Sezin ÖNEY
Size, bugün “politika” olarak bildiğiniz şey, aslında politika değil desem...
Hele ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kürsüden veryansın süre giden ve hele de, partiler arası laf dalaşı şeklinde cereyan eden şey, hiçbir şekilde politika değil diye de eklesem.
İlk (ve herhalde son) siyasi konuşmamı yaparken ben böyle dedim; söylediklerimden çok “politikacı” hâlim tuhaftı açıkçası.
Benim gibi kalabalıkların arasında kaybolmayı tercih eden, görünmezliği gözönünde olmaya yeğleyen, dahası muhabirlik deneyimleri sırasında röportaj yapar, soru sorarken bile yüzü sürekli kızarıp bozaran birinin, bir salon dolusu insanın önünde konuşması gerçekten de olacak iş değildi.
Mucizeler de oluyor demek; bundan iki hafta önce kadar, Ankara’da Yeşiller Partisi ve Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (EDP) birleşmesine bir hafta kala gerçekleşen toplantısında yerin dibine geçmeden konuşmayı başardım.
Konuşurken bir yandan kafamda sorguladığım temel soru şuydu; neden bazıları konuşuyor da, bazıları dinliyor? Neden asıl “derdi olanlar” susmak zorunda kalıyorlar da, bazıları onları temsil etmek üzere “seçkin” kişiler olarak, onların üzerinden yükseliyor? Politikadan uzak olduğum hâlde, tesadüfler sonucu bir oda dolusu insana hitap eden ben bile, karşımda beni dinleyenlerden çok mu farklıyım, beni onlardan ayrı kılan bir şey mi var da, ben konuşuyorum onlar dinliyor?
Sonuçta, benden aslan yürekli, “karizmatik lider” bir politikacı olmaz belli ki, ama siyaset denen şey aslında olması gerektiği hâliyle ancak, “gerçek manasıyla” “sıradan insanlar” arasında gerçekleşebilir ve onlar tarafından gerçekleştirilebilir.
Bu düşüncenin mucidi ben değilim.
Hannah Arendt, Michel Foucault gibi politika üzerine kafa yoran “münevverler” de, çok farklı yollardan geçip, bence, “politikanın ne olduğu” konusunda aynı kapıya varmışlar.
Aslında çıkış noktaları da çok yakın; her ikisi de, “toplumun birarada yaşayabilmesi” için özgürlükleri denetleyen (yani kısıtlayan) “hukuk devleti”, “egemenlik” gibi kavramları, bildiğimiz hâliyle politikayı sorgulayan kişiler.
İkisi de, İkinci Dünya Savaşı’nın ayan beyan yıkımı ötesinde, Nazizm ve Faşizm’in Avrupa’da yükselişini sorgulamış, “neden” sorusuna yanıt vermek için de, “insan olma hâlinin” en temeline inmeye çalışmış insanlar.
İkisi de, politikanın varlık amacını, “insan olmaya”, “yaşamaya” bağlayan düşünürler. Bir anlamda, politika, bir “amaç” değil onlara göre, varoluşumuzun kaçınılmaz sonucu.
Arendt’in şu sözünü ele alalım; “Bu gezegende, ‘insan’ değil ‘insanlar’ yaşıyor. Çoğulluk(çeşitlilik), bu dünyanın kanunu”.
Ancak, “normalin”, “olması gerekenin” ne olduğunu tayin eden bir sürü, “sözde kanuna” göre yaşıyoruz. Arendt, “Toplum, her bir üyesinden, belli bir davranış bekliyor, hepsi de üyelerini ‘normalleştirmeye’ çalışan sayısız ve çok çeşitli bir sürü kuralla, onları belli biçimde hareket etmeye zorluyor; onları kendiliğinden harekete geçmek ve sıradışı bir tavır almaktan uzaklaştırıyor” diye yazıyor. Foucault ise, “Normallik yargıçları her yerde. Hoca-yargıç, doktor-yargıç, eğitimci-yargıç, sosyal hizmetli-yargıç; ‘kuralcılığın’ evrensel hükümdarlığı onların üstüne vazife; ve her birey, nerede olursa olsun, kendisini, vücudunu, hareketlerini, tavırlarını, yaptıklarını bunun tahakkümü altına sokuyor” diyor.
Foucault’dan yola çıkarsak; günümüzün derdi, belki “kim olduğunu keşfetmek değil, kim olduğunu reddetmek”.
Diğer bir deyişle, kendi iradesi, kendi varlığı, kendi değerleri ve onuru üzerinde güç sahibi olmak; hayatı, biraz da bir sanat eseriymişçesine, incelikle, üzerine düşünerek, kendini eleştirerek yaşamak.
Yani, kendi kanununu, kendisi ve başkalarıyla sürekli müzakere içinde, kendisi yazarak yaşamak; bunu yapabilir miyiz insanlar olarak?
Politika, bir tür nefes alıp vermek, “hayat biçimi”, canlanmak, dünyaya gelmek, hayata tepki vermekse; harekete geçip, farklarımızın, çeşitliliğimizin getirdiği “yaşam hâllerini” konuşarak yaşayabilir miyiz?
Politikayı, insanlar arasında bir var oluş biçimi hâline getirebilir miyiz?
Arendt’in, “politikanın politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iş” olduğu serzenişinde, doğruluk payı epey yüksek aslında!
“Geldiğimiz dünyada, hiçlikten geliyor ve bir hiçliğe kayboluyoruz; var olmak ve belirmek çakışıyor” diyordu Arendt.
“Âvâzeyi şu âleme Dâvûd gibi sal/ Bâki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş”... Aslında insanlık olarak hâlimiz tam da bu.
Arendt’in yaklaşımıyla, politikanın amacı özgürlükse ve politikanın “yaşandığı” alan harekete geçmekse, gelecek geldi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, geçen pazar, Ankara’da kuruldu.
Her doğum, bir mucize; politikayı olması gerektiği gibi, içinde insan olan bir varoluş biçimine dönüştürecek bir siyasi hareket ise, devrimin ta kendisi.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Mutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler
28.09.2025 - Kopukluk ve “Anadolu Kırılması”
25.04.2025 - Olağanüstü koşullardan çıkış
3.02.2025 - Lucifer etkisi: Can ve cam kırıkları
29.01.2025 - Çanlar kimin için çalıyor?
17.01.2025 - ABD seçimleri: Neden böyle oldu?
7.11.2024 - Şahinlerin barışı
6.11.2024 - Bu 'süreç' neyin süreci?
24.10.2024 - Dönüm noktası bir ziyaret
27.06.2024 - Meksika’nın ilk kadın başkanı çetelere karşı
7.06.2024
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































y.tasdelen
Sayin ALPER GORMUS, her yaziniz harika,sizin gibi yazarlarin fikir ve dusunceleri,insani duygulandiriyor,sag olun
bir kürt
ben bir kürt olarak bu olaydan sonra düşüncelerim değişti tamamiyle. biz her ölüme insan olduğu için üzülürken ölen kimlikler kürt olunca devletimizin medyamızın ve en önemlisi kardeşimiz canımız dediğimiz türklerin nasıl üç maymunu oynadıklarına tanık oldum. bu durum sözün bittiği yerde olduğumuzu gösteriyor. duam şu ki şu acıları yaşatanlara vahşice cinayet işleyenleri allah onbin kat acı çektirsin.sesiz kalanlarada bedduam sesinizi duyan olmaz inşallah