Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
Tarih
24.04.2012
3606

 Tarihi sever misiniz? Ya da şöyle mi sormalıydım: Tarihten neden nefret ediyorsunuz? Koskoca bir yalan, en ucuzundan hamaset ve abuk sabuk savaşlar ve antlaşmalar ezberinden ibaret bir zulmün adı mıydı resmî tarih? Neden sevesiniz ki?

Doğrusu, lise yıllarında ele geçirdiğim, bugün artık biraz da haksızlık yaparak burun kıvırdığım İnsan nasıl insan oldu kitabını okuyana kadar tarih benim de içimi kaldıran bir dersti.


“Nefer Titi”
yi unutmam mesela. Tarih hocamızdı. Sadece kavruk çirkin haliyle değil, zulmüyle de firavunluğu yakıştırırdık ona. Tembeldi. Bize sırayla “Emin Oktay”ı okutur, oturduğu yerden sorular sorardı. Bir gün bana “19 Mayıs 1920’de ne oldu” diye sordu. Bilmiyordum. “Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının birinci yıl dönümü oldu” dedim. “Otur sıfır” dedi. Lisede en çok duyduğum söz. Ben ona sordum: “Ne oldu?” Sustu. O da bilmiyordu bence. Verdiği ders kadar sıkıcı bir kadındı.

Ama, ilk âşık olduğum hocam da bir tarih hocasıydı. Bilirsiniz, liseliler hocalarına sık sık âşık olmalarıyla meşhurdurlar. Sevda Helvacı harika bir kadındı. Öğrencilerinin özgürce konuşmasını, tartışmasını isterdi. Üç kuruşluk solculuk bilgilerimizle üst perdeden konuşmalarımıza heyecanlanırdı. Olanca nezaketiyle yanlış bulduklarını düzeltirdi. Bilgiliydi... Fakülte bilgisi değil.

Hukuk’u bitirip staja başladığım büroda Nevzat abiyle tanıştım. Dünya tatlısı bir adam. İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı’ydı o sıralar. İyi briç oynar, ironiye bayılır, şahane rakı içerdi. Zor yılların içinden geçmiş, hayatı hafife almayı iyi öğrenmişti. Sevda Hanım’ın kocası olduğunu öğrendiğimde hayatın şaşırtıcı kesişmelerini tanımıyordum daha. Hocayı kaybettiğimizi o söyledi. Nasıl üzüldüğümü anlatamam.

Tarih hiç de sıkıcı değildir. Tarih büyük, geniş bir bilinçtir. Tarih aslında dünle uğraşırken bugünü açıklar. Bugünün nasıl inşa edildiğini anlatır bize.

Türkiye yeni yeni aydınlanıyor. Ağır ağır kendimizi tanıyoruz. Yüz yıllık otoriter rejimin çözülüşü, gerçeklerle aramızdaki duvarın yıkılışını da haber veriyor. Emin Oktayların, Halaçoğluların karanlık devri kapanıyor. Çılgın Türkler hamasetini tarih sayanları ciddiye alan yok. Nikâh masalarından bile atıldı o kitaplar. Belki bilmiyorsunuzdur; Çankaya Belediyesi kıydığı her nikâhta gelinle damada hediye ediyordu bu kitabı.


Eski Defterler
’i izliyor musunuz? Hakan Erdem, Mehmet Alkan, Cemil Koçak. Bu üç akademisyeni dinlemeye doyamazsınız. Ülkenizin entelektüel malzemesine güveniniz artar. Cumartesi günleri saat 22:30’da ahaber’i açın, yazdıklarımın kuru bir methiye olmadığını göreceksiniz.


“Yeni dönem”
in bir özelliği bu. Tarih, siyasi angajmanı olmayan, ciddi, işinin hakkını veren tarihçilerin sesinden yeniden anlatılıyor. Bu ses, artık toplumun duyacağı güçte.

Bu program şimdiye kadar çok sormadığımız başka soruları da kışkırtıyor. Mesela, neden böyle bir tarih tartışmasının önde gelen aktörleri muhafazakârlar arasından çıkmıyor da laik entelektüelleri görüyoruz biz? Bunu soruyorum, çünkü izlediğim kadarıyla muhafazakâr çevrelerden bu kadar nesnel bir tarih değerlendirmesine pek rastlanmıyor. Bu çevrelerin “tarih konuşan” sözcüleri, siyasete malzeme taşımayı, nesnelliğe tercih ediyor izlenimi veriyorlar. En azından daha tutuklar. Bunun anlaşılır nedenleri var. Türkiye’de tarih başından beri çok politize bir alan. Özerkliğine izin verilmemiş. Güncel siyasal mücadeleleri meşrulaştırmanın aracı kılınmış. Kendi iktidarını konsolide etme kaygısı, muhafazakâr dünyada da tarihin ele alınışına damgasını vuruyor sanırım.

Oysa, laik tarihçilerin böyle bir endişesi yok. Laiklik kendi içinden muhalefetini yarattı. Onlar sadece, yıllarca bir politik yalana dönüştürülmüş tarih anlatısının baskısından kurtulmuş olmanın yarattığı imkâna başvuruyorlar. Tek dertleri meslekleri. Siyasal değişim önlerine gerçek bir olanak sundu ve biz bunun çarpıcı sonuçlarıyla tanışıyoruz. Fakat yine de işleri kolay değil.

Kolay olmadığını 25’in 24’ü örtmesinden anlıyoruz... 1915’in nisan günleri...

Evet, Çanakkale büyük bir tarih ve büyük tarihçilerce ele alınmayı hak ediyor. Küçücük bir yarımadada dokuz ay boyunca yedi yüz bin insan boğaz boğaza çarpışmış. Dört yüz bine varan can kaybından bahsediliyor. Neresinden baksanız ağır bir trajedi. Ayrıntılarını öğrendikçe insanın kanı donuyor.

Peki, 24 Nisan daha mı az trajedi? Akif Kurtuluş’a Ankara Baro seçimlerinde “Ermenilerden özür diledi” diye yüklenmişlerdi. Metin Feyzioğlu’nu destekleyen “solcu” takım. Akif bir seçim konuşmasında söylemişti, unutmuyorum: “Arkadaşlar bir felaketten söz ediyoruz, sayısı tartışılıyor ama en küçük sayıyı kabul etsek, iki yüz bin insansa ölen, Ankara’dan Eskişehir’e kadar yol kenarında insan cesedi yatıyor olurdu. Günlerce o cesetlerin yanından yürüdüğünüzü hayal edin. Oturun bir daha düşünün bunu.” Yoksa Akif de biliyor bir milyon sayısını... Bir milyon metre. Ankara’dan onun memleketi Çamlıhemşin’e kadar cesetler...

Daha mı önemsiz Çanakkale’den?

Ama, bakın hâlâ doğru dürüst tartışamıyoruz.

Milletimizin tarihi temizdir diyen, Hocalı mitingine bakan gönderen bir başbakan varken, biz daha bir süre o cesetleri görmezden geleceğiz. Sözüm asla her hafta karşılarına geçip ağızlarının içine baktığımEski Defterler’cilere değil. Ben onlara çok güveniyorum. Onları anlıyorum. Peki, vicdanlı Müslümanlar, dindar tarihçiler siz neredesiniz?

Onları yalnız bırakmaya hakkınız var mı?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar