Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Paul Auster son romanının bir yerinde, yeni doğmuş ikiz yeğenlerinin çıplak vücutlarına hayatta olmanın tuhaflığını kavramaya çalışarak bakan genç bir kadının, sonrasında defterine düştüğü notları da yazmıştı:
“İnsan vücudu, başka insan vücutları olmaksızın var olamaz. İnsan vücudunun dokunulmaya ihtiyacı vardır – sadece minik insan vücutlarının değil, büyük insan vücutlarının da. İnsan vücudunun derisi vardır.”
Yalnızlık yazdırıyor. Yalnız bir kadının mektuplarını okuyorum şimdi. Vücuduna kimsenin dokunmadığı bir kadının mektuplarını. İçindeki huzursuz kalabalığı başka türlü teskin etmesi imkânsız olduğu için mi yalnızlığı seçti bu kadın? Yaşamak için yazmak zorunda olduğunu bildiğinden mi? Bu tercihi nasıl yaptı? Doksan yılı aşan bir yaşama uğraşını, yalnız başına ve yalnızca yazarak yüklenirken, bu muazzam ağırlığın altında böyle vakur ve muzip bir edayla durabilmeyi nasıl başardı? Vücuduna hiç dokunmamış ve hiç dokunmayacak olan bir erkekle nasıl bu kadar yakınlaşabildi? Kelimelerin kardeşliğiyle yetinmeyi kimden öğrendi? Niye nicemiz gibi kibri ölçüsünde kırılgan, kesinliği ölçüsünde kıskanç hükümler vermedi hiç? “Kimse onu benim kadar iyi anlayamaz” dememe dirayetini nasıl gösterebildi mesela; “Kimse onu benim kadar çok sevemez” diye kendini kandırmama kudretini nereden buldu? Sahip olmama özgürlüğüne nasıl kavuştu bu kadın? Bir derisi olduğunu ne zaman unuttu?
İki ihtiyarın yarım asırlık arkadaşlığı
Tılsımını, bu soruları mümkün kılmasında değil sadece, aynı zamanda her bir sorunun cevabını, bir diğerinin içine saklamasında da bulan mektuplar okuyorum şimdi. Hayatın bizden sakındıklarına duyduğumuz şehveti, hayatın bize verdiklerine şükrederek terbiye edebilmek bir ihtiyarlık âlâmetiyse eğer, ihtiyar ruhlu bir kadınla bir erkeğin, gençliklerinden ölümlerine uzanan yarım asırlık arkadaşlığı var bu mektuplarda.
Kadın, bize William Faulkner’ı, Tennessee Williams’ı, Flannery O’Connor’ı, William Styron’u veren Amerikan Güneyi’nin yetiştirdiği en güçlü yazarlardan biri: Eudora Welty... Erkek, romanları ve hikâye kitaplarıyla Amerikan edebî dağarcığında sağlam bir yeri olan ve kırk yıl süreyle edebiyat editörlüğünü yaptığı New Yorker dergisi üzerinden, Vladimir Nabokov, J.D. Salinger, John Updike, Isaac Bashevis Singer gibi nice meslektaşının nice eserinin son rötuşlarını yapan William Maxwell.
Yirminci asrın ilk demlerinde, bir yıl arayla (Maxwell/1908, Welty/1909) doğan bu iki yazarın, tanıştıkları 1942’den yirmi birinci asrın başında, aynı yaşta ve bir yıl arayla (Maxwell/2000, Welty/2001) ölünceye kadar süren mektuplaşmaları, ilk kez toplu halde yayımlandı. Dört yüze yakın mektubun yer aldığı kitabın adı, What There is to SayWe Have Said (Söylenecek Ne Varsa Söyledik). Daha önce, Welty’nin biyografisi ve edebiyatı üzerine iki kitap yazmış olan İngiliz Dili Profesörü Suzanne Marrs, eldeki seçkiyi hazırlarken, durulabilecek en iyi yerde durmuş bence; kitabın gerek “sunuş” bölümünde, gerekse mektupları yazıldıkları yıllar itibariyle topladığı farklı başlıklar altında yaptığı hatırlatmalarla, Welty ve Maxwell’in hayatlarını olaylardan müteşekkil somut bir çerçeveye oturtmuş ama mektupların eleverdikleriyle okur arasına, yorumlarla dokunmuş bir perde çekmekten kaçınmış.
İlk mektuplardan başlayarak sağlam cümlelerle satır satır kurulan bir arkadaşlığın samimileşmesini, derinleşmesini ve bir yandan kendi sınırlarını genişletirken, bir yandan da kendi ölçülerini titizlikle korumasını, siz bir başınıza takip ediyorsunuz velhâsıl. İster istemez, kendi ilişkileriniz kılavuzluk ediyor bu takibe ve sanırım bu yüzden, okudukça mektupların içinde yavaştan kaybolmaya başlıyorsunuz. Neyse ki, “Böyle bir arkadaşlık nasıl olabiliyor” sorusunda, peşinde kaybolmaya değer bir keşif vaadi saklı.
Parlak gözlerin delici bakışları altında
“Eski ve yeni bütün mektuplar, hayatın hâlâ varolan parçalarıdır. Onları şimdi okumak bir gerçekliğin –ya da belki gerçekdışılığın, çakan bir ışığın– keşfinde hazır bulunmaktır. Ânın mutluluğu ya da acısıdır haykıran. Bir insana ait şahsi bir gerçekle karşılaşmak, ne kadar az tanısak da ve ebediyete gitmiş de olsa artık, o insanı bir bakıma arkadaşlığımıza kabul etmektir. Bize verilen sırrın çok önemli olması gerekmez ama yine de, çok parlak bir gözün hâlâ muzır ve muzırlık peşinde olan, elli ya da yüz yıl öncesinden bize ulaşan delici bakışları altında kalmak kadar iyi olabilir.”
Eudora Welty, 1991’de editörlüğünü üstlendiği The Norton Book of Friendship (ABD’de Norton Yayınevi’nin çıkardığı Edebiyatta Arkadaşlık Antolojisi) adlı kitabın sunuşunda böyle yazıyor. Welty’nin, hikâye ve denemelerin yanı sıra, çok sayıda mektuba da yer verdiği bu derlemenin kendisi kadar, “muzır ve muzırlık peşinde olan delici bakışlar” fikrinin de ilhamını Welty-Maxwell mektuplaşmasından aldığını, Marss’ın kitabını bitirince anlıyorsunuz. Yine de bu delici bakışlarda tam yerini bulmayan bir şey var sanki; şehlâ bir hali var bu ilişkinin ya da size öyle geliyor.
Oysa mektuplarının aksettirdiği sûretleri birbirine ziyadesiyle benzeyen, hayata ve edebiyata bakışları tam bir ahenk tutturan iki yazar karşınızdaki. 1942’de, New York’ta bir davette tanıştıklarında otuzlarının başlarındalar henüz. Her ikisi de ilk kitaplarını yayımlamış, her ikisi de edebiyat camiasında iyi karşılanmış, her ikisi de yazarlığına çok güveniyor. Welty, ya da hadi artık ona Eudora diyelim, New York’taki eğitimine ve sık sık bu şehre gelip gitmesine rağmen, memleketi olan, sonradan Pulitzer ödüllü DeltaWedding (Delta Düğünü) romanıyla ölümsüzleştireceği Mississippi havzasında, içine doğduğu aileden geride kalanların yanında yaşıyor. Maxwell, ya da ilk birkaç mektuptan sonra Eudora’nın ona seslenmeye başlayacağı adla Bill ise, New York’ta bahçe içinde bir evde, karısı ressam Emmy Maxwell’le oturuyor veçok geçmeden iki kızları oluyor çiftin.
Güneyli bekâr kadın yazarla New Yorklu aile babası yazarı esas olarak “yazı” bağlıyor birbirlerine; Bill’in yıllar sonra bir mektupta Eudora’yı tarif ederken kullanacağı deyimle, “bir yazar olabilecek kadar inatçı” ikisi de. Ama tuhaf bir şekilde, “bencil” değiller; en azından birbirlerine karşı. Bill, tanışmalarından hemen sonra Eudora’nın hikâyelerine New Yorker sayfalarında yer bulmak için mücadeleye girişiyor. Derginin o zamanki yayın müdürü, “fazla sanatlı” dediği hikâyelere dokuz yıl direnebiliyor ancak ve 1951’den itibaren, New Yorker bünyesinde bir “yazar-editör” ilişkisi de kuruluyor Eudora’yla Bill arasında. Edebiyat ortamına uygun biçimde “çetin” bir ilişki bu; aynı zamanda, edebiyatta ender rastlanan ölçüde cömert. Bill, zamanının efsanevî editörü, “yazarları yeniden yaratan adam” diyorlar ona; Eudora, “Edebiyatımızın karargâhısın sen” diye dalgasını geçiyor. Birbirlerinin her yazdığını okuyor, eleştiriyor, çoğu zaman da birlikte dönüştürüyorlar. Mektupların tamamını bitirdiğinizde, bir yazma –ve yeniden yazma– serüveninin seyir defterini de okuduğunuzu kavrıyorsunuz zaten. Pek çok yerde, bu serüvene imreniyorsunuz. 1949’da, Eudora’nın The Golden Apples (Sarı Elmalar) kitabının ilk taslağı üzerine yazdığı mektupta, “Bir noktada nefesimi tuttuğumun farkına vardım” diyor Bill, “daha önce herhangi bir şeyi okurken yapmamıştım bunu; nefesimi tutuyordum, hikâyenin doğasını bozmak istemiyordum çünkü… Kıpırdamak üzere olan bir yaprağı, bir kuşu, bir arıyı, diğer çimen yapraklarına yakalanmış ama kendini onlardan kurtarmak üzere olan bir çimen yaprağını nefesimle rahatsız etmek istemiyordum.” Sonra ekliyor: “Islah ederek yazıyorsun sen; beni ve bütün yazarları…”
Bill ve Eudora, bir yazarın üstelik de akranı bir yazar için sarfetmesi başlı başına “olağanüstü” sayılabilecek bu övgü cümlelerinin benzerlerini, birbirleri için söylemekten hiç kaçınmıyorlar. Tabii, beğenmediklerini, eksik, fazla, karışık ya da özensiz buldukları her şeyi de, samimiyeti sevecenliğine kurban gitmeyen ifadelerle, ısrarla ve inatla anlatıyorlar. Yazının içinden baktıklarında birbirlerine, bakışları hep dimdik; gözlerini asla kaçırmıyorlar.
“En sevgili” ne kifâyetsiz bir giriş…
Mektupların içeriği, yazıdan, yazarlıktan, edebiyattan ibaret değil. Hayatın her ânı, bazen kelimelere bürünerek, bazen de kelimeler arasındaki boşluklara saklanarak varlık buluyor Bill’le Eudora’nın satırlarında. Bill’in hep bildiği ve 1980’lerde yayımladığı otobiyografik denemesini okuduktan sonra Eudora’ya da itiraf ettiği gibi, “iki kişilik bir bisiklette büyümüşçesine” benziyorlar birbirlerine. İkisi de bahçelerine delice düşkün mesela, ikisi de çiçeklerin dilinden anlıyor, yarım asır boyunca envayi çeşit gül gönderiyorlar birbirlerine, o güllerin isimleriyle dolup taşıyor mektupları. Bill, Eudora’yı ailesinin bir parçası yapıyor zamanla. Eudora’yla karısı Emmy’nin de mektuplaşmasını sağlıyor; ona hep birinci tekil şahısta yazıyor ama bazen karısı ve kızlarıyla birlikte imzalıyor mektuplarını. Eudora bunu sevinçle karşılıyor. Arada, New York’ta ya da başka yerlerde buluşuyor ve sonradan birbirlerine büyük zevkle tekrar tekrar anlatıyorlar bu kalabalık buluşmaları. Bill bütün aile seyahatlerini, ev hallerini, hatta karıkoca sohbetlerini yazıyor Eudora’ya; Emmy’ye çok âşık ve bunu da yazıyor: “Onun gülüşünü hiç gerçekten işittin mi sen, Roma’nın çeşmeleri gibi güler...” Eudora, arkadaşının karısını seviyor gerçekten de; 1983’teki bir mektubunda, Emmy ve Billy’ye birlikte seslenirken, “Size her gün sevgi gönderiyorum ve sizin de bunu her gün hissettiğinize güveniyorum” diyor. 1986’da, tanışmalarından tam kırk dört yıl sonra, yine bir mektuba “En sevgili” diye başlıyor Bill ve ekliyor hemen “En sevgili ne kifâyetsiz bir giriş.”
İki “ihtiyar” birlikte büyüyüp, yaşlanıyorlar siz okurken. 1989’da Eudora’ya, “Bak işte seksenine bastın” diye yazıyor Bill, “hiçbir şey değil, ben seksen birim ve daha gencim.” 1999’da yine Bill, bu kez kanserle mücadele ederken, uzun bir mektupla kutluyor arkadaşının doksanıncı yaşını. “Biz ikimiz geçen asrın başında doğduğumuz için talihliydik. Her şeyden önce, sessizdi etraf…” diye başlayan mektup, geçen asrın sesleri ve sessizlikleri üzerine bir terennüm halinde ilerledikten sonra şu cümlede düğümleniyor: “Daha da büyük talihimiz ise, birbirimizi tanımamız, arkadaş olmamızdı.”
Hafızanın merhameti ve biraz ihtimam
Eudora Welty, bu kitapta yer alan, sonradan bir romanında da kullanacağı cümlelerinde, “Hafıza, tekrar tekrar yaralanabilir” diyor, “onun nihai merhameti de buradadır zaten. Ama yaşadığımız âna karşı bir zaafı oldukça hafızanın, bizim için yaşıyor demektir ve yaşadığı müddetçe, elimizden geldiğince ihtimam gösterebiliriz ona.”
Welty ile Maxwell’in mektupları, olağanüstü bir arkadaşlığın, hafızanın nihai merhametini ortadan kaldıran belgeleri aynı zamanda. Okurken, anların haykıran mutluluğunu işitiyorsunuz, evet, ama zamanında ihtimamla gizlenmiş bir acı da fısıldanıyor kulağınıza. Yarım asrı aşkın bir süre, Maxwell, Welty’nin hayatındaki en önemli insan ve gerçekten samimi olduğu tek erkek olarak kalıyor, yani Welty hep biraz öksüz kalıyor. Erkekleri seven bir kadın halbuki o. Maxwell’le ilk tanıştıklarında bir sevgilisi var ama kısa zamanda kopuyorlar. Çok sonraları, 1971’de, altmış iki yaşında ve artık güçlü bir edebiyatçıyken, Kenneth Millar’la tanışıp birbirlerine âşık olduklarında, Kaliforniya’da karısıyla birlikte yaşayan bu yazarla, ayda birkaç kez mektuplaşmaya ve nadiren görüşmeye dayalı bir ilişkiye giriyor. 1979’da Millar, Alzheimer hastası olup artık yazamamaya başlayınca bu da bitiyor.
Ama bütün bu süre zarfında, Maxwell’e yazdığı kesintisiz mektuplarda, bir kez bile ne bir yazar, ne bir arkadaş, ne bir sevgili olarak Millar’dan söz ediyor Welty. Tıpkı arkadaşının karısı Emmy’ye, sevgi sözcükleri dışında hiçbir şey söylemediği gibi, arkadaşına da “aşk”ını anlatmıyor. Ve siz, Marrs’ın yardımıyla uzaktan izleyebildiğiniz ve Welty’ye derisini hatırlatacak kadar kuvvetli bir soluğu olmadığını sezseniz dahi, yazarın yalnızlığını bir nebze gidereceğini umduğunuz bu aşkın, mektuplara asla girmemesinden anlıyorsunuz ki, bu iki arkadaş, tıpkı kitaba adını veren o mektup cümlesindeki gibi, “söylenmesi gereken ne varsa, zaten söylemişlerdir birbirlerine.”
Nihayet kavrıyorsunuz ki, aynı zamanda bir susuş bu mektuplar. Şehvetin şükranla terbiyesi var bu susuşta; sahip olmama tercihinin kuvvetli sessizliği var. İki yazarın âna gösterdikleri ihtimam belki. Belki de kelimelerin kardeşliğiyle iktifa edenlerin çok iyi bildiği bir kifâyetsizlik hali.
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012