Murat Sevinç
Üçüncü Yazı…
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, halihâzırda diğer parti liderlerinin yapmadığını yapıp ‘mahalle mahalle’ gezerek esnafla, köylüyle yüz yüze ‘iletişim’ kurduğu ve bunu yaparken “Ben olaylara sınıfsal bakarım” dediği; buna mukabil ‘sosyal demokrat’ parti genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katıldığı bir programda “Sağ ve sol kavramları 18. yüzyıla ait, devir değişti,” açıklamasını yaptığı, hakikaten çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Kılıçdaroğlu’nun ziyadesiyle takdirini kazanmış bir önceki devlet başkanının sıklıkla yinelediği gibi, “İnsan gerçekten hayret ediyor!”
Okuduğunuz dizinin konusunu, her yazının başında bir kez daha hatırlatmayı istiyorum: Hükümet sistemleriyle bugüne dek ilgilenmemiş, buna mukabil ‘merak eden’ okura yönelik, elimden geldiğince basit, anlaşılır bir dille, sistem tartışmalarına küçük de olsa bir katkı sunabilmek. Sistemlerin temel kavramlarının nasıl icat edildiğini ve kendine özgülüklerini anlatırken, her kavramın ‘özgül bir niteliğe’ sahip olduğunu tekrar tekrar yinelemek.
Bir kez daha: Parlamenter sistem, başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri gibi, bir ‘hükümet biçimi’dir. ‘Cumhuriyet’ ya da ‘monarşi’ gibi kavramlar hükümet değil, ‘devlet biçimine’ dairdir. Bunların ‘demokratik’ olup olmaması ise, siyasal sistemin niteliğiyle ilgilidir. Dolayısıyla ‘farklı düzeylerde’ ele alınması gereken kavramlardan söz ediyoruz. Parlamenter sistemin doğumunu, bir önceki yazıda anlatmaya çalıştım. Şimdi sıra, bir diğer hükümet sistemi olan ‘başkanlıkta.’
Başkanlık sistemi Amerikalıların icadı. ABD yerine Amerikalılar diyorum, çünkü ABD, ancak anayasanın kabulünden sonra anlamlı. Amerikalı, İngiltere’den göç eden, birkaç yüzyılda kıtanın üst kısmında hâkimiyet kuran, kurarken yerli halkı öldüren İngilizler’in sıfatı. Sonunda kendi devletlerini kuran İngiliz kolonileri ahalisinin.
‘Başkanlık’ sistemini söz konusu ahali keşfetti. İngilizlerin icadı olan parlamenter sistemden farklı olarak, başkanlık sistemi biraz daha ‘kâğıt üzerinde’ oluşturuldu. Ancak o kâğıda yazılanlar ve o yazılanların yerleşip giderek daha demokratik biçimde uygulanması, elbette tarihsel gelişmenin ve o toprağın niteliklerinin sonucu.
Amerikalılar yalnızca başkanlık sistemini icat etmedi. Örneğin yazılı anayasanın, katı güçler ayrılığının, federal sistemin, önseçimin, ‘seçimle’ oluşan ikinci meclisin ve anayasa yargısının da mucidi. Evet, yürürlükteki en eski yazlılı anayasa Amerikalıların. Modern çağlardan söz ediyorum kuşkusuz. Yoksa, kurucu babalar, Patara’daki Likya Birliği’nin idari yapısından esinlendiklerini çıtlatırlar birkaç yerde, ancak şimdi konumuz esin kaynakları değil.
Önce dilerseniz yanlış ve bıktırıcı bir klişeyi hatırlatayım: Bizde ‘kısa anayasa’ meraklıları hep ABD’yi örnek gösterir. Oysa ABD bir federal devlet ve hâlihazırda ’51’ anayasası var! Kısa olan, ‘federal’ anayasa. Bugüne dek 27 değişiklik yapıldı. Anayasanın gövdesine dokunmadan, metnin sonuna eklediler bu 27 ‘Ek’i. İlk on değişiklik, eyaletleri ikna etmek için ‘hemen’ yapılmıştı zaten. O ilk on Ek’e, ‘Bill of Rights’ (Haklar Bildirgesi) diyorlar. Bir önceki yazıda söz ettiğim, İngiltere’deki 1689 tarihli Haklar Bildirgesi ile karıştırmayın.
Peki tasası neydi bu adamların da böyle bir yapı oluşturdu? Birilerine mi özendiler? Kolonileri ‘uçuşa geçirmek’ mi istediler? Anayasayı oylarken nüfusun yarısını yok saydılar mı? Oylamanın ardından “Atı alan Üsküdar’ı geçti” mi dediler? Kolonilere müjde mi verdiler? Anayasa nasıl bu kadar yıl yürürlükte kalabildi?
Anayasayı yazanlar, tahmin edilebileceği gibi ‘önde gelenler.’ Önde gelenler, tahmin edilebileceği gibi varlıklılar. Varlıklılar, tahmin edilebileceği kendilerini/servetlerini güvence altına almak isteyen insanlar. Mülkiyeti güvenceye alabilmek için, tahmin edilebileceği gibi hukuksal güvenceye yani bir ‘sözleşmeye’ gereksinim var. Her ‘sözleşme,’ tahmin edilebileceği gibi sınıf mücadelesinde varılan yerin kâğıda dökülmüş hali.
Fakat anayasaların sınıfsal karakterinin görülmesi gerekliliği, göreni ‘yorumlamada’ sığlığa sürüklememeli. Çünkü son derece zekice ve az çok ‘oydaşmaya’ dayanan bir ‘kuruculuk’ başarısı var ortada. Amerikalıların anayasa yapım sürecini etkileyici, heyecan verici buluyorum.
Sorunlarının ne olduğunu gören, o sorunlara ‘akılcı’ çözümler bulmaya çalışan, bunu yaparken halklarının hamurunu göz önünde bulunduran ve kamuoyunun ikna edilmesi gerektiğine inanan bir topluluğun ürünü.
Kim o kamuoyu? Kolonilerin ahalisi. Kaç koloni var o tarihte? 17. yüzyılın başında İngiltere’den başlayan göçün sonunda oluşmuş 13 koloni (bugün sayıları 50’ye vardı). Neden bir araya gelmişler? İngiliz hükümdarına isyan etmişler. Dertleri neymiş? 18. yüzyılda İngiltere artık bu kolonileri kendisine rakip görüyor ve çeşitli ‘sömürgeci’ yöntemlerle baskı kurmaya çalışıyor. Hatta kolonilerdeki isyanları bastırmak için asker gönderip onların masrafını da Amerikalılara ödetmeye çalışıyor vs. Her biri kendi kendisini yöneten kolonilerin İngiliz yöntemlerini kabullenmesi kolay değil tabii.
Sonunda asabı bozulan ahali 1773’te Boston’da, İngilizler’in çay yüklü gemilerini basıp çayları denize döküyor. Buna da Boston Çay Partisi diyorlar. İngiliz boş durur mu; karşılığında limanı kapatıp eyaletin (Massachusetts) ayrıcalık fermanını iptal ediyor. Diğer koloniler arkadaşlarının yanında yer alınca 1775’te bir savaş başlıyor. Koloniler, sekiz yıl süren ve sonunda kazandıkları bu savaşı örgütleyebilmek için 1774 yılının sonbaharında Philadelphia’da bir ‘Kongre’ kuruyor. Her eyalet eşit sayıda temsilci bulunduracaktı, kararlar en az 2/3 ile alınacaktı vs.
Şu meşhur Bağımsızlık Bildirgesi, o Kongre tarafından Temmuz 1776’da ilan ediliyor. Bildirge dedi ki, eğer devlet (İngiltere) ‘özgürlüklere’ ilişirse meşruiyetini kaybeder ve ona karşı ‘direnmek/ayaklanmak’ hak ve ödev haline gelir. Bakın dikkat ederseniz hiç de öyle, hadi devlete tapalım, kral babamızdır, devlet için varız, öl desin ölelim, gibi ifadeler yok!
Peki, İngilizleri yendiler; şimdi ne yapacaklar? Koloniler Independence Hall‘e Konfederasyon ilkelerinde değişiklik yapmak için girip anayasa yaparak çıkıyor! Kabul etmeyen üç eyaleti ikna etmek için Hamilton, Jay ve Madison adlı kurucular, gazetelerde 80’in üzerinde yazı yazarak anayasayı anlatıyor. Bugün The Federalist Papers olarak bilinen bu yazılar hakikaten çok öğretici.
Nasıl bir anayasa bu ve hangi saiklerle yazılıyor?
Koloniler tek başlarına devam etseler ne borçlarını ödeyebilecekler ne de diğer devletlere karşı direnme şansları var. Bir araya gelip tek devlet içinde eriseler, bu kez de özgürlüklerini kaybedecekler. İşte ‘federasyon’ bu kaygılardan doğuyor: Bir arada olacağız ama birbirimizin içinde erimeyeceğiz, pek çok konuda kendi kendimizi yönetmeyi sürdüreceğiz. Açıkça federal devlete ait olmayan tüm yetkiler, federe devletler ve halk tarafından kullanılacak.
Peki başımızda kim olsun? Kral olmasın; başbakan konumundaki biri de bu yapıda birleştirici olmayabilir. ‘Başkanlık’ makamını yaratıyorlar. Haliyle bir bakanlar kurulu yok. Başkanın yardımcıları olacak (sekreterler) ve onlar ‘parlamenter sistemden’ farklı olarak meclise değil, başkana sorumlu. Yürütme organı, yasamadan koparılmış durumda. Bir de başkan yardımcısı var tabii. Peki başkan, canının istediğini yapabilecek mi? Olur mu öyle şey! Başkan, baş belasına dönüşmesin diye ‘fren ve denge’ adı verilen mekanizmalar yaratıyorlar.
Örneğin meclisi iki kanada ayırıyorlar. O kanatlardan biri, eşit biçimde eyaletlerin temsilini sağlıyor (Senato). Diğeri ise nüfus esasına dayalı seçimle oluşuyor (Temsilciler Meclisi). Başkanın önemli atamalarının tümü Senato’nun onayından geçiyor. Eğer Kongre çok engel çıkarmaya kalkarsa, başkanın elinde güçlü bir ‘veto’ yetkisi var. Bu arada anayasanın değiştirilmesini de hayli zorlaştırıyorlar ki, canı isteyen atına atlayıp Üsküdar’ı geçemesin.
Hâkimleri son derece güçlü. Büyük prestiji olan insanlar. Haliyle siyasetçilerden korkmuyor, çekinmiyorlar. En prestijli olanı da Anayasa Mahkemesi Supreme Court/Yüce Mahkeme) hâkimleri. 1803’te verdiği bir kararla ‘yasaların anayasaya uygunluğu denetimini yapma’ yetkisini de eline geçirdi ABD AYM’si. Dokuz üyesi var ve tümünü başkan atıyor. Peki nasıl yapıyor bunu? Aday kamuoyuna tanıtılıyor. Tartışılıyor. Senato önünde ‘sınavdan’ geçiyor. Siyaset üzerinde etkileri yok mu? Tabii ki var! George W. Bush, AYM marifetiyle başkan olabildi.
Buna mukabil örneğin ABD İçişleri Bakanı, “Ben AYM başkanıyla da konuştum, bazı rahatsızlıklarımı dile getirdim” demeyi aklından dahi geçirmiyor. Ya da ABD’de, ‘Ay acaba AYM’nin bu kararı uygulanacak mı?” gibi bir soru, muhtemelen akıl hastaneleri dışında herhangi bir mekanda gündeme gelmiyor.
Ülkenin her yerinde mütemadiyen seçim var. ‘Önseçim’ yapılıyor. Yaklaşık 100 bin civarında yerel yönetim mevcut. Eyaletler, kasabalar, mahalleler, okullar… Bitip tükenmeyen seçimlerle belirlenen organlar. Her düzeyde ‘yarı doğrudan demokrasi’ yöntemleri uygulanıyor. Halkoylaması, halk girişimi, geri çağırma…
Parti sistemi de geleneksel olarak ‘iki partiye’ dayanıyor ve bu partiler arasında derin ideolojik ayrımlar yok. Partiler daha ziyade birer seçim makinesi; genel merkezleri ve genel başkanları mevcut değil.
Sistemin ayrıntılarına dair, diğer yazılarda ‘gerektikçe’ örnek vereceğim.
Burada bunca gevezeliğin nedeni, ABD başkanlık sistemi adı verilen sistemin kendine özgülüklerini ve mantığını anlatabilmek. O toprağın kendi tarihinin, kendi niteliklerinin ürünü ve bu yüzden yalnızca orada demokratik sonuçlar verdi. Bir sistem ‘tüm nitelikleriyle’ ve ‘ayırt edici’ yanlarıyla göz önünde bulundurulmazsa, üzerine tartışmak, konuşmak ve anlamak mümkün olmaz. Olmuyor nitekim.
ABD başkanlık sistemi, ABD’nin, ‘hükümet sistemi’ dışında kalan diğer tüm farklılıklarının toplamından doğdu ve işleyebildi. Anayasa, birkaç yüzyıl boyunca zamanın gereklerine göre yorumlanarak yaşayabildi.
Bizim ergen şark kurnazları, bazen canları batıya bakmak istediğinde, ‘Bak ABD’de başkanlar İncil üzerine yemin ediyor ama,’ diyor ya hani! Doğru. Bu bir gelenek. Gel gör ki o İncil’e, Yüce Mahkeme başkanının karşısında elini koyuyor başkan…
(Devam edeceğim.)
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları





































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025