Münir AKTOLGA
GEZİ’YE DOĞRU..
Şimdi anlıyor musunuz Vehbi’nin kerrakesini!! Bütün o, “herşey seçim değildir”, “demokrasi sadece seçimle iktidara gelmek demek değildir” ifadelerinin altında yatan budur işte!.Ve Türkiye gerçeği dikkate alınınca bu doğrudur da!. Bir yanda, eski Türkiye’den yeniye aktarılan bütün o TÜSİAD cı burjuvaları, bunlarla ontolojik-varoluşsal-bir zeminde ittifak halinde olan “liberal”, “solcu” kesimleri silip atmayı programına alan jakoben ideologlar ortalıkta cirit atarken, ötekilerin susarak kendi kaderlerine razı olmaları beklenemezdi! Burada kritik eşik Erdoğan’ın tavrı oldu. Ne zaman ki Erdoğan da açık açık o jakoben kanada hak vermeye başladı, konuşmalarında onlardan yana tavır koyma yoluna girdi, işte o andan itibaren işlerin çığırından çıktığını görüyoruz!. Tabi o “faiz lobisi” çığlıkları, “başdanışmanlık” olayı falan bu işin üstüne tüy dikti. “Erdoğan diktatörlüğe gidiyor, bunlar bize hayat hakkı tanımayacaklar” psikolojisi bu ortamda süreci patlama noktasına doğru götürmeye başladı. Ne İstanbul burjuvazisi, ne de “liberaller”, veya “solcular” aptal değildiler!. Bunlar öyle CHP ile, ya da CHP- MHP koalisyonu ile Türkiye’nin ve kendilerinin problemlerinin çözülemeyeceğini biliyorlardı aslında!. Böyle birşey ancak son çare olabilirdi onlar için!. Darbe olayı ise zaten artık tarihe karışmıştı. AK Partiyi dize getirmek için bir araç olarak kullanılan Kürt kartı da elden çıkmak üzereydi. Bu durumda, eğer acele edilmezse, buna bir de AK Parti- BDP ittifakıyla mevcut durumu kayıt altına alan yeni bir anayasa da ekleniverirse süreç artık o zaman iyice kalıcı hale gelecek, tam anlamıyla “demokratik bir diktatörlük” durumu ortaya çıkacaktı!! Dikkat edin, onlar “demokratik diktatörlük” falan derken biz hep “böyle şey olur mu” diyoruz, hatta bu türden kavramlarla dalga geçiyoruz, ama, onların derdi teorik tutarlılık falan değil ki, koyun can derdinde o kesimde!!.Ne yapsalar etseler de, o “göbeğini kaşıyan adamların” seçimlerde hiçbir şekilde onlara oy vermeyeceğini biliyorlar onlar!. E, o zaman, darbe de artık söz konusu olmadığına göre ne olacaktı? İşte, GEZİ PARKI olayını yaratan psikolojik birikimin perde arkası budur. Kendilerini yok olma sınırında hisseden insanların duygusal başkaldırışıdır-isyanıdır Gezi. “Uluslararası komplo”, ya da, “tahrirdeki gibi, darbeye yönelik baştan itibaren planlı bir kalkışma” iddiaları işin doğasını biraz aşıyor!. Ama, o duygusal patlama ve belirli bir eşiğin aşılması hali ortaya çıktığı andan itibaren işin renginin değiştiğini görüyoruz. Bu andan itibaren, “fırsat bu fırsattır” denilerek bütün o girişimlerin hepsinin de hayat hakkı bulduğu bir ortamın meydana geldiğini görüyoruz.
Vay canına, demek böyleydi ha! Demek o “sonradan görme” Anadolu burjuvaları artık adam olmuşlardı da kendilerine kafa tutmaya-onları yok etmeye- çalışıyorlardı ha! Hadi bakalım o zaman, madem öyleydi , işte böyle olacaktı! Zaten fırsat gözeten bütün o ulusalcı-Kemalist-bilumum “solcu” ve de Devletçi kesimler bir anda Gezi çerçevesi içinde birleşiverdiler!.
İşin ideolojik sözcülüğü de gene o “liberallere” düşüyordu tabi: Aldılar sazı ellerine ve başladılar: “Vay efendim, AK Parti diktatörlüğe gidiyordu” da, “Erdoğan tek adam oluyordu” da!..Bir süre önce Devlet sınıfına-darbecilere karşı desteklenilen Erdoğan birden “sivil diktatör” ilan ediliveriyordu artık, ipler kopmuştu!. Hani onlar “liberaldiler” ya, “diktanın her türlüsüne karşıydı” onlar!. “Ha askeri dikta olmuştu, ha sivil”, ne farkederdi ki! Bu arada “no Passaran” lafı bile çıktı üstadın ağzından!!
AK Parti de Erdoğan da bu işe çok şaşırdılar önce!. Nasıl olurdu da bir CNN sekiz saat canlı yayın yapabiliyordu, nasıl olurdu da ABD den AB ülkelerine kadar bütün o batılı ülkeler bir anda hepsi ağız birliği etmişcesine kendilerine karşı dönüvermişlerdi!. Bu bir komploydu, kökü dışarda bir komploydu! “Savaşsa savaş” psikolojisine giriverdiler onlar da!..Tabi daha sonra Mısır olayı da bütün bu gelişmelerin üzerine tuz biber ekince iş iyice çığrından çıktı; o savaş ortamının izleri şu an bile halâ devam ediyor!..
YA HİZMET HAREKETİ, ONLARA NE OLUYOR
Bitmedi, bir de işin “Hizmet Hareketi’ne” yönelik yanı var!
Hep kafamda bir soru işaretiydi bu, neden bu Kemalistler-Devletçi cephe- Gülen Hocayla- “Gülen Cemaatiyle” bu kadar uğraşıyorlardı? Artık bir refleks haline gelmişti bende, bunlar eğer birine-bir şeye kafayı takmışlarsa mutlaka onda olumlu bir yan vardır diye düşünür hale gelmiştim! Sonra dünyanın dört bir yanında açılan o okullar olayı, Türkçe Olimpiyatları..Bütün bunlar çok olumlu şeylerdi aslında, niye bunlarla uğraşıyorlardı ki; en azından, nedir bunların Gülen’den ve Gülen Cemaatinden alıp veremedikleri diye hep merak etmişimdir. Neyse, daha sonra Gülen’in kitaplarını getirttim ve okumaya başladım; bu arada, Hizmet Hareketiyle bağlantılı olduğu söylenilen basını ve yazarları da daha bir dikkatle izlemeye çalışıyordum.
Doğrusunu söylemek gerekirse ilk bakışta öyle ayırdedici bir çizgi falan görünmüyordu ortada. Ama sonra, yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı işin rengi. Benim anlayabildiğim kadarıyla olayın özü şöyle: Aslında AK Parti’nin de çıkıp geldiği İslamcı-geleneksel ana gövdenin bir parçası idi bu hareket de. Yani, o da gene Anadolu burjuvalarının ortaya çıktıkları o ana gövdeden kaynaklanıyordu. Ama burada-bunların- eski yapıyla, yani Devletle-geleneksel Devlet anlayışıyla olan bağları AK Parti’ye göre biraz daha güçlü idi. Ne de olsa AK Parti siyasi bir hareketti, iktidarı hedef alıyordu-almak zorunda idi. İktidarda olan ise o Devletti-Devlet sınıfıydı. Bu nedenle, AK Parti ile Devlet-Devlet sınıfı daha işin başında karşı karşıya bulunuyorlardı. Hizmet Grubu-yani Gülen Hareketi ise, Devletle öyle cepheden karşı karşıya gelmemeye çalışan-kaleyi içerden fethetme stratejisini benimsemiş kendine özgü bir “sivil toplum hareketi” idi! Daha tedrici, saman altından su yürütme yöntemine bağlı kalarak-barışçı bir yoldan giderek- Devletle karşı karşıya gelmeden, eski yapıyı temsil eden Devletle-çatışmadan, onu içerden fethederek amaca ulaşılabileceğine inanıyordu onlar. İlginç bir yöntemdi bu; içini boşaltıp onun yerine kendi dinsel-ideolojik İslami özü oturtacaktın, ama diğer yandan, bu işi yaparken de onu zedelemeyecek ona-Devlete- sahip çıkacaktın! Evet, onlar da gene yeni Türkiye’yi, burjuva devrimini destekliyorlardı, ama, devrimin jakoben kanadını oluşturan AK Parti-Erdoğan kanadıyla da aralarında yöntem konusunda böyle bir farklılıkları bulunuyordu. Toplumsal gelişme sürecini ve doğum olayını-yeninin eskinin içinden çıkışını- eskiyle yeni arasında niteliksel anlamda bir değişim-sıçrama olmaksızın, daha çok eskiden beri varolanın uzantısı anlamında bir gelişme olarak anlıyorlardı onlar. Yani, civcivin yumurtanın içinde gelişmesine bir itirazları yoktu, hatta onu destekliyorlardı da, ama iş yumurtadan civcivin çıkması olayına gelince orada biraz duraksıyorlar, eskiyle yeni arasındaki geçiş sürecini-niteliksel dönüşümü anlamakta zorluk çekiyorlardı. Onlara göre, hem civciv gelişsindi, hem de eskiden beri varolan korunmalıydı! Bu iki süreç biribirini tamamlayan, birinin diğerinin devamı olduğu süreçlerdi!. Öyle ki, 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde olduğu gibi, “aman çatışma olmasın”, “gerekirse biraz daha eskinin içinde kalınarak biraz daha gelişilsin” diye düşünerek Devletle uzlaşma havasına bile girebiliyorlardı. Bir tür sürekli evrim anlayışı gibi bir şeydi bu!...”Eskinin içindeki gelişme ne kadar fazla olursa geçiş de o kadar pürüzsüz olur” diye düşünüyorlar diyeceğim ama, pratikte iş bunu da aşıyor! Çünkü pratikte eskiyle yeni arasındaki niteliksel sınırlar kayboluyor. Herşeyi birden kucaklama anlayışı eskiyle yeni arasındaki sınırların kaybolmasına neden olabiliyor. İnkârın inkârı yasası pratikte kendini tek boyutlu bir evrim anlayışına bırakıyor..
İşte tam bu noktada, onlar her ne kadar kendilerinin sadece bir “sivil toplum hareketi” olduklarını iddia etseler de, sürekli evrimi esas alan bu çizgileri onların sürecin diğer unsurlarıyla olan ilişkileri üzerinde de etkili oluyor . Devletçi-Kemalist elitin öteden beri Gülen Grubuyla yıldızının barışmadığını söylemiştik!. Çünkü onlara, Kemalist rejim bekçilerine göre bunlar da İslamcıydılar, bunların da amacı son tahlilde Kemalist düzeni yıkarak onun yerine şeriatçı bir düzeni getirmekti. Ama bunlar, ötekilere göre sureti haktan görünerek daha sinsi gidiyorlardı!. Öyle barışçı, Devletten yana falan görünerek, kimse farketmeden Kemalist düzenin altını oyuyordu bunlar. Üstelik, tamamen legal, barışçı yöntemler kullandıkları için bunlara karşı bir şey de yapılamıyordu! İşin tehlikeli yanı da zaten buradan kaynaklanıyordu!..
Hizmet Hareketi’nin AK Parti ile olan ilişkilerine gelince, bu ilişkilerin yakın zamana kadar sorunsuz bir şekilde geliştiğini görüyoruz. Çünkü, bunların her ikisi de eskinin içinden çıkıp gelen o Anadolu kapitalizmi zemininde hayat buluyorlardı. Zaten AK Parti’nin son on yıldır izlediği evrimci dönüşüm stratejisi de tamamen Hizmet Hareketi’nin genel yapısına uygundu. Tedrici-küçük adımlarla, kimseyi ürkütmeden, herkesi kucaklayarak ilerlemek.. Ama, ne zaman ki AK Parti-Erdoğan kanadı daha jakoben bir havaya girmeye başladı (özellikle 2013 başlarından itibaren), ne zaman ki, iki Türkiye arasındaki ilişkilerde bir gerilme eğilimi ortaya çıktı, işte o andan itibaren Hizmet Grubu’nun da “liberallerle” beraber AK Partiye karşı eleştirel bir pozisyona yöneldiğini söyleyebiliriz.
Burada ilginç olan, farklı noktalardan yola çıkan bu iki eleştirel yaklaşımın (“liberallerin” ve Hizmet Grubunun) günümüz koşullarında ortak bir noktada buluşabilmeleridir!. Bunun da nedeni aslında, her iki kesimin de eskiyle-Devletçi zeminle olan bağlarıdır. Gülen Hareketiyle “liberaller” arasındaki senkronizasyondan bahsediyorum! Bunlardan birisi, yani “liberaller”, Devletçi yapının batı kültürüyle şekillenmiş uzantısı olan jöntürklerin yeni Türkiye içindeki metamorfoza uğramış şekli iken, ve bu halleriyle de bunlar yeni Türkiye içinde kendilerine İstanbul burjuvazisi + işçi aristokrasisi zemininde bir kitle temeli-rezonans zemini- bulabilirlerken, diğeri, yani Hizmet Hareketi, içinden AK Parti’nin de çıkıp geldiği eski Türkiye’nin İslamcı-Yönetilenler ana gövdesinin eskiyle bağlantısı daha fazla olan bir kesimini temsil ediyordu. Anne çocuk ilişkisini düşünürsek, AK parti daha çok o çocuğu temsil ederken, Hizmet Grubu’nda daha çok anne + çocuk bütünlüğü yanının ağır bastığını görüyoruz.
DAHA ÜST DÜZEYDE YENİ BİR İTTİFAKA DOĞRU..
2002 Türkiye’sinde konjönktürel koşulların kendiliğinden biraraya getirdiği yeni Türkiye’ye ait bütün bu kanatların-eğilimlerin son zamanlarda arasına kara kedi girmiş durumda! “İstanbul-Anadolu savaşları”, Gezi falan derken önce İstanbul sermayesi ve “liberaller” koptular ittifaktan, sonra da Hizmet Grubundan sesler yükselmeye başladı! Peki nereye varacak bu işin sonu; ya da, şu an nerede bulunuyoruz, bütün bu gelişmeler sürecin-burjuva devrimi sürecinin-doğasına uygun, olması gereken şeyler midir? Bundan sonra ne olacak? AK Parti, “liberaller”, Hizmet Grubu arasındaki makas açılmaya devam mı edecek, ya da tersine, yeni duruma uygun yeni bir ittifaka doğru mu yönelinecek?
Bu soruya cevap ararken isterseniz başka bir örnekten yola çıkalım: Toprağa tohumu ekiyorsunuz, ne oluyor? O an meydana gelen toprak + tohum ilişkisini bir sistem, A-B sistemi olarak gösterirsek (toprağı A, tohumu da B olarak ifade ediyoruz), bir süre sonra çatlayan tohumun içinden çıkan filiz, aynen ana rahmine düşen çocuğun gelişmesi, ya da işçilerin fabrikada bir ürün elde etmek üzere üretim faaliyetine başlamaları gibi varolan sistemin inkârını temsil eder. Meydana gelen bitkinin en sonunda meyvaya durması ise inkârın inkârı olarak ifade ettiğimiz doğum olayına tekabül eder. Bu örneği neden mi verdik?
Şimdi, tekrar 2002 Türkiye’sine dönerek yukardaki örneğe göre bir durum değerlendirmesi yaparsak sonucu şöyle özetleyebiliriz: 2002 de de facto olarak ortaya çıkan ittifak bir tesadüf olmayıp daha önceki sürecin bir sonucuydu. Bunu bir tohum gibi düşünerek, o zaman onu toprağa bıraktığımızı düşünürsek, arada geçen on yıllık sürenin sonunda bugün ortaya çıkan sonuç bir gerileme, ya da bozgun değil, aslında o tohumun inkârı olarak bir filizlenme olayıdır. Tohumun çatlayarak bitkinin ortaya çıkmasını biz eski ittifakın bozulması olarak görüyoruz. Ama şunu unutmayalım ki, bu süreç aynı zamanda kendi içinde kendi inkârını (yani, bir üst düzeydeki meyva-ürün olarak yeni bir ittifakı) yaratmak için oluşuyor.
Daha açık mı konuşalım! Yeni Türkiye diyoruz, bu yeni Türkiye bir TÜSİAD’dan- İstanbul sermayesinden vazgeçebilir mi? Bakmayın siz o Anadolu burjuvazisine ideologluk yapmak isteyenlerin uç çıkışlarına; neymiş efendim, “İstanbul sermayesi intihara sürüklenmeliymiş”! Eğer bunu, daha iyisini üreterek rekabet ortamı içinde yapabiliyorsanız ne ala, ama yok öyle, “ben seçimle geldim, çoğunluğum, siyasi erki kullanarak seni yok edeceğim”! Bunun adı başka bir şey olur o zaman ki, içinde yaşadığımız dünyada bu türden hezeyanlara kimsenin gücü yetmez artık! “İşçi aristokrasisi” diyoruz, “liberaller” diyoruz, modern jöntürklerden bahsediyoruz. Nedir bunlar son tahlilde, o batıcı kültür ihtilalinin ürünü olan insanlar değil midir bunlar? E, bunların yeri olmayacak mıdır yeni Türkiye’de! Gezi Parkını dolduran o insanları düşünelim; hepsi de iyi eğitim görmüş, yüzü Batı’ya dönük insanlar bunlar, ne yapacaksınız bu insanları, bunlar batıcı, komploya alet oluyorlar falan diye yok mu edeceksiniz onları!! Geçelim! Madem, “bu insanları kullanıyorlar, onlar bir komploya kurban gidiyorlar” diyorsunuz, o zaman siz de buna fırsat vermeyin! Bakın, “yerel yönetimler güçlendirilsin” diye bas bas bağırıyor insanlar, ama daha halâ bir adım bile atılamadı!. Bir ülkenin başbakanı neden bir parkta neyin nasıl yapılacağıyla uğraşıyor ki, bırakın efendim, oranın yerel yöneticileri halletsinler bu türden sorunları!. Gerekirse çevrede oturanlarla da diyaloglar kurarak kendi problemlerini kendileri çözsünler insanların!.
Kim kaldı geriye? “Hizmet grubu”mu, ne diyor bu insanlar, yeni olan eskinin içinde iyice gelişene kadar eskiyle uğraşmayın mı diyorlar, şuna bakacaksın, bunun ucu nereye kadar gidiyor; eğer darbecilerin-darbeci zihniyetin, daha açıkçası Devlet sınıfının tasfiyesi sürecinde önüne çıkmıyorlarsa bırakın efendim onlar da öyle kursunlar paradigmalarını. Hem sonra neden bardağin illaki boş tarafına bakıyoruz ki kötü bir şey midir gelişme ilerleme? Onları da jakoben devrimciler için bir tür fren-itidal unsurları olarak kabul edelim. Neymiş, “liberalleri” doldurmuşlar gazetelerine, hükümete karşı sinsi bir politika izlemeye başlamışlar! Biraz geniş olmanın zamanıdır artık. Bakın açık söylüyorum, ben sayın Barlas’ı okuduğum zaman “helal olsun çok güzel yazmış” diyorum içimden, “liberallere” de kızıyorum; ama bu, benim olayın bütünlüğünü görmemi de engellemiyor!. Sen tutar da “faiz lobisi” çığırtkanlığı yapanların peşine takılarak alıp başını gitmeye kalkarsan, kerameti kendinden menkul yeni ideolojik önderlerin dümen suyuna girmeye kalkarsan, o zaman başkaları da çıkar “dur bakalım nereye gidiyorsun” demeye başlarlar!. Tamam, “çoğunluk bizde iktidar biziz” diyorsunuz, bu doğru, ama bunu söylerken o iktidarın belirli bir istikrar-denge ortamının ürünü olduğunu da unutuyorsunuz!..
Bakın, bir an için toplumu bir bilgisayar, bir informasyon işleme sistemi olarak düşünürseniz demokrasi de bu bilgisayarın işletme sistemi gibidir. Yani ancak varolan bir bilgisayarın işletme sisteminden bahsedebilirsiniz. Toplumlar belirli bir üretim ilişkileri zemini üzerinde, belirli bir dengeye-istikrara- dayanarak varolurlar. Kendini üretme sürecinin bu temel zemini-bilgi temeli olmadan onun işletme sistemi diye birşey de olmaz. Seçimlerde çoğunluk bize oy veriyor, o halde biz istediğimizi yaparız mantığı hem doğrudur, hem de değil! Doğrudur açık, eğer öyle olmasaydı seçime ne gerek vardı! Ama yanlıştır, çünkü toplum belirli bir denge üzerine oturuyor. Eski Türkiye’yi, onun egemenlerini, Devlet sınıfını, darbecileri sen belirli bir ittifaka dayanarak altedebilmişsin. Ve de henüz daha yeni Türkiye kendi üst yapısıyla tam olarak yerine oturmamış. Ne Kürt sorununu çözebilmişsin ne birşey, daha yeni bir anayasa bile yok ortada. Hal böyle iken sen nasıl tutar da kendini o ittifaklar zemininden ayırarak “oy bana verilmiştir o halde benim dediğim olur” havasına girersin! Oy, yeni Türkiye’ye verilmiştir. Anadolu burjuvaları bu trenin sadece lokomotifi konumundadır. Ama unutmayalım, tren sadece lokomotif demek değildir. Onu at, bunu at, ne kaldı geriye, üç tane “faiz lobisi” çığırtkanlığı yapan ideolog, bir de “başdanışman”, bu mudur varılacak nokta?
Açık söylüyorum, eğer yeni bir Türkiye inşa ediyorsak, o “liberaller” de olacaktır bu yeni Türkiye’nin içinde, “Hizmet” grubu da, TÜSİAD cılar da olacaktır Anadolucular da. Bütün bu güçlerin hepsi de yeni Türkiye’ye ait unsurlardır. Yeni Türkiye bütün bunların hepsini bir üst düzeyde yeni bir sentezin içinde kucaklayarak oluşacaktır. Bunun başka alternatifi yoktur. Hiç öyle Mısır’a ya da Suriye’ye falan özenmeyelim! Tamam, sonuna kadar Mursi’nin yanındayız, sonuna kadar Suriye muhalefetini destekliyoruz, ama unutmayalım ki bu ülkeler şu an bizim sahip olduğumuz şeylere sahip olabilmek için savaşıyorlar, insanlar bunun için ölüyorlar.. Yani, neye sahip olduğumuzu hiç unutmayalım.
“DEĞERLİ YALNIZLIK” MI?..
Türkiye’nin “yalnız kaldığını” “dostlarının” onu terkettiğini söylüyor “liberaller”! Yazıklar olsun!..Kimmiş o “dostlar”? Ne yapacaktı Türkiye, Suriye’de insanlar ölürken sessiz mi kalacaktı? Sığınmacı olarak ülkesine gelen insanlara kapılarını mı kapatacaktı? Mısır da darbe oluyor, darbeciler barışçı gösteriler yaparak kendi oylarına sahip çıkan insanların üzerine ateş açıyorlar, ne yapacaktı Türkiye, kafasını kuma mı gömecekti? Birleşmiş Milletleri eleştirmeyecek miydi Erdoğan?.Darbeyi destekleyen Amerikayı, AB ülkelerini eleştirmeyecek miydi..20.yy kalıntısı bütün o kirli ittifakın karşısına çıkarak gümbür gümbür 21.yy paradigmasının sözcülüğünü yapmayacak mıydı..”Değerli yalnızlık” diye dalga geçiyorlar utanmadan! Evet, çok değerli bir “yalnızlıktır” bu. 20.yy kalıntısı ulus devlet ayak oyunlarına itibar etmeyen, asıl önemli olanın halklarla, sıradan insanlarla dayanışma içinde olmak olduğunu gören çok ama çok değerli bir “yalnızlıktır”. Öyle ki, Türkiye’yi 21.yy paradigmasının sözcüsü-önderi yapan da budur zaten. Onun elindeki yumuşak gücün nelere kadir olduğunu göremeyenler varsın “yalnızlıktak” bahsetsinler, biz buna rağmen onları da kucaklayarak ilerleyeceğiz bu yollarda!..Kim ne derse desin biz kendi işimize bakalım yeter!
1-“Komplo teorilerini”, “dış düşmanları”, “faiz lobisi” avcılığını falan bir yana bırakalım da hemen, hiç vakit kaybetmeden şu DEMOKRASİ PAKETİ neyse onu bir açmaya-çıkarmaya bakalım biz!. Yetti artık, her kafadan bir ses çıkıyor ve bu da bir BELİRSİZLİK ortamı yaratıyor. Madem ki karşımızdaki cephe son tahlilde 20.yy kalıntısı bir ulus devletler cephesidir, ve madem ki biz 21.yy’ın küreselleşme paradigmasını temsil ediyoruz, o halde, hiç vakit kaybetmeden, o “ulusalcılar falan ne der” bunları umursamadan açalım şu demokrasi paketini. Kürt sorunu, Alevi sorunu diye bir problemi kalmasın bu ülkenin. Bitirin artık kardeşim şu işi, alın Kürtleri, Alevileri yanınıza bakın o zaman neler oluyor!..Ve bu o kadar zor bir şey değildir, bunu yapabilirsiniz de!. Tek engel kafalarınızdaki eski Türkiye’den kalma o örümcek ağlarının artıklarıdır, o bölünme korkularıdır. Ben sizin yerinizde olsam hemen yarın bitiririm bu işi!. Bakın göreceksiniz Mısır’da, Suriye’de ölen insanların derdine de deva olacaktır böyle bir girişim.
2-“Yeni bir ittifak”, “bir yeniden oluşum” derken, Erdoğan gitsin de yarın bir H.Cemal’i, ya da TÜSİAD başkanını yanına alsın, “tamam artık aramızdaki problemleri çözdük” desin falan demek istemiyorum!!..Problemler gerçek hayatın içinden çıkıyorsa eğer, bunlar üstü örtülerek çözülmüş sayılamaz!. Tam tersine, önce, Türkiye’de adeta iki Türkiye bulunduğu gerçeğini hepimiz bir kabul edelim diyorum ben. İki yüz yıldır devam eden bir kültür ihtilali süreci yaşamış bu ülkenin insanları. Bu nedenle, bunun sonuçlarını bir günde silip atamayız. Atmamıza da gerek yoktur aslında. Bunu bir zenginlik kaynağı haline dönüştürmenin yolu, kültürel alt kimliklerimizi olduğu gibi muhafaza ederek bilişsel bir üst kimlikte buluşmaktır. Türk, Kürt, Alevi,Sünni..İstanbul burjuvaları, Anadolu burjuvaları..Hizmet grubu, H.Cemal, C.Candar..bunlar olduğu gibi kalsınlar..bakın ne güzel, şimdi artık bir M.Esayan’ımız, bir K.Tayiz’imiz de var..bunlar bizim zenginliğimiz..neyi paylaşamıyoruz ki..Bunların hiç biri darbeyi, darbeciliği savunmuyorlar..Niye illaki bazılarını o eski mevzilerine doğru itmeye çalışıyoruz ki! Ortak noktaları tesbit edelim ve bunları öne çıkaralım yeter..Türkiye ne Erdoğan’dan vazgeçebilir, ne Gül’den, ne Fethullah hocadan, ne de o “liberallerden”!! Madem ki Batı’nın içimizdeki uzantılarıdır o “liberaller”, iyi ya işte, biz de bunu bilerek onlarla olan ilişkileri buna göre ayarlayalım!!
Bütün bu bileşenlerin hepsi birbirini tamamlayan unsurlardır. Erdoğansız bir burjuva devrimi süreci, radikalizmi-jakoben yanı olmayan pısırık, korkak bir sürüngen haline dönüşür; ama sadece jakoben devrimcilikle de olmuyor görüyorsunuz!. O gün Erdoganla birlikte ben de ağladım, ama sadece duygusal tepkiyle olmuyor bu iş..cesaretse, şu an bize lazım olan duygusal cesaret değil (o zaten var yeterince) onun yanı sıra bilişsel bir cesarettir de..
3-Hemen yarın, 2015 te yapılacak genel seçimlere kadar nasıl bir sürecin yaşanılacağını ilan edelim. Erdoğan cumhurbaşkanı mı olacak, tamam, otursunlar Gül’le konuşsunlar, bu iş bitsin!. Ben Gül’ün yeni dönem başbakan olmasını daha uygun buluyorum aslında. Ya da şöyle, Babacan falan tipinde daha rasyonel biri de olabilir (ama Erdoğansız olmaz ha!)!. Oturup hemen bu işi çözsünler ve de ilan etsinler. Bu neden mi önemli? Kardeşim görmüyor musunuz, dolar oldu iki lira!.Hepimiz bir Bernanke hikayesidir tutturmuşuz gidiyor!. Yok Bernanke şöyle derseymiş ne olurmuşta, böyle derseymiş ne olurmuş!! Böyle mi önderlik yapacağız 21.yy’a!!..Ben, Bernanke kadar Babacan’ın ne dediğinin de önemli olacağı bir ortamı istiyorum, ve diyorum ki, bu mümkündür, bu sizin-bizim elimizdedir. Atalım bakalım şu adımları, bakın o zaman neler oluyor!..Yoksa böyle olmaz; Merkez Bankası hergün gıdım gıdım dolar sürüyor piyasaya, ama gık demiyor piyasa! Niye desin ki, bir kere teslim almış seni o “Bernanke” sendromu!.
Bir de diyor ki sermaye, “bunların ne yapacağı belli olmaz, baksana daha bir Kürt sorununu bile çözemediler, ortada yeni bir anayasa bile yok!..Hem sonra, yok başkanlık sistemiymiş, yok Erdoğan-Gül-Hizmet çatışmasıymış, bu işler bir sonuca ulaşmadan ne işimiz var Türkiye’de” diyorlar. Üç tane “faiz lobisi” teorisyeni çıkıyor ortaya, bunların peşine takılarak, sanki hiç cari açık sorununuz yokmuş, sanki yeni petrol kuyuları bulmuşuz gibi, tutuyorsunuz hiç düşünmeden faizleri negatife çekmeye falan kalkıyorsunuz, güvenir mi adamlar size artık! Görmüyor musunuz, sermaye girişi falan kalmadı, kurudu ortalık!. Peki, haksızlar mı bunda? Sen olsan paranı getirir de ne yapacağı belli olmayan bir ülkeye yatırır mısın!
Sayın Erdoğan, tamam, en azından ben yürekten inanıyorum sizin kefeni giyerek bu yollara düştüğünüze..ve yapılanları da takdir ediyorum; ama yetmez bunlar..bir adım daha ileri atmanın zamanıdır şimdi..Kimden korkuyorsunuz ki, neyimiz var şurda alınacak, haydi cesaret!..
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023