Etyen MAHÇUPYAN
Evde şeker bitmiş, yakındaki bakkaldan aldık… Markası ‘Son Osmanlı’. Bir kiloluk paketlenmiş toz şeker markası olarak bu adı düşünmek yaratıcı bir pazarlama hamlesi olarak görülmeli. On yıl önce abes bulunulabilecek, modern ve kentli tüketici alışkanlıklarıyla bir araya gelemeyecek bir isim toz şeker paketinin üzerinde gelen geçene gülümsüyor.
Kültürel bağlam ve algılar o denli değişmiş ki çoğunluk ‘böyle de şeker markası olur mu’ demiyor. Artık liberalizmin küreselci dünyasında değiliz. Yeni İttihatçılığın ‘yerel ve milli’ dünyasındayız… Düşünün, paketlenmiş toz şeker bile buna uyum sağlamış. İnsanlar çoktan bu yeni dünyanın içindeler ve yadırgamadan, aksine muhtemelen kendilerini daha ‘evlerinde’ hissederek hayata devam ediyorlar.
Bu durum iktidarın başarısına indirgenemeyecek kadar derin bir tarihsel/ideolojik olguya işaret ediyor: Kemalizm ve onun getirdiği benlik-kimlik-vatandaşlık üçlemesi gerçekte bu topraklara bir miktar yabancıymış. Halkın üzerinde yapay bir şemsiye oluşturmakla kalmış. Üstelik kendisini benimsetmekte de yetersiz olmuş. Öyle ki bir ‘laik cemaat’ oluşturup ona temsili güç ve meşruiyet vererek denge yaratmak zorunda kalmış.
Ama derinde İttihatçılığın çeşitli varyasyonlarında kendisini bulan ana kültürel/sosyolojik damar varlığını ve ideolojik ‘rengini’ devam ettirmiş. Bugün, yol verilmiş 2016 başarısız darbe girişimi sonrası, Kemalizm laik cemaat için bir tatlı anı olarak siyasetin çeperine sürüklenmekte.
Mustafa Kemal’in bir yüceltilmiş figür olarak öne çıkmasının da nedeni bu… Çünkü Kemalizm’den geriye kalan ve geleceğe taşınabilecek olan tek sembol o. Nitekim kişi kültü Yeni İttihatçılığa da gayet uygun ve nihayette Mustafa Kemal de esasta bir İttihatçıydı… Hatta tabiri caizse ‘Son Osmanlı’ydı.
Henüz on yılını doldurmamasına rağmen, Yeni İttihatçılık Cumhuriyet’in ilk yüz yılını ideolojik bir paranteze almak üzere: Kemalizm sadece bir geçiş döneminin adıydı, şimdi İttihatçılığa geri dönüyoruz. Tabii ki yüz küsur yıl öncesinin tekrarı olarak değil. Bugünün dünyasına, Türkiye’sine uygun, küresel dinamiklere ve teknolojik imkanlara uyumlu olmaya çalışarak…
Geleceğe bakan, anlamaya çalışan, hele siyaset yapanların yaşamakta olduğumuz zihinsel ve psikolojik kaymayı idrak etmelerinde yarar var. Ancak konuyu ‘ayakları üzerine’ oturtmadan geçmişte yaşadığımız bir yanılgıdan (daha ziyade atlamadan) söz etmem lazım.
Gençliğimde Kemalistler ısrarla Cumhuriyet’in bir ‘kopuş’ olduğunu, Kemalizm’le birlikte Osmanlı defterinin her açıdan kapandığını vazederlerdi. Zamanın özgürlükçü sol/demokrat aydınları olarak buna şerh koyma ihtiyacı hisseder, düşünsel faaliyetimizin önemli bölümünü söz konusu şerhi detaylandırmak ve derinleştirmek için kullanırdık.
Süreklilik ve kopuşun birbirinden ayrışmayacağını biliyorduk, Kemalizm de bir miktar kopuştu tabii ki, ama süreklilik dinamiği göz ardı edilemeyecek boyuttaydı ve Türkiye’de olan biteni daha iyi açıklıyordu. Yeni Cumhuriyet rejimi İttihatçıların sadece düşünürlerini, bürokratlarını ve bir kısım sermayedarlarını içine almakla kalmamış, İttihatçı kadrolaşma mantığını ve iş yapma (rant yaratma) biçimini benimsemiş, siyaset anlayışını ve değer sistemini içselleştirmişti.
Nitekim kendisini ahlaken ‘farklı’ sunan yeni rejim, nihayette Teşkilat-ı Mahsusa’ya hiç gocunmadan, hatta gururla sahip çıkmıştı. Siyaseti tek parti tasallutuna indirgeme, parti ile devleti bütünleştirme, katma değeri merkezde toplama, kendi vatandaşlarının malı üzerine çöreklenme, alttan alta ganimet mantığını sürdürme, yeni rejimin kolayca tespit edilebilen özellikleriydi…
Bizler de bunun üzerinde durduk. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e olan sürekliliğin, kopuştan çok daha belirleyici olduğunu yazıp çizdik. Yazdıklarımız doğruydu ama meğer yüzeysel bir tarafı varmış. Çünkü biz ‘vatandaşlık’ meselesine fazla ağırlık verdik. Haklar, özgürlükler, ekonomik fırsat eşitliği, kamusal alanın işleyişi bizler için birincildi. Yani siyaseti önemsedik ve Kemalist siyasetin İttihatçı siyasetten pek de uzaklaşmadığı, hatta onunla bütünleştiği tespitini yaptık.
Niye siyaseti önemsedik? Çünkü ‘modern’ eğitimden geçmiş ve modernliği kimlikleştirmiştik. Yanılgımız siyasetin bu ülkede bizatihi yüzeysel olduğunu fark etmemekmiş. Biz siyaseti toplumsal ilişkilerin temeli sandık… Oysa bu ülkede siyaset başka bazı hassasiyetlerin üzerinde dalgalanan bir sörf tahtasından ibaret. Özellikle geçiş dönemlerinde.
Bu yanılgıda Kemalizm’in de payı var. Çünkü yeni rejim de Türkiye’yi ‘modern’ olarak tanımladı ve dolayısıyla siyaseti ülkeyi geleceğe taşıyan ana dinamik olarak gördü. Belki de insanların artık derindeki kaygılardan sıyrılıp ‘vatandaş’ olarak kendilerine bakmalarını hayal etti.
Ama öyle olmadı. Kemalizm derindeki ana damarın yolunu değiştiremedi. Şimdi oraya geri döndük ve üstelik Kemalizm artık bir alternatif değil. Şimdi (belirsiz bir süre için) siyaset, sosyalleşme ve kültürleşme Yeni İttihatçılık zemini üzerinde ilerleyecek. Ve bu olurken ‘modern’ hassasiyet sıralaması da ters yüz olacak, (tarihsel gönderme yapmak istersek) ayakları üzerine oturacak.
Bunu bariz şekilde anlatabilmek için önceki yazılarımda kullandığım Kemalizm ve Yeni İttihatçılık önermelerini bir kez daha sunmak istiyorum…
Kemalizm: 1) Tahakkümcü, topluma rehberlik yapan, onun adına düşünen ve karar alan bir devlet anlayışı; 2) Türklük dışında bütün etnik kimlikleri ezmeye çalışan ama teoride kuşatıcı bir ‘birey milliyetçiliği’ (“ne mutlu Türk’üm diyene”); 3) Dindarlığı kamusal alandan dışlayan katı bir laiklik; 4) Batı dünyasının parçası olma ve (onlar tarafından) kabullenilme arzusu; 5) Coğrafi konumla (elindeki toprakla) yetinme ve onu korumayı temel amaç edinen bir dış politika (“yurtta sulh, cihanda sulh”). (Serbestiyet, 2022-11-22)
Yeni İttihatçılık: 1) Türklüğün ve Müslümanlığın haksızlığa uğramış olduğu ve hakkını geri alması gerektiğine dayanan bir hissiyat ve ondan beslenen yayılmacı bir dürtü; 2) Batının son kertede ezeli ve ebedi bir hasım olarak tanımlanmasından, amacının Türk varlığını ortadan kaldırmak olduğu inancından beslenen bir Batı düşmanlığı; 3) Dindarlığı gündelik hayatta özgür bırakan, dini kimliğe giriş çıkışı ve her türlü Müslüman inanç sentezini doğal ama ‘siyaset dışı’ kabul eden bir laiklik; 4) Türk kimliğini dışlayıcı bir ölçüt olarak kullanan, diğer etnik kimliklere müsamahasız ancak Sünni Müslümanlığı kuşatan bir milliyetçilik; 5) Tahakkümcü, topluma rehberlik yapan, onun adına düşünen ve karar alan bir devlet anlayışı. (Serbestiyet, 2023-7-5)
Bu iki paragrafı birlikte ele alınca Yeni İttihatçılığın sadece farklı önermeler değil, farklı bir öncelik sıralaması ifade ettiğini en azından seziyoruz. Kemalizm’de vatandaşlık-kimlik-benlik şeklindeki modernist yaklaşım, Yeni İttihatçılıkta (ve eskisinde de) benlik-kimlik-vatandaşlık şeklinde ‘imparatorluk sonrası duygusal arayış ve kendini kanıtlama’ dürtüsüne dönüşüyor.
Kemalizm’de öncelik sıralaması siyaset-ideoloji-psikoloji şeklinde gidiyor. Siyaseti oturttuğunuzda halk geçerli ideoloji içinde harmanlanıyor ve rejimi destekleyecek bir psikoloji geliştireceği umuluyor. Yeni İttihatçılıkta ise sıralama tersine: Psikoloji-ideoloji-siyaset… Halkı doğru psikoloji üzerinden yakaladığınızda önerdiğiniz ideolojiye doğru kayıyor ve siyasetinizi kendiliğinden benimsiyor.
Yeni İttihatçılık Türkiye’nin bir türlü halledemediği benlik meselesine dönüşü ifade ediyor. Haksızlığa uğramışlık duygusundan beslenen kendini kanıtlama, hakkını alma, ötekilere dersini verme ihtiyacını ‘yakıcı’ bir arzu olarak taşımak… Özgünlüğüne, giderek biricikliğine inanmak; geniş ve yabancı birlikteliklerin dönüştürücü, yok edici etkisinden kaçınmak; kimsesiz, tek başına, ama aynı zamanda tüm mağdurların yanında bir Malkoçoğlu olmak… Henüz büyümemişlik, olgunlaşmamışlık, ergenliğe takılıp kalmışlık…
Ama gerçek bu. Ve Kemalizm bu duyguya yanıt veremediği ölçüde onun bugün daha ilkel şekilde tezahür etmesinin de belki sorumlusu. Anlaşılıyor ki Cumhuriyet yönetiminin tarihi Orta Asya’dan başlatma, Anadolu uygarlıklarını benimseme, bütün büyük buluş ve keşifleri Türklere atfetme, Güneş dil teorisi icat etme gibi uğraşları hiçbir işe yaramamış. Kendi sınırlarına razı, Batı ittifakı içinde, Türklüğü modernize eden yaklaşımı da derinlerden gelen ‘açlığı’ tatmin etmekten uzak kalmış.
Bu alanlarda yüzeyde gezinen Kemalizm halk nezdinde laiklik konusuna sıkışmış. Sadece dindarlar değil, ‘laik cemaat’ da modernliği laiklikle sınırlamış. Böylece Kemalizm yaşayan bir vücudun zaman içinde kabuk bağlayıp dökülecek yarası haline gelmiş…
Kemalizm gerçekten de bir ‘kopuş’ istemiş. Bizim sandığımızın ötesinde bir kopuş tahayyül etmiş, siyaseti ideoloji ve psikolojinin önüne, vatandaşlığı kimlik ve benliğin önüne almak istemiş. Ancak başarısız olmuş… Süreklilik galebe çalmış ama bizim geçmişte sandığımızın ötesine geçerek: Sadece siyaseti etkileyerek değil, öncelik sıralamasını da eskiye döndürerek, önce benlik, ardından kimlik ve ancak ondan sonra vatandaşlık diyerek.
Şimdi Yeni İttihatçılık benlik meselesinin yeniden öne çıkmasına vesile oluyor ama aynı zamanda onu tatmin de ediyor. İkinci Cumhuriyet’e ‘doğal geçiş’ sürecinin içindeyiz. Laik cemaati taşıyan muhalefetin hala siyasetten ve vatandaşlık sorunlarından dem vurması hüzünlü bir tablo. Çünkü günümüz dünyasının standart yaklaşımını sergileyerek ‘söylenmesi gerekeni’ söylediklerini, sözlerinin yeterli olduğunu sanıyorlar.
Ne var ki Türkiye günümüzde değil, hala geçmişte yaşıyor ve geleceği ancak geçmişin içinden kurgulayabiliyor. ‘Bugün’ dediğimiz şey geçmişle gelecek arasına sıkışmış, kendi başına ne tarihsel ne insani fazla ağırlık taşımayan bir geçiş anından ibaret. O nedenle yanlışlar, haksızlıklar, ilkesizlikler, yolsuzluklar sineye çekilebiliyor.
Bugün üzerinden Yeni İttihatçılığı yenmek mümkün değil gibi… Geçmiş ve gelecek üzerine de derinlikli sözünüz olmalı ve o sözün yeşerip çiçek açması için de sabrınız olmalı.
Üstelik bir an önce! Çünkü gündelik hayat bildiği yatağın üzerinde akıyor, onu yeniden kucaklıyor… Paketlenmiş toz şekere varana kadar…
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
25.10.2025
15.03.2025
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024