Mehmet YILDIZ

MEHDİ ÖMERLİLİ ABDULLAH EFENDİ
8.04.2013
3974

 Dün (04.04.2013) bir grup BDP’li Öcalan’ın Halfeti’nin Ömerli köyünde doğduğu evi ziyaret etti ve ziyaretçiler dönerlerken kutsal olduğuna inandıkları evin etrafından toprak da aldılar. Daha önceki yıllarda da aynı şeyi yapmışlardı. Yanlarında kutsal toprak olduğu halde dönüş yolunda büyük bir kaza geçirdiler.

Öcalan’ın doğduğu evin çevresinden toprak alarak bunu öpüp başlarına koyan Kürtler kategorik olarak ateist olamazlar. Bu nedenle “Şafiî Kürtlerin bir kısmı Öcalan’ın hidâyete eren veya hidâyete vesile olan, sahib-üz-zaman bir kişi olduğuna inanıyorlar” gibi bir sonuca ulaşıyoruz. Başbakan Erdoğan’ın bir önceki gün Taha Akyol’la birlikte Öcalan’ın hidâyete ermesi ihtimalini alay konusu yaparak gülmesi Şafiî Kürtlerin en azından bir kısmı üzerinde herhangi bir etki bırakmamış  demek ki.

Son yıllarda toplum içinde dini inanç çok büyük bir önem kazandı. Evrim teorisini savunmaya kimse cesaret etmiyor artık. Şafiî Kürtlerin bir kısmının Öcalan’ın evinin etrafındaki mikroplu  pis topraktan keramet umarak  öpüp alnına koyması, sonra bu kirli toprağı bezlere koyarak alıp gitmesi Dr. Samuel Ting’in detektörünün karanlık maddenin varlığına dair keşfettiği verilerle hiç uyuşmuyor.

Her şeye rağmen, Türk seçmenin ahlaki ve entelektüel gelişmişlik düzeyi çok farklı olmadığı için Öcalan’ın müridi Şafiî Kürtleri özel olarak eleştirmeyi gereksiz buluyoruz. Cüppeli Ahmet Hoca’nın müritleri daha mı ilerideler? Hayır. O halde Şafiî Kürtlere haksızlık yapmamalıyız.

“Hiçbir taviz verilmediği halde birden silahların bırakılmasına karar veren Öcalan sizce neden barış yanlısı oldu?” sorusuna gülerek “Belki hidâyete ermiştir” diye cevap veren Tayyip Erdoğan’ın -ki zatı şahaneleri big bang armatör Bilal Bey’in pederleri olurlar- döne döne anlattığı 12 kanallı televizyon hikayesi bana 1925 yılında Diyarbakır’da Şeyh Abdullah Efendi’ye devlet adına teklif edilen tavuğu ve 1983 yılında Ankara’da idam edilen Levon Ekmekçiyan’a verilen yemek ve elbiseleri hatırlattı. Program boyunca Erdoğan çok zorba, çok çirkin, çok aşağılayıcı bir dil kullandı.

Şeyh Abdullah Efendi nazik, saygılı ve onurlu bir insanmış. Devlet erkanı onu evinde kendilerine verdiği ziyafetlerden tanıyormuş. “Hakikaten muhteşem ziyafetler verdiniz” der hücresini idamından az önce ziyaret eden yüksek rütbeli bir görevli. Şeyh Efendi mahcup bir biçimde “Elimizden geleni yapmaya çalıştık” der.  Misafirperverliğine karşı olacak ki idam edilmek üzere olan Şeyh Efendi’ye “canının kızartılmış bir tavuk” isteyip istemediği sorulur. Nazikliğinden “Zatı aliniz uygun görürse olur” diyen Şeyh Efendi’ye “Artık o günler geride kaldı, birazdan asılacaksınız” der görevliler.

Levon Ekmekçiyan’ı asılmadan önce 1983’te televizyona çıkardılar. Üstündeki cici gömleğin ve pantolonun kim tarafından alındığını sordular. Levon Ekmekçiyan verdiği pantolon ve gömlek için Türk devletine çok teşekkür etti. Sonra Ermeni Ekmekçiyan’a yemeklerin nasıl olduğunu ve karnının doyup doymadığını sordular. Levon Ekmekçiyan karnını güzel yemeklerle doyurmasını sağlayan alicenap devlete bir daha teşekkür etti. Levon Ekmekçiyan’ı bir gün sonra boğarak öldürdüler.

12 kanallı televizyon sahibi Öcalan ise “mesiah” ilan edildi. Mesiah veya Mandela, ne fark eder! Ömerli’deki mikroplu pis toprağı öpen zavallı Kürt kadınlarının tutumu üzerinde değil, öncelikle Bülent Arınç, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ertuğrul Kürkçü, Ufuk Aras, Oral Çalışlar, Altan Tan, Sırrı Süreyya Önder, Aysel Tuğluk, Gülten Kışanak, Ahmet Türk, radikal solcular, Radikal gazetesi, Taraf gazetesi, İHD yöneticileri, Alevi örgütleri, Dersim dernekleri, barış yanlısı sosyetik hanımlar tarafından sergilenen tutum üzerinde durmak gerekir.

Bülent Arınç bir süre önce Öcalan’ın aslında öğrenciliğinin ilk yıllarında namazında-niyazında zararsız biri olduğunu, bir takım şeytani güçler tarafından yoldan çıkarıldığını söyledi. Liberallere göre Kürt realitesini tanımak lazım. Realiteyi tanıyınca Mandela’sını tanımak mantıki bir zorunluluk oluyor. Radikal solculara ve İHD’ye göre Öcalan Kürt özgürlük mücadelesinin önderidir. Alevilere göre de öyledir. Dersimli derneklere göre de öyledir. Pelin Batu, Oya Baydar gibi sosyetik hanımların Öcalan’ın şahsiyeti hakkında yaptıkları şahsi değerlendirmeleri bir türlü bulamadım. Apo daha çok edebi yeteneklerini kullanarak onları gözyaşlarına boğdu galiba ve ben büyük bir talihsizlik eseri olarak tam o anda ortaya çıkıp “Papa Lazarou sizi aldatıyor, konuştuğu bir dil değil, anlamı olmayan sesler çıkarıyor sadece” dedim. Alevi örgütleri ve Dersim dernekleri “Sayın Öcalan memlekete demokrasi getirirken lütfen bizi unutmayınız!” dediler.

Sonuç olarak ağır bir “anomie” hali yaşıyorum. Derin devlet-MHP faşizmine karşı çıkarken bu hallere mi düşecektik? Sözde ilerici kesimin değerlerine değer vermiyorum artık. Daha doğrusu bu değerleri onur kırıcı, mide bulandırıcı, suicidal buluyorum.

Toplumun değer sistemini, ahlakını reddettiğim için yalnızlığım kaçınılmaz oluyor. Değerleri çiğneyen benim çünkü.

En çok da Alevi örgütlerine kızıyorum. Öcalan gibi bir şahsa yalvararak “Sayın Öcalan müzakere masasında bizi şefaatinden, demokrasinden mahrum eyleme!” diyorlar.

Alevi örgütlerin başındakiler çoğunlukla eski devrimcilerdir. Türk devrimini yapacak olan teorik kuvvetlerden yüz bulamayınca Alevi köklerini hatırlayarak ateist oldukları halde Alevi örgütlerinin başına geçtiler. Yoksa mazlum Alevilerin en düşkünü bile özgür iradesiyle bu hale düşmezdi. Alevileri kullanarak siyasi bir güç olmaya, bir yerlere ulaşmaya çalışıyorlar. Öcalan’a yakınlık duymaları bundandır.

Bendeniz ateistim. Lakin Dersim’in otantik  Aleviliğine büyük bir saygı duyuyorum. Bilime, rasyonalizme, hümanizme hem dogmasında hem pratiğinde bundan daha yakın duran başka bir din yoktur. Ne yazık ki onu yok ettiler. Gülünç karikatürleri dolaşıyor ortalıkta şimdi. Kalpsiz, dilsiz, muhabbetsiz, şiirsiz, sazsız, eklektik, uyduruk, içeriksiz...

Kırılmayı kabul ederlerdi de, muhannettin kapısına asla varmazlardı bizimkiler.

Şemdin Sakık’ın “Apo” kitabından aktarılan bazı bölümleri okuduğumda “Acaba burada yazılanlar hakkında Selim Çürükkaya ne diyor?” diye çok merak etmiştim. Selim Çürükkaya’nın Şemdin Sakık’ı en büyük Kürt generali olarak gördüğünü, Türk devletine teslim olmasının Kürt tarihinin en büyük trajedilerinden biri olduğuna inandığını daha önceki yazılarından biliyordum. Apo Ho Chi Minh olmadığı için Şemdin Sakık General Vo Nguyen Giap olamamıştı. Ancak ondan aşağı kalır bir yanı yoktu.

Selim Çürükkaya “[Şemdin’in] kitabını okuyup bitirince her şeyi öğrenmiş oldum.
 İki cümle ile özetlememi isterseniz: 
Şemdin’in Öcalan hakkında yazdığı her şey doğrudur.
 TC ve Mustafa Kemal hakkında söylediği her şey yanlıştır” diyor. (Bkz.http://www.rizgari.com/modules.php?name=Rizgari_Niviskar&cmd=read&id=434).

Şemdin Sakık kitabında Öcalan’ın işlediği iğrenç suçları anlatırken bir yerde şunları yazıyor:

“1997 yılının baharında MED-TV kanalının bir muhabiri onunla röportaj için Şam`a gelmişti. Röportajda: 'Bu alçak Selim, zar zor namusumu kurtardım diyor, `namusum` dediği kadınıdır. Ulan, aşağılık adam, o kadının kaç kez altımdan geçtiğini biliyor mu? Kalkmış utanmadan `namusum` diyor. Namusunun içine ettim içine!´ sözleri ibret vericiydi.”

“Selim Çürükkaya`ya dönük bu mesajdan sonra bile, kendini alamadı. Orada bulunan militanlarına dönerek: `Ne öyle mecnun gibi bakıyorsunuz? Hepiniz Selim gibisiniz. Varsa karınız, sevgiliniz, bacınız ben hepsine ettim. Var mı bir itirazınız? Namus sahibi olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Koruyun bakalım namusunuzu benden. Koruyabilecek misiniz?` diyerek ibretlerine ibret eklemişti.”

Selim Çürkkaya yukarıda anlatılanları köşesine aktararak gerçeği yansıttığını söylüyor.

İşte bu yüzden ne diyeceğimi artık bilemiyorum.

Mehdi Ömerlili Abdullah Efendi’de halo-effect yaratan bir maharet olmalı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar