Selami GÜREL

Barışın toplumsallaşması ve “sıradan” görevlerimiz
3.01.2025
333

MHP lideri Bahçeli’nin mecliste DEM Partililerle tokalaşması ile başlayan süreç, Öcalan’la önce milletvekili yeğeni, ardından DEM parti heyetinin görüşmesiyle daha yoğun tartışma ve hareketlenmeyi beraberinde getirdi.

Şöyle ki; Kırk yıldır yaşanan bir çatışma süreci toplumsal yaşamın birçok kurumunu, bireylerini tahrip etti. Milyonlarca insan topraklarında yaşayamaz hale gelince yerlerinden göç etti. Toplumsal alanlara harcanabilecek maddi değerler yerini bulmadı. Ekonomik ve sosyal tahribat git gide daha da derinleşti. Hukuk ve adalet kavramları iyice aşındı. Demokrasi bazı ülkelerde görebildiğimiz, ama bizden bir hayli uzaklaşmış bir kavrama dönüştü.

Elbette savaşlar, çeşitli çatışmalar ilelebet devam etmiyor, bir zaman sonra yerini barışa bırakıyor. Umalım şu an bizim coğrafyamızda, böyle bir barışın kapısının aralanabileceği bir sürecin arifesinde olsun.

Bu yazı, böyle bir süreç başlandığında çeşitli toplumsal katmanların, siyasi partilerin –özellikle muhalefet partilerinin- kitle tabanlarının barış sürecinin toplumsallaşmasında ne tür katkıları olabileceği üzerine kaleme alındı. Bu çatışmalı süreci bitirmek isteyen politik tarafların, konuya vakıf olduklarından hareket ediyorum.

Sizleri sıkmadan, elimden geldiğince kısa tutup, uzun zamandır devam eden bu çatışmanın arka planına dair bir özet yapıp, ardından bugüne dönmek istiyorum.

19. yüzyılın başlarında Dünya, kapitalizmin karakteri gereği bir paylaşım savaşına hazır hale gelmişti.

1915-1918 arası süren paylaşım savaşı, insani sonuçları bir yana, imparatorlukların yıkılıp, yerine küçük ulus devletlerin kurulmasıyla sonuçlandı. Emperyalizm için küçük ulus devletleri kendi çıkarları için yönetmek, o yıllarda çok daha kolaydı. Bu planla savaş sonrası imparatorluklar dağıldı, Osmanlı imparatorluğu bunlardan birisiydi. İngiltere, -Çarlık- Rusya ve Fransa arasında Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot gizli antlaşmasıyla Osmanlı devletinin toprakları paylaştırılmıştı. Buna dayanarak İngilizler Ortadoğu ve Arap yarımadasında onlarca kabile devletleri kur-dur-du.

Bizim coğrafyaya dönersek; O anda ve yüzlerce yıldır bütünlüklü bir coğrafyada yaşayan Kürtler, aniden kendilerini dört farklı devletin (Türkiye, Suriye, Irak ve İran) içinde buldular. Bunların hiçbiri, Kürtleri dilleri ve kültürel kimlikleriyle kabul etmiyor, yok kabul ediyorlardı. Kürtlerin ve devletsiz olan halkların dramatik hikayesi böyle başladı.

Kürtler, Ermeniler, devletsiz diğer halklar çok ağır soykırımlara uğrayıp, büyük bedeller ödediler.

İçerideki Ermeni, Pontuslu, Kürt ve bilumum Hristiyan olmayan halkına -okulda, camide, radyoda, gazetelerde- bu topraklarda yaşayan herkesin Türk olduğu yalanını anlattılar. Sorun o nedenle halen yerli yerinde duruyor.

“Bu nasıl mümkün oldu” sorusuyla,  Cumhuriyetin kurulduğu dönem Avrupa’sının ve ülkenin politik atmosferine, bakalım.

Cumhuriyet, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, emperyalistlerin cetvelle ülke sınırlarını çizdiği, sonraki yıllarda faşizmin tarih sahnesine çıktığı 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden önce kuruldu. Cumhuriyet kurulduğunda, ileride Hitler’in müttefiki olacak İtalyan faşist lideri Mussolini bir yıldır iktidardaydı. 1932’de faşist Salazar Portekiz’de, 1933’de Hitler Almanya’da, 1936’da Franko İspanya’da iktidar olmuşlardı. Bunların hepsi halkların düşmanı, tek başına yöneten katil diktatörlerdi. Bu durum ikinci savaşın sona ermesine kadar –İspanya ve Portekiz dışında- devam edecekti. (Portekiz 1968, İspanya 1975’de diktatörlerin ölümüyle kurtuldu) Demokratik kurum ve kuralların Avrupa’da hayat bulması, esas olarak, ikinci savaşta Faşizmin yenilmesinden sonrasına denk düşer. Başka bir ifadeyle, ikinci savaşın sonuna kadar Avrupa’nın politik yapısında tek partili faşist, ırkçı diktatörlükler önemli bir etkiye sahipti.

Bıraktığımız yerden Türkiye coğrafyasına dönersek, ikinci savaşa katılmamış olmasına rağmen TC’de savaş sonuna kadar tek parti iktidarını sürdürdü. İlk çok partili seçim 1950 yılında yapıldı. Hem tek parti iktidarının sürdüğü 27 yıl, hem de sonrasında bizim coğrafyamızda demokratik kurum ve kurallar yerleşmedi. Azınlık vatandaş halklara karşı düşmanlık devam etti. Varlık Vergisi, Aşkale Sürgünleri, Bir bavul 20 dolar dramları, 6-7 Eylül pogromları, 1938 Dersim Kürt ve Alevi soykırımları bu dönemde yaşandı. Türkler olarak, aynı ülke coğrafyasını paylaştığımız halklarla birlikte yaşamanın koşullarını yöneticilerimiz yaratmadı, biz de bu durumu “kabullendik” 

Sene 2025, 21’inci yüzyılın ilk çeyreği, Cumhuriyet tarihinin ilk çeyrek yüzyılının yaşanmışlıkları ile bugün barış istemek, o dönemi kılavuz alarak mümkün değil.

Eğer samimi olarak barış istiyorsak, tarihimizdeki tüm haksızlıklarla hesaplaşacağız. Ülkenin yüz akı Lefter’in evini taşlayanları unutmayacak, bundan utancımızı itiraf edeceğiz. Halkların devletsiz kaldıklarında da KİMLİKLERİYLE yaşam hakkını sonuna kadar savunacağız.

Kahvede, vapurda, trende, okulda, işyerinde bugünün özgül durumunu ve sorumluluğunu kavrayarak, detaylara boğulmadan ve koşulsuz “BARIŞ, İLLEDE BARIŞ” diyeceğiz…

O zaman barışın toplumsallaşması başarılabilir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar