Murat Sevinç
Açık Radyo’nun kurucularından Cem Madra’nın anısına…
Hukukçu Öykü Didem Aydın, Biz, Halk: ‘Egemenliğin Sahibi’ (Yetkin,2011) başlıklı özgün çalışmasında (kuruculuk tartışmasıyla ilgilenen herkesin okumasını dilerim), insan hakları alanıyla ilgili insanlar hakkında şöyle der:
“… bu tür temel haklardan bir kısmını ileri sürenlerin genellikle siyasal çoğunluklara hayli antipatik gelen insanlar olması bir tesadüf değildir. Örneğin iltica hakkını düşünelim. Sıradan Batı Avrupalı çoğunluklar için bu tür bir haktan yararlanmak isteyenler, ‘nereden çıktıkları belirsiz marjinaller’dir. İsviçre’de camilerinde minare olmasını isteyenler, sıradan İsviçreli için, ‘ülkesinde ne aradıklarını anlamadığı kökten İslamcı’ kimselerdir. Veyahut adil yargılanma ilkesini: Ciddi bir suç işlediği şüphesiyle yargılanan bir kimsenin, ‘hele hele terörist eylemcilikten yargılanan bir kimsenin, adil yargılanmasını, terörizmle mücadeleyi zayıflatmaz mı?’! Örnekler çoğaltılabilir.”
Çok doğru, örnekler çoğaltılabilir ve çok doğru, temel haklar ve özgürlükler rejimini savunan insanlar ne iktidarlar ne de toplum çoğunluğunca fazlaca sevilir. Bunun derecesi ülkeden ülkeye değişir, ‘medeniyet dairesinde’ nerede olduğunuz, ne kadar yol alabildiğiniz, içinde yaşadığınız hâkim kültür, inanç, yaygın değerler, eğitim tornasının niteliği, tümü belirleyici etmenler. Bir İskandinav demokrasisinde insan hakları savunucusu olmakla, temel hakları İran’da savunmak arasındaki farkı tahayyül etmek zor olmasa gerek.
Gel gör ki, İskandinav toprağında da bu işi antipatik bulan var, ırkçı var, şiddet yanlısı var. On küsur yıl önce Norveç yurttaşı bir faşist, internetten edindiği malzeme ve silahlarla dünyanın en medenî toprağında önce başbakanlık önünde patlattığı bombayla, ardından sosyal demokrat partinin gençlik kampını basıp çocukları hedef alarak onlarca insanı öldürdü. Muhtemelen bu eylemini takdir eden başka Nazi sempatizanları da olmuştur ülkesinde. Ya da ABD’de polisin göz göre göre, dizini boğazına bastırıp nefes almasını önleyerek öldürdüğü siyah yurttaşı düşünelim. Ya da Guantanamo, az buz rezalet mi? Her Batı demokrasisinden benzer örnekler bulup çıkarmak mümkün.
Mesele, ülkelerin yönetim, siyasetçi ve ortalama yurttaşının bu ırkçı, ayrıştırıcı ve aşağılayıcı eylemlere verdiği tepki. Örneğin ırkçı başkan Trump ve hayranları cinayeti işleyen polisin aldığı cezaya üzülmüş, hatta içerlemiştir muhtemelen. Buna mukabil ABD’deki aklı başında kamuoyu, siyahların direnci ve insan hakları savunucuları galip geldi. Fransa’da cihatçılar bir eğlence kulübünde onlarca insanı katlettikten sonra Fransa’yı yönetenler, ülkelerindeki azınlıkları korumaya yönelik açıklama yaptılar, çoğu zaman olduğu gibi. Diğer yandan aynı ülkede, iktidar olduğunda kamusal alanda türbanı yasaklayacağını vadeden kadın siyasetçi, seçimde ikinci oldu, oy oranını artırdı.
Aydınlanma ve insan hakları kavramlarının toprağı olan Batı, Ukrayna’dan sığınanlara kapılarını açarken Güney’den gelenlerin ölümünü seyrediyor, hatta neden oluyor. Bunların hiçbiri beklenmedik, sürpriz gelişmeler değil kuşkusuz; diyeceğim, bu işler hiçbir yerde kolay olmadığı gibi, demokrasi mücadelesi tamamlanmış da değil. Durumu ve mücadelede gelinen yeri anlayabilmenin tek yolu da, hiç kuşkusuz, demokrasinin bir sınıfın, burjuvazinin icadı olduğu gerçeğini, dolayısıyla her ne yaşıyorsak o burjuvazi ve iktisadi tercihin/yapının seyriyle doğrudan ilgili olduğunu unutmamak. Doğru, her yerde otoriter liderler ve otoriter eğilimler popülerleşti, peki neden, neden tarihin o döneminde değil de bu dönemin de yaşanıyor bu eğilim, liderlerin ve halkların gece üzeri açık mı kaldı, yedikleri bir şey mi dokundu, gerekçesiz sonuç olur mu!
Evet, ülkeler kendi meşrebince yaşıyor her sorunu, Türkiye gibi.
Türkiye eğitim tornası, yurttaşına, yaşadığı toprağın yeryüzünün en özel ülkesi ve kendisinin de en özel, eşsiz-benzersiz insanı olduğunu belletmek konusunda mahir. Batı karşısında hissedilen hayli karmaşık ve gereksiz kompleks ile aynı ölçüde gereksiz bir büyüklük duygusu iç içe. Bu yüzden, her yerde var olan ırkçılık burada görülmüyor, her devlet-toplum tarihinde çokça nahoş iş yapmışken bizde olmuyor, olamıyor bir türlü. Eğer ‘o şeyin’ gerçekleştiği çok açıksa, inkârı da o ölçüde sert ve gürültücü oluyor. Oysa sorunlularınızı inkâr ya da yanlış teşhis ederseniz, çözüm bulamazsınız ve şu satırı yazmak için vasat bir akıl ile cümle kurabilmek yeterli.
Türkiye’de de her yerde olduğu gibi ırkçılık ve ırkçılar var tabii. Bu bir sorun. Türkiye’de ırkçılığın ne olduğu pek anlaşılamadığı için, çoğu insan ırkçı ithamına öfkelenir, dolayısıyla bilinçsizce yapılan ırkçılığın, ırkçılığı meslek haline getirmişlerin tutumundan daha büyük bir dert olduğu kanısındayım. Üçüncüsü, Türkiye’de eğer bir sorun reddedilen ya da bilinçsizce yapılan ırkçılıksa, diğer sorun, ırkçı yaftasının çok kolay yapıştırılabilmesi. Faşist sıfatını dağıtmaktaki bonkörlük gibi.
Daha önce de yazmışımdır muhtemelen, siyaset bilimi okuyan öğrencilerin bir kısmı, üniversitenin ilk zamanlarında neredeyse her çatık kaşlıyı faşist sözcüğüyle tanımlama eğilimindedir ve ne yazık ki bu kötü huyu ömür boyu sürdüren az değil. Irkçı düşüncenin çevresinde dolaşan, kenarına kadar gelen ve tehlike içeren her düşünce açıklaması, ilk adımda ırkçılık terimiyle tanımlandığında, o düşüncenin sahibiyle herhangi bir şey konuşmak, anlatmak, dinlemek mümkün olmuyor, olmaz. Tehlikenin farkında olarak iletişim kurmaya ve içtenlikle anlatmaya çalışmak, herhalde daha sağlıklı bir yol kabul edilmeli.
Dil, bunun için önemli ve insanî bir dil, bu yüzden hayati.
O dili bulmak herkesin üzerine düşen bir görev. Yinelemek gerekiyor: Görev. Türkiye gibi, siyasetçilerin ve kamuoyu karşısındaki figürlerin, muhtemelen İsveç ya da Fransa’daki muadillerinden daha ‘yönlendirici’ olabildiği bir ülkede, her siyasetçi sözünü, her yazar sözcüğünü, her televizyoncu cümlelerini, her sosyal medya şöhreti ‘layk sevdasını’ özenle tartmak, niyetinin varacağı yeri kırk kez hesap etmek zorunda.
Türkiye’de irtifa kaybı yalnızca siyasette yaşanmadı; entelektüel düşmanlığını azdıran boş laf sevgisi, milliyetçiliğin farklı tonlarını benimseyen bir kesim gazeteci/yazarın ölçü tanımazlığı ve niteliksizliği, yeni iletişim yollarının-sosyal medyanın büyüsüne kapılan çok takipçili hesapların akıl sır ermez paylaşımları… Bunlara bir de ‘gerçek-ötesi’ adı verilen yeni moda palavracılık ve tahrikçiliğe yönelik iltifatı eklediğinizde, hedef gösterici propagandanın muhtemel sonuçlarının ürkütücü olabileceğini tahmin etmek güç değil.
Başa döneyim…
Toplumsal desteği ve toplum nezdinde itibarı zaten pek yüksek olmayan temel hak ve özgürlükler savunusu, işlerin kötüye gittiği, toplumların sıkışmışlık hissi yaşadığı zamanlarda daha da zor. Muhtemelen çok yerde, kesinlikle Türkiye’de, adı sanı bilenen ve merkez medya ve mecralarda boy gösteren yazar çizer ve akademisyenlerin, doğaldır ki ortalama kültürel/siyasal değerleri benimsemiş yurttaş kesimlerine hoş görünme isteği, söz konusu zorluğu daha da perçinliyor. Memleketin en çok okunan köşe yazarlarına, en popüler akademisyenlerine vb. bakarsanız, sıradan yurttaşı ve onun hâkim değerler bütününü huzursuz edecek hemen hiçbir konuya değinmediklerini, bunu hasbelkader yaptıklarında ise en milliyetçi/hamasi tonda yazıp konuştuklarını fark edersiniz.
İnsan hakları/temel hak ve özgürlükler rejiminin, yalnızca konunun uzmanlarına, araştırmacılara, aktivistlere bırakılmayıp daha yaygın halde ve toplumun her kesimiyle bağ kurulabilecek şekilde savunulması bu gerekçelerle çok önemli ve bizimki gibi ülkelerde başta siyasetçiler olmak üzere az ya da çok kamusal iş gören insanlara, yinelemekte yarar var, çok iş düşüyor.
Güncel sorun/tartışma nedir? İktidar siyasetinin sonucunda karman çorman hale gelen, göç ve kontrolsüz sınır geçişleri.
Aklı başında herkes, Türkiye sınırlarının ve ülkenin halini görüyor. Aklı başında herkes, bu durumun, sayısı dahi tespit edilemeyen bunca insanın ülkeye girişinin ve hızlı/plansız demografik değişimin bir ülke için ‘sorun’ olduğunun farkında. Aklı başında herkes, sorunun kaynağını doğru tespit ediyor ve asıl eleştirilmesi gerekenleri eleştiriyor. Aklı başında hiç kimse, hele ki kontrolsüz göç konusunda endişe duyan yurttaşa faşist, ırkçı gibi sıfatları uygun görmüyor. Aklı başında herkes, göç hikâyesindeki en masum kesimin göç edenler olduğunun farkında. Aklı başında herkes, göçenler içinde istismar edilenlerin, organ mafyası eline düşenlerin olduğunu biliyor. Aklı başında herkes, Türkiye sermayedarının göçenleri sömürmekten, ucuz işgücünden son derece memnun olduğunu görüyor. Aklı başında herkes, göç ve sığınmacılık, ayrıca geri gönderme konularının, zevzekliği yapılandan daha karmaşık prosedür gerektirdiği öğrendi.
Ve aklı başında herkes, bu ülkede aklı başında olmayanların varlığından da haberdar.
Aklı başında herkes, o aklı başında olmayanların niyetini, ne yapmaya çalıştığını, bir anda beliren ve aslî siyaseti göçmen karşıtlığından ibaret kravatlı sevimsiz heriflerin çapını, yol açabileceklerinin vahametini, sosyal medyadaki ‘garip’ hesapların hummalı faaliyetini vs. takip ediyor.
Buna mukabil, bilmek ve görmek yetmiyor, öylesine yetmiyor ki, tarihte pek çok rezalet göz göre göre gerçekleşti.
Türkiye’de (ve kısmen de olsa Batı’da) tanık olduğumuz trajedi, sığınmacıların siyasetin ana konusu haline getirilmesi, ne yazık ki önümüzdeki seçim için en verimli malzeme olarak görülmesi. Demek ki siyasetçilerin kullanacağı dil, vaat ettikleri çözümlerin inandırıcılığı yanında insanî de olması gereği, artık her şeyden daha hayati. Ayrıca bıkmadan hatırlatmak gerekiyor, ırkçılığı körüklemek bir suç.
Bir sorunu hangi yöntem ve dille çözdüğümüz, bizim kim olduğumuzla ilgilidir. Böyle karmaşık ve can yakıcı düğümleri, endişesini dile getireni getirdiğine pişman etmeden, ancak ırkçıların varlık ve potansiyelini de hesaba katarak çözmenin yolu, yolları olmalı. Her açıdan perişan durumda, bunalmış, çatacak yer arayan, canından bezmiş milyonlarca yurttaşın türlü endişelerini kaşıyan kılıksızların tahrik çabasını etkisiz hale getirmek, bunun için uygun/insancıl bir dilde ısrar, hak savunusuna yönelik küçümseyici tutumdan çekinmemek, ırkçı sıfatını lâyıkıyla taşıyan fırsatçı zibidilerin itham ve hedef göstermelerine boyun eğmemek, şart.
Yazı önerisi: Avukat Fikret İlkiz’in ‘Gezi davası’ yorumunu okumak isterseniz -ki isteyin lütfen-, ders verici nefis yazısını buraya bırakıyorum. “Sarsılmışların Dayanışması Gezi için savunma yerine.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.06.2025
18.05.2025
10.05.2025
1.05.2025
22.04.2025
24.03.2025
20.03.2025
18.02.2025
13.02.2025
10.02.2025