Şahin ALPAY

Sıfır probleme dönmeliyiz ama nasıl?
14.06.2014
1784

 Irak ve Suriyeli Sünni Araplara dayalı bir yarı – devlet görünümü almaya başlayan radikal İslamcı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün, önce 31 TIR sürücüsünü, sonra Musul Başkonsolosluğu’nu basarak 49 personel ve yakınlarını, yani toplam 80 Türkiye yurttaşını rehin alması olayı, AKP iktidarının izlediği, özellikle Ortadoğu’ya yönelik dış politikanın bir kez daha sorgulanmasına yol açtı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bilgi vermek üzere kendisini ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na, “Sizin yürüttüğünüz Ortadoğu politikası baştan sona yanlıştı. AKP hükümeti Türkiye’yi bir bataklığa sürükledi. Bunun siyasi bir faturası olmalı…” dediği medyada yer aldı. Düşündüm: AKP hükümetinin dış politikası “baştan sona” yanlış mıydı? Bence, hayır.

Arap Baharı ya da Arap diktatörlerine karşı halk ayaklanmalarının başladığı ve Ortadoğu’da büyük bir altüst oluşa yol açtığı 2011 yılına kadar, AKP’nin izlediği dış politika, yanlış değildi; aksine, Türkiye’nin gerek ekonomisi, gerek güvenliği, gerekse uluslararası saygınlığı açısından çok olumlu sonuçlar doğurdu. 2002 – 2011 arasında izlenen ve “komşularla sıfır problem” şiarıyla anılan dış politika esas olarak iki temel ilkeye dayanıyordu: Komşularla sorunların, askerî tehditler veya güç kullanımı yoluyla değil, diyalog ve diplomasi ile çözülmesi; barışçı ilişkilerin karşılıklı ekonomik bağımlılığı artırmak suretiyle güven altına alınması. Rusya, İran, Suriye,  Kürdistan Bölge Yönetimi başta olmak üzere Irak’la ilişkilerde sağlanan iyileşme bu ilkelerin uygulanmasıyla sağlandı. Başarısızlığa uğramalarından sadece Ankara’nın sorumlu olmadığı, Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm girişimi (2003 – 2004) ve Ermenistan’la imzalanan normalleşme protokolleri (2009) de aslında bu politikanın olumlu birer parçasıydı.

Otokrasiye karşı halk ayaklanmaları Ortadoğu’da siyasi statükoyu kökten sarsarak “sıfır problem” paradigmasına dayalı dış politikayı zora soktu. Geriye bakıldığında daha iyi görüldüğü üzere, yapılması gereken, ilkelerden taviz vermeden, paradigmaya ayar vermekti. Oysa AKP hükümeti, en azından Ortadoğu ile ilgili olarak, ilkeleri rafa kaldırmayı tercih etti. Osmanlı tarihi ve kültürel mirası dolayısıyla Ortadoğu’yu en iyi kendisinin tanıdığına dayalı bölgesel liderlik iddiasıyla, bölgede demokratikleşmenin teşvikçisi rolünü üstlendi. Bunun sonucu, bilinen nedenlerle, Şam, Bağdat ve Kahire ile ilişkilerin dibe vurması oldu. Bölgeyi çok iyi bilme iddiası tümüyle fos çıktı.

ABD’nin ve genel olarak Batı’nın Suriye krizinde nasıl bir rol oynayabileceği kestirilemedi. Obama’nın Rusya, İran ve Hizbullah tarafından her yoldan desteklenen diktatörlüğe karşı ayaklanan halka gereken desteği vermemesi sonucunda, muhalif saflardaki radikal (şeriatçı) Sünni İslamcılar ve dolayısıyla (Ankara’nın gayri  meşru ilan ettiği) Esad giderek inisiyatifi ele geçirdi. İç savaş giderek Esad ile radikal İslamcılar arasında savaşa dönüştü. Çaresiz kalan Ankara, uzun süre Esad’ı devirecekleri umuduyla radikal İslamcılara göz yumdu. İç savaşın uzaması ve bunların kendisine karşı bir tehdit olduklarını fark etmesi üzerine ancak önce IŞİD’i, yakınlarda El Nusra’yı “terörist” ilan etti; Batılılarla işbirliği yaparak bunlara yönelik militan akımını denetim altına almaya yöneldi. Sanırım, IŞİD’in rehine almaları, bu konuda Ankara’ya bir uyarı niteliğini taşıyor.

Şimdi ne yapmalı? Evet, “sıfır problem” sağlıklı bir dış politika paradigmasıydı. Ne yazık ki, 2011 yılı AKP’nin (iç politikada olduğu gibi) dış politikada genelde başarılı döneminin sonu oldu. Son üç yılda yaşananlardan sonra bugün, dış politikada “sıfır problem” paradigmasını ihya etmek ihtiyacında olduğumuz gibi radikal İslamcılığa hiçbir şekilde göz yummamak ihtiyacındayız. Başında Erdoğan ve Davutoğlu’nun olduğu bir hükümetle bunu başarmanın imkânsızlığı izahtan vareste. (Radikal İslamcılığa karşı tavır alması gerekirken, İslam’ın Türkiye ve dünyadaki en demokratik ve en barışçı yorumuna, Fethullah Gülen Hocaefendi ve esin kaynağı olduğu Hizmet Hareketi’ne karşı savaş açmış olması, bu hükümetle ilgili ironilerden biri.)

Ortadoğu’nun gelişmeleri, “sıfır problem” politikasını ihya, dış politikayı esas olarak diplomasi ve diyalogla yürütme zorunluluğunu getirdiği gibi, Kürt sorununa çözüm ve bütün Kürtlerle, bu arada Suriye Kürtleriyle dostluk politikasını yerleştirme gereğini de vurgulamakta. Çözüm çabasının bir “al ver” pazarlığı olmaktan çıkarılması, yeni bir anayasa konusu olarak görülmesi şart. Nihayet, ortaya çıkan Ortadoğu toplumları hakkındaki (iddia edilenin aksine) engin resmî cehaletimiz, hem akademik alanda hem de istihbarat alanında yenilenmeye ve güçlenmeye şiddetle ihtiyaç duyduğumuzun altını çiziyor. Bu bağlamda MİT’in iç ve dış istihbarat faaliyetlerinin birbirinden ayrılması, MİT’in hükümetin değil devletin hizmetinde bir kurum olarak yeniden örgütlenmesi ihtiyacı da adeta  bağırarak gözler önünde. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar