Münir AKTOLGA
DIYALEKTIK MATERYALİZMİN VE
MARKSİST DEVRİM ANLAYIŞININ ELEŞTİRİSİ…
FELSEFEDE DEVRİM!..
İÇİNDEKİLER:
DİYALEKTİK MATERYALİZMİN, YA DA, MARKSİST DEVRİM ANLAYIŞININ ESASLARI...3
KAPİTALİZMDEN MODERN SINIFSIZ TOPLUMA GEÇİŞİN DİYALEKTİĞİ...11
“ZITLIK”-“ÇELİŞKİ” NEDİR-“ZITLARIN BİRLİĞİ VE MÜCADELESİ” NEDİR?..15
TEKRAR, A İLE B ARASINDAKİ „ÇELİŞKİ“ VE B ‘NİN A ‘YI „ALTETMESİ“ ÜZERİNE!...19
BİR DURUMDAN BİR BAŞKA DURUMA GEÇİŞ NASIL GERÇEKLEŞİYOR?...20
ÖNSÖZ:
Bu çalışma ilk kez 2009 yılında yayınlandı; 2016 Ağustos’unda, bazı ilaveler yaparak-Marksist devlet anlayışı ve küreselleşme süreci üzerine- yeniden yayınlamıştım. Onun şimdi- özetleyerek- neden tekrar yayınladığıma gelince?..
Son günlerde „Küba Devrimi“ üzerine o kadar çok şey söylendi ve yazıldı ki, herkes öyle „devrim“ falan deyip duruyor ama, bu konuda hala 20.yy anlayışının dışına çıkılamadığı apaçık ortada!..
Nedir o „Küba Devrimi“ dediğiniz şey? Bırakınız Küba Devrimini bir yana, 1917 de olan nedir- ne idi? 1917’de Rusya’da da devrim mi olmuştu yani?.. Ben diyorum ki, kapitalizmden modern sınıfsız topluma geçiş anlamında, ne Rusya’da, ne de Küba’da devrim falan olmamıştır! Buralarda olan şey bir „altüstlüktür“, sistemin-toplumun- tersine çevrilmesi olayıdır! İşçi sınıfının burjuvaziyi devirerek iktidarı almasının anlamı budur…
Sistem, bilimsel anlamda gene kapitalist bir sistemdir. Evet, üretim araçlarının bireysel mülkiyeti söz konusu değildir artık burada; ama bu yanıltıcı olmasın; çünkü, bu sefer de, üretim araçlarının mülkiyetine işçi sınıfı adına sahip olduğu söylenilen bir devlet ve devlet sınıfı vardır ortada! Bu nedenle, eğer üretim araçlarının bireysel mülkiyetine dayanan topluma kapitalist toplum diyorsak, ortaya çıkan bu yeni toplum da „anti kapitalist“ bir ANTİ TOPLUMDUR, başka birşey değil (toplumsal düzeyde bir anti madde!!..) Bunun, „üretici güçlerin gelişerek mevcut üretim ilişkileri kabına sığamaz hale gelmesi, sonra da üretici güçlerin gelişme düzeyine uygun yeni bir üretim ilişkileri sisteminin kurulması“ anlamında DEVRİMLE falan hiçbir alakası yoktur! Ne yani, kendimizi aldatmayalım, 1917 den sonra inşa edilen Sovyet toplumunda üretici güçler daha mı hızlı gelişmiştir? İktidar alındıktan sonra geçen yetmiş yıl boyunca inşa edilen üretim ilişkisi, herşeye devletin sahip olduğ katı devletçi bir üretim ilişkisi olmanın ötesinde başka nedir? Üretim araçlarının mülkiyetinin işçi sınıfı devletine ait olduğu sınıfsız topluma doğru evrilen, devletin yok olmaya doğru evrildiği bir üretim ilişkisi midir burada sözkonusu olan? Aynı şekilde, Küba’da „devrimden“ sonra üretici güçler daha hızlı mı gelişmiştir?.. Küba’da elli yıldır egemen olan üretim ilişkisi nedir; bu mudur „üretici güçleri geliştirici olan daha ileri üretim ilişkisi“?.. İnternetin bile çok az kişiye nasip olduğu bir toplum mudur daha ileri olan!? Kendini aldatmak serbest tabi, dinci tarikatlar gibi „hu“ çekerek sosyalizm üzerine nutuklar atmak serbest (!) ama ne olacak ki, bu, sizin hala bir 20.yy yaratığı olduğunuz gerçeğini değiştiremez ki!?
Birileri tutuyor „stratejik zihniyetimiz“ bunu gerektiriyor diyerek, neredeyse kendini mesih ilan edip, modernleştirilmiş Türk tipi bir Sultanlık düzeni inşa etmeye çalışırken, ötekiler de, ideolojik düzeyde çağ dışı bir „solculuğa“ biad ederek muhalefet yapmaya çalışıyorlar!! Böyle mi ilerleyeceğiz bilgi toplumuna doğru?
Neymiş efendim, feodal toplumun içinde kapitalizmin üretici güçleri gelişebilmiş ve bu anlamda devrim, burjuvazinin başı çektiği kapitalizmin güçlerinin bir bütün olarak feodal sisteme karşı verdiği mücadeleyle gerçekleşmiş… Ama, sosyalist üretici güçler kapitalizmin içinde gelişemezmiş! Bu nedenle, önce işçi sınıfının iktidarı ele alması anlamında SİYASİ BİR DEVRİMİN olması gerekirmiş!! Yani önce iktidar alınmalıymış ki, sosyalist üretim ilişkileri ancak ondan sonra inşa edilebilirmiş!! Bunların hepsi palavradır (ayrıca Marksizmin özüne de aykırıdır!), bunların hepsi minareyi sonradan dikilen o kılıfa uydurma çabasıdır!
Peki o zaman şu soruyu soralım kendimize: MARKSİZM YANLIŞ MI İDİ? HAYIR EFENDİM DEĞİLDİ, MARKSİZM İŞÇİ SINIFININ ERGENLİK ÇAĞI DÜNYA GÖRÜŞÜDÜR o kadar!.. Peki o zaman bir Castro’yu, bir Che’yi, ve de onlara özenerek devrim yapmaya çalışan bizim kuşak arkadaşlarımızı nereye koyacağız, onlar hep bir hayal peşinde mi koştular, boşuna mı ölüp gittiler? HAYIR, gene hayır!.. Onlar, sınıflı toplumun pisliklerine karşı, baskıya, sömürüye karşı, sınıfsız bir toplumu hayal ederek mücadele ettiler. Yani, onların hayali boş bir hayal değildi, bu nedenle, onların mücadelesi de boşuna verilen bir mücadele olmamıştır. Tarih onları modern sınıfsız topluma giden yolda can veren kahramanlar olarak anacak. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Ama, 21.yy da, insanlığın olağanüstü hızla modern anlamda sınıfsız topluma doğru gittiği bir dünyada, bunun nasıl bir dünya, bu gidişin nasıl bir gidiş olduğunu anlama zahmetine bile katlanmadan hala 20.yy’ın kahramanlar çağında kalmak isteyenlere, o 20.yy kahramanlarının adını anarak „hu“ çekmeye devam edenlere diyecek söz kalmıyor tabi!.. Aşağıdaki çalışmanın bir adı da „DEVRİMDE DEVRİM“!.. Devrim, devrim diyerek eski günleri özleyenler için!!..
Belki çalışmanın tamamını da okumak istersiniz diye: http://www.aktolga.de/m23.pdf
GİRİŞ
„Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor-komünizm hayaleti“!...
„Komünist Parti Manifestosu“ Böyle başlıyordu!...
Bugün, aradan yüz elli yıldan fazla zaman geçtikten sonra kapitalizm halâ egemen o „Avrupa’da“ ve artık „komünizm hayaleti“ diye birşey de kalmadı ortalıkta! Şimdi başka tür sorunlarla boğuşuyor Avrupa!... Artık, 20.yy kalıntısı kabuklarından kurtularak 21.yy’a nasıl ayak uydurabilirim diye çabalıyor!... „Devrimci proletaryaya“ gelince, „komünizm hayaletinin“ öznesi olmak bir yana, o da artık, bir yandan gelişmekte olan ülkelerin sunduğu ucuz işgücü, diğer yandan da, her geçen gün daha yoğun bir şekilde hayata giren robotlar karşısında, güneşin altındaki kar gibi eriyerek yok olma korkusuyla „tir tir titrer“ hale geldi!...
Avrupa’dakiler bir yana ama, haklarını yememek lazım, bu arada Marksizme-Leninizme ve de Diyalektik Materyalizme en sadık kalan gene bizdeki „solcular“ oldu (O da tabi Kürtler, Kürt milliyetçileri sayesinde (!) Baktılar ki, tek başına „solculuk“ artık işe yaramıyor, hayatta kalabilmek için, eski paradigmaya sadık kalarak hemen Kürt milliyetçiliğiyle karışık bir jöntürk-jönkürt „solculuğu“ icat ediverdiler!…)
Fakat bütün bunlar sonucu değiştirmiyor tabi; çünkü, işçi sınıfının delikanlılık döneminin dünyaya bakış açısı anlamına gelen „Diyalektik Materyalizmin“ tanımladığı o eski „savaş“ bitti artık! 2. Dünya Savaşının bittiğinden habersiz olarak dağlarda saklanan Japon askerlerini taklit etsen ne fayda! Kürt milliyetçiliğinden alınan hayat öpücüğüyle hala 20.yy ruh haliyle kendi dünyanda yaşayarak kendini tatmin edebilirsin tabi; bu arada „yerli-milli“ antika kabuklarla boğuşurken kendini yeniden üretmeye de çalışmış oluyorsun, bu konuda bir engel yok önünde!!... Ne de olsa, onlar varsa sen de varsın, bunu çok iyi biliyorsun!!... Ama nereye varılabilir ki artık bu türden çabalarla?...
Şuraya bakın, uğrunda ölümlere gittiğimiz-milyonlarca insanın gözünü kırpmadan canını verdiği- son yüz elli yıla damgasını vuran o meşhur “devrim” anlayışına bakın:
“Devrim, işçi sınıfının öncülüğünde, halkın devrimci girişimiyle-aşağıdan yukarıya- mevcut devlet cihazının parçalanarak politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla-yukardan aşağıya-daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir”…
Dikkat edin, burada yeni üretim ilişkilerinin eskinin içinde gelişmesi ve bu gelişmenin belirli bir aşamasında eski üretim ilişkileri sisteminin artık yeni gelişmekte olan için yetersiz kalması falan yok!… Sanki kapitalist üretim ilişkileri feodal sistemin içinde gelişerek ortaya çıkmamışlar, sanki, feodal sistemi giderekten bu yeni üretim ilişkileri sistemini temsil eden güçler altetmemişler gibi, sanki, önce serfler ayaklanarak “politik devrim yapıp” iktidarı almışlar da, sonra da bu devrimci köylü iktidarı yukardan aşağıya doğru kapitalist üretim ilişkilerini yerleştirmiş gibi (!!), kapitalizmden sosyalizme geçilirken bambaşka bir devrim anlayışı benimseniyordu. Önce, “aşağıdan yukarıya devrimci bir hareketle iktidar alınarak eski devlet mekanizması parçalanmalıymış” da, sonra da “işçi sınıfının bu devrimci iktidarı yukardan aşağıya doğru mülksüzleştirmeler yoluyla kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırarak onun yerine toplumsal mülkiyeti-pratikte devlet mülkiyetini-inşa edecekmiş”!!...
Felsefi olarak o kadar “güzel ve mantıki” bir şekilde açıklanıyordu ki herşey, “bakış açın” değişmediği taktirde hiçbir şey diyemezdin! Hem sonra, “feodal sistemin içinde kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği gibi, “kapitalist sistemin içinde sosyalist üretim ilişkileri gelişemezdi”ki!!... “Üretici güçler kapitalizm altında eskiye göre-feodal topluma göre- daha fazla gelişmiş oldukları için”, feodal sistem içinde serflerin yapamadığını pekala artık işçi sınıfı yapabilirdi! Önce burjuvazi ve kapitalist sistem alaşağı edilerek, daha sonra, “yukardan aşağıya” doğru yeni üretim ilişkilerini inşa etme yoluna girilebilirdi!… “Herşey, kendi içinde kendi zıttını yaratıp sonra da ona dönüşerek varolmuyor muydu”? Diyalektik materyalizm böyle söylemiyor muydu?… Nasıl ki, kapitalist toplumu temsil eden burjuvazi ise, sosyalist toplumu temsil eden de işçi sınıfı idi. Bu nedenle, işçi sınıfı pekala özel mülkiyete son vererek üretim araçlarının mülkiyetinin bütün topluma-toplum adına da tabi devlete-ait olduğu kendi sistemini inşa edebilirdi!…
“Nasıl oluyor böyle şey” falan demeyin! Olmuştu bile!! Diyalektik Materyalizme göre doğada ve toplumda şeyler-nesneler “objektif mutlak gerçeklikler olarak” varolmuyorlar mıydı? Nesneler, “kendi içlerinde kendi diyalektik zıtlarını yaratıyor” olsalar bile, onlar, son tahlilde “kendinde şey”-“objektif-mutlak” gereçeklikler değiller miydi?...
Düşünün, milyonlarca insanın canı pahasına aynen bu “devrim” anlayışına uygun olarak koskoca bir “Sosyalist Sistem” kuruldu bu dünyada!... Sonuç mu?... “Solcular” hariç herkes biliyor o “sonucu”; sil baştan geriye dönen bu “sosyalist” ülkeler-başta Rusya olmak üzere- bugün hala yarım kalan burjuva demokratik devrimlerini tamamlamaya çalışıyorlar!!... Ve de bir tek sen (kendine “solcu” diyen 20.yy kalıntısı ihtiyar(!!)…), bütün bu olup bitenlere gözlerini kapayarak bugün hala o eski paradigmaya dayanarak “devrim yapmaya” çalışıyorsun!... Kolay gelsin!...
Ergenlik çağınızı hatırlar mısınız? Ya da ergenlik çağında çocuğunuz falan var mı? Toplumlar da aynen tek tek insanlara benzerler özünde, onlar da doğarlar, çocukluk, ergenlik çağlarını yaşarlar… Olgunluk çağına gelene kadar özünde aynı aşamalardan geçerler… İşte bizim, „işçi sınıfının dünya görüşü“ olarak benimsediğimiz bakış açısı da böyle birşeydi; işçi sınıfının ergenlik çağının dünyaya bakış açısını yansıtıyordu!… Ama tabi hala ergenlik aşamasında kalanlar-kalmak isteyenler- bütün bunları anlayamazlar… Niye anlasınlar ki aslında!!... Ne güzel, biraz nostalji, biraz kendini feda etmişlik duygusu, biraz da „kefen giymişlik“, ya da „kurbanlık“ psikolojisi!… İnsanlık durumunun hedefi nasıl olsa „kendi varlığında yok olmak“ değil midir? İster „cennete gitme“ hayaliyle son ver yaşantına, ister uyuşturucu almış gibi ideolojilerin bireyi yok ettiği o büyülü dünyaya hapset kendini, ne farkeder ki… İster „hu“çek, ister „ideolojik mücadele“ yürüterek kendini tatmin et, ne farkeder!!…
Hey gidi günler hey! İnsan, şöyle bir düşününce, şu son yüz elli yılda köprülerin altından akan suları daha iyi farkediyor! Herşey bir yana, yetmiş yıl ayakta kaldıktan sonra „Diyalektik Materyalist“ felsefenin harikası koskoca Sosyalist Sistem bile çöktü gitti bu arada!... Ama halâ butün bunları, muazzam bir hızla değişen dünyayı anlamayanlar var; bozuk bir plak gibi, kaybolan o eski günlerin özlemi içinde yanıp tutuşanlar, o eski günlerin geri gelebileceğini bekleyenler var!...
Bundan kırk yıl önce biri deseydi ki bana, „bir gün gelecek böyle bir çalışmayı kaleme alacaksın“, sadece gülüp geçmekle kalmazdım, aynı zamanda büyük bir tepki de gösterirdim herhalde! Nasıl olurdu da Diyalektik Materyalizm eleştirilebilirdi! Ama hayat böyle işte, hiç hesapta yokken, Marksist Felsefe’nin özünü oluşturan Diyalektik Materyalizmin eleştirisini yazmak da bana nasip oldu sonunda!...
Bu çalışmayı, bilgi toplumuna-modern komünal topluma[1] giden yolda, toplumsal diyalektiğin doğurgan kutbu-ana rahmi-olan işçi sınıfının delikanlılık döneminin-o dönemdeki dünya görüşü olan Marksizmin- eleştirisi olarak düşünürken, hem kendi delikanlılığımızı hatırlayalım, ama hem de nerelerden geçerek bugün nereye gelmiş olduğumuzun altını çizelim!…
BİRİNCİ BÖLÜM:
DİYALEKTİK MATERYALİZMİN, YA DA, MARKSİST DEVRİM ANLAYIŞININ ESASLARI...
Manifesto’dan[2] alıntılarla devam ediyoruz:
„Ortaçağın serflerinden, ortaya, ilk kentlerin ayrıcalıklı kentlileri çıktı. Bu kentlilerden de burjuvazinin ilk ögeleri gelişti“...
„Amerika’nın keşfi, Ümit Burnu’nun dolaşılması, ortaya çıkmakta olan burjuvazi için yeni alanlar açtı. Doğu Hindistan ve Çin pazarları, Amerika’nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle ticaret, değişim araçlarındaki ve genel olarak metalardaki artış, ticarete, gemiciliğe, sanayie o güne dek görülmemiş bir atılım, ve böylelikle, çöküş halindeki feodal toplumun devrimci ögesine de hızlı bir gelişim getirdi.
Sınai üretimin kapalı loncalar tarafından tekelleştirildiği feodal sanayi sistemi, yeni pazarların büyüyen gereksinmelerine artık yetmiyordu. Onun yerini manüfaktür sistemi aldı. Lonca ustaları imalatçı orta sınıf tarafından bir kenara itildiler; farklı lonca birlikleri arasındaki işbölümü, tek tek her atelye içindeki işbölümü karşısında yok oldu.
Bu arada, pazarlar durmaksızın büyümeye, talep durmaksızın yükselmeye devam etti. Manüfaktür bile artık yeterli değildi. Bunun üzerine, buhar ve makine, sınai üretimi devrimcileştirdi. Manüfaktürün yerini dev modern sanayi, sanayici orta sınıfın yerini, sanayici milyonerler, tüm sanayi ordularının önderleri, modern burjuvazi aldı“...
„Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynadı, üstünlüğü ele geçirdiği her yerde bütün feodal, ataerkil, romantik ilişkilere son verdi“...
„Burjuvazinin kendisini onlara dayanarak güçlendirdiği üretim ve değişim araçları, feodal toplum içerisinde yaratılmışlardır. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişiminin belirli bir aşamasında, feodal toplumun üretimde ve değişimde bulunduğu koşullar, tarımın ve imalat sanayiinin feodal örgütlenmesi, tek sözcükle, feodal mülkiyet ilişkileri, gelişmiş bulunan üretici güçlere artık ayak uyduramaz hale geldiler; bir o kadar ayakbağı oldular. Bunlar kırılmalıydılar; kırıldılar“…
İşte, Manifesto’da Feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş süreci böyle ele alınır-açıklanır...
Şimdi, önce burada biraz durarak bütün bu söylenilenlerin bir özetini çıkarmaya çalışalım:
Ortada „feodal toplum“ adını verdiğimiz, kapitalizm öncesi bir toplum var. Bir sistem olarak ele aldığımız zaman, esas itibariyle feodal üretim ilişkileriyle birbirlerine bağlı olan iki sınıftan (feodaller ve serfler) oluşan bir toplum bu. Öyle ki, bu iki sınıf birbirlerinin varlık şartı; yani, biri olmadan diğerinin varolması da mümkün değil; bunlar, feodal üretim ilişkileri içinde birbirlerini yaratarak varoluyorlar…
Sonra, bu sistemin içinde, bir başka üretim ilişkisine denk düşen başka bir sistem gelişmeye başlıyor: İşçi sınıfı ve burjuvaziden oluşan kapitalist sistem. Kapitalist üretim ilişkileriyle birbirlerine bağlı olan, birbirlerini yaratarak, birbirlerinin varlık şartı olarak gerçekleşen bu iki sınıfın oluşturduğu yeni bir sistem. Bütün bunları şöyle gösterelim:
Bu tabloya bir noktayı daha ilave etmemiz gerekir aslında:
Manifesto’da, „Ortaçağın serflerinden, ortaya, ilk kentlerin ayrıcalıklı kentlileri çıktı, bu kentlilerden de burjuvazinin ilk ögeleri gelişti“deniyor ya, burada “kentliler” deyince bundan çoğu zaman sadece burjuvalar anlaşılır; aslında bu, burjuvazinin kentin egemen sınıfı olmasındandır; yoksa, o „kentlerde“ işçi sınıfı da gene aynı sürecin içinde ortaya çıkıyor. Yani onlar da kente doluşan feodal toplumun serflerinden oluşuyor... Şöyle gösterelim:
Burada altının çizilmesi gereken en önemli nokta şudur: Feodal toplum ve kapitalist toplum iki ayrı sistemdir-toplum biçimidir- İki ayrı üretim ilişkisidir (bu ilişkilerle kayıt altında tutulan iki ayrı bilgi temelidir) bunları karakterize eden. Ve dikkat ederseniz, feodal toplumdan kapitalist topluma, feodal toplumun içinde feodallerin karşıtı bir sınıf olarak varolan serflerin feodalleri altetmesiyle geçilmiyor!...
„Köylü savaşları“ ve kapitalizme geçiş…
Feodallerle serfler-köylüler-arasındaki sınıf mücadeleleri, en fazla, sistemin kendi içindeki „köylü savaşlarına“ neden oluyor. Evet bunlar da önemlidir; feodal kabuğun çatlamasında, feodal sömürü zincirinin kırılmasında bunlar da vazgeçilmezdir; ama tarihte köylü ayaklanmalarıyla, köylülerin feodalleri altederek iktidarı ele geçirmeleriyle kapitalizme geçildiği de hiç görülmemiştir!!. Çünkü kapitalizm, feodallerin karşıtı bir sınıf olan köylülerin feodal sömürüden kurtulmak için feodalleri zorla altederek iktidara egemen oldukları bir toplum değildir. Kapitalizmi karakterize eden, onun ayrı bir üretim biçimi-ilişkisi olmasıdır; öyle ki o, feodal-toplumun içinde, onun diyalektik anlamda inkârı-zıttı- olarak gelişir. Yeni toplumu inşa edecek olan sınıflar da, bu sürecin ürünü olacaklardır…
„Karşıtlık“ ve „zıtlık“ kavramları neyi ifade ederler?...
Dikkat ederseniz burada iki ayrı ilişki arasındaki farkın altını çizmek için “karşıtlık” ve “zıtlık” kavramlarını kullandık. Feodalerle serfler, ya da, burjuvalarla işçiler arasındaki, birbirinin varlık şartı olarak aynı sistemin içinde bulunmaktan kaynaklanan “karşıtlık” ilişkisiyle, feodalizm ve kapitalizm gibi iki farklı sistem arasındaki ilişkinin („zıtlık“) farklı olduğunun altını çizmek istedik…
Evet, feodalizmden kapitalizme geçiş olayı böyle…
Olayı, felsefi olarak da şöyle açıklayabiliriz: Feodal toplum ve kapitalist toplum; bunlar iki „zıt“ kutup olarak (biri diğerinin içinde, onundiyalektik anlamda inkârı olarak) gelişen birbirinden farklı sınıflı toplumlardır. „Zıtların birliği ve mücadelesi“ dediğimiz zaman bundan anlaşılması gereken de, özünde, bu iki toplumsal sistem arasındaki birlik-birlikte varolmak-ve çelişki, yani birbirini diyalektik anlamda yok etmek için mücadeledir.
Evet, „birlik“ ve „çelişki“, „zıtların birliği ve çelişkisi“...
Eskiden beri varolan sistem-feodal toplum- kendi içinde-ana rahminde-yeni bir sisteme hamile kalıyor… Bu andan itibaran bu iki sistem birbirlerinin içinde, bir arada-„birlik“ içinde- varolmaktadırlar. Neden „birlik“? Çünkü, doğum olana kadar „yeni“-yeni üretim ilişkileri sistemi-tıpkı ana karnında gelişen o çocuk gibi ortalıkta görünmez. O, „eskinin“ içindedir (yani, bu süreç boyunca iki birdir!...), onunla „birlik“ ilişkisi içindedir! Ama aradaki ilişki aynı zamanda bir „çelişkidir“ de- „zıtlık“ ilişkisidir-neden? Çünkü, biri diğerinin içinde geliştikçe bu gelişme diğerinin inkârı-diyalektik anlamda yok olması- anlamını taşır da ondan!...
Bu, aynen, ana karnında bir çocuğun varoluşu, gelişmesi gibidir (burada, sürecin sonunda doğumla birlikte yok olan, kadının hamilelik halidir!); ya da, bir yumurtanın içinde bir civcivin gelişmesi olayı gibidir. Çünkü, toplumlar da, son tahlilde, kendi kendini üreten canlı sistemlerdir. Her yeni toplum, önce, „eskinin“-eski üretim ilişkileri sisteminin- içinde gelişmeye başlar. Öyle ki, „yeninin“ gelişmesinin yolunu açan, başlangıçta, bizzat „eskinin“-varolan sistemin kendisi olur. Ama sonra, üretici güçlerin (yani „yeniyi“ oluşturan güçlerin) gelişmesi artık eski üretim ilişkilerince belirlenen mevcut sistemin içinde sürdürülemez hale gelince de devrim olur, „yeni“, „eskinin“ kabuğunu kırarak „doğar“!...
Dikkat ederseniz, eskiden beri varolan sistemin içinde gelişen üretici güçler belirli bir noktaya kadar mevcut sisteme ait unsurlar olarak kalırlarken, bunlar, aynı anda, „eskinin“ içinde gelişen bir sonraki sisteme ait potansiyel güçler rolünü de oynuyorlar!...
Şimdi, gene Manifesto’ya dönerek, bu kez burada-Manifesto’da- kapitalizmden sosyalizme geçişin nasıl ele alındığına bakıyoruz:
„Kendi üretim, değişim ve mülkiyet ilişkileri ile modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve değişim araçları yaratmış bulunan bu toplum, ölüler diyarının, büyüleriyle harekete geçirdiği güçleri artık kontrol edemeyen büyücüsüne benziyor... Burjuvazinin feodalizmi yerle bir ettiği silahlar, şimdi, burjuvazinin kendisine karşı çevrilmiştir. Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış; bu silahları kullanacak insanları da varetmiştir-modern işçi sınıfını-proleterleri…
Üstünlüğü ele geçirmiş bundan önceki bütün sınıflar, toplumu büyük ölçüde kendi mülk edinme koşullarına boyun eğdirerek, zaten edinmiş oldukları konumlarını pekiştirmeye bakmışlardır. Proleterler ise bütün mülk edinme biçimlerini ortadan kaldırmadıkça, toplumsal üretici güçleri ele geçiremezler. Kendilerine ait korunacak ya da pekiştirilecek hiç bir şeyleri yoktur; görevleri özel mülkiyetin o güne kadarki bütün güvencelerini ve korunaklarını yok etmektir...Yukarıda gördük ki, işçi sınıfının devrimde atacağı ilk adım, proletaryayı egemen sınıf durumuna getirmek, demokrasi savaşını kazanmaktır… Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk arttırmak için kullanacaktır“…
Buradaki „devrim“ anlayışı bambaşkadır!...
“Devrim, işçi sınıfının öncülüğünde, halkın devrimci girişimiyle-aşağıdan yukarıya- mevcut devlet cihazının parçalanarak politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla-yukardan aşağıya-daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir”… Manifesto’nun-bir bütün olarak Marksist-Leninist devrim anlayışının özü budur… Önce başta proletarya olmak üzere bütün ezilenler elele verip burjuvaziden iktidarı alacaklar, sonra da devlet mekanizmasını kullanarak yukardan aşağıya doğru yeni-sosyalist-üretim ilişkilerini inşa edeceklerdir!... İşin özü budur!...
Bu „devrim“ anlayışının ortaya çıktığı dönemin objektif koşulları…
Manifesto’nun yazıldığı tarih 1847. Bu tarihlerde, bir yanda, feodal kabuğun parçalanmasına paralel olarak, dizginlerinden boşanmış bir at gibi dört nala koşturan bir burjuvazi var ortalıkta, diğer yanda ise, burjuva devrimine katılarak Dimyad’a pirince gitmeye çalışırken sonunda evdeki bulgurdan da olurcasına korkunç bir sömürü altında inim inim inleyen bir işçi sınıfı… Yavaş yavaş kendi bilincine varan, sömürüye, baskıya karşı sınıf mücadelesi bayrağını açarak daha iyi bir dünya arayışı içinde olan bir işçi sınıfı var. İşte tam bu noktada şöyle denir Manifesto’da:
„Serflik döneminde serf kendisini komün üyeliğine yükseltmiştir (buradaki komün feodal toplumun içinde-onun ana rahminde-gelişmeye başlayan kent-burjuva-toplumudur MA), tıpkı küçük burjuvanın, feodal mutlakiyetçiliğin boyunduruğu altında bir burjuva haline gelmeyi becerdiği gibi. Modern emekçi ise, tersine, sanayiin gelişmesiyle yükseleceği yerde, gittikçe daha çok kendi sınıfının varlık koşullarının altına düşüyor. Sadakaya muhtaç bir kimse oluyor“…
İşte Marksizm, „işçi sınıfının, içine düştüğü“ bu duruma karşı isyanıdır… Ergenlik çağına varan, kendi bilincini geliştirmeye başlayan işçi sınıfının, baskıya sömürüye karşı isyanının bilincidir!..
İşçi sınıfının temsilcileri, feodal toplumun bağrında kapitalizm nasıl gelişmiş diye bakıyorlar, “serften komün üyesi bir işçi, bir burjuva nasıl çıkmış“ ona bakıyorlar. Sonra bir de kendi durumlarına bakıyorlar, „gittikçe işlerin kötüye gittiğini, baskının, sömürünün gittikçe daha da arttığını“ görerek, „yok“ diyorlar, „feodalizmden kapitalizmin çıkması gibi, bu kapitalizmden de başka birşey-sınıfsız bir toplum falan- çıkmaz, bu nedenle, tek çözüm yolu onu ele geçirerek yok etmektir“!
İşte „Diyalektik Materyalizm“ böyle ortaya çıkıyor!...
İşte, işçi sınıfının-proletaryanın-önce aşağıdan yukarıya bir kalkışma ile iktidarı ele geçirip burjuvaziyi yok etmesinin, sonra, buna bağlı olarak da, işçi sınıfı devleti aracılığıyla üretim araçlarının mülkiyetinin bütün bir topluma-toplum adına da işçi sınıfı devletine- ait olduğu başka bir toplumun-„sosyalist toplumun“-yaratması anlayışının bilinci-dünya görüşü olarak ortaya çıkan Marksist diyalektik, „Diyalektik Materyalizm“ böyle ortaya çıkıyor!...
O andan itibaren, kapitalist toplum, burjuvaziden ve işçi sınıfından oluşan bir sistem olarak görülmemeye başlanır artık!... Bu iki sınıf, birbirlerinin KARŞITI olarak-birbirini tamamlayan- birbirlerini yaratarak varolan-birinin varlığının diğerine bağlı olduğu- iki üretici güç olarak görülmemeye başlanır. Kapitalist toplum eşittir burjuva toplumu denilirken, işçiler de, „modern köleler“ olarak, onun içinde-onun „ZITTI“ olarak- gelişen başka bir toplumun temsilcileri olarak görülmeye başlanırlar!... Çünkü köle, bir üretim aracı olduğu için, içinde bulunduğu toplumun doğal bir parçası-üretici gücü- değildir özünde[3]…
(„Üretici güç“ nedir?...
Marksist terminolojide „toplumsal üretici güçlerden“ bahsedilince bundan sadece üretim araçları, bilim, teknik, sanayi ürünleri, fabrikalarvs. anlaşılır. Bu arada tabi insan faktörü de sayılır, ama bu da gene diğerleri gibi-„teknik“ vb.- bir unsur olarak düşünülür o kadar. Halbuki bir toplumda esas üretici güç insan olup (insan-doğa sistemi sözkonusu olunca burada üretici güçler insan ve doğadır) kapitalist toplumun-sistemin iki temel üretici gücü de bu açıdan burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Bunlardan biri, neyin nasıl üretileceğine karar vererek, üretimin planlanmasıişini yaparken, diğeri de sistemin motor unsuru olarak onu gerçekleştirir. Bütün diğer unsurlar, aletler, teknik vs. bunların hepsi insana bağlıolan şeylerdir...Örneğin, feodal sistemin içinde ortaya çıkan kapitalist sistemin üretici güçleri olarak burjuvazinin ve işçi sınıfınfın gelişmesi, bunların giderekten mevcut feodal üretim ilişkilerinin içine sığamaz hale gelmeleri burjuva devrimine neden olmuştur...)
Bu bakış açısı, dünya görüşü, kaçınılmaz olarak kendi felsefi temelini de birlikte yaratır tabii. İşçi sınıfının kendisini-kendi benliğini-temel alan koordinat sistemine göre şekillenen dünya görüşü, onun evrene, evrendeki bütün diğer süreçlere bakışını da belirler. Diyalektik materyalizm böyle ortaya çıkar…
Şöyle özetleyelim: Bu evrende varolan “şeyler”-bütün nesneler- “objektif mutlak” gerçekliklerdir. Ancak, her biri, önceden „kendinde şey“ olarak („bağımsız mutlak bir gerçekliği“ temsil ederek) varolan bu nesneler, aynı zamanda, kendi içlerinde kendi zıtlarını da yaratarak onunla birlikte varolurlar. Bu nedenle, bu iki instanz arasındaki „birlik“ ve „çelişki“ zemini evrensel varoluşun temelidir…
Aslında olay apaçık ortada! İşçi sınıfı, hayata-evrene kendi varlığını-nefsini, duygusal kimliğini-temel alan bir koordinat sisteminden bakınca der ki, „kapitalist toplum, burjuvazi tarafından temsil edilen ‚objektif bir gerçeklik’, ‚kendinde şey’ bir oluşumdur. Benim bu toplumun içinde bir geleceğim yoktur; bu toplumun içinde, giderekten, bir köle, sadakaya muhtaç bir varlık haline geliyorum... Çünkü ben, bu toplumun kendi içinde yarattığı „zıttını“ temsil eden, ondan ayrı objektif bir gerçekliğim. Bu nedenle, benim kurtuluşum, burjuvaziyi temel alan kapitalist toplumun yerine, emeği temel alan onun zıttı başka bir toplumu YARATMAK, onun için mücadele etmektir“…
Dikkat ederseniz, o andan itibaren artık hem terminoloji, hem de kavramların içeriği değişiyor! „Diyalektik evrimden-gelişmeden“ (ve de „DEVRİMDEN“) bahsedince bundan anlaşılan şey artık, tıpkı feodalizmin içinde doğup gelişen kapitalizmin sonra onun içinden çıkıp gelişi gibi, kapitalizmin içinden de, onun diyalektik anlamda inkârı-zıttı- olarak başka bir sistemin (modern sınıfsız toplumun) doğuşu ve gelişimi OLMUYOR! Bunun yerini, artık kendisini „objektif mutlak-kendinde şey“ bir gerçeklik olarak kabul eden bir sınıfın („kendisi için sınıf“ haline gelen bir sınıfın) birlikte varoldukları partnerini-burjuvaziyi yok ederek, kendisinin egemen sınıf olarak varolmaya devam edeceği başka bir sistemi YARATMASI (pozitivist toplum mühendisliği) anlayışı alıyor!...
Burada iki nokta var altı çizilmesi gereken: Birincisi, „ZITLIK“ ve „KARŞITLIK“ kavramları arasındaki farkla ilgili. Örneğin, feodalizmle kapitalizm arasındaki çelişki- bir „zıtlık“ („uzlaşmazlık“) ilişkisidir. Aynı şekilde feodal sınıfla burjuvazi arasındaki ilişki de böyledir. Çünkü bunlar iki farklı üretim biçimini temsil ederler. Ama örneğin, her ikisi de feodal toplumun-feodal üretim biçiminin- içindeki sınıflar olan feodallerle serfler arasındaki ilişki böyle değildir, bunların her ikisi de birbirlerinin varlık şartı olduklarından, bunların arasındaki ilişkiye „KARŞITLIK“ diyoruz (daha uygun bir kavram bilen varsa o da kullanılabilir, kelimeler üzerinde tartışmak istemiyorum!). Aynı şekilde, burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki ilişki de böyledir; yani, bu da gene aynı üretim ilişkisi içinde birlikte varoluşu içeren bir „karşıtlık“ ilişkisidir…
Buna doğadan bir örnek vermek gerekirse de, eksi ve artı yükler arasındaki ilişkiyi gösterebiliriz. Buradaki ilişki de gene bir „zıtlık“ değil bir „karşıtlık“ ilişkisidir (bu konuyu daha sonra tekrar ele alacağız)…
Evet, doğadaki ve toplumdaki şekliyle bu konuyu daha sonra tekrar ele alacağız dedik ama, yeri gelmişken burada olayı anlaşılması güç-karmaşık-hale getiren noktanın altını çizmeye çalışalım:
Tamam, feodalerle serfler arasındaki-ya da burjuvaziyle işçi sınıfı (veya bir elektonla proton) arasındaki ilişki özünde bir karşıtlık-yani, birbirinin varlık şartı olma, birbirini tamamlama-ilişkisidir dedik; ama, her durumda „yeni“ daima „eskinin“ içinde, onun ana rahminde geliştiği için, feodal toplum söz konusu olunca serfler, kapitalist toplum söz konusu olunca da işçi sınıfı (elektron-proton ilişkisinde ise elektron), tıpkı bir anne gibi kendi içinde yeniyi de barındırdığından, kendi içindeki bu „YENİDEN“ DOLAYI („yeni“ adına verilen mücadelelerden dolayı) sistemin egemen kutbuyla olan ilişkiler pratikte sanki bir „ZITLIK-ÇELİŞKİ-uzlaşmazlık“ ilişkisiymiş gibi görünür. (Örneğin, bu durumda, serflerle feodaller arasındaki ilişki, aynı sistemin içindeki bir „karşıtlık“ ilişkisi olmanın ötesine taşarak bir „zıtlık“ görünümünü alırken, aynı şekilde, işçi sınıfı da, gene kendisinden dolayı değil, kendi içinde-ana rahminde-taşıdığı-modern komünal toplum bebeğinden dolayı burjuvazinin „zıttı“-bu anlamda „devrimci“- bir sınıf konumuna sahip olur! İşte, feodallerle serfler, veya burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki ilişkinin pratikte „karşıtlığın“ ötesine geçerek bir „zıtlık“ ilişkisiymiş gibi görünmesinin nedeni budur. Bu nedenle, nasıl ki tarihte serflerin yaptığı bir devrimden ve kurdukları yeni bir toplumdan-yeni bir üretim ilişkileri sisteminden-bahsedilemezse, aynı şekilde, işçi sınıfının da, kendisi için bir sınıf olarak „devrim yaparak“ yeni bir toplumu-yeni bir üretim ilişkileri sistemi olarak „sosyalist“ bir toplumu-inşa etmesinden bahsedilemez!...
Feodal toplum söz konusu olunca „devrimden“ anlaşılması gereken nasıl ki feodal toplumun içinde gelişen maddi üretici güçlerin sonunda kapitalizmi yaratması ise, kapitalist toplum söz konusu olduğu zaman da, „devrim“ gene üretici güçlerin gelişmesi sürecine bağlı olarak sistemin içinde onun diyalektik anlamda inkârı olarak modern komünal toplumun doğuşu, gelişmesi ve giderekten kapitalizmi tüketerek onun yerini almasıdır...
Burada-her iki durumda da- yumurtanın içinde civcivin gelişmesi olayıyla (ya da ana rahminde çocuğun gelişmesi olayıyla) yumurtanın kabuğunun kırılması (veya doğumun gerçekleşmesi) olayını birlikte düşünmek ve anlamak gerekir. Yani, herhangi bir şekilde içinde doğuma hazır bir civciv olmayan bir yumurtanın kabuğunu kırarak devrim yapmış olmazsınız!!... Gerçek anlamda bir devrim söz konusu olduğu zaman, yumurtanın kabuğunu kıran bizzat yumurtanın içindeki o civcivdir…
Öyle bir diyalektik ki bu; o kabuklar belirli bir noktaya kadar civciv için koruyucu bir unsur iken, bir noktadan sonra civcivin onu kırmaya başlamasının nedeni artık onun içine sığamaz hale gelmesidir. Civcivin gelişmek için muhtaç olduğu duvarlar, sürecin belirli bir noktasından itibaren onun için artık bir hapishane duvarı haline geliyor“! Olay budur! Yani, devrim olayı basit bir mühendislik, ya da duvar kırıcılığı olayı değildir!!...
„İsyan“-reaksiyon ve devrim; bunlar farklı şeylerdir!...
Bu noktada „Marksist-Leninist devrim“ anlayışına ilişkin olarak altını çizmemiz gereken en önemli nokta, Marksist devrim anlayışında diyalektik inkârın yerini, „yeni bir toplum yaratmak“ için özü isyana-reaksiyona dayanan toplum mühendisliği anlayışına bırakmasıdır. Ki, buradan da, sonunda, sırtını pozitivist anlamda bir „bilimselliğe“ dayayan, sübjektif idealist bir ideoloji olarak „işçi sınıfının dünya görüşü“ ortaya çıkar!... İşte, senelerce peşindan koştuğumuz o ideolojik paradigmanın kaynağı budur! (Bu satırları yazarken nasıl içim sızlıyor biliyor musunuz! Ama, ergenlik çağını yaşamadan olgunlaşan bir insan, ya da toplum gösterebilir misiniz bana!!... Marksizm bizim anamız ise, biz de onun diyalektik anlamda inkarı olan çocuklarıyız!...)
İki farklı „devrim“ anlayışı demiştik!...
Bu dünya görüşüyle (yani kapitalizmden sosyalizme geçişi konu edinen „ sosyalist devrim“ anlayışıyla), feodalizmden kapitalizme geçişi açıklayan bakış açısı-devrim anlayışı- arasında dağlar kadar fark vardır, öyle değil mi! Çünkü bu durumda (yani Marksist-Leninist „sosyalist devrim“ anlayışında), kendisi de mevcut sistemin-kapitalist üretim ilişkilerinin içinde, onun bir ürünü olarak varolan bir sınıfa- işçi sınıfına-aynı sistemin diğer egemen kutbunu altederek yeni bir sistemi oluşturma görevi veriliyor!... Feodalizmden kapitalizme geçerken feodal sistemin-feodal üretim ilişkilerinin- içindeki bir sınıf olan serflere verilmeyen misyon (yeni bir toplumu inşa görevi) işçi sınıfına verilmiş oluyor!... Feodal sistemin içinde gelişen bir başka sistemi temsil ettiği için burjuvaziye biçilen rol, gene aynı sistemin (kapitalist sistemin) içindeki bir sınıf olduğu halde, işçi sınıfına da verilmiş oluyor!... Diyalektik materyalist felsefe de bu durumu açıklayan-legalize eden felsefi temel olarak ortaya çıkıyor!... Öyle ki, buna göre, bu iki sınıf (yani burjuvazi ve proletarya) birbirlerinin „zıttı“ oldukları halde „özünde birbirlerinden bağımsız objektif-mutlak gerçeklikler oldukları için“, yani, birinin varlığı diğerine bağlı olmadığı için (bunlar birbirinden niteliksel olarak farklı iki sistemi temsil ettikleri için) burjuvaziyi yok ettikten sonra da varolmaya devam edebilen bir işçi sınıfı, kapitalizmin içinde gelişen yeni toplumun-sosyalist toplumun- belirleyici unsuru olarak varlığını sürdürmeye devam edebiliyor!...
Devrim bir toplumsal „altüstlük“müdür?...
Bu durumda (yani, işçi sınıfı „devrim yaparak“ iktidarı ele aldığı zaman) aslında sistem bir yerde altüst olmuş- tersine çevrilmiş oluyor! Özel mülkiyete dayanan tipik kapitalist toplumun yerine, üretim araçlarının mülkiyetinin işçi sınıfı devletine ait olduğu, mülkiyete tasarruf yetkisini elinde tutan yeni tip bir devlet sınıfının egemenliğinde, anti kapitalist-devletçi bir toplum ortaya çıkıyor!...
Marksizm, işçi sınıfının delikanlılık döneminin (ergenlik çağının) dünya görüşüdür demiştik. O, bu dönemde, işçi sınıfının kendi kimliğini yaratmaya çalışırken baskıya sömürüye karşı duygusal anlamda başkaldırışıdır, isyanıdır. Ama görüyorsunuz, isyan etmek yetmiyor işte! Bir şeyin yerine ondan daha ileri yeni bir şeyi koyabilmek de gerekiyor. Yeni ve daha ileri olan ise, sadece kafada yaratılmıyor; o ancak, eskiden beri varolan maddi gerçekliğin içinde, onun kendi kendisini üretmesi sürecinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yani, baskıyı, sömürüyü ortadan kaldırıyorum diyerek yukardan aşağıya doğru sübjektif idealist-iradi bir çabayla niteliksel anlamda yeni bir toplum yaratmak mümkün olmuyor!...
Peki nedir bu işin sırrı, kapitalizmden modern sınıfsız topluma nasıl geçecektir insanlık? Bu süreci de aynen feodalizmden kapitalizme geçişe benzer bir şekilde mi ele almamız gerekiyor; eğer öyleyse, modern komünal toplumun şu an kapitalist toplumun içinde, onun diyalektik zıttı-inkârı olarak gelişimi sürecini nasıl açıklayacağız?...
KAPİTALİZMDEN MODERN SINIFSIZ TOPLUMA GEÇİŞİN DİYALEKTİĞİ...
“Kapitalizmin temel çelişkisi, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişkidir” diyor Marks. İşte bütün mesele bu cümlede! Bu cümlenin ne anlama geldiğini doğru kavramakta yatıyor!. Çünkü, 19. ve 20.yy’lara damgasını vuran Marksist devrim anlayışının özü-esası, çıkış noktası, bu “temel çelişki” kavramının yorumuna dayanıyor. Bu yüzden konuyu biraz açalım:
Önce üretmek-üretim ne demektir onu görelim. Çevreden-doğadan alınan madde-enerjinin-informasyonun (hammaddenin) toplumsal olarak sahip olunan bilgiyle işlenerek bir ürün haline getirilmesidir üretim. Ürün bir sentezdir yani. Üretici güçler olarak doğa-toplum sisteminin, etkileşmesinin sentezidir. Daha başka bir deyişle, bir çocuk gibidir ürün. Babası doğa ise, anası da toplum olan bir çocuk! Doğadan alınan hammaddenin (madde-enerjinin- informasyonun), toplumun sahip olduğu bilgiyle işlenerek ürünün oluşturulmasıyla, anneden ve babadan gelen DNA’ların etkileşerek çocuğa ilişkin orijinal DNA yapısını oluşturması aynı diyalektiğe tabidir...
Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta, doğa’dan-çevre’den gelen madde-enerjiyi-informasyonu değerlendiren-işleyen bilginin daima toplumsal bir karaktere sahip olmasıdır. Çünkü, insan toplumsal bir varlıktır. Bu nedenle, insanların sahip oldukları bilgi de toplumsal olarak üretilen bir üründür. Bireysel bilgi, bireysel olarak sahip olunan bilgi diye birşey olmaz! Olur, ama bu, olayın, bilgi üretimi sürecinin yüzeysel olarak baktığımız zaman görünen yüzüdür.
Üretim faaliyeti, görünürde tek bir birey tarafından yapılıyor olsa bile, o özünde gene de toplumsal bir olaydır. Çünkü, bizim „birey“ olarak ifade ettiğimiz insanın kendisi zaten varoluş koşullarına bağlı olarak toplumsal sistemin bir elementidir. Bu nedenle, görünüşteki bireyselliğin ötesinde ürünü değerlendirerek işlerken bireyin kullandığı bilgi toplumsaldır. Ama, bu bilgi tek tek insanların beyninde muhafaza edildiği için, birey ona sahip çıkar. Toplumsal olarak üretilmiş olan ve toplumsal olarak sahip olunan bilgi “bireyin bilgisi” haline dönüşür!... Ve bütün bunlar, “farkında olmadan”, son derece tabii bir evrim süreci içinde gerçekleşir. Çünkü, ilkel komünde, daha sonraki anlamıyla „sahip olma“ bilinci-duygusu diye birşey yoktur. Zaten „ben“ olayı da, komün üyeleri „bireysel emekleriyle“ üretebilir hale gelince oluşuyor. Komün malına sahip çıkma-mülkiyet bilinci-duygusu da bununla birlikte doğuyor…
Üretim aslında herzaman toplumsal bir olaydır…
Özetlersek, bilgi toplumsal bir ürün olduğu gibi, üretim faaliyeti de aslında her zaman toplumsal bir olaydır. Çünkü insanın kendisi toplumsal bir varlıktır. Ama, emeğin üretkenliği artıp da insanlar doğayı “bireysel emekleriyle” işleyerek üretebilir hale gelince, bu süreç içinde, üretim araçlarına ve ürettikleri ürüne sahip çıkarak, “benim” demeye, birey olarak “varolmaya-gerçekleşmeye” başlıyorlar...
Ancak, sınıflı toplumun ürünü olan birey, kendini, varlığı kendinden menkul “objektif-mutlak bir gerçek” olarak gördüğü için, varoluşunun izafiliğine ilişkin bu yazılanları anlayamaz! Anlar hale geldiği zaman da zaten o artık sınıflı toplumun bireyi olmaktan çıkmaya başlıyor demektir! İşte bu yüzdendir ki, modern komünal topluma geçiş, ancak gelişmiş, kendini bilerek toplumsal varlığın içinde tekrar “yok olmaya” başlamış bireylerle olacaktır. İlkel komünde “birey” diye birşey yoktu demiştik, modern komünal toplum ise, kendi bireysel varlığının bilincine vararak („kendini bilerek“) „kendi varlığında yok“ olan bireylerden oluşacaktır. Bu haliyle ben ona „bilinçli doğa“ diyorum; çünkü o artık yarı biyolojik, yarı computer bir varlıktır!...
Tekrar Marks’a dönersek…
“Kapitalizmin temel çelişkisi, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişkidir” diyordu Marks. Marks’a göre, yukardaki örnekte “bireysel üretici” diye andığımız bir çoban, ya da çiftçi, veya günümüzde tek başına işyeri sahibi olan bir insan, işi büyütüp de, yanında çalıştırmak için başka insanları da işe aldığı zaman, yapılan üretim artık “bireysel” olmaktan çıkmış, toplumsal bir karaktere sahip olmuş oluyor. Marks’ın “üretimin toplumsal karakterinden” bahsederken altını çizdiği olay budur. Çünkü bu durumda, üretim faaliyeti sadece işyeri sahibinin bireysel emeğiyle değil, onunla birlikte orada çalışan bütün insanların kollektif faaliyetiyle de, “toplumsal olarak” yapılmış oluyor. Bu andan itibaren, yani bir kişi bile olsa işçi “çalıştırmaya” başlanıldığı andan itibaren, üretimin toplumsal karakteriyle üretim araçlarına-ve ürüne- bireysel olarak sahip çıkma arasındaki çelişki sistemin temel çelişkisi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü, yapılan iş- üretim faaliyeti- toplumsal olduğu halde, üretim araçlarının mülkiyeti bireysel olarak kalıyor.
İşte, Marks’a göre, sistemi devrime götüren, işçi sınıfını burjuvaziyi altetmeye götüren temel çelişki budur. Bu çelişki, üretimin yoğunlaşmasıyla-tekelci kapitalizmle birlikte daha da keskinleşir. Öyle ki, bir gün, üreten insanlar, yani işçiler burjuvaziyi ortadan kaldırarak üretimin toplumsal karakterine uygun yeni bir üretim ilişkileri sistemi olarak sosyalizmi kurarlar ve kapitalizmin temel çelişkisini bu şekilde çözmüş olurlar. Üretim araçlarının mülkiyetinin bütün üretenlere-topluma ait olduğu yeni bir toplum, “sosyalist toplum” doğmuş olur! Marksist devrim anlayışı budur…
Bir soru:
Bugün çok sık raslanılan bir olayı ele alalım, ve örneğin, bin kişinin çalıştığı bir fabrikada işçilerin yarısının işten çıkarıldığını, onların yerine robotların kullanılmaya başlandığını düşünelim. Bu rakamı arttırabiliriz de. Örneğin, Toyota’nın ürettiği Lexus marka otomobiller birkaç işçinin dışında tamamen robotlar tarafından üretiliyormuş. Şimdi bu, üretimin toplumsallaşması yönünde bir gelişme midir, yoksa tersi yönde mi? Olayı biraz daha abartarak şöyle de formüle edebiliriz: Eskiden, 19-20.yy’larda, 10.000 kişinin çalıştığı bir fabrikanın 2025 yılında bir kaç işçiyle çalıştığını, geri kalan bütün işleri robotların yaptığını düşünürsek nasıl değerlendireceğiz bu gelişmeyi? Eğer “toplumsallaşmadan”, “yoğunlaşmadan” kasıt, üretimin gittikçe artan sayılarda işçiler tarafından yapılmasıysa, açıktır ki bu durumda üretim artık toplumsallaşmıyor!!... Ki bu da, üretici güçler geliştikçe kapitalizmin “temel çelişkisini” kendi kendine çözdüğünün ve kendini ölümsüzleştirdiğinin ispatı olurdu!!...
Kapitalizmin (onu modern komünal sınıfsız topluma götüren) temel çelişkisi, azami kâr yasasıyla üretici güçlerin gelişmesi arasındaki çelişkidir...Bu nedenle, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki çelişkiyi de bu esasa uygun olarak anlamak gerekir. Yani, üretici güçler geliştikçe, daha önce çok sayıda insanın yaptığı işi artık makinelerin, robotların yapar hale gelmesi, üretim faaliyeti içindeki aktif durumda olan insan sayısının azalıyor olması, üretimin toplumsal karakterinin azaldığı anlamına gelmez! Tam tersine, üretim faaliyetinin daha da toplumsallaştığının, geliştiğinin bir göstergesidir bu! Çünkü, üretici güçlerin gelişmesi demek, özünde insanın bilgi üretimi sürecinin gelişmesi demektir. İnsanlar daha önce bizzat yaptıkları işi artık robotlara yaptırabiliyorlarsa, bu, toplumsal bilgi üretimi sürecinin bir sonucudur. Kısacası, üretimin toplumsallaşması demek, çok sayıda işçinin fabrikalarda biraraya gelmesi demek değildir!...
Biraz daha açalım:
Kapitalist sistemin ve kapitalistlerin tek amacı daha çok kâr elde edebilmektir. Buna kapitalizmin azami kâr yasası diyoruz. Ama bunun için de, rekabet mücadelesinde kapitalistlerin daima daha iyi kalitede ve daha ucuza mallar üretebilmeleri gerekmektedir. Çünkü, ancak bu durumdadır ki, rakiplerini geride bırakarak daha çok satabilirler, daha çok kâr elde edebilirler.Daha iyi kalitede ve daha ucuza mallar üretebilmenin yolu ise, son tahlilde, daha çok bilgiye sahip olabilmekten geçiyor, ve bu da üretici güçlerin gelişmesi anlamına geliyor. Daha ileri makineler, robotlar, daha ileri teknoloji, bütün bunlar daha çok bilgi üretiminin sonuçlarıdır. İşte, azami kâr peşinde koşan kapitalistleri günün birinde artı değerden, dolayısıyla da azami kâr’dan mahrum bırakacak sürecin diyalektiği budur! Kendini inkâr sürecinin diyalektiği budur…
Şöyle ifade edelim:
Bilim ve teknik-üretici güçler- geliştikçe, adım adım, eskiden işçilerin yaptığı işleri makineler-robotlar yapmaya başlarlar. Burjuvazi, rekabet mücadelesinde daima daha iyi kalitede ve daha ucuza mallar üretebilmek için bu yola girmeye mecbur kalır. Üretim maliyetini düşürmek için daima daha az işçi, daha çok robot!... Gelişmenin doğrultusu budur! Bu nedenle, insanl?
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023