Münir AKTOLGA
ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞMEK DİYALEKTİĞİ VE PSİKOTERAPİ İHTİYACI!..
KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA ULUSLAŞMA VE KÜRESELLEŞME SÜREÇLERİNİ BİRLİKTE YAŞAMAYA ÇALIŞAN BÜTÜN HALKLARIN -BU ARADA TÜRKLERİN VE KÜRTLERİN DE- 21. YÜZYIL PARADİGMASINI KAVRAYABİLMELERİ İÇİN TOPLUMSAL DÜZEYDE PSİKOTERAPİYE İHTİYAÇLARI VAR!...
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ: TOPLUMSAL PSİKOTERAPİ İHTİYACI, BUNUN MADDİ TEMELLERİ...1
MİLLET NEDİR, MİLLİYETÇİLİK NEDİR...2
MİLLETİN ve MİLLi-ulus- DEVLETLERİN DOĞUŞU.. 3
KAPİTALİZM NASIL GELİŞİYOR, BİLGİ NEREDE-NASIL İŞİN İÇİNE GİRİYOR?...5
EMPERYALİZM EGEMENLİKTİR, SAVAŞÇI OLMAYI GEREKTİRİR.. 7
ULUS DEVLET NASIL-NEDEN ÇÖZÜLÜYOR...8
DÜNYA NEREYE HANGİ NOKTAYA GELDİ...9
TÜRKİYE NEREYE, HANGİ NOKTAYA GELDİ..10
ÖRNEĞİN, RUSLARIN NE İŞİ VAR SURİYE’DE?...12
TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN GELİŞİMİ -VE ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞME SÜRECİ, KÜRT SORUNU...13
GİRİŞ: TOPLUMSAL PSİKOTERAPİ İHTİYACI, BUNUN MADDİ TEMELLERİ...
Uluslaşırken küreselleşmekten bahsediyoruz! Bu öyle bir diyalektiktir ki, küreselleşme süreciyle birlikte içinde bulundukları kapitalizm öncesi antika kabuklarını kırarak gün ışığına çıkma olanağı bulan bütün halklar-bütün yerel kimlikler- bir yandan kendilerinin farkına vararak “biz de varız” deme ihtiyacını duyarlarken, diğer yandan da-aynı anda- küresel bütünün içinde-(onun varlığında) yok olma sürecine girdikleri için, maddi varoluş koşullarıyla zihinsel dünyaları (buna bağlı olarak da tabi dünyaya bakış açıları) arasında muazzam bir çelişki içine giriyorlar... Öyle ki, bu çelişki (“ben kimim, biz neyiz” sorusuna verilecek cevap konusundaki çelişki) sonunda bir kişilik bunalımına neden oluyor. Maddi olarak 21.Yüzyılı yaşarken ve onun gereklerine göre düşünmeye zorlanırken, zihinsel olarak-bilinç düzeyi bakımından- 20.Yüzyıldan çıkamama ruh halidir bu. Düşünsenize, 20.Yüzyılı daha yeni yakalamış, onun paradigmal dünyasında kendinize bir kimlik edinmeye başlamışsınız; ama tam bu arada karşınıza çıkan, içinde maddi varlığınızı oluşturduğunuz 21.Yüzyıl koşulları ve onun 20.Yüzyıl zihinsel dünyasına tamamen ters dünyaya bakış açısı bütün ruhsal dünyanızı allak bullak ediyor! Nerede durduğunuzu, kim olduğunuzu şaşırır hale geliyorsunuz!...
Kapitalistleşme süreci içinde normal tarihsel süreçlerden geçerek bilişsel anlamda tam olarak kendini bulamamış kimliklerin, aynı anda bir üst küresel kimliğin içinde eriyerek yok olurken içine girdikleri ruh halinden bahsediyoruz. Bu durumda yapılacak en büyük yanlış, kimlik oluşturma sürecindeki çelişkileri zor kullanarak yok etmeye çalışmaktır. Yapılması gereken: Süreç içinde tarihsel olarak gelişerek bugüne kadar gelmiş bulunan bütün bu kimliklerin-kültürlerin-bilinçdışı yaşam bilgilerinin ortaya çıkmasına, bunların kendilerini ifade edebilmelerine olanak tanıyarak, onların, içinde bulundukları maddi koşullarla artık geride kalan zihinsel dünyaları arasındaki farkı yaşayarak görmelerinin önünü açmak, geçmişlerini yeniden yaşayarak kendi tarihleriyle hesaplaşmalarına fırsat tanımaktır. İşte benim, geçiş aralığına varana kadar kimlik sorununu hala tam olarak çözememiş olan toplumların tam bu noktada (isterseniz buna “sırat köprüsü”de diyebiliriz!) toplumsal düzeyde bir psikoterapiye ihtiyacı var deyişimin nedeni ve anlamı budur... Daha da gelişerek özgürleşmek için geçmişin muhasebesini yaparak orada çözülmemiş olarak kalan problemleri yaşanılan an’a taşıyıp, an’ın bilinciyle onları bilişsel süzgeçlerden geçirerek güncelleştirmektir bu. Çünkü, kendini özgürleştirmenin yolu, herşeyden önce, kendin olarak geliştiğin süreci bilişsel hale getirebilmekten geçer... Geçmişle hesaplaşmak da denilen bu süreç kendini bilme sürecinin olmazsa olmazı olduğu kadar, bilinç dışını bilinçli hale getirerek önündeki engelleri aşabilmenin de ön şartıdır...
MİLLET NEDİR, MİLLİYETÇİLİK NEDİR...
Millet ve milliyetçilik, millet haline gelme-uluslaşma- kavramlarının içinin boşaltıldığı, bunların içinde yaşanılan süreçten-küreseleşme sürecinden- bağımsız olarak ele alındığı şu kaos ortamında, nerede bulunduğumuzu ve ne yapmak gerektiğini daha iyi kavrayabilmek için olayın tekrar baştan ele alınmasının yararlı olacağını düşünüyorum:
“Millet”, kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğutoplumsal varlıktır. “Milliyetçilik” de bu toplumsal varlığın (milletin) kendini üretirken duygusal reaksiyonlarla oluşan benliğinin-nefsinin kendini ifade biçimi-duygusal bilinci- oluyor. Yani, toplumsal nefsin, kendi varlığını temel alan bir koordinat sistemine göre dünyayı, olayları ve nesneleri sübjektif olarak değerlendiriş tarzı oluyor.
Toplumsal varlık-benlik, toplumsal gelişme sürecinin her aşamasında, bu aşamada geçerli olan üretim ilişkilerine göre değişik biçimlerde oluşur, ortaya çıkar. Örneğin, çobanlıkla uğraşan bir toplum millet değildir, bir aşirettir. Bu durumda toplumsal varlığı-benliği temsil eden instanz da aşiret şefi tarafından temsil edilir. Böyle bir toplumda milliyetçiliğin karşılığı olan dünya görüşü-bakış açısı ise (İbn-i Haldun’un deyimiyler “asabiyyet”) aşiret toplumculuğu-bencilliği adını alır. Bazan buna “aşiret milliyetçiliği” de deniyor, ama bu doğru değildir. Milliyetçiliğin belirli bir toplum biçimine özgü bir bakış açısı olduğu gerçeğini karartıyor bu yaklaşım. Koordinat sisteminin merkezini o an varolan aşiret toplumunun merkezine koyupta dünyaya-olaylara onun içinden, onun açısından bakınca görünen tablodur işin özü...
Feodal bir toplumda ise bu görevi (toplumun merkezi varlığını-benliğini-temsil görevini) feodal bey üstlenir. Bu durumda oluşan dünya görüşüne de “feodal milliyetçilik” değil, feodal dünya görüşü denir.
Bizim gibi fetih yoluyla devletleşen bir aşiret toplumunda ise bunun yerini “Devletçilik” alıyor. Buradaki “Devletçiliğin” kapitalist devletin zaman zaman başvurduğu “devletçilik” politikasıyla hiçbir alakasının olmadığının altını çizelim... Osmanlı’nın “Devletçi” dünya görüşü, dünyaya “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olan bir instanzı temel alarak bakmaktan kaynaklanır...
Kısacası, her durumda, neyin nasıl üretildiğine bağlı olarak ortaya çıkan üretim ilişkileriyle birlikte toplumsal varlık-kimlik ve onu temsil eden instanz da yeniden oluşurken, bu zemini temel alan bakış açısı-dünya görüşü de değişmiş olur.
İşte, kapitalist toplum söz konusu olunca, biz bu, kendini duygusal-reaksiyonlarla ifade tarzına “milliyetçilik” diyoruz.
Örneğin, dışardan gelen ve varlığımızı tehdit eden bir etki söz konusu olduğu zaman hepimiz milliyetçi kesiliriz! Bir tür kendini koruma duygusudur burada belirleyici olan. Ama sadece bu şekilde kendini koruma duygusu olarak ortaya çıkmaz milliyetçilik. Eğer o, yani milliyetçilik ruhsal dünyamıza yön veren bir faktör haline gelirse, o zaman işin rengi değişir. Bu durumda, kendi nefsini-varlığını-benliğini- diğerlerinden üstün kılmaya-egemen olmaya dayanan bir dünya görüşü çıkar ortaya...
Peki bu otomatikman kötü bir şey midir bu? Duruma göre değişir! İnsanı ve toplumu duygusal ve bilişsel kimlikleriyle ata binmiş bir jokeye benzetirsek, eğer ipler binicinin, yani bilişsel benliğin elindeyse herşey normaldir, yani ortada endişe edilecek bir durum yoktur; ama eğer dizginler o toplumsal nefse-hayvana kaptırılmışsa, yani at jokeyi de kontrolü altına alarak almış başını gidiyorsa, o zaman bu gidiş kötüye doğru demektir. “Kılavuzu karga olanın”.. hesabı, toplum bir felakete-ideolojik bir hedefe- doğru gitmektedir!
Dış dünyayla ilişkilerde güvenli bir ortama sahip olmak, daha iyi yaşam koşulları istemek, hatta diğerlerinden daha avantajlı bir hale gelmek bütün hayvanların-insanların da- temel varoluş güdüsüdür. Bütün bunlarda karşı çıkılacak birşey yok, sorun burada yatmıyor! Niye güvenlik istiyorsun, neden kendini savunmaya çalışıyorsun, ya da neden daha iyi yaşam koşulları istiyorsun diye suçlayamaz kimse kimseyi! Sorun, insan olmakla, insan görünümü altında hayvanlık durumunda kalmak arasındaki farkta yatıyor! Hayvan söz konusu olduğu zaman, her durumda farklı bir duygusal reaksiyon biçimi olarak ortaya çıkan hayvansal nefs-benlik, insanla birlikte bu zeminin bir basamak üstüne çıkarak bilişsel bir kimliğin ortaya çıkması aşamasına varıyor. Ve insanı hayvandan ayıran yan da bu oluyor zaten. İnsan, bilişsel kimliğiyle kendi içindeki hayvandan ayrılıyor. İnsan, ancak bu şekilde kendi atının sırtında, onu yöneterek hayat yollarında giden bir binici haline geliyor! Tersi durumda ise, “insan” kendi içinde sahip olduğu bilişsel yeteneği de kullanır hale gelen bir canavar-insanın aklını da kullanan hayvan- durumuna geliyor!...
MİLLETİN ve MİLLi-ulus- DEVLETLERİN DOĞUŞU
“Millet” ve “ulus” aynı kavramlar aslında. Biri Arapçadan dilimize girmiş, diğeri ise Türkçe. Ama özellikle son zamanlarda bir de başka anlamı ortaya çıktı bunların! “Millet” kavramını kullananlar geleneksel-burjuva çevreleri. “Ulus” ise daha çok kendini “sol” olarak gören “Devletçi ulusalcı” çevrelerin kullandığı bir kavram! “Ulusalcılık”, bu nedenle, utangaç-sol- Devletçi milliyetçilik anlamına da geliyor! Ne yapalım, bu ayırım da literatüre Türklerin katkısı olsun! Ben, yerine göre her ikisini de kullanıyorum!
Şimdi, ulus-millet gerçekliğinin nasıl ortaya çıktığını kavramak için kapitalizmin geliştiği dönemlere Ortaçağ Avrupa’sına dönüyoruz. (Bu konu 5. Çalışmada ayrıntılı olarak ele alınmıştır: www.aktolga.de 5. Çalışma )
KAPİTALİZM, “KENT” KOZASINDAN ÇIKAN O “KELEBEK”TİR!...
(Bakın “yeni”, “eskinin” içinde-hem de onun kendi elleriyle, çabasıyla-nasıl gelişiyor!...Diyalektik anlamda “kendini inkar” olayı budur işte! Bunu kavramadan kapitalizmden modern sınıfsız topluma geçişi anlamak imkansızdır!...)
Bu dönemde feodal beylerle krallar (krallar da aslında merkezde oturan feodal unsurlardı) “kent kurucuları” olarak birbirleriyle yarışıyorlardı, neden? Kendi bölgelerinde ticaret merkezleri yaratmak istiyorlardı da ondan. Çünkü, ticaret demek dünyanın başka bölgeleriyle bağlanmak-etkileşmek demekti. Kendi ürünlerini başkalarına satabilmek, onların ürünlerini satın alabilmek demekti. Ticaret, tek başına ele alındığı zaman yeni bir değer yaratmıyordu belki, yani “üretici bir çaba değildi”. Ama o, ülkeler ve toplumlar arasında bağlantılar kurarak, üreticilerin kendi dar kabuklarının dışına çıkmalarını, onların evrenselleşmelerini sağlıyordu. Toplumlar arası etkileşmenin mekanizması ticaretle gerçekleşiyordu. Toplumlar ancak bu etkileşmelerle-ticari ilişkilerle- birbirlerine bağlanıyorlardı. Karşılıklı ilişkileri içinde birbirlerine göre varolur-gerçekleşir hale geliyorlardı. Dünyanın bütünleşmesine, tek bir sistem haline gelmesine giden yol buralardan geçiyordu.
Bir feodal beyliğin sınırları içinde gelişen bir kenti düşününüz. Feodal beylik yerel bir sistemdi, bu yüzden de statikti. En yakın çevresiyle ilişkileri içinde varoluyordu. Üretici güçleri son derece sınırlıydı. Bu yüzden de kentten sağlayacakları verginin peşinde idi feodaller. Bir de tabi çeşitli ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir araç olarak görüyorlardı kenti. Kent ise dinamikti. Ticari ilişkileri sayesinde çok uzak yerlerle bile bağlantı halinde idi. Üreticiler arasındaki bağlantı kayışı gibiydi. Bu bağlantılar sayesindedir ki, üreticiler kendilerinden çok uzaklardaki pazarlar için bile üretim yapabiliyorlardı. Pazar genişledikçe daha çok üretmekte, ürettikçe daha da zenginleşmekte, güçlenmekte idiler.
İşte bu süreç, üretici güçlerin gelişmesine neden olan bir süreçtir (yani bu anlamda üretici güçlerin gelişmesine bizzat o feodal sistemin kendisi yol açar...). Ve bu gelişmenin belirli bir noktasından itibaren de feodal sınırlar dar gelmeye başlar kent toplumuna. Feodallerle kentler arasındaki çelişkiler ön plana çıkar...
Bu noktadan itibaren kentlerin imdadına krallarla feodal beyler arasındaki çelişkilerin yetiştiğini görüyoruz. Duruma göre, kentler, aralarındaki çelişkiden yararlanarak feodal beylere karşı krallarla işbirliği yapmaya başlarlar. Ne de olsa krallar daha geniş bir çevreyi temsil etmektedirler. Feodal beylerin dar sınırlarının ötesine geçişte bir köprü olur bu ittifak. Birinci adım budur.
İkinci adımda ise, kentlerle krallar arasındaki çelişkilerin ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Çünkü, son tahlilde kralın kendisi de bir feodaldir. Krallar kentleri kendi kontrolleri altında tutmak isterler. Kent toplumunun içinde gelişmeye başlayan üretici güçler ise artık bu feodal kabuğun içine de sığamaz hale gelmiştir. Tek çüzüm yolu, kent kozası içinde palazlanan burjuva toplumun kendi devletini yaratarak kendi ayaklarının üzerinde durabilir hale gelmesidir. Ama nasıl?
Bu arada, birçok ticari birlikler kurulmakta, kentler arasındaki ticari ilişkiler alabildiğine gelişmektedir. Bu ilişkiler, aynı zamanda ticari rekabeti de birlikte getiriyordu tabi. Kentler arasında pazara hakim olma mücadeleleri de başlıyordu.
İŞTE, “ULUS DEVLETİN” ORTAYA ÇIKIŞI BÜTÜN BU ETKENLERIN SONUCU OLDU...
Feodal devlet-krallık- kabuğu altında gelişen ve geliştikçe de, rekabetin artmasıyla birlikte çıkarları farklılaşmaya başlayan kentler-burjuvazi- kendilerine yeni bir kimlik arayışı içine girdiler. Öyle ki, bu yeni kimlik onları hem eski feodal kimlikten ayırdetmeliydi, hem de rekabet halinde oldukları diğer kentlere göre kendi farklılıklarını ortaya koymalı, kendi varoluş-egemenlik alanlarını belirlemeliydi. Ekonomik varlıkları-çıkarları- onları, kimliklerini bu zemin üzerinde yeniden tanımlamaya zorluyordu. İşte, “ulus devlet”-„milli devlet“-yani kapitalist devlet bu arayışın sonucu oldu. Aynı kent kökeninden gelen, kültürel olarak aynı değerlere sahip olan (buradaki „kültür“ kent kültürüdür), aynı dili konuşan, ekonomik yaşantı birliği içinde olan ve bu zemin üzerinde bir beraberlik-birlikte varoluş duygusu geliştirmiş olan insanların birliği olarak doğdu milletler-uluslar. „Ulus devletler“ de bu ulusların pazara hakim olma süreci içinde şekillenen örgütlü toplumsal varlığını temsil ettiler. “Başkent” ise, ulus devlet olarak biraraya gelen kentler içinde başı çeken kent oldu(Bizdeki “başkent’le” bunu kıyaslayınız (!), sadece bu bile iki tarihsel gelişme çizgisi arasındaki farkı açıklamaya yeter!.Hiç aklınıza geldi miydi bugüne kadar „başkent“ nedir diye düşünmek?).
Aslında, burada önemli olan ekonomik yaşantı birliğiydi, yani pazarın birliğiydi. Yoksa, kimin hangi aşiret kökeninden-etnik kökenden- geldiği, “alt kimliğinin” ne olduğu falan değildi burjuvaziyi ilgilendiren! Ekonomik yaşantı birliği, yani, insanların üretim ilişkileri içinde birbirlerine bağlı olmaları sistemin birliğini-varlığını- sağlamaya yetiyordu. Duygusal birlik, ulusal bilinç vs. hep bu zemin üzerinde gelişiyordu. Kültürel birlikten kasıt da, ekonomik yaşantı birliğinin oluşturduğu yeni yaşam tarzının bilinç dışı bilgisi temelinde oluşan bir birlikti. Yoksa, eski etnik-aşiret kültürünün, ya da feodal kültürün peşinde değildi burjuvazi. Tam tersine, kapitalist kültürün-yaşam bilgisinin, tarzının- yerleşmesi için bu eski kültürel alışkanlıkların, değerlerin yıkılması, değişmesi gerekiyordu. Ulusal bilinci ve ulus devlet gerçeğini ırk temeline-aşiret kökenine indirgemek daha sonra ortaya çıktı. İnsanları, “tarihten gelen stratejik derinlikleri-zihniyetleri” nedeniyle kendi uluslarının diğerlerinden daha üstün olduğuna inandırarak diğer uluslara hakim olma ideolojisi, kapitalist genişlemenin, dünya pazarlarına hakim olma hırsının-tekelci kapitalizmin sonucu oldu.
Şimdi önce, kapitalizm altında üretici güçlerin gelişmesinin ne anlama geldiğini görelim. Bu gelişmenin kendi zıttına dönüşmesini ve serbest rekabetin yerini tekelciliğin alışını ise daha sonra ele alacağız.
KAPİTALİZM NASIL GELİŞİYOR, BİLGİ NEREDE-NASIL İŞİN İÇİNE GİRİYOR?...
Kapitalist neden üretir? Kâr elde etmek için! Bir malın-ürünün maliyeti ne kadar az olursa işverenin kazancı-kâr’ı da o kadar fazla olur. Yani, hammadde ucuz ve bolsa, işgücü de pahalı değilse, işveren o kadar çok kazanır. Daima, azami-daha çok- kâr peşinde koşan işverenler, bunun için, mümkün olduğu kadar maliyeti düşük tutmaya çalışırlar.
Ama hepsi bu kadar değil! Çünkü bir ürün, sadece bir işyerinde değil, birçok işyerinde üretilmektedir. Bu yüzden, belirli bir ürünü kim daha ucuza üretiyorsa ve kimin malı daha kaliteliyse, onun malı daha çok alıcı bulacağı için onun kazancı daha fazla olacaktır. Aynı toplumun içindeki biribirine rakip firmaların, aynı malı daha ucuza ve daha iyi kalitede üretebilmeleri ise (diğer faktörlerin yanı sıra), daha çok bilgiye sahip olmayla mümkündür. Örneğin, bir malı daha gelişmiş bir makine kullanarak daha ucuza üretebilirsiniz. Ama bunun için de önce o daha gelişmiş makineye ilişkin bilgiye sahip olmanız gerekir. Kalite sorunu da böyledir. Maliyeti yükseltmeden, daha iyi kalite mal üretebilmenin yolu da gene daha çok bilgiye sahip olmaktan geçer.
ÜRETİCİ GÜÇ NEDİR?
“Kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiğini” söyleriz, nedir bu “üretici güç”, kim, hangi güçler üretirler bir malı? Makineler midir, teknik midir üretici güç? Üretici güç önce insandır, sonra da çevre-yani doğa. Bütün o makineler, teknik vs. bunlar hep insanın uzantılarından başka birşey değildir. Bir işçi, hammaddeyi eliyle de işleyebilir, bir makineyle de. İşin özü, yani işleme olayı-üretim olayı değişmiyor bununla. Ama, makine kullanarak üretince daha hızlı, daha çok üretebiliyorsunuz. Ya da, makine kullanarak, elle yapamayacağınız işleri de yapabiliyorsunuz. Ancak, son tahlilde, işi yapan insandır. Üretici güçlerin gelişmesi de insanın gelişmesidir.
Peki insan nasıl gelişiyor? Daha çok bilgiye sahip olarak. O halde, üretici güçlerin gelişmesinden kasıt, üreten insanların daha çok bilgiye sahip olmalarıdır. Daha ileri düzeyde üretebilme olayının özü, insanların çevreden-doğadan alınan madde-enerjiyi-informasyonu sahip oldukları daha ileri düzeydeki bilgiyle işleyebilmeleridir. Teknik vs. bunların hepsinin altında yatan bilgidir. Teknik havadan gelmez. Daha ileri tekniği daha çok bilgiye sahip insanlar yaratır. O teknik denilen şey de bir üründür aslında. Ve ürün hammaddenin bilgiyle işlenilmesi sonucunda oluşur.
Şimdi geldik sistemin-kapitalist sistemin üretici güçleri nasıl geliştirdiğine: Üretici güçlerin gelişmesi insanın gelişmesidir dedik. İnsanın gelişmesi ise, onun bilgi seviyesinin yükselmesidir. Peki insanların bilgi seviyeleri nasıl yükseliyor?
İnsan, çevreyle-doğayla etkileşerek varlığını üretiyor. Bir mücadele bu. İnsanın doğayla mücadelesi. Bu mücadelede ayakta kalabilmenin, daha iyi yaşam koşullarına sahip olabilmenin yolu ise doğayı-çevreyi bilmekten geçiyor. Yani ne kadar biliyorsan o kadar insansın ve o kadar “iyi” yaşam koşullarına sahip olabiliyorsun. Bilme sürecinin arkasında yatan motivasyon budur. İşte, daha çok kâr elde etmek için daha çok bilgiye sahip olmak gerektiğinin bilincinde olan kapitalistler de, insanın bu temel varoluş güdüsünü kullanırlar. Daha iyi yaşam koşullarına sahip olabilmeleri için daha çok bilgi üretmeleri gerektiğine ikna ederler insanları. Gerekirse bu süreci finanse de ederler, teşvik ederler. Çünkü, bilmektedirler ki, o bilgiyi üreten bireylerin, ellerinde sermaye olmadan bu bilgileri üretim sürecine sokarak kendilerine rakip hale gelmeleri mümkün değildir (Bu, şimdiye kadar-21.Yüzyıla gelene kadar- böyleydi ama şimdi artık değişti!).
Kısacası, azami kâr peşinde koşan kapitalistlerin, rekabet ortamında, bir malı daha ucuza ve daha iyi kalitede üreterek rakiplerine karşı üstünlük kazanabilmelerinin yolu daha çok bilgiye sahip olmalarından geçiyordu. İşte, kapitalizmin azami kâr yasasıyla, üretici güçleri geliştirmesi arasındaki ilişki budur. Yani kapitalistler, azami kârı elde etmek için üretici güçleri geliştirirler. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin esası budur.
Şimdi burada bir nokta koyalım! Çünkü buraya kadarki sürecin bir mantığı var. İşin özü kâr elde etmeye dayanıyor. Sistemin hareket ettirici gücü bu. Sistem kendi varlığını-benliğini bu motivasyonla üretiyor. Kâr elde edebilmenin ön koşulu ise, bir malı daha iyi kalitede, daha ucuza üretebilmek. Yani rekabet mücadelesinde galip gelebilmek. Buna, yeni bilgileri üretmek ve sonuç olarak üretici güçleri geliştirmek de eklenince, sistem geliştirici, ilerletici bir özelliğe sahip olmuş oluyor. Böyle bir zemin üzerinde gelişen toplumsal benlik-nefs ve buna bağlı olarak ortaya çıkan milliyetçilik de, bir malı daha iyi kalitede, daha ucuza üreterek başarılı olmaya, yaşam seviyesini yükseltmeye ve bununla övünmeye dayanan bir duygu olarak ortaya çıkıyor. Yani, işin özü gene “benliğe” bencilliğe, “ben daha iyiyim”e dayanmaktadır ama, bu “ben” ürettikleriyle övünen bir ben olduğu için bir yerde zararsız bir benliktir! Hatta, rekabeti teşvik edici bir benliktir...
SERBEST REKABET TEKELLERİ DOĞURUYOR...
Ama bu hep böyle devam etmez! Bu gelişme-ilerleme belirli bir noktaya ulaştığı zaman kendi içinde kendi zıttına dönüşmeye başlar, serbest rekabet tekelleri doğurur. Serbest rekabetçi kapitalizmin yerini tekelci kapitalizm almaya başlar.
Serbest rekabetin yerini tekel egemenliğine bırakması, kapitalizmin gelişme sürecinde esasa ilişkin çok önemli bir olaydır. Azami kâr elde etmeyle daha çok bilgiye sahip olma arasındaki bağlantının sona erdiğini gösteriyordu bu. Kapitalizm altında üretici güçlerin artık gelişemez hale geldiğini, gelişmenin, ilerlemenin durduğunu gösteriyordu . Yeni bilgilerin üretilmesinin, yeni ve daha ileri teknolojilere sahip olmanın, daha iyi, daha ileri kalitede mallar üretmenin anlamsız hale geldiği bir ortamda ise ne gelişme olurdu ne de ilerleme. Daha çok bilgiye sahip olmayla rekabet mücadelesi ve azami kâr elde etme arasındaki ilişki koptuğu an herşey bitiyordu. Daha çok bilgiye sahip olmak artık geriden gelenlere bir üstünlük sağlayamıyordu, çünkü o bilgiyi üretime sokarak en büyüklerle rekabet edebilecek kadar gücü yoktu küçüklerin. En büyüklerin ise umurunda değildi bütün bunlar! Onlar zaten tekel egemenliği sayesinde istedikleri fiyatı ve kaliteyi piyasaya dikte ettirebiliyorlardı. Onlar için daha çok kâr elde etmenin yolu artık daha çok bilgiye sahip olarak daha iyi kalitede mal üretmekten değil, başka alternatifi olmayan tüketicilere ellerindeki malı dayatmaktan geçiyordu. Yeni bilgilere sahip olarak bunları üretim sürecine sokmanın motivasyonu kalmamıştı ortada. Çünkü, yeni bilgiler demek yeni üretim teknikleri demekti. Eski makinelerin vs.yerine yenilerinin konulması demekti. Ortada zorlayıcı bir neden yokken tutarda buna yanaşır mıydı tekelciler! Onlar nasıl olsa satıyorlardı mallarını. Rekabet de yoktu ortada! Çok bilenin de bildiği varsın kendisinde kalsındı umurunda mıydı tekelci kapitalistlerin!.. Ya da, her ihtimale karşı gene de, belki birisi bu bilgileri kullanarak kendisine rakip çıkar diye, bastırıyorlar bir miktar parayı ve satın alıyorlardı o bilginin patent hakkını da; sonra da atıyorlardı çekmecelerine!
İşte bütün o 19 ve 20. Yüzyıl’lara damgasını vuran sürecin özü, esası budur. Şimdi, bu sürecin nasıl geliştiğini ve dünyayı nereye götürdüğünü kavrayabilmek için tabloda eksik kalan yerleri tamamlamaya çalışalım:
DÜNYANIN PAYLAŞILMASI...
Ulusal düzeyde bardak dolmuş su dışarıya taşmaya başlamıştı. Ulus devletle içiçe geçmiş sermayenin dünyaya açılma zamanı gelmişti artık. Bir adım daha atınca, kapitalizm kapitalist emperyalizm haline gelir.
“Emperyalizm, genel anlamda, kapitalizmin bazı özelliklerinin gelişimi ve doğrudan doğruya devamı olarak ortaya çıkmıştır. Ama, kapitalizm, kapitalist emperyalizm haline ancak gelişmesinin belirli ve çok yüksek bir düzeyinde, kapitalizmin esas özelliklerinden bazıları kendi karşıtlarına dönüşmeye başladığı zaman; kapitalizmin yüksek bir iktisadi ve toplumsal yapıya geçiş döneminin bazı ögeleri bütün gelişme çizgisi boyunca biçimlenip belirdiği zaman gelebilmiştir. Bu süreç içinde iktisadi yönden en önemli olay, kapitalist serbest rekabetin yerine kapitalist tekellerin geçmesidir. Serbest rekabet, kapitalizmin ve genel olarak meta üretiminin temel niteliğidir; tekel ise serbest rekabetin tam karşıtı oluyor”
“Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi şöyle derdik: emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır”. “Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir”. (Alıntılar Lenin’in , “Emperyalizm” adlı eserinden)
EMPERYALİZM EGEMENLİKTİR, SAVAŞÇI OLMAYI GEREKTİRİR
“Emperyalizm bir ilhak eğilimidir”..”Emperyalizmin ayırıcı özelliği sınai sermayede değil, ama tümüyle mali sermayededir”..”Emperyalizm, yalnızca tarım bölgelerini değil, hatta en yüksek ölçüde sanayileşmiş bölgeleri de ilhak etmek istemesiyle belirlenmektedir (örneğin, Belçika’nın Almanya’nın iştahını kabartması, Lorraine’in Fransa’nın ağzını sulandırması böyledir); çünkü, birincisi, dünyanın paylaşılmasının tamamlanmış olması, yeni bir paylaşma durumunda, her çeşit toprağa el atılmasını gerektirmektedir; ikincisi, emperyalizm için başta gelen şey egemenlik için çalışan büyük güçler arasındaki rekabettir; yani doğrudan doğruya kendisi için değil, rakipleri zayıflatmak, onların egemenliklerini sarsmak için de toprak ilhak edilmektedir. Belçika İngiltereye karşı bir destek noktası olarak Almanyayı ilgilendirmektedir; İngiltere’nin Bağdat’a ihtiyaç duyması ise, buranın Almanya’ya karşı bir destek noktası olarak kullanılmasındaki elverişliliktir” vb...
KAPİTALİZMİN GELİŞMESİNİN EŞİT ORANDA OLMAMASI YASASI...
“Kapitalist düzen içinde nüfuz bölgelerinin, çıkarların, sömürgelerin paylaşılması konusunda, paylaşmaya katılanların gücünden, bunların genel iktisadi, mali, askeri vb. gücünden başka bir esas düşünülemez. Oysa paylaşmaya katılanların gücü aynı şekilde değişmemektedir, çünkü kapitalist düzende farklı girişimlerin, tröstlerin, sanayilerin, ülkelerin eşit şekilde gelişecekleri güşünülemez. Almanya, yarım yüzyıl kadar önce kapitalist gücü o zamanki İngiltere’nin gücüyle kıyaslandığında, zavallı, önemsiz bir ülkeydi; Rusya’yla kıyaslandığı zaman Japonya da aynı durumdaydı. On ya da yirmi yıllık bir süre içinde emperyalist güçlerin nispi kuvvetlerinin değişmeden kalacağını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz. Bu koşullar içinde barışçı ittifaklar savaşlardan doğarlar ve yeniden savaşları hazırlarlar. Egemenlik, ilhak ve üstünlük üzerine kurulu emperyalist politikanın esası budur”. İşte, birinci ve İkinci Dünya Savaşları, tekelci kapitalist ulus devletlerin dünyayı yeniden paylaşmak için çıkardıkları iki büyük savaş, bu zemin üzerinde gerçekleşti”...
ULUS DEVLET NASIL-NEDEN ÇÖZÜLÜYOR...
Sermayenin yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin serbest rekabeti nasıl saf dışı bıraktığını, tekellerin-finans kapitalin nasıl doğduğunu, bir işletme sistemi olarak tekelci devlet kapitalizminin serbest rekabetin yerini nasıl aldığını gördük. Lenin’in Emperyalizm teorisinin nasıl ortaya çıktığını da biliyoruz. Bu zeminde yükselen 20.Yüzyıl’ın devrimlerini-devrim anlayışını biliyoruz. Ama bütün bunların yanı sıra bilmemiz gereken bir şey daha var : Bu süreç de, yani serbest rekabetin inkârı ve tekellerin doğuşu süreci de, zaman içinde gene kendi inkârını yaratır. Ve öyle olur ki, tekelci kapitalizm yerini tekrar-ama bu kez bir üst düzeyde- bir başka tür serbest rekabete-serbest rekabetçi kapitalizme bırakır. Eskiden ulus devletin kanatlarının altında gelişen ve ulus devletin açtığı yolda dünyanın paylaşılması mücadelesi içinde varolan sermaye de, buna bağlı olarak, tıpkı o kabuklarını delerek uçup giden ipek böceği kurtçuğu gibi, ulus devlet kabuğunu sırtından atarak dünyanın dört bir yanına gitmeye-yayılmaya başlar. İşte, sosyalist sistemi de çökerten o küreselleşme sürecinin dinamiği budur, 21.Yüzyıl’ı doğuran sürecin diyalektiği budur. Bugün bunu, bu süreci görmeden başka hiçbir şeyi görmek ve anlamak mümkün değildir artık dünyamızda (Bu noktaya nasıl gelindiğine ilişkin olarak bu konuda daha geniş açıklamalar için bak: http://www.aktolga.de/t5.pdf s.290 dan itibaren...
Evet, bilginin demokratikleşmesidir işin özü. Buna bağlı olarak da tabi, teknolojik devrimdir. Küreselleşmenin fotoğrafını çektiğiniz zaman görünen tablo budur. Bütün bunlar doğru. Ama, görünen bu tablonun altında bir de çıplak gözle görünmeyenler var: Bilgi nasıl demokratikleşti? Tekel egemenliği nasıl kırıldı da üretici güçlerin gelişmesi anlamına gelen teknolojik bir devrim gerçekleşti? Nasıl oldu da sermaye, arkasında ulus devlet desteği olmadan dünyanın dört bir yanına elini kolunu sallayarak gidebilir hale geldi? Bu sorulara da cevap verebilmek lazım. Öyle ya, tekelci kapitalizm altında yeni bilgiler üretilemiyordu hani!. Üretilenler de tekellerin koyduğu engelleri aşamıyordu!. Nasıl oldu da bu engeller aşılabildi? Bilginin demokratikleşmesi ve teknolojik devrim denilen olay nasıl oldu da küreselleşme olarak ifade ettiğimiz sonuca yol açtı? Bu sorulara cevap vermeden küreselleşmeden bahsettiğiniz zaman derler ki o zaman size: “Ne değişti kardeşim, kapitalizmde ne değişti de bilgi demokratikleşti, sistem küreselleşti? Nasıl olur da tekellerin, tekelci kapitalizmin yerini yeniden serbest rekabetçi bir düzen-kapitalizm alabilir”? Bu türden sorulara verilecek cevaplar, kafa yapıları 20.Yüzyıl’ın eski dünyasının içinde şekillenmiş olan statükocu kuşak için bir tür ideolojik varlık sorunudur! Çünkü eğer durum gerçekten böyle ise, o zaman 20.Yüzyıl’a damgasını vuran bütün o eski devrimci-teorik bilgi temellerinin gözden geçirilmesi gerekecektir!. Ama sadece teorik temel -ya da zeminlerin de değil, bütün bir devrim anlayışlarının da gözden geçirilmesi gerekecektir!. Çünkü devrimin-Leninist sosyalist devrim anlayışının-teorik gerekçesi, tekellerin-tekelci kapitalizmin-üretici güçlerin gelişmesini engellemesi idi. “Üretici güçler kapitalizm altında tekelci işletme sisteminden dolayı artık gelişemeyecekleri için sosyalist devrim tek yol haline geliyordu”. Bu nedenle, eğer üretici güçler kapitalizm altında yeniden gelişmeye başlamışlarsa, o zaman bütün o devrim anlayışlarının da yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir!..
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, bugün dünyanın her yerinde kapitalizm altında üretici güçler gelişiyor mu gelişmiyor mu? Hayır gelişmiyor diyorsanız diyecek lafım yok size!!.. Ama yok eğer, üretici güçler kapitalizm altında gelişiyorlarsa da, o zaman bunun başka izahı yoktur: Tekel egemenliğinin kırıldığı anlamına gelir bu. İşte, küreselleşme denilen olay da budur zaten. Hem bilginin demokratikleşmesinden bahsedeceksin, hem de halâ tekel egemenliğinden-tekelci kapitalizmden, olur mu böyle şey! E, o zaman, tekel egemenliği yoksa artık, ne var bugün onun yerine? Nedir şu an üretici güçlerin dünyanın dört bir yanında olağanüstü boyutlarda gelişmesini sağlayan? Bunun adı, yeni tipten bir serbest rekabet düzenidir. Küreselleşmeye neden olan da budur zaten.
Serbest rekabeti görmeden küreselleşmeden bahsetmek abesle içtigaldir. Hem eski “solcu” tezleri terketmeyeceksin, hem de küreselleşme sürecinden bahsedeceksin!. Minareyi eski kılıfına sığdırmaya çalışmaktır bunun adı!..
DÜNYA NEREYE HANGİ NOKTAYA GELDİ...
Ulus devletin çözülmesi olayı son zamanlarda en çok tartışılan konulardan birisidir. Peki ne demek bu, nasıl çözülüyor ulus devlet? Dışardan baktığın zaman hepsi de yerinde duruyorlar o eski “ulus devletlerin”!. Buna rağmen nasıl çözülüyor bunlar?
Bugün dünyamız bir kabuk değiştirme-ya da kendi kendini yeniden üretme- sürecini yaşıyor. Kısaca “küreselleşme süreci” olarak tanımladığımız süreç, 20.Yüzyıl’ın ulus devletlerden oluşan “uluslararası dünya sisteminin” içinden 21.Yüzyıl’ın küresel anlamda tek bir dünya sisteminin-toplumunun ortaya çıkması sürecidir. Bu nedenle, “ulus devletler ve bunlardan meydana gelen uluslararası dünya sistemi yok oluyor, küreselleşme süreciyle bunun yerini tek bir dünya sistemi almaya başlıyor” derken buradan hemen eski dünyanın artık yok olduğu sonucu çıkarılmamalıdır!!...
Bunun bir doğum süreci olduğunu söylemiştik. “Küreselleşme süreci” de işte bu doğum olayının adıdır zaten. Bu nedenle, içinde yaşadığımız “geçiş süreci” iki dünyanın-iki dünya sisteminin bir arada varoldukları bir geçiş aralığına tekabül ediyor... Bu açıdan, şu anda dünyanın dört bir yanında süregelen bütün o savaşların olduğu kadar ülkelerin kendi içlerindeki altüstlüklerin altında yatan da (diğer yerel nedenlerin yanı sıra) 20.Yüzyıl’ın ulus devletler dünyası ve bu dünyaya ilişkin dünya görüşleri-paradigmalar ile, 21.Yüzyıl’ın küreselleşme dünyası ve paradigması arasındaki çelişkidir... Arap Baharı sürecinde yaşanılanların da, bugün Türkiye’nin içinde yaşanılan altüstlüklerin de nedeni hep budur. Ama buradan hemen, tarafların “eski” ve “yeniyi” temsil edecek şekilde kristalize olmuş güçler olduğu ve bu anlamda bir tarafta “eski” varken öte tarafta buna karşı savaşan dört dörtlük bir “yeni” var sonucunu çıkarmamak lazım! “Yeni” ve “eskinin” her durumda içiçe olduğu bir mücadeledir bu.Tarafların hepsinin de aynı anda kendi içlerinde yeni ve eskiyi birlikte barındırdıkları bir süreçtir. Öyle ki, birbirleriyle savaşan güçler aynı anda kendi içlerinde de bir savaş veriyorlar...Çünkü sistem bir bütün olarak değişirken onun içindeki elementler de kendilerine göre bir değişim sürecini yaşıyorlar... Burada önemli olan, her durumda, çelişkiler yumağı içinden-işin görünümüne aldanmadan-iki yüzyıla ilişkin paradigma farklılığını, mücadelenin de aslında bu farklılıktan kaynaklandığını görebilmektir...
NEDEN TOPLUMSAL PSİKOTERAPİ...
Ulusların tek bir dünya toplumu-sistemi içinde erimeye doğru yol aldıkları süreç, aynı zamanda, insanlığın tarihsel evrimi içinde gelişerek şu ana kadar gelen bütün kimliklerin-kültürlerin tek bir kimliğe-kültüre doğru evrildikleri bir süreçtir de. Bunu, dağlardan tepelerden gelen ve denizin varlığında bütünleşerek yok olan sayısız derelerin ırmakların durumuna benzetebiliriz.
Bu öyle bir diyalektiktir ki, ilk bakışta anlaşılması çok zor gibi geliyor insana! Düşünün, şimdiye kadar kendi kimliklerini geliştirme olanağı bulamayan bütün o yerel unsurlar şimdi tam buna olanak bulmuşken, bu sefer de küresel bütünün varlığında yok olma “tehlikesiyle” karşılaşınca ilk anda buna karşı tepki duyuyorlar! Ne kadar ilginç değil mi, onlara kendi kimliklerini öne çıkarma olanağı veren küreselleşme süreci, aynı anda, onların bir başka sürecin içinde kendi varlıklarında yok olmalarına da yol açıyordu! Kapitalistleşme süreci içinde henüz daha tam olarak gelişmemiş ama bilinçdışı olarak var olan kimliklerin, tam gelişme olanağı bulmuşken bu sefer de bir üst kimliğin içinde eriyerek yok olurken buna karşı durma reaksiyonudur bu! Bir yanıyla ilerici bir duruş; çünkü ilk kez kendini geliştirme olanağı bulmuşsun ve bunu kullanmak istiyorsun; ama öte yandan da gerici bir çabadır, çünkü süreç senden daha fazlasını talep ettiği halde sen bir öncekine sarılmış olarak onun karşısına çıkıyorsun!...
Peki bu çelişki nasıl çözülecek, böylesine ilginç bir durumda nasıl olup da işin içinden çıkılacak?
Bir örnek, Türkler ve Kürtler!
Küreselleşme süreciyle birlikte ilk kez kendi kimliklerini geliştirme, biz de varız deme olanağı buluyor bu insanlar ve haklı olarak ellerine geçen bu fırsatı kullanmak istiyorlar. Sen ise tutuyorsun tam bu anda diyorsun ki, “arkadaşlar ulus yaratma, ulus devlet oluşturma çağı sona ermiştir, artık ileriye bakalım!... Bırakınız yeni ulus yaratmayı, ulus devlet kurmayı, varolan uluslar bile artık bugün daha üst bir küresel kimlik içinde bütünleşerek kendi varlıklarında yok olma sürecine giriyorlar”!... Bu insanların bu türden bir söylemi öyle hemen kolay bir şekilde anlamaları mümkün müdür? Tabii ki hayır! Bu durumda hemen kendi etraflarına milliyetçi bir kabuk oluşturarak seni de 20.Yüzyıl zihinsel dünyası içinde buna uygun bir yere oturtuvereceklerdir, bu kadar açık!...
Bu nedenle, daha ileriye gidebilmek için, tarihsel olarak oluşarak bugüne kadar gelmiş- ne kadar gelişebilmişse o kadar gelişerek gelmiş- bulunan bütün kimliklerin-kültürlerin-bilinçdışı yaşam bilgilerinin ortaya çıkmasına, bunların bilinçli hale gelerek kendini ifade etmesine olanak tanımak gerekir. İşte benim, (20.Yüzyılda çözülmüş olması gerektiği halde) şu ana kadar kimlik sorununu hala tam olarak çözememiş olan toplumların tam o 21.Yüzyıla geçiş noktasında (isterseniz buna “sırat köprüsü”de diyebiliriz!) toplumsal düzeyde bir psikoterapiye ihtiyacı var deyişimin anlamı budur...
TÜRKİYE NEREYE, HANGİ NOKTAYA GELDİ..
Şöyle, önyargısız olarak etrafınıza bir bakın diyeceğim; eğer bunu başarabilirseniz, Türkiye’de kapitalizmin büyük bir hızla geliştiğini göreceksiniz! Üstelikte bu öyle “Kemalistlerin”-ve de milliyetçi solcuların-falan dediği gibi “üretici güçlerin gelişmesini engelleyen tekelci bir kapitalizm” falan değildir, gelişmeci-global zincirin parçası haline gelmiş bir kapitalizmdir. Buna bağlı olarak da üretici güçler muazzam bir hızla gelişmekte, insanların yaşam seviyesi yükselmektedir.
Sonra, gelişen bu kapitalizmin kendine özgü bir kapitalist yaşam biçimini-kültürü-de beraberinde getirdiğini, insanları Kürt, Türk demeden pazar ekonomisinin taşları arasında eşitleştirerek birleştirip, onlara kapitalist üretim ilişkileri içindeki yerlerine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esasına dayanan bir üst kimlik kazandırdığını göreceksiniz. İnsanlar varlıklarını, kimliklerini artık beraberce içinde bulundukları bu üretim süreci içinde üretmektedirler. Onların karınlarını doyuran işleyiş ve varoluş süreci budur. Artık yapılması gereken şey, hayatın içinde gerçekleşerek maddi bir güç-unsur haline gelen bu oluşumu yasalarla tesbit etmek-yeni bir anayasayla- bilince çıkarmaktır.
“Türk” ve “Kürt” kimliklerine gelince; bunlar tarihsel-kültürel-bilinç dışı duygusal alt kimlikler olarak hayatın içinde yaşamaya devam edeceklerdir. Ama artık hiçbir zaman belirleyici üst kimlik haline gelemezler. Çünkü, ne “Türk” Türk olduğu için daha iyi bir işçi ya da işveren olabilir, ne de “Kürt” Kürt olduğu için daha üstün üretici yeteneklere sahiptir!.. Kimlik sorunu söz konusu olduğ zaman “çözüm” ve yapılacak iş, “bırakınız, özgürce-nasıl istiyorlarsa o şekilde kendilerini ifade etsinler”den başka birşey olamaz, olmamalıdır.Çünkü, Türkiye gibi kapitalizmin gelişmesiyle uluslaşma ve küresellesme süreçlerinin bir arada yaşanıldığı bir ülkede bu işin başka yolu yoktur. Düşünsenize, hem ulusal bir kimlik oluşturma sürecini yaşıyorsunuz, ama hem de küreselleşme dinamiklerine bağlı olarak “kendi varlığınızda yok olarak” küresel bir kimliğe sahip olma sürecini...
Bu iki süreci birlikte yaşamanın ortaya çıkardığı sorunları çözebilmenin pratik olarak tek bir yolu vardır: Yerelden yönetim temeli üzerinde yükselen bir demokratikleşme!..
Böyle bir durumda zorla hiçbir sorun çözülemez... Tam tersine, zor, gelişmeyi ilerlemeyi engelleyen başlıca faktör haline gelir... Bırakınız herkes kendini istediği gibi ifade etsin, özgürce yönetime katılsın, bireysel ve yerel düzeyde özyönetimi içselleştirerek hem kendi kimliğini daha da geliştirme olanağı bulsun, ama hem de aynı zamanda küresel süreçlerle bağlantı kurarak kendi varlığında yok olma diyalektiğini yaşasın...
ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞMEK ÜZERİNE DEVAM...
1- Evet, uluslaşırken küreselleşmek diyoruz!..Ya da, uluslaşırken yukardan aşağıya doğru yaratılan pozitivist “ulusalcılık” kabuğunu kırarak küreselleşme sürecinin bir parçasıhaline gelmek!... İşte, Türkiye’de Türklerin ve Kürtlerin yaşadıkları sürecin diyalektiği budur!Türk ve Kürt “ulusalcılarının”-ulusalcı“solcu” ve “sağcılarının”, ya da, her iki tarafın da etnisite peşinde koşan 20.Yüzyıl kalıntısı “milliyetçilerinin”- daha başka bir deyişle de,Osmanlı’dan bu yana yukardan aşağıya doğru devlet eliyle ulus yaratmaya yönelik kültür ihtilali sürecinin ürünü olan milliyetçi toplum mühendislerinin, onların ideolojik etki alanı içinde olan insanların bir türlü kavrayamadıkları sürecin diyalektiği budur!... Ve işte bunun içindir ki, yani bugün gövdeleriyle 21.Yüzyıl’ın küreselleşme sürecini yaşadıkları halde zihinsel dünyalarıyla hala 20.Yüzyıl paradigmaları içine sıkışmış halde kalan Türklerin ve Kürtlerin toplumsal düzeyde bir psikoterapiye ihtiyaçları var!
2- Ama bugün kendi içinden “yeniyi” çıkarmaya çalışan, kendi diyalektik inkarını yaratma sürecinde olan sadece Türkler ve Kürtler mi? Gövdeleriyle-yani maddi gerçeklikleriyle- 21.Yüzyılı yaşıyor olsalar da, 20.Yüzyıl’da yaşanılan belirli travmalar nedeniyle zihinsel dünyalarıyla hala bir türlü 20.Yüzyıl paradigmalarının içinden çıkamayan bütün diğer ulusların-halkların da bu geçişi kazasız belasız gerçekleştirebilmeleri için toplumsal düzeyde psikoterapiye ihtiyaçları var!...
ÖRNEĞİN, RUSLARIN NE İŞİ VAR SURİYE’DE?...
Putin Rusya’sını ele alalım (Çin’i de bu kategoriye dahil edebilirsiniz, çünkü onların da gövdeleri 21.Yüzyıl’da olduğu halde kafaları hala 20.Yüzyılda!!) Soruyorum ben şimdi, Rusların ne işi var bugün Suriye’de? “Suriye’ye askeri üs inşa ederek orada kalıcı hale geleceklermiş”! Ne olacak peki üs inşa edecekler de!! Ruslar Suriye’de on tane askeri üs inşa etseler ne olacak!? Ben onların bu davranışlarını, 20.Yüzyıl başlarında dünyanın yarısına hükmeden Sovyet İmparatorluğunu kaybederek yaşadıkları o büyük travmaya bağlıyorum. İşte, 21.Yüzyıl’a geçiş aralığında onların da bu yüzden psikoterapiye ihtiyacı var!...
Bazıları saf saf “yeni bir paylaşım mücadelesinden” ve bu bağlamda “üçüncü dünya savaşından” falan bahsediyorlar!!... Hangi “paylaşım mücadelesiymiş” bu söyler misiniz bana? Kim neyi paylaşmaya çalışıyor? Dünya pazarlarının ulus devletler ve onlara etle tırnak gibi bağlı olan sermaye güçleri tarafından paylaşımı 20.Yüzyıl’la birlikte sona ermedi mi?... Bugün artık daha fazla pazar payına sahip olmak için sermayenin güçlü bir ulus devlete ihtiyacı var mı?... Daha iyi kalitede malları daha ucuza üretebilmek, katma değeri yüksek mallar üretebilmek yetmiyor mu?...
Herkese soruyorum : Rusya hangi malı, ya da maları daha iyi kalitede ve daha ucuza üretebiliyor da (katma değeri yüksek hangi malları üretebiliyor da) bunları dünya pazarlarında satamadığı için pazar payını genişletme amacıyla yeniden paylaşım mücadelesine kalkıyor; bu nedenle Suriye’ye müdahaleye ediyor!!..
Gene bazıları diyorlar ki (isim vermiyorum!), “Rusya’nın Suriye ısrarı Esed değildir, bu ısrar, Doğu Akdeniz çıkışlarını, başta Güney Gaz Koridoru olmak üzere, güney enerji geçişlerini ve Halep-Lazkiye iktisadi çevrimini kontrol etmek içindir”!..
Ne anladınız şimdi bu cümleden? Tam bir laf salatası!... Kardeşim tekrar soruyorum, Rusya Suriye’ye girince Ortadoğu’daki hangi enerji akışını kontrol edebilecek?... “Buralar Osmanlı müküdür” falan diyerek buna heveslenenler olmuştu hatırlarsanız!!-(Öyle anlaşılıyor ki hala da bu hevesleri kursaklarında duruyor!!) Ne oldu sonra, görüyoruz sonlarını, olmayacak duaya amin diyebilmek için herkesle düşman haline geldiler!... “Üst akıl” falan diye tu kaka etmeye kalktıkları “Batı”, şimdi Ruslar da Suriye’de işin içine girince yeniden baş tacı haline geldi!! “Nato bizi koruyacakmış”!... Madem öyle de niye tuttun da “Şanghay Birliğine bizi de alın” falan diye Putin’e yalvardın!!.. İşte böyle, 21.Yüzyıl kulvarında koşarken kendini 20.Yüzyıl gücü sanarak kulvar değiştirmeye kalkarsan böyle gülünç duruma düşersin!! Bunlar hikayedir!... Suriye’ye üs falan kurarak hiçbir halt elde edemezsiniz-ne bizimkiler, ne de Rusya veya Amerika!!- Bu türden ulus devlet histerileri sadece 20.Yüzyılda yaşanılan travmaların sonucudur. Yani demiş oluyor ki Putin, “dünya tek kutuplu değildir, biz de varız”!!... Hala o eski “kutup” anlayışı!!... Tamam kardeşim, siz de var olun!! Olun da, dünya değişti artık!!.. Suriye’ye üs kurmayla dünya pazarlarında söz hakkı fazla olan bir “kutup” haline gelemezsiniz!! Bunlar hep 20.Yüzyıl kalıntısı ruh hallerinin sonucudur... Bu türden davranışların varacağı tek bir yer vardır: Kendini attığın bataklığın içinde debelenip durmak!! Hani nerde senin “Silikon Vadin”!!.. Katma değeri yüksek hangi malları üretebiliyorsun sen ondan haber ver... Uçak gemin varmış, nükleer denizaltıların varmış kime ne, bir G. Kore kadar bile olamıyorsun, hani nerde senin “Samsung’un”!!...
Neymiş efendim “dünya savaşı” çıkarmıymış!!.. Hiç merak etmeyin Rusya Suriye’ye müdahale ediyor diye dünya savaşı falan çıkmaz!!... İki dünya savaşı yaşadık, ne idi bunların nedeni? Kapitalist ülkelerin dünya pazarlarını yeniden paylaşmaları değil mi? E, o zaman, dünya pazarlarını paylaşmak için savaşmaya gerek var mı şimdi? Gerisi boş, hava gazı!!... Birileri kostaklanarak gaz çıkarıyor o kadar, “bakın biz de varız” diyerek kimlik savaşı veriyor ve dünya halkları nezdinde psikoterapi sürecini yaşıyor!..
Aynı şey İran için de geçerli!!.. Ortadoğu’da Şii birliği kuracaklarmış!!... Bazıları Sünni cephesi kurmak istediler de ne oldu!!... Her taraf Şii olsa ne olur!!... Ne kazandıracak bu size??... Ortadoğu’da bir mal satın almak isteyen insanlar, “ha bunlar İran-Şii malı diyerek daha iyi kalitede ve daha ucuza olmadığı halde bunları mı tercih edecekler?... Hani bizimkiler de Osmanlı-İslam ve de Türk malı falan diyerek insanlara daha fazla mal satabileceklerini düşünüyorlar ya!! Geçin efendim!....
“Halep Lazkiye arasındaki mal çevirimiymiş”!! (Sevgili “Danışman” arkadaş böyle diyor. Öteki “Danışman” da bir ara “en büyük dostumuz Rusya’dır diye tutturmuş, tarihte Rusya’yla aramızı bozanlar hep o Batılı ülkeler olmuştur” diyerek yeni teoriler icat etmeye kalkmıştı ya!!) Hangi malı nereye “çeviriyorsunuz” kardeşim... Siz ürettiniz de ürettiğiniz maları “Halep’le Lazkiye arasında çeviremediğiniz” için mi malınızı satamıyorsunuz!!... Bunlar hep bir hayal dünyasında yaşıyorlar ve hayalet taşlayarak kendi zihinlerindeki 20.Yüzyıl paradigmalarıyla 21.Yüzyıl gerçeklerine karşı durabileceklerini sanıyorlar!!.. Ve de tepedeki o büyük politika yapıcıları bu türden “Danışmanlarının” çizdikleri yolda koşar adım ilerliyorlar!! Nereye??...
TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN GELİŞİMİ -VE ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞME SÜRECİ
Önce Türklerden başlayalım:
Ta o İttihatçılardan başlayarak gelen sürecin amacı -ve de tabi, daha sonra bütün bir Kemalist devrimin amacı- imparatorluğun kalıntılarından bir “Türk” kimliği-ulusu yaratmak değil miydi? Ne demektir bu? Demek ki o zamanlar Türk ulusu-ulusal kimliği diye birşey yoktu hen&u
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023