltacak şekilde üretilir. Böylece olağan koşullarda doğada hemen hemen hiç bulunmayacak şekilde, aynı türden binlerce, yüz binlerce canlı (örneğin tavuk) bir arada bulunmaktadır.
Öte yandan, geniş yeniden üretim, yani kapitalizm standardizasyon demektir. Bu nedenle aynı tohumdan, aynı türden, aynı özelliklere sahip milyonlarca canlı üretilmektedir. Böylece bir türün ayakta kalmasını sağlayan çeşitlilik yok edilmektedir.
Bütün bu ve benzeri gelişmelerin birinci sonucu, herhangi bir hastalığın, yüz binlerce, milyonlarca canlının ölümüne yol açmasıdır. Bu durumda da hastalığın yayılmasını engellemek için toplu imhalar demektir.
Sadece bu kuş gribiyle ilgili olarak Hollanda’dan bir örnek verelim. İmhanın hangi boyutlarda olduğunun anlaşılması için:
“18 Mart 2003 tarihinde toplam 25 vak’a (20 vak’a yumurtacı kümesinde, 3 vak’a broiler damızlık kümesinde, 2 vak’a hindi kümesinde) tespit edilmiş olup, 673.041 duyarlı kanatlı hayvan imha edilmiştir.
27 Mart 2003 tarihinde toplam 54 vak’a (38 vak’a yumurtacı kümesinde, 9 vak’a broiler damızlık kümesinde, 4 vak’a hindi kümesinde, 2 vak’a köy kümesinde) tespit edilmiş olup, 1.162.839 duyarlı kanatlı hayvan imha edilmiştir.
02 Nisan 2003 tarihinde toplam 31 vak’a tespit edilmiş olup, 556.028 duyarlı kanatlı hayvan imha edilmiştir.
07 Nisan 2003 tarihinde toplam 32 vak’a (24 vak’a yumurtacı kümesinde, 3 vak’a broiler damızlık kümesinde, 2 vak’a köy kümesinde) tespit edilmiş olup, 1.197.884 duyarlı kanatlı hayvan imha edilmiştir.” (AVIAN INFLUENZA (Tavuk vebası, Kuş gribi) HASTALIĞI VE DÜNYADAKİ DURUMU, Ragıp Bayraktar)
Bunlar sadece 2003 yılında üç hafta içindeki rakamlardır. Küçücük Hollanda’da, Yuvarlak hesap 3,5 milyon kanatlı hayvan, topu topu 200 hastalık belirtisine karşı imha edilmiştir.
Burada kapitalizmde basit bir salgının bile nasıl Pazar ve kar kaygısı snedeniyle korkunç katliamlara yol açtığı açıkça görülmektedir. Hollanda kanatlılarının dünya pazarında rekabet şansının azalmaması için korkunç bir imha gerçekleştirmiştir.
Kâra değil, insanların ihtiyaçlarına dayanan bir ekonomide ise, bir tek işletmenin kârlılığı ya da verimliliği değil, tüm insanlık açısından verimlilik ve yarar ve insanların ihtiyaçları ile dünya ölçüsündeki verimlilik ilişkisi göz önün alınır.
Örneğin, kapitalist bir işletmenin verimliliği için, işin otomasyonu, olabildiğince ürünün bir arada üretilmesi, işletme masraflarını azaltır. Zaten bu nedenle on binlerce tavuk vs. bir arada büyütülür, dünya pazarı için. Bu bir tek işletme açısından son derece rasyonel olabilir.
Ama insanlığın tümü göz önüne alındığında, bu üretim biçimi irrasyonal olarak ortaya çıkar. Sadece hastalık olasılıklarında yapılan imhalar göz önüne alındığında bile, bu muazzam bir emeğin ve ürünün imhası anlamına gelmektedir.
Bir başka örnek. İngiltere’de her üretilen iki tavuktan biri Avrupa’ya ihraç edilmektedir. Keza, İngiltere’de tüketilen her iki tavuktan biri de ithal edilmektedir. Bu tavukların da uzak İngiliz sömürgelerinden değil; Avrupa’dan ithal edildiğini varsaysak bile şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır. İngiltere’de üretilen her iki tavuktan biri, bir Avrupa seyahati yaptıktan sonra, Britanyalıların boğazına girmektedir.
Tek tek işletmeler ve onların kârlılıkları açısından bütün bu sonucu yaratan işlemler son derece rasyonel olabilir. Ama ortaya sonuç itibariyle son derece irrasyonel, her iki tavuktan birinin, bir Avrupa seyahati yaparak tüketicinin boğazına girmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu tavukların bu seyahati için TIR’lar, yollar, şoförler, bunların harcadığı yakıtlar, yol açtıkları çevre tahribatları vs. göz önüne alındığında, çok büyük işletmelerin; dünya pazarı için üretimin insanların toplu yaşamı için hiç de rasyonel sonuçlar ortaya çıkarmadığı görülmektedir.
Ama başka ve daha rasyonel bir düzen için, kâr ekonomisinin ortadan kaldırılması; tüm insanların ihtiyaçları ile toplumsal verimlilik ve doğanın dengesini gözeten optimum büyüklüklere dayanan planlı bir ekonomi gerekir.
Bu olmadığında, yani, Marks’ın deyimiyle insanlar üretici güçlerin gelişme düzeyine uygun bir toplum düzenleri kurmadığında, örneğin hala kâr ekonomisine dayandıklarında; planlı bir ekonomiye geçmediklerinde, doğa ve toplum kanunları onları cezalandırmakta ve sonuçlar birer kıyameti alameti olmaktadır.
Burada kuş gribini örnek aldık ama sorun sadece bu değil, örneğin deli dana hastalığında da aynı durum söz konusuydu.
*
Buraya kadar sadece ürünlerin imhası boyutuna kısaca değindik. Bir de, hastalıkların insana geçmesi söz konusu olduğunda, bu sistemin tüm yaşayış tarzı, yani ulusal devletleri, geri ve zengin ülkeler vs. de felaketleri pekiştirici bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır.
Örneğin son derece öldürücü ve kaynağı muhtemelen tropikal Afrika mağaralarındaki canlılar (muhtemelen yarasalar) olan ve onlardan insanlara geçen Ebola (Marburg) virüsü üzerine araştırmalar şunu göstermektedir.
Eskiden de, zaman zaman bu virüs insanlara sıçramaktadır. Kabileler bu virüsün yol açtığı hastalığın belirtilerini tanımlamışlardır.
Ama o zamanlar, hastayla tüm ilişkiler kesilmekte, o insansız bir yerde ölüm terk edilmekte veya oraya bir daha uğranılmamakta veya o bölge yakılmaktadır. Elbette bunlar dinsel bir ritüel içinde gerçekleşmektedir. Böylece hastalık daha doğduğu noktada lokalize edilmekte ve yok olmaktadır.
Ama günümüzde globalleşmiş dünyada, insana bulaşan mikrop birkaç saat içinde kıtaları aşmakta, Avrupa veya ABD’nin bir şehrinde ortaya çıkmaktadır.
Ama daha da ilginci, bu gibi mikropların esas bulaştıkları ve yayıldıkları noktalar bizzat hastanelerin kendileridir. Hastalıklara karşı mücadelenin aracı olması gereken yerler, hastalıkların yayılışının araçlarına dönüşmektedirler.
Özellikle geri ülkelerdeki hijyenik ölçütlere, istenilse bile yoksulluk nedeniyle uyulamayan hastaneler böyledir.
Ama geri ülke demek her şeyden önce ulusal devletler, yani gerçekte var olan kapitalizm demektir.
Böylece globalleşme çağında ulusal sınırlar ve bunun yol açtığı zenginlik ve yoksulluk farkları, hastalığın yayılışının ve felakete dönüşmesinin bir nedeni haline gelmektedir.
Belki bu Ebola’da henüz gerçekleşmedi ama AİDS örneği ortada. Bugün Afrika’nın neredeyse yarısı AİDS’li. Aynı hastalık zengin ülkelerde büyük ölçüde kontrol altına alınmış bulunuyor. AIDS, Batı ülkelerinden tekrar Afrika’ya gelerek yayıldı.
Ayrıca Özel mülkiyet, bir de bu hastalıklara karşı ilaçların isteyen tarafından üretilmesini engelleyerek, yani insanların hastalıklarını bir kâr aracı yaparak bütün bu felaketin üzerine tüy dikmektedir.
Sözde buna en fazla direnen “ilerici” hükümetler bile, Güney Afrika örneğinde görüldüğü gibi, özel mülkiyet ve ulus devlet dışında bir var oluşu düşünemediklerinden ve bunun kavgasını veremediklerinden, kendi yaptıkları muadil ilaçlar için belli sınırlamaları kabul etmekte ve ilaç firmalarına belli bir haraç ödemeye devam etmektedirler.
Ancak, bunların yanı sıra, günümüzde hastalıklar, dünya pazarı için mücadelelerin; ulusal devletlerin mücadelesinin, ekonomi dışı zorun bir aracı da olmaktadır.
Örneğin kuş gribinin esas yayıldığı bölgenin bugün dünya ekonomisinin en dinamik ve hızlı büyüyen bölgesi, Asya’nın Pasifik kıyıları ve Güneydoğu Asya olması nedeniyle, Avrupalı Ülkeler ve ABD, Asya ülkeleri karşısında rekabet güçlerini arttırmanın bir aracı olarak Kuş gribini, oradan gelen mallara karşı engeller çıkarmak veya ora mallarına talebi azaltmak için bahane olarak kullanmaktadırlar.
Bu da o ülkelerin, kendileri de yine bizzat dünya pazarı için üretim yapmaya programlanmış devlet ve işletmelerinin ya hastalığı gizlemelerine ya da tıpkı mallarının adı kötüye çıkmasın diye milyonlarca tavuğu imha eden Hollandalılar gibi gereksiz ve abartılmış imhalara girişmesine yol açmaktadır.
Ne var ki, her iki durumda da, bu ülkeler batılı ülkeler gibi zengin ve organize olmadıklarından, emekçi insanlar ve basit halk için, bu gibi gizleme ve abartılı imhalar tam bir felakete dönüşmektedir.
Böylece geri ülkelerdeki işletmeler ve halk, sadece modern üretimin ve ilişkilerin değil, kapitalizm öncesinin de darbesine maruz kalmaktadırlar.
Tavukları imha edilen Hollandalı işletmeci, devletten bunun karşılığında belli bir tazminat alır. Zarar sosyal olarak ödenir. Bu onun için yoksulluk ve açlık anlamına gelmez.
Ama Geri ülkenin küçük üreticisi ya gizlenen hastalığın kurbanı olur, ya da elindeki iki üç tavuk da alınıp açlığın ve yoksulluğun iyice pençesine düşer.
Türkiye’deki Kuş gribinde bütün bunlar görüldü. Türkiye’yi kapısında tutmak isteyen Avrupa bunu bahane ederek, yeni tedbirler geliştirirken; bundan korkan ve bunları engellemek isteyen Türk burjuvazisi ve devleti, önce hastalığı gizledi, sonra da mızrak çuvala sığmayınca abartılı imhalara girişti ve birkaç tavuğu olan yoksul insanların soluk borusu olun birkaç tavuğunu da yok etti. Burada o insanların kaderi kimseyi ilgilendirmiyordu; ülkenin imajı, yani Türk ürünlerinin yolunun tıkanmaması ve politik olarak Avrupa’nın eline koz vermeme biricik kaygı olarak ortaya çıkıyordu.
Haberlerdeki abartılı görüntüler insanların yaşamları ve sağlıkları için değildi, Türk mallarının ve devletinin imajını korumaya yönelikti.
Ama Türkiye’de bu akıl dışılık aslında zirvelerine ulaştı. Hükümet ve devlet, kümes hayvancılığını yok etmek[2] için bir vesile yaptı bu kuş gribini. Aslında kümes hayvancılığı, Kuş gribi gibi felaketlere karşı en emin savunma alanıyken, kitlesel imhaları engellemenin en iyi yoluyken ve binlerce yıldır böyle engellenmişken, bu, “ekonomi dışı cebir” ile olağan rekabet ile bile değil, yasalarla, tedbirlerle küçük üreticilerin, yoksul insanların soluk borularını tıkamanın yoluna da girildi.
Böylece, şarklı usullerle, ekonomi dışı cebir aracılığıyla, yani kapitalizm öncesi ve dışı yöntemlerle kapitalizmin yayılışı gündeme geldi. Kümes ve bahçe tavukçuluğunun olağan rekabet yöntemleriyle yok edilmesi için bile sabredemedi Türkiye’nin Müslüman ve Laik sermayesi.
Ve nihayet, Türkiye gibi geri bir ülkenin sömürgesi olan Kürdistan’da Kuş Gribini Kürdistan başka Batı başka yaşadı[3].
Ve sadece bu kadar da değil, kuş gribi, Kürtlere karşı bir ırkçı silah olarak kullanıldı. O güne kadar, binlerce yıldır olduğu gibi hayvanlarla iç içe yaşamış insanlar, uygarlıktan uzak pis vahşiler olarak gösterildi. Özel savaş dairesinin bir psikolojik savaş aracı olarak Türk orta sınıflarını yedekte tutmak için kullanıldı.
Toparlarsak, Kuş Gribi örneğinde görüldüğü gibi, Özel Mülkiyet, kâr ekonomisi klasik doğal felaketleri birer modern kıyamet alametine çevirmektedir. Bunu önlemenin tek yolu kâr ekonomisini, ulusal devletleri ortadan kaldırmaktır.
Kapitalizme ek olarak ulusal devletlere bölünmüş, zengin ve yoksul ülkelerin olduğu bir kapitalizmde bunun şiddeti katlanmaktadır. Soyut olarak pek ala yeryüzü ölçüsünde, aydınlanmanın ideallerine uygun olarak bir tek kapitalist ülke mümkün iken, bu günkü kapitalizmin var oluşu için, ulusal devletler ve “zengin demokratik” “geri baskıcı” devletler ayrımı sistemin devamı için ayrılmaz bir koşul haline geldiğinden; gerçekte var olan kapitalizmde felaketlerin şiddeti katlanmaktadır.
O geri ülkelerin sömürgesinde ise, Kürdistan örneğinde görüldüğü gibi, bir sömürgeci savaş aracına ve ekonomi dışı zorla küçük üreticiliğin yok edilmesine dönüşmektedir.
O halde kuş gribine karşı mücadele, ilk elde sömürgeciliğe ve ulusal baskıya karşı; ekonomi dışı zorla küçük üreticiliğin yok edilmesine karşı bir mücadele içinde tüm emekçileri ve demokratik güçleri birleştirmeyi hedeflemeli.
Ancak bu yetmez. Bu aynı zamanda bu günkü ulusal devletlere ve de nihai olarak kapitalizme, yani özel mülkiyete ve kâr ekonomisine karşı bir mücadele olmak; en azından ona dönüşmek zorundadır.
Tabii Hak yolundan gidenler için, yani doğa ve toplum yasalarının söylediklerini anlayanlar; onların uyarılarına kulak kabartanlar için.
Bütün belirtilerin gösterdiği gibi, günümüz dünyasında, Kâra, Özel Mülkiyete, hasılı Kapitalizme karşı olmadan hakka uygun bir toplumsal yaşam kurulamaz.
Demir Küçükaydın
26 Ocak 2006 Perşembe
[1] “Tarihsel Devrim” kavramı ve Antik Tarihin gidiş yasaları üzerine Hikmet Kıvılcımlı’nın “Tarih devrim Sosyalizm” eserini okumak gerekir. Bu yazının teorik arka planının bir kısmını da bu eser oluşturmaktadır. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu eseri ve diğer eserleri şu linkten indirilebilir: https://drive.google.com/open?id=0B4WCAkfIVlkyY2gzcnQtWFkzZ3c
[2] “Sağlık Bakanı, sadece hastalığın ön plana çıktığı günlerle sınırlı olarak değil, çok daha kalıcı, uzun vadeli önlemlerin alınması ve halkın da buna alışması gerektiğini savunuyor.
Akdağ, önlemlerin kesin sonuç vermesi ve kalıcı olması için Türkiye'de tereddüt edilmeden ev ölçeğinde beslenen yaklaşık 10 milyon tavuğun itlaf edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Akdağ, bu görüşünün gerekçesini şöyle özetliyor:
"Kuş gribi virüsü göçmen kuşlardan kümes hayvanlarına bulaşıyor. Onlardan da temas eden insanlara. Kuşların göç yollarını değiştiremeyeceğimize göre bu sorun sürekli bir nitelik taşıyor. Türkiye'de virüsün insanlara bulaşmasının nedeni, kırsal kesimde, ev veya bahçe ölçeğinde kümes hayvanı beslenmesi. Elbette bunun ekonomik nedenlerini anlıyorum ama sonuçta devlet 3-5-10 kümes hayvanının sağladığı ekonomik katkıyı telafi edebilir. Bu ekonomik kayıp karşısında dağınık ve açıkta kümes hayvanı beslenmesinin insanlarımıza yönelik olarak taşıdığı tehlike dikkate alınırsa, ihmal edilebilir boyuttadır. Tarım Bakanlığımızın tespitlerine göre Türkiye'de ev ölçeğinde beslenen kümes hayvanı sayısı 10 milyon civarındadır. Bana göre kesin ve kalıcı çözüm, bu hayvanların itlaf edilmesi ve bu tür kümes hayvanı beslemenin tümüyle terk edilmesidir."
'Kültür değişmeli'
Sağlık Bakanı, kuş gribi virüsünün yarattığı ve yaratacağı tehlikenin artık Türk insanının kültürünü değiştirmeye zorlayacak boyutta olduğunun altını çiziyor. Hayvanlarla iç içe yaşama, kümes hayvanlarını sevme, onlarla temas etme, çocukların oynamasına ve sevmesine izin verme gibi kültürel alışkanlıkların da bırakılmasını salık veriyor.
Akdağ, bu konuya hükümetin çok ciddi biçimde eğildiğine bir örnek olarak son Bakanlar Kurulu toplantısında, ilkokullarda çocukların kümes hayvanlarıyla temas etmelerinin ne gibi tehlikeler taşıdığının bir ders gibi verilmesi üzerinde de durulduğunu vurguluyor. Çocukların bu hayvanlarla temasının kesilmesinin, kesin ve kalıcı önlemlerin başında geldiğine işaret ediyor. “ (F. Bila, 20. Ocak. 2006 tarihli Milliyet)
[3] Köxüz sitesinde Ümit’in yaptığı karşılaştırmaları içeren şu yazı bir fikir verir:
“Grip Kuş ve..
Bir iki ay önce batıda bir yer;
Birkaç kuşta tespit edilen kuş gribi nedeniyle çiftlikler boşaltıldı,
Birkaç gün önce doğuda bir yer;
Birkaç insanda görülen kuş gribi nedeniyle boşaltılacak çiftlik bulunamadı.
Bir iki ay önce batıda bir yer;
Tüm kanatlılar; her türlü modern yöntemler kullanılarak itlaf edildi. Her kuş için vatandaşa ödenecek tutar ulusal basın dahil bir çok yöntemle ilan edildi.
Birkaç gün önce doğuda bir yer;
Birkaç memur bulabildikleri birkaç tavuğu -çoğu ölmüştü- çıplak elleriyle bir römorka yüklediler. Kanatlılara yine az da olsa bir para ödendi.
Bir iki ay önce batıda bir yer;
Köy girişlerindeki traktörler dahil her şey modern yöntemlerle ilaçlandı, Kuş gribinin tehlikeleri ve ilgili korunma yöntemleri bol bol anlatıldı. Medyada ilaçlama görüntüleriyle birlikte sunuldu bu hem de.
Birkaç gün önce doğuda bir yer
Ölen insanlar ve hastalığa yakalananlar hastaneye kaldırıldı ve ilgililer bunun kuş gribi olmadığını insan gribi olduğunu açıkladılar. Aynı aileden dört kişi aynı anda zatüre olmuşlardı hepsi buydu...
Bir iki ay önce batıda bir yer;
İyi ki kimse ölmemişti, büyüklerimiz! tehlikenin geçtiğini hatta dini usüllere uygun kesildiğinde; yine bir kuş olan tavuk etini yiyebileceklerini açıkladılar. Çiftlik sahipleri ne derece modern yöntemlerle tavuk ürettiklerini reklam ettiler. Biz mutlu olduk. Artık tehlike geçmişti.
onbeş gün önce doğuda bir çiftlik!
Çiftlikteki tüm tavuklar telef oldu.Yüreğimiz ağzımıza gelmişti ki yetkililer olayın nedenini açıklayıverdiler" korkulacak bir şey yoktu, yolculukları boyunca çok hırpalanan tavuklar kamyon şoförünün kasislerden çok hızlı geçmesi nedeniyle ölmüşlerdi" hepsi buydu, inanmıştık.!
Birkaç gün önce doğuda bir yer
Sağlık bakanı açıklayıverdi korkulacak bir şey yoktu. Olay basit bir kuş gribi vakasıydı. Ölen "unsurlar" (Sayın Başbakan vatandaşına emek örgütlerine STK lara unsur demeyi tercih ediyor, bildiği bir şey var galiba bizde öyle yapalım) kuş gribinden ölmüşlerdi.
İlgililer ve yetkililer açıklayıverdi; önlem alınmıştı, kuş gribine yakalananların aileleri yakın temasta olanları tıbbi korunmaya alınmıştı. Başka hiçbir önleme gerek yoktu, ölen olursa bunların da tahlilleri alınacaktı. Yani rahat olunmalıydı.
Tarım bakanı açıklayıverdi; bu basit bir vakaydı, daha önceden de bu bölge üzerinde şüpheleri vardı, çünkü ülkemizde biri Kars, diğeri batıdaki göller bölgesi olmak üzere göçmen kuşların giriş yaptığı iki güzergah vardı. Ama panik olunmadan durum atlatılacaktı.
Tv ler duyuruverdiler; hem de kuş gribine yakalananların, üşütüp hasta olmasınlar diye tavuklarıyla birlikte uyuduklarını, ölmek üzere olan tavukların kesilip yenildiğini üstelik çocukların bu kesik başlarla nasılda güzel oyunlar oynadığını atlamadan.
Önce zatüre bakanın açıklamasından sonra kuş gribi diyen profesörler açıkladılar; ilaç gelmişti artık müdahale edebileceklerdi.
Almanya da kuş gribi vakası hiç olmamasına rağmen tedbiren nüfusun onda birine yetecek kadar halihazır da ilaç vardı ne de gereksiz bir şeydi bu; insanlar öldükten sonra da ilaç temin edilebilirdi pekala.
Tv ler ilgili hastalıktan ölmüş tavukları halkın, çocukların çıplak elleriyle traktöre nasıl kayıtsızca yüklediklerini, halkın sırf parasını az bulduğu için kuşları vermediklerini, bu halkın nasılda cahil olduğunu her karesiyle gözümüze soka soka gösterdi.
Okulda birkaç öğretmen tavuklarıyla birlikte uyuyan cahillere güldü! Öyle ya tavuklarıyla aynı odada uyuyamazdı insanlar. Ama eğer insansalar!
Bugün bir haber; yaklaşık otuz kişi hastaneye kaldırılmıştı-Doğuda birçok yer-
Ama kim korkar bundan biz her gün trafikte bile bundan daha çok insan kaybetmiyormuyuz.
Sahi şu meşhur tavuklar yesin diye ithal edilen mısırlara ne oldu bakanım? Birkaç kilsunu birlikte patlatıp yeseydik, Yüzüncü Yıl hastanesinin önünde Tavuklara da hastalara da verirdik yesinler diye. Basına her şey bittikten sonra bilgi vermekten! başka, zaten yapacak ne işimiz var ki...Değil mi?”^
http://www.koxuz.biz/index.php?option=com_content&task=view&id=266&Itemid=87
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.04.2020
30.03.2020
19.03.2020
18.03.2020
17.03.2020
10.03.2020
2.03.2020
1.03.2020
2.02.2020
3.01.2020