Etyen MAHÇUPYAN
Kendini kandırmak insan türünün çevreye adaptasyona hizmet eden özelliklerinden biri. Bilincin gelişmesiyle birkaç milyon yıl içinde insanın düşünme yeteneğinde bir sıçrama oldu. Simülasyon ve plan yapma, öngörme, başkalarının zihnini okuma gibi melekeler edindi.
Ama aynı zamanda hayatın taşıdığı belirsizliği, doğru tercihleri yapmanın zorluğunu da fark etti ve bundan ürktü. Çevresindeki her olayı kendince bir neden sonuç ilişkisine bağlama ve böylece anlama ihtiyacı duydu. Yaptığı çıkarsamalara güven duyma, endişeden kaçınma güdüsü yoğundu çünkü almış olduğu kararların doğru olduğundan emin olamıyordu.
Böylece çevremize kendi bakışımızı doğrulayacak şekilde bakmayı, o şekilde algılamayı öğrendik. Algıda seçicilik ve ‘doğrulama yanılgısı’ (confirmation bias) adaptasyonu etkin kılan kandırma yolları olarak zihnin mekanizmaları arasına yerleşti.
Sosyal bir organizma olmamız kendimizi kandırma eğilimimizi güçlendirmekle kalmadı, onu ortak kimliğin tanımlayıcısı haline getirdi ve giderek kurumsallaştırdı. Her grup, klan veya kabile kendisini ve ötekileri tanımlarken gerçek olmayabilen ama paylaşılan ve zaman içinde kalıplaşan anlatılara dayandı. Böylece ortak bir geçmiş, gelenek ve kimlik geliştirildi.
Bu açıdan bakıldığında kendini kandırma eğiliminin günümüzün ‘milletleri’ için de ne denli hayati olduğunu görüyoruz. Modern devlet söz konusu anlatıları neredeyse sabitleştirip, ima ettiği sembollerle birlikte bir eğitim malzemesi haline getirdi. Öyle ki kendimizi ‘benzer şekilde’ kandırmamız sayesinde aynı milletin mensupları haline geldik.
Bunu bütün ‘milletler’ ve devletler yaptı ama hepsinin zihniyeti aynı olmadığı için sonuçlar epey farklı… Belirsizliğe alan açan zihniyetlerin (relativizm, demokratlık) egemen olduğu zihniyet bileşimlerinde bu anlatılar çeşitlendi, özgürlük zemini üzerinde tartışılabildi ve toplumların kendilerini daha az kandırmalarına rağmen özgüvenlerini korumaları mümkün oldu.
Belirsizliğe tahammülü olmayan zihniyetlerin (ataerkillik, otoriterlik) egemen olduğu zihniyet bileşimlerine sahip toplumlarda ise, söz konusu anlatılar sabitleşti, ‘makbul’ vatandaşı tanımladı ve birer kırmızı çizgiye dönüştü.
Türkiye böyle bir ülke… Kendine ve geçmişe bakışta kendini kandırmanın bütün imkânlarını kullanan, anlatıları devlet eliyle ideolojikleştiren ve bu anlatılara alternatif arayanları hainlikle yaftalayabilen, bu kişileri aforoz eden bir ülke.
Öte yandan kendisini ‘olmak istediği’ gibi sunmak isteyen de bir ülke… Sanki sahiplenilen gerçek dışı anlatılar gerçeğin aslıymış gibi yaşayan bir ülke. Bunu becerebilmek için toplumu içeriden veya dışarıdan gelebilecek ‘yanlış’ öğretilerden korumanız gerek. Dolayısıyla latent bir öteki düşmanlığı, bitmeyen bir beka kaygısı ve sürekli kılınan bir devlet bağımlılığı üretilmiş durumda.
Ama aynı zamanda kendi ‘milli’ hikâyenizi allayıp pullamanız, kimliği, geçmişi ve devleti yüceltip itibarı sönmeyecek zaman dışı referanslara dönüştürmeniz gerek. Türkiye bu yönde bir yüzyıl harcadı ve sonuçta o referansların sadece birer yaldız, birer aldatmaca olduğunu idrak ettiğimiz bir momente geldik.
Bugün o yaldızlar dökülüyor ve altından çıkan gerçekliğin övünülecek bir yanı yok. Nasıl para kazandığı konusuna hiç girmeyen ama ‘benim işlerim daha karmaşık’ diyebilen bir mafyatik çete reisinin anlattıkları, devlet mekanizmasının tümüyle yozlaşmış olduğunu gösterdi. Ama fazlasına da işaret etti: Yozlaşma öyle bir noktada ki artık ne herhangi bir otorite tarafından ne de dengelere yaslanılarak gizli tutulması, koruma altına alınması ve aynen sürdürülmesi mümkün değil.
Rant paylaşımının Cumhuriyet rejiminin ne denli kritik bir unsuru olduğunu düşündüğümüzde bu yaşananlar rejimin lif lif ayrıldığının, epriyen bir kumaş misali dağıldığının göstergesi. Çünkü geçmişten devralınan kültürel ve kurumsal miras rejimi kuruluşunda sakat bırakmıştı.
Cumhuriyet’in iç içe geçmiş iki özelliği var: Bir, Türk kimliği etrafında örülen ve devletçiliği temel alan bir ideolojik denetleme sistemi ve iki, toplumsal katma değerin bir ganimet gibi devletliler tarafından paylaşılmasına dayanan bir rant mekanizması. Bu iki unsur birbirine eklektik şekilde veya konjonktür nedeniyle eklemlenmiş değil… Aksine, birbirini tamamlayan ve besleyen unsurlar olarak işin başından bu yana bütünleşmiş durumda. Böylece topluma mesafeli, bilgi tekeline sahip, kaynakları istediği gibi kullanan, kamuoyu tarafından denetlenemeyen ve üstelik ideolojik rehberliği elinde tutan bir ‘devlet’ nosyonu yerleştirilebildi.
Devletin meselesi iki yönlü: Bir yandan toplumu kendi çizdiği sınırlar içinde tutarken onu her açıdan devlete bağımlı kılmak; diğer yandan devletin içinde yaşananların sızmasını engelleyerek, devletin ‘paralel’ bir cemaat olarak çalıştığını gizlemek.
Bu iki amaç için de çok sayıda, düzenli ve sistematik yalan üretilmesi gerekiyordu. Devlet toplumu kandırdı… Toplum da devleti kayırdığı ölçüde kendini kandırdı… Hatta yalanın tekrarlanması ve resmileşmesiyle birlikte bu kandırmaca ‘kişilikli’ bir devlet duruşu olarak tanımlandı.
Bugün yaşanan kurumsal ‘doku eprimesi’ devletin nezaretindeki her iki unsurun da yüzeye çıkmasına, görünür hale gelmesine neden oluyor. Mafyatik çetelerin devletin bizatihi parçası olduğunu, devletlilerle birlikte devlet işleri yaptıklarını, bu arada toplumsal serveti bir ganimet paylaşımına tâbi tuttuklarını anlıyoruz.
Kötü insanlar gelip pirüpak bir devleti yozlaştırmıyorlar… Yozlaşmaya müsait bir devlet anlayışı ve devlet/toplum ilişkisi günümüz koşullarında insicamını koruyamıyor sadece… Geçmişte gayrimüslim mallarına çökülürken olayı kimliksel ve ideolojik gerekçeyle meşrulaştıran toplum, bugün sıranın kendisine gelmesine pek bir şaşırmış gözüküyor. Oysa kendini kandırmaya bu denli teşne olmasaydı şimdi çok daha övünülecek bir devlete sahip olabilirdi.
Ne var ki ‘Türk’ kimliği hâlâ başka tasarruflarla övünmeye daha yatkın. Geçenlerde eski Merkez Bankası Başkanı Şükrü Saraçoğlu Twitter’da şöyle yazdı: “Benim dedem Şükrü Saraçoğlu da çok aptalmış herhalde. 1923-1950 arasında tam 27 sene devlette, Cumhurbaşkanlığı dışındaki en üst düzey görevlerde çalışmış ve 1953’te Teşvikiye’de kiralık bir apartman dairesinde kiracı olarak ölmüştür. Karısı ve üç çocuğuna ismi dışında bir miras da bırakmamış yani sevgili karısını ve öz çocuklarını hiç düşünmemiş. Onun tek aşkı varmış; Türkiye Cumhuriyeti.”
Bilindiği üzere 1942-46 arasında başbakanlık yapmış ve ilk icraatlarından biri Varlık Vergisi’ni çıkarmak olan bir ‘devlet siyasetçisinden’ söz ediyoruz. Saraçoğlu’nun mesajı şaşırtıcı değil… Dedesi kişisel çıkarını kollamayı zül sayan ama devlet adına her türlü haksızlığı ve resmi hırsızlığı onur olarak taşıyan bir neslin mensubu. Nitekim torun da dedenin izinden gidiyor. Birinin Aşkale’yi hatırlatması üzerine şöyle cevap vermiş: “… Bazıları Aşkale’ye gidecekse gitsinler. Neticede burası Yunanistan değil Türkiye Cumhuriyeti.” Devamında Yahudi, Ermeni ve Rumların aslında vatandaş olmadığını mı kastettiği sorulduğunda ise cevap artık utanç ve ibret verici bir noktaya gidiyor: “Aynen öyle diyorum. Senelerce Osmanlının kaynağını yiyenler bir gün Cumhuriyette bunun vergisini vermeliler değil mi?”
Eminim ‘Türk’ kimliğini gururla taşıyan büyük bir çoğunluk da aynen Saraçoğlu gibi düşünüyordur. Ne var ki kendine benzemeyenlerin, ötekileştirilen kimliklere sahip insanların olabildiğince her şeyine yasal yollardan el koyup bunu milliyetçilikle ve devletin ulvi ihtiyaçlarıyla açıklayanlar, yozlaşmanın yeniden üreticileri, zımni savunucularıdır.
Dolayısıyla kimse şikâyet etmesin… Yozlaşma hep vardı ve ideolojik bir mücadelenin, kimliksel ayrışmanın doğal yan ürünü olarak ortaya çıktı. Bugüne dek süren kendini kandırmanın sorumluluğunu Sedat Peker ve benzerlerine, ya da şu veya bu bakana yıkma kolaycılığına kapılmamakta yarar var. Çünkü Saraçoğlu zamanında da ve öncesinde de durum buydu ve Saraçoğlu gibiler olmasaydı Peker gibiler yaşayamazdı…
Şimdi yozlaşma apaçık hale geldiğine göre durumun değişeceğini umanların, bunun kendiliğinden olmayacağını görmelerinde de yarar var… Çünkü sistem kendisini savunacak ve bu savunmayı ideolojik hale getirerek Türk kimliğinin korunmasına indirgeyecek.
Bahçeli’nin grup toplantısında (8 Haziran) söyledikleri yeterli ipucu veriyor: “Demokrasinin bekası iki ucu keskin bıçak gibi parlayan hassasiyete bağlıdır… Eğer iktidar karşısına geçen muhalefet partileri devleti ve milleti kötüleme pahasına da olsa her şeyi kötülemek yoluna çıkarsa, iktidarla muhalefet arasındaki husumet soysuzlaşırsa demokratik rejimin atisi yoktur.”
Diğer deyişle eğer demokrasi ya da benzeri bir sistemin devam etmesini istiyorsanız, devletin farklılığını, üstünlüğünü, dokunulmazlığını kabul edeceksiniz. Bahçeli bu devletin ‘doğru’ devlet olduğunu düşünüyor… Başkalarına yozlaşma gibi gözüken özelliklerin işin doğası olduğunu ileri sürüyor.
Ancak bunu ısrarla savunup, saldırıları berhava etmenin yolu kendini kandırmayı güçlendiren hikâyelere ağırlık vermeyi gerektirebilir. Nitekim Bahçeli de öyle yapıyor… “HDP’nin eylemleri devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına aykırı bulunmuştur…Türkiye vatan topraklarında ve sınır ötesinde terör örgütlerine karşı kazanmış olduğu muazzam üstünlüğü TBMM’de kaybedemez hiç kimse de bu kayba hizmet edemez.”
Kürtlerin kimliksel ve kültürel hak ve taleplerini HDP ile, ardından bu partiyi de PKK ile özdeşleştirmek, hepsini bir ‘torbaya’ doldurup gayrı milli ilan etmek, Meclisin bile gerektiğinde gayrı milli olabileceğini hatırlatmak ve devlet eliyle yürütülen bir ideolojik tahakkümü tartışılmaz kılmak…
Bahçeli aslında siyaseti ortadan kaldırmak istiyor. Siyaseti aynen Osmanlı’daki gibi devletin içine çekip orada hapsetmek ve böylece sadece devletlilere has bir konum olarak tanımlamak istiyor. Nitekim o zaman ideolojiyi elinde tutan bu ülkeyi yönetir ve kaymağını da yer.
Bahçeli toplumu kendini kandırmaya davet ederken, rejimin dökülen yaldızlarına da sahip çıkıyor. Bilerek ya da bilmeyerek yozlaşmanın sahipliğine soyunuyor. Bu heves Türk kimliğinin inşa edici unsurlarından biri ve son derece tehlikeli… Çünkü sınır tanımıyor. Kendisine sınır koymadığı gibi, ona sınır konulma ihtimalini de gayrı milli olarak tanımlıyor.
Değişim kendiliğinden olmayacak. Yozlaşma ne denli derinleşirse derinleşsin… Çünkü yozlaşma rejimin gelenekleşmiş, yerleşmiş, kurumsallaşmış, ideolojik koruma altına girmiş öğelerinden biri ve devletin aynen böyle devam etmesini isteyenler var. Sadece yozlaşmanın üzerine gidildiğinde, yozlaşma bir süre karanlığa çekilse de görünür olmayan yeni bir mekanizma içinde devletin ideolojik sisteminde yerini alacaktır.
Sadece yozlaşmaya değil, yozlaşmayı asli parçası olarak taşıyan bu devlet mantığına ve onun dayandığı ideolojik kılıfa da itiraz edilmesi gerekiyor. Demokratlaşma yönünde bir değişim, yaldızların cazibesinden kurtulup kendini kandırmaya son veren böyle bir toplumsal itiraz ile mümkün ancak…
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
25.10.2025
15.03.2025
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024