Umut ÖZKIRIMLI
Biliyorum, AKP’nin bir yere gittiği yok. En azından kısa vadede.
Öte yandan 2012’den itibaren teklemeye başlayan, Gezi ve 17-25 Aralık krizleriyle ciddi bir sarsıntı geçiren, 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından fiili başkanlık rejimine geçişle birlikte serseri bir mayın gibi dalgalanmaya başlayan Yeni Türkiye projesinin gerileme dönemine girdiği de açık. Bunun en önemli göstergesi ise hükümet üyelerinin ve fiili başkanın iki dudağı arasına bakan propaganda ordusunun giderek hırçınlaşan, hatta çirkinleşen tavırları.
Bir önceki yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi geçiş dönemi kolay olmayacak; iktidarı kaybetmemek için savaş çıkarmaya bile hazır görünen bu kadro Türkiye’ye bedel ödetmeden koltuğu bırakmayacak. Ama öyle ya da böyle, bir vadede Yeni Türkiye tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak. Alacak ama…
Geride kuşaklar boyu etkisini hissettirecek bir enkaz bırakarak. Üç boyutlu bir enkaz. Kolay kolay kaldırılamayacak…
Siyasal İslam projesinin bitişi
Şu an iktidarda da olsa siyasal İslamın demokrasiyle imtihanı başarısız oldu; ‘dava’ kaybedildi. Tek tük istisnaları saymazsak seslerini çıkarmaya çekinen pek çok dindarın, hatta partide eski güçleri kalmayan AKP yöneticilerinin bile farkında olduğu bir gerçek bu.
AKP, Türkiye’nin demokratikleşme serüvenine zarar vermekle kalmadı; savunduğunu iddia ettiği ideolojiyi, inanç ve değerler sistemini kendi elleriyle yok etti. İslamcılar, mağdurken sahip oldukları toplumsal meşruiyetin kırıntısına bile sahip değil bugün. Başörtüsü gibi haklı oldukları konularda sadece Müslümanlardan değil, eşitliğe, özgürlüğe inanan laik kesimlerden de destek alan İslamcılar iktidara geldiklerinde kendi çıkarlarından başka bir dertleri olmadığını gösterdi.
Hareketin radikal unsurları -ganimet kokusunun çekiciliğine kapılarak peşlerine takılan ‘devşirmeler’le birlikte- hem laikleri, hem de hegemonya mücadelesi içine girdikleri diğer İslami grupları hedef tahtasına oturtan bir cadı avına girişirken bu hareketi iktidara getiren ve orada tutan taban, ya korkudan ya‘mahalle baskısı’ndan ya da çıkarları gereği sessiz kalmayı tercih etti.
Bu süreçte İslami kesim, geçmişte onlar adına mücadele eden laikleri ‘darbeci’, ‘Beyaz Türk’ ya da ‘cemaatçi’ olmakla suçladı. Böylelikle içine kapandı, yalnızlaştı. Yalnızlaştıkça da iktidara daha sıkı sarılmaya başladı. Bir gün iktidarı kaybederlerse benzer bir cadı avına maruz kalabileceklerinden korkarak.
Gelecekte böyle bir süreç yaşanacak mı, bilmiyoruz. Ama yaşanırsa yanıbaşlarında kimseyi bulamayacaklarını biliyoruz. Çünkü denendiler, kendi deyimleriyle ‘sınandılar’; ‘Dindarların kamusal alana katılımını engelleyen yasaklar kalkmalı, herkes eşit olmalı’ diyenler bugün kendi mahallelerinde ‘İslami faşizm’e kapıyı açmakla suçlanıyor. Aynı ilkeleri paylaştıklarını düşündükleri dindar ‘dostlar’ı ise iktidardan nemalanmakla ya da nemalananlara göz yummakla meşgul.
Laikler bir daha dindarlarla ortak hareket etmeyecek. Dindarlıkla sorunları olduğu için değil, onlara güvenmedikleri için. Eşitlik, özgürlük gibi ortak ilkelerde buluşamadıkları için.
Toplumsal kutuplaşma ve nefret
Türkiye’de toplum, hiçbir zaman birbirine güvenen birey ya da cemaatlerden oluşan bir toplum değildi. Herkes, ‘kendi gibi olan’a güveniyor, ‘öteki’nden mümkün olduğunca uzak duruyordu. Laikler İslamcılardan, Aleviler Sünnilerden, Türkler Kürtlerden, solcular liberallerden, milliyetçiler gayrı-müslimlerden hazzetmiyor, biraz kurucu ideoloji, daha çok da ordu marifetiyle ‘zoraki’ bir arada duruyordu. Birbirine değmiyordu. Değdiğinde de konuşmak yerine kavga etmeyi tercih ediyor, fırsat bulursa ötekisini yok etmeyi denemekten çekinmiyordu.
AKP var olan bu fay hatlarını onarma vaadiyle iktidara gelse de uygulamada bu fay hatlarını derinleştirmeyi seçti. Ayrılıkları körüklerken, sayıca çoğunlukta olmanın avantajını da kullanarak kendi saflarını ötekilere karşı kışkırttı.
Bu süreçte AKP geçmişten miras farklılıklara üç katkıda bulundu. Birincisi, bu farklılıkları kerameti kendinden menkul bir ‘sessiz devrim’den, yani Yeni Türkiye projesinden yana olanlar ve olmayanlar ayrımı üzerinden yeniden tanımladı. İkincisi, birbirini sevmese de bir şekilde bir arada durmayı beceren toplulukları birbirinden nefret eder hale getirdi. Üçüncüsü, aynı değerlere sahip grupları da kendi içinde böldü, parçalara ayırdı.
Böylelikle AKP’ye oy vermeyenler, kim olursa olsun, ‘hain’ ilan edildi. Fiili başkan ve müritleri ölümleri yarıştırarak, çocukları terörist ilan ederek, biat etmeyenleri yok sayarak ya da ezerek farklılıkları ahlaki bir zemine taşıdı. Kendi değerleri söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayanlar başkalarının değerlerini pervasızca ayaklar altına aldı. Vicdan, ahlaktan boşalan yere öfke ve nefret yerleşti.
Yaşananlara tepki duyanlar sadece iktidara değil, bu hareketi iktidara taşıdığına kanaat getirdikleri ‘liberaller’e, ‘yetmez ama evetçiler’e de öfke beslemeye başladılar. İktidar bloğu ayrım yapmadan herkesi ezerken, birlik olması gerekenler birbirlerini yemeye başladı. Nefret kalıcılaştı, toplumu tanımlayan temel nitelik haline geldi.
Ulus-devletin sonu
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar (ve öncülleri) paramparça bir coğrafyadan homojen bir ulus çıkartmak için elinden geleni yaptı. Öldürdüler, sürdüler, zorladılar. Olmadı. 90 senelik bunca uğraş, ödenen onca bedel boşa gitti; ulus kurulamadı.
Kendini bu ulusun gerçek temsilcisi olarak gören İslamcılar ise geçmişten hiç ders almamış olsalar gerek, tarihi yeniden yazmaya çalışıyor, yeni bir Türklük anlatısı kurmaya uğraşıyor. Hem de aynı yöntemlerle…
Dayatarak (“Bu milletin inancı belli”, Recep Tayyip Erdoğan, 25 Nisan 2015); taklit ederek (Anıtkabirin yanına ‘AK Saray’ denilen‘şey’i dikerek); dışlayarak (kadınlar, LGBT bireyler, Aleviler,‘asimile olmayan/biat etmeyen’ gayrı-müslimler, Kürtler, laikler, solcular, Geziciler, vs. vs.); tekrarlayarak (10 sene öncesine kadar ulusalcıların tekelinde olan dış güçler, Haçlı zihniyeti referanslı komplo teorileri, ‘Sünni Müslüman Türk’ün Sünni Müslüman Türk’ten başka dostu yoktur’ düsturu).
Elbette başaramayacaklar. Bunu öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bunca nefret ve bölünmüşlükten bırakın homojen bir ulus, ayrılıklara saygılı bir toplum çıkarmak bile mümkün değil.
Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşme yapması gerekiyor. Bu sözleşmenin de ‘en azından’ yerel yönetimlere özerklik veren, daha ideali federatif bir yapı öngörmesi gerekiyor. İzmir’le Konya, Trabzon’la Diyarbakır artık ortak bir gelecek kurgusu çerçevesinde bir arada yaşayamaz. Bu tür bir birlikteliği zorlamanın sonu iç savaşla bitecek bir ayrılık olur ancak.
Toparlayacak olursak, AKP iktidarı Türkiye ‘kurgusu’nun limitlerini gözler önüne serdi; kökü geçmişe miras sorunları daha da derinleştirerek gelecek kuşaklara kolay kolay kalkmayacak bir enkaz bıraktı. Çözüm diye ortaya atılan Yeni Türkiye safsatasını bir kenara bırakacak olursak, Türkiye Cumhuriyeti bildiğimiz, bize öğretilen anlamıyla bitti.
Acile ölü getirilen bir hastaya son müdahaleler yapılıyor, ama nafile. Zorlu bir geçiş sürecinden sonra odadaki kıdemli doktor, Amerikan dizilerini andıran bir tavırla, “Tamam, yeter” diyecek ve ölüm saatini söyleyecek.
Belki de saat 9’u 5 geçe olacak.
DİKEN
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.03.2020
25.02.2020
10.02.2020
16.12.2019
5.01.2019
19.10.2019
12.10.2019
6.08.2019
2.07.2019
24.03.2020