Hasan Bülent KAHRAMAN
Uzun ölüm: deprem
26.10.2011
3024
Zelzele sadece doğal değil aynı zamanda toplumsal dolayısıyla siyasal bir olgudur.
***
1999 depremi, Susurluk kazası ve ilk hızlı tren faciasıyla birlikte toplumun devleti sorgulamaya başladığı dönemeçtir. Ondan sonra kim ne derse desin hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesi bu birikintinin, tortunun ortadan kaldırılması iradesiydi. Üstelik toplum beceriksizliğin sonucunda ortaya çıkmış bir ekonomik bunalımla alt üst olmuş, mefluç, melekelerini yitirmiş bir Başbakan'la çaresiz kalmıştı.
Bırakalım "kerim devlet" veya "devlet ana" safsatasını bir yana. Türkiye'de de toplum, tıpkı dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, devleti asla siyasal bir varlık olarak görmek istememiştir. O "Allah devlete zeval vermesin" lafının altında, gaza döneminden kalmış bir kültür vardır ve devletin fonksiyonel yanına dönük bir arayışı yansıtır o söz. Yani toplum ister ki, devlet, toplayan ve dağıtan bir kurum olsun, fonksiyonel bir araç olduğunu unutmasın. O manada zeval istemez, niye istesin?
Oysa modern devleti kuran idare bizde bunu hiçbir zaman böyle düşünmedi. Öyle bir devlet kurmanın yolu minimal, bürokrasisi ussallaşmış (aynı zamanda uysallaşmış) bir devlet tasavvurundan geçiyordu. Bu bir bakıma Tanzimat'tan beri gelen bir özlemdi. Daha o dönemde devletin rasyonelleşmesi, bürokrasinin yenileşmesi, devletin işlevselleşmesi için girişimlerde bulunulmuştu. Carter Findley'in hâlâ çok önemli çalışması bunun kaynaklarını göz önüne serer. Ama modern kurucu devlet tam tersine siyasal bir varlık olarak şekillendi. Ordusu da bürokrasisi de işlevsel ve araçsal değildi bu devletin. Tam tersine bütünüyle siyasal bir mantığa dayanıyordu ve bunu toplumu dönüştürmek için yeterli sayıyordu. Kemal Tahir gibi üstün körü tarih kuranların Batı'ya atfettiği "ceberrut devlet" bal gibi bizim hem klasik hem modern devletimizdir. ("Demokrat" olduğu söylenen Türk sağının da o "devlet" mitini nasıl sahiplendiği de ayrıca gözden geçirilmesi gereken bir başka gerçektir.)
Bu devlet hesap vermiyor. Bu devlet saydam değil. Bu devlet kaba saba, hoyrat, yıkıcı. Ancak şimdi şimdi devletin dönüşmesi, çözüm üreten sınırlı rasyonel kullanılan, işletilen bir araç haline gelmesi söz konusu.
Bırakalım "kerim devlet" veya "devlet ana" safsatasını bir yana. Türkiye'de de toplum, tıpkı dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, devleti asla siyasal bir varlık olarak görmek istememiştir. O "Allah devlete zeval vermesin" lafının altında, gaza döneminden kalmış bir kültür vardır ve devletin fonksiyonel yanına dönük bir arayışı yansıtır o söz. Yani toplum ister ki, devlet, toplayan ve dağıtan bir kurum olsun, fonksiyonel bir araç olduğunu unutmasın. O manada zeval istemez, niye istesin?
Oysa modern devleti kuran idare bizde bunu hiçbir zaman böyle düşünmedi. Öyle bir devlet kurmanın yolu minimal, bürokrasisi ussallaşmış (aynı zamanda uysallaşmış) bir devlet tasavvurundan geçiyordu. Bu bir bakıma Tanzimat'tan beri gelen bir özlemdi. Daha o dönemde devletin rasyonelleşmesi, bürokrasinin yenileşmesi, devletin işlevselleşmesi için girişimlerde bulunulmuştu. Carter Findley'in hâlâ çok önemli çalışması bunun kaynaklarını göz önüne serer. Ama modern kurucu devlet tam tersine siyasal bir varlık olarak şekillendi. Ordusu da bürokrasisi de işlevsel ve araçsal değildi bu devletin. Tam tersine bütünüyle siyasal bir mantığa dayanıyordu ve bunu toplumu dönüştürmek için yeterli sayıyordu. Kemal Tahir gibi üstün körü tarih kuranların Batı'ya atfettiği "ceberrut devlet" bal gibi bizim hem klasik hem modern devletimizdir. ("Demokrat" olduğu söylenen Türk sağının da o "devlet" mitini nasıl sahiplendiği de ayrıca gözden geçirilmesi gereken bir başka gerçektir.)
Bu devlet hesap vermiyor. Bu devlet saydam değil. Bu devlet kaba saba, hoyrat, yıkıcı. Ancak şimdi şimdi devletin dönüşmesi, çözüm üreten sınırlı rasyonel kullanılan, işletilen bir araç haline gelmesi söz konusu.
***
Ussal devlet kendisini planlayan varlıktır. Plan aklın kıt kaynakları optimum biçimde kullanmasının aracıdır. Aklın tesadüfe karşı önlem almasıdır. Türkiye, 1980'lerden sonra planlamadan vazgeçti. Haklıydı. Plan da, başka şeyler gibi, devletin kendi etkinliğini neredeyse sonsuz hale getirmesinin bir aracıydı. Kaynakların nasıl dağıtılacağına karar vermek ve elinde tuttuğu rantı nasıl kullanacağını hesaplamaktan başka bir anlam taşımıyordu plan Türkiye'de, onca şatafatına rağmen.
Oysa aynı Türkiye 1950-80 arasında bütün büyük kayıplarına rağmen dönüşüyordu ve bu yaratıcı, üretken bir planlama anlayışını gereksiniyordu. Bu planlar Türkiye'nin sol birikimi içinde yapıldı.
Fakat devlet akılcılıktan alabildiğine uzak olduğundan o birikime kulak tıkadı. Onu ideolojik bir perspektife oturtup reddetti, yok saydı. Halbuki bilhassa kentleşmenin akıl almaz bir hıza ve yoğunluğa eriştiği bu dönemde o düşünce birikimi kullanılabilseydi, devlet üniversitesiyle olumlu bir ilişkiye girseydi bugün karşılaşılan kentleşme sorunlarının, depremle birlikte her defasında yeniden hatırlanan sorunların çoğu daha o tarihlerde çözülmüş olacaktı.
Gidin 1960'larda ve 70'lerde büyük şehirleri planlayanlarla konuşun, size getirilen bütün önerilere ve verilen bütün akıllara rağmen nerede hata yapıldığını teker teker sayacaklardır. Şehirleşme gibi bu derecede ciddi bir sorun neredeyse kendi kaderine terk edildi. Yapılan tek şey kentlerin ürettiği büyük ranta göz yummak oldu. Bina stokunun düzensizliğinden kullanılan malzemenin niteliksizliğine kadar kentler öncelikle devlete rant üreten birer mekandı.
Oysa aynı Türkiye 1950-80 arasında bütün büyük kayıplarına rağmen dönüşüyordu ve bu yaratıcı, üretken bir planlama anlayışını gereksiniyordu. Bu planlar Türkiye'nin sol birikimi içinde yapıldı.
Fakat devlet akılcılıktan alabildiğine uzak olduğundan o birikime kulak tıkadı. Onu ideolojik bir perspektife oturtup reddetti, yok saydı. Halbuki bilhassa kentleşmenin akıl almaz bir hıza ve yoğunluğa eriştiği bu dönemde o düşünce birikimi kullanılabilseydi, devlet üniversitesiyle olumlu bir ilişkiye girseydi bugün karşılaşılan kentleşme sorunlarının, depremle birlikte her defasında yeniden hatırlanan sorunların çoğu daha o tarihlerde çözülmüş olacaktı.
Gidin 1960'larda ve 70'lerde büyük şehirleri planlayanlarla konuşun, size getirilen bütün önerilere ve verilen bütün akıllara rağmen nerede hata yapıldığını teker teker sayacaklardır. Şehirleşme gibi bu derecede ciddi bir sorun neredeyse kendi kaderine terk edildi. Yapılan tek şey kentlerin ürettiği büyük ranta göz yummak oldu. Bina stokunun düzensizliğinden kullanılan malzemenin niteliksizliğine kadar kentler öncelikle devlete rant üreten birer mekandı.
***
Şimdi elimizde büyük bir fırsat var: Türkiye daha önceki dönemlerle mukayese edilmeyecek derecede bir sermaye biriktirdi. Kırsal alanı çözüldü. Ortada o 70'lerin çok güzel terimiyle "kentlileşmemiş nüfusu" yönetmek isteyen bir iktidar var. Hâlâ Anadolu kentleri baştan başa planlanabilir. Toplu konut çok farklı bir anlayışla yeniden üretilebilir, toplu taşıma yeniden hatırlanabilir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024