Selami GÜREL

Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, PKK’nın Ateşkes ilanı ve sonrası
2.03.2025
424

Bazı anlarda zaman beklediğimizden çok daha hızlı akabiliyor. MHP başkanı Bahçeli’nin DEM PARTİ’lilerle el sıkışarak başlattığı süreç, uzun bir süre çok yavaş ilerlemiş, çoğumuza nefesini tutturup, belirsizlik –kısmen de umutsuzluk- yaratmıştı. Öcalan ile yapılan ilk görüşmeler, bu belirsizliği biraz dağıtmış olsa da 27 Şubat’a kadar devam etmişti. 28 Şubat çağrının Yerel ve Dünyadaki olumlu etkilerini yansıtırken, bu sabah PKK’nin de, Öcalan’a uyacağını ve Ateşkes Kararı aldığını açıklaması, zamanı hızlandırdığı gibi, karamsar havayı daha da dağıttı. Hemen yazının başında bir açıklama yapayım: Yaşanan süreç şimdilik -ve sadece- bir Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı. Arkasını, kimimiz içinde kimimiz dışında yaşayarak göreceğiz.
Öncelikle, “bu günlere nasıl gelindi?” sorusuna yanıt ararken, bir de hafıza tazelemesi yapmak biraz zorunlu. Malum, eskilerin deyişiyle, “hafızayı beşer nisyan ile maluldür.” (*)
Daha önceki yazılarımda bahsettiğim için bu yazımda kısa bir hatırlatma yapıp devam edeceğim. Birinci emperyalist paylaşım savaşı –Rus, Alman, Avusturya/Macaristan ve Osmanlı- imparatorlukların parçalanıp, yerine onlarca kukla “ulusal” devlet kurulmasıyla sonuçlandı. Konumuz Kürtler ve devletsiz kalmış halklar olduğu için, Ortadoğu ve Osmanlı imparatorluğu ile sınırlayacağız.
İngiltere, -Çarlık- Rusya ve Fransa arasında Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot gizli antlaşmasıyla Osmanlı devletinin toprakları paylaştırılmıştı. İngiltere bu paylaşıma bağlı olarak yeni kukla devletler kurdu. Yüzlerce yıldır bütünlüklü bir coğrafyada yaşayan Kürtler, kendilerini 4 ayrı devletin (Türkiye, Suriye, Irak, İran) sınırları içinde buldular.
Bu devletlerin hiçbiri Kürtleri dilleri ve kültürel kimlikleriyle kabul etmiyor, yok kabul ediyorlardı. Kürtlerin ve devletsiz olan halkların dramatik hikayesi böyle başladı. 
 
Kürtler, Ermeniler, Pontuslular ve devletsiz diğer halklar çok ağır soykırımlara maruz kaldılar. Kürtler dışındakiler neredeyse Anadolu’dan silindi. Kürtlerin “şansı” sayıca kalabalık ve Müslüman olmalarıydı. Yoksa vahşette pek fark yoktu. Topal Osman çeteleri Karadeniz’de Pontusluları kiliselere doldurup diri diri yakarken, Dersim mağaralarında Kürtler “fare gibi zehirleniyordu.” (Bu söz, o zamanın Elazığ Valisi, daha sonra Demirel’in Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’e aittir)
Buraya kadar oldukça yüzeysel anlattığım, parçalanmışlığı, kimliksiz hale getirilişi –örneğin Suriye’de vatandaş bile değillerdi- büyük bir öfke birikimine yol açtı.
Dünyada başlayıp Türkiye’ye de sıçrayan 1968 devrimci gençlik hareketi, Kürt sorununa daha hassasiyetle yaklaştı. İbrahim Kaypakkaya, döneme göre, aydınlatıcı teorik yaklaşımlar sergiledi. Deniz Gezmiş’in idam edilmeden önceki son sözünü, “Yaşasın Kürt ve Türk Halkının Kardeşliği” sloganıyla bitirdi. Yetmişli yılların ortasına doğru Türkiye Sosyalist Hareketleri kitleselleşirken 1978 yılında PKK ortaya çıktı.
12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte idamlar, işkenceler, ağır bir saldırı dönemi başladı. Ve Çok acı bedeller pahasına elli yıla yakın süredir -3 gün öncesine kadar- devam eden bir savaş başladı.
Bu savaşın tüm bilançosunu çıkarmaya bu yazının satırları yetmez. 
90’lı yıllarda 4.000 (dört bin) köyün geri dönülemeyecek biçimde boşaltıldığı, en az 4-5 milyon insanın topraklarından sürüldüğü, milyonlarca gencin doğduğu toprakları görmeden büyüdüğü, ailelerinin çektiği acılarla kimlik ve kişilik bulduğu bir süreç…
Rakamlar muhtelif, ama ekonomistlerin mutabık olduğu; bu savaş için DÖRT TRİLYON DOLAR harcandığıdır.
Halen gidilemeyen -yasaklı- yüzlerce yayladan, toprakta gömülü mayınlardan, yakılan ormanlardan bahsetmedik, tahrip edilen doğanın, zaten maddi bir karşılığı yok…
Yeni süreçle, silahların, ölümlerin, ahlaki yıkımların, çevresel tahribatların yerini, demokratik ve barışçı politikaların alma ihtimali doğdu. Yüz binlerce insan, özellikle Kürt illerinde Öcalan’ın açıklamasını nefesini tutarak, ağlayarak dinledi.
Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Laz, Hristiyan, Alevi, Sünni, dinli, dinsiz, tüm toplumsal farklılıkları umut ve heyecan kapladı. Ülkenin önemli aydınlarından, cesaret verici pozitif yorumlar yapıldı, toplumsal sorumluluklarımız hatırlatıldı. Türkiye’nin komşu ülkelerindeki Kürt oluşumları, sürece pozitif katkı sunacaklarını deklare ettiler. Avrupa devletlerinin tamamına yakını, hatta ABD süreçten duydukları memnuniyeti bildirdi. Kürt Halkı yekvücut kararın arkasında durdu.
Böylesine pozitif politik atmosfer bizim ülkemizde çok az görülür. Görüldüğünde de çoğu kez arkasını getiremeden çeşitli akametlere uğrar. Ama bu bir mukadderat değil, asla da olmamalı. Birilerinin barışı engellemek isteyebilir, kendi çıkarlarını toplumun suni “iç çelişkilerini” kışkırtmakta bulabilir, savaş baronlarının, silah tekellerinin sözcüsü olabilir. Ama biz halkız ve milyonlarız, onlardan çok daha güçlüyüz, toplumsal sorunlarımızı savaşsız, silahsız, demokratik koşullarda çözebiliriz. 
O nedenle biz barışa, demokrasiye odaklanalım, çevresel yıkıma karşı duralım, denizlerin, yaylaların, derelerin korunmasını savunalım. Milyarlarca canlı türünün yaşadığı böylesi zengin bir doğayı çocuklarımıza, torunlarımıza emanet edelim. Onlar da birbirine benzemeyen halklarla, kültürlerle dillerle, dinlerle bir arada yaşamanın bir zenginlik olduğunu fark etsinler. 
“Anlamsız savaşlar için verecek tek bir canımız, tek kuruşumuz yok” diyelim.
Ve barış kazansın!
 
(*)Toplumsal hafızanın unutkanlık gibi bir sakatlığı vardır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar