Şahin ALPAY

Demirtaş CHP’nin başına geçseydi...
14.08.2014
1797

 Pazartesi sabahı telefonum çaldı. Çocukluktan beri dostum olan bir arkadaşım arıyordu. Öfkeliydi.

Erdoğan’ın hem de ilk turda cumhurbaşkanlığına seçilmiş olmasına fena halde canı sıkılmıştı. Sorumluluğu muhalefetin zayıf aday ve performansına bağlıyordu. Birden parladı, “Yahu, şu Selahattin Demirtaş CHP’nin başına geçseydi, Türkiye’de her şey bambaşka olurdu!” dedi.

Sadece şunu demek istiyordu: Demirtaş gibi genç, dinamik ve hepsinden önemlisi “Her şeyden önce demokrat, solcu ve insan hakları savunucusuyum” diyen biri CHP’nin başına geçmeli. Dostumun, Demirtaş’ın T24’e verdiği mülakatta “Her CHP’linin elini vicdanına koyarak şu soruyu sormasını isterdim: Sosyal demokrat ilkeleri seçimlerde -ortaya koyduğu söylemle, tarzıyla, yaşamıyla, pratiğiyle- kim temsil ediyor?” dediğinden eminim hiç haberi yoktu. Ama kendi kendine o soruyu sorduğu besbelliydi.

Yaklaşık 40 yıl önce otoriter sosyalizm fikirlerini terk ettikten sonra, Türkiye’nin büyük ihtiyacının demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini savunan; azınlık haklarına saygılı; doğal çevreye ve sosyal adalete duyarlı sosyal piyasa ekonomisini benimseyen, kısaca çağdaş anlamda sosyal demokrat bir siyasi hareket olduğuna kani oldum. 1992’de yeniden açılan CHP’nin bu yönde gelişebileceği umuduna kapıldım, Sayın Deniz Baykal’ın davetiyle CHP’ye genel başkan ve grup danışmanı, Araştırma Merkezi direktörü sıfatlarıyla Ankara’ya gittim. Maceram 8 ay kadar sürdü. Zira CHP’nin vesayetçi, laikçi ve tek-kültürcü (asimilasyoncu) Kemalist zincirlerinden kurtulmasının mümkün olamayacağı sonucuna vararak İstanbul’a döndüm.

Aradan yirmi yıldan fazla zaman geçti. Ne yazık ki pek az şey değişti. Evet, kabul etmek gerekir ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’yi Kemalist zincirlerinden kurtarma yönünde bazı mütevazı adımlar attı. (Parti içindeki, tabandan fazla bir teveccüh görmeyen Ulusalcıların ona karşı ayaklanmalarının sebebi bu değil mi?) Denebilir ki Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP vesayetçiliği hatırı sayılır ölçüde terk etti; katı laikçiliği geride bırakıp din ve vicdan özgürlüğüne saygılı bir tutuma meyletti; hukuk devletini, bireysel hak ve özgürlükleri kararlılıkla savunmaya yöneldi, ama ülkenin en büyük etnik azınlığı ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kurucu unsurundan biri olan Kürtlerin anadilde eğitim hakkını dahi tanımaya yanaşmadı. (Bugün Kürt çoğunluklu bölgede CHP yok.) Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve hükümetinin artan otoriterleşme, yozlaşma ve mezhepçilik eğilimlerine karşı saygı değer bir mücadele verdi, ama bu mücadelenin CHP’yi iktidara taşımaya yetmeyeceği açıkça görüldü.

CHP elbette ki Atatürk’e, Mustafa Kemal Paşa’nın kurtuluş savaşını başarıya ulaştıran toplumu birleştirici politikalarına sahip çıkmalıdır. Ne var ki vesayetçiliği, otoriter laiklik ve kimlik politikaları anlamında Kemalizm’i terk etmedikçe, Türkiye siyasetinde ikincil bir rol oynamaya mahkum. Türkiye’nin yeniden “demokrasi, hukuk devleti, insan hakları ve azınlıklara saygı”yı yerleştirme yoluna girmesi umudu, kabaca, AKP içindeki otoriterlik (Erdoğan) ve demokrasi (Abdullah Gül) yanlıları arasında uç vermeye başlayan mücadeleye bağlı görünmekte.

HDP’ye gelince: Selahattin Demirtaş’ın bu cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında izlediği, “Her şeyden önce demokrat, solcu ve insan hakları savunucusu” çizgiyi içtenlikle benimser, dar Kürt milliyetçiliğinden vazgeçer, PKK’nın silahlarının gölgesinde kalmaktan kurtulursa, bu partinin Türkiye siyasetinde giderek büyüyen bir rol oynayabileceği söylenebilir. PKK silahlara veda ettiği ölçüde HDP için bu yol açılabilir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar