Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Hiç tanımadığım bir adamla, bir çocuğu seyrediyordum rüyamda. “Sen kaç yaşındasın,” dedi çocuk. Adam cevabı elbette biliyordu; hemen söyledi. Belki “elli” dedi, belki “altmış.” İşitemedim. Ne önemi vardı zaten. “Peki insan kaç yaşında?” Adam önce soruyu anlamadı. Anlayınca da hayretle baktı çocuğa, sonra, onun kocaman açılmış sabırsız gözlerinde küçüldüğünü sezerek sustu. Cevabı bilmiyordu. “İnsan kaç yıldır var? Biz kaç yıldır varız? Ne zamandır insanız?” Çocuk başka cümlelerle aynı soruyu soruyordu… Nafile. Adam hiç konuşmadı. Bir tahminde bulunmadı. Bilmediğini, daha beteri bunu hiç düşünmediğini söyleyemedi. Bir önemi vardı zira. Bir önemi vardı elbet. Niye hiç merak etmemişti öyleyse? Kendinden utandı. Hayatında ilk kez bu kadar yalnız olduğunu düşündü. Kalkıp gitmek istedi. Yapamadı. Artık hiçbir yere ait değilmiş gibi öylece baktı çocuğa. Bitmiş gibi, tükenmiş gibi. Adamın sıkışmış nefesiyle daralarak uyandım. Bir insanın, insanlığın yaşını hiç merak etmemiş olması mı daha tuhaftı, kendi yaşını bir çırpıda bilmesi mi yoksa? Karar veremedim.
Sahi, kaç kuşağın hayalini kurabiliyoruz ki biz? Muhayyilemize hepi topu kaç ömür sığdırabiliyoruz? Ucunu iyice sivrilttiği taş yongalarıyla mamut avlamaya kalkacak kadar gözüpek, ölülerini saygıyla gömmeyi bilecek kadar vakur, etini yediği hayvanın kemiğinden kendine gerdanlık yapacak kadar mahir olan o kısa, kalın, kıllı ve kendi yaşından bihaber insana geri dönmemize yetecek genişlikte bir yer var mı hafızamızda? Kavramlarımızın, kabullerimizin, adını koysak da koymasak da bizi yöneten inançlarımızın izini maziye doğru sürdüğümüz vakit, yazının en fazla elli-elli beş asra yayılan kısacık tarihinin ötesine ne kadar geçebiliyoruz? İnsanlığın iki yüz bin yılının topyekûn tahayyülüne hakikaten girişsek bir gün, birbirine benzemeyen durakların hepsinde bir nebze olsun nefeslenmeye yetecek mi ömrümüz?
Sorular sorup, cevaplara varmaya ne zaman başladık biz? Yirmi beş asır önce, her sabah daha evvel hiç girmediği bir nehre ayaklarını soktuğunu anlayan Efesli Herakleitos’a kadar, kaç bin nehirde kaç milyon kez yıkandık? Hep aynı yerde durduğunu sandığımız şeylerin, aslında durmadığını öğrenmemiz kaç yüz asrımızı aldı; eve bir daha hiç dönemeyeceğimizi anladığımızda, evcil hayatın kaçıncı bin yılındaydık dersiniz? Thomas Wolfe’un 1940’da yazdığı o romanın, hikâyesinden ziyade adıyla klasikleşmesi, “You Can’t Go Home Again (Yuvaya Dönemezsin)” duygusunun, dilimize düşmesinden çok önce, genlerimize yerleşmiş olmasından mıydı yoksa? İtalyan şair Giorgio Caproni’nin “eve son dönüşü” anlattığı mısraları okumuş muydunuz? “Oraya, hiç gitmediğim yere, geri döndüm” der Caproni, “Eskiden nasıl değildiyse şimdi de aynıydı her şey. Masada (kareli masa örtüsünün üzerinde) hiç doldurulmamış bardağı yine yarı dolu buldum. Her şey asla bırakmadığım gibi aynı kalmıştı.”
Tarihini bilsek de bilmesek de, iki yüz bin yıldır, her bir ömrün bir diğerine eklenerek kurduğu bir zincirden ibaret insanlık tecrübesi… Bir daha asla aynı eve, aynı nehre, aynı insana dönemeyeceğimizi kim bilir kaç bin yıl önceki o ilk ayrılışımızda sezdik biz. Tükenmiş bir hayattan bize göz kırpan yıldızların bugün artık kaynağı kararmış ışığında her gece yeniden yıkadığımız o dikenli özlem duygusunun müphem nesnesi de, artık olmayan bir yuva, bütün fiilleri kendi kipinde çoktan çekilmiş bir aşk, bizde sadece hayaliyle bâki bir çocuk değil mi zaten?
Bilmediğimiz o tanıdık ülkenin yazarı
Rüyamı, cümlelerinin üzerinde uyuyakaldığım Guatemalalı yazar Eduardo Halfon’a borçluyum. Halfon’un hikâyelerinin ne o rüyayla, ne uyanırken bana sordurduğu sorularla bir ilgisi var aslında ama hepsinin de, o hikâyelerdeki “tanıdıklık” hissinden beslendiğini sanıyorum. İnsanı durduran, tökezleten, gerisin geri gönderen sınır taşları yok edebiyatın engin coğrafyasında ve okumanın tatlı rehavetine gömülmüş bir zihnin –daha iyi bir kelime bulamadığımdan– adına yarıgönülle “çağrışım” diyeceğim bu başıboş seyahatlerini seviyorum ben.
1971’de, iki okyanus arasında bir beşik gibi sallanan o küçük Orta Amerika ülkesinin “La Ciudad de Guatemala” ya da kısaca “Guate” adıyla bilinen ama her ne hikmetse, bizde “Guatemala City” olarak Anglifiye edilen başşehrinde doğmuş Eduardo Halfon; şu anda, Guggenheim bursuyla ABD’de yaşıyor. North Carolina State Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği okumuş; daha sonra Guatemala’da edebiyat profesörü olmuş. On yaşından itibaren kendini içinde bulduğu İngilizceyi, “yazarken sürekli kapağını açtığı bir hazine gibi” benimsemiş de olsa, edebiyatının dili “illâ ki” İspanyolca; kendi deyişiyle “içine doğduğu” bu dili bırakıp kitaplarını İngilizce yazmayı hiç düşünmemiş.
“İnsanın içine doğduğu dil (anadil) kavramı modası geçmiş bir kavram mı bilmiyorum” diyor, “ama bir bakıma, yazarak o anadili arıyorum ben. Burada, anadilden kastım sadece bir kelimeler sistemi değil; daha ziyade, bütün karmaşık toplumsal, siyasi ve tarihî imalarıyla bir anadilden söz ediyorum, bir çıkış yeri olarak, kökler olarak, gelenek olarak, aile olarak, çocukluk olarak ve hatta hâlâ içimizde bir yerlere kaldırılmış duran iyi ve asil ve huzurlu bir şey olarak anadilden söz ediyorum. Belki de bunun için yazıyoruz biz. Geri dönülemeyecek o yere dönebilmek için. Kayıp cennetimizi, dil yoluyla, yeniden bulabilmek için.”
Bugün Latin Amerika edebiyatının en iyi genç yazarları arasında gösterilen Halfon’u, bundan birkaç yıl önce yayımladığı El boxeador polaco (Polonyalı Boksör) romanıyla tanıdım ben; ondan sonra da verdiği mülakatları, dergilere yazdığı hikâyeleri hep izledim. Sanırım karanlık kısımları benimkine çok benzeyen bir çocukluğu anlattığı için sevdim onu. 1970’lerin Guatemalası’nda 1970’lerin Türkiyesini buldukça, Halfon’un yazısına hâkim olan o keskin sızı, daha kolay yayıldı içime ama biraz da inceldi sanki.
Askerler, gerillalar, aileler ve çocuklar
El boxeador polaco’da olduğu gibi, bu yaz yayımlanan yeni hikâye kitabı Mañana nunca lo hablamos’da (Yarın Asla Konuşmayız) da yine bir çocuğun gözünden yazıyor Halfon. Kendi geçmişlerinden yola çıktıkları, yazarlık uğraşını da, kendilerini çözümlemenin bir şekli saydıkları için belki; ya da belki, metinde arzuladıkları “çıplaklığa” ancak böyle erişebildiklerini düşündüklerinden, birçok edebiyatçının “çocuk anlatıcıları” tercih ettiği mâlum. Doğrusu, ilk anda pek kolay, hatta biraz “tembel işi” gibi görünen bu tercihin hakkını vermenin özel bir ehliyet gerektirdiğini düşünüyorum ben; bir çocuğun saflığı, teklifsiz bir iyilik kadar, çiğ bir et gibi çürümeyi bekleyen kanlı bir kötülüğü de içinde barındırabiliyor çünkü ve “çocuklarına” kıyamayan yazarlar, o “kötülüğü” anlayıp anlatmalarının imkânsızlaştığı ölçüde, hayattan kopuk, giyinik, hakikatsiz metinler veriyorlar bize.
El boxeador polaco’da, sol kolundaki beş rakamlı sayıyı, “Telefon numaramı unutmamak için dövme yaptırdım” diye açıklayan büyükbabasına inanarak büyüyen çocuğun “1970’lerdi ve ülkenin bütün telefonları beş haneliydi” diye akıl yürütmesindeki “saflık,” çok geçmeden, o dövmenin Auschwitz Toplama Kampı’ndan “hatıra” olduğunu öğrendiğinde kurmaya başladığı fantezilerle dengelendiği için sanırım, Halfon’a inandım ben:
“Kendimi o beş rakama bakarken yakalıyordum hep; tuhaf biçimde mutlu ediyordu bu beni. O dövmenin yapılışını gösteren gizli sahneyi canlandırıyordum kafamda. Büyükbabam bir hastane sedyesinde yatıyordu. Siyah deriler içinde devâsâ bir Alman subayı, yine siyah deriler giymiş zayıf bir Alman hemşireye bağırarak dikte ediyordu rakamları, hemşire de sığırların damgalandığı demirlerle, tek tek büyükbabama uyguluyordu.”
Halfon’un, Mañana nunca lo hablamos’ta kurduğu “denge” ise, 1980’lerin Guatemalasında şiddetten büyük ölçüde korunabilen bir çocuk olmanın suçlu huzuruyla, ülkenin kirli hakikatinin üzerine kapanan cehalet örtüsünün gizli vahşeti arasında daha ziyade. Yazar, otobiyografik olduğunu sandığım birçok ayrıntıda, ülkeyi yöneten generallerin, işkenceci polislerin, gerillalarla savaşan askerlerin ve bütün bunların ön planında da “normal” bir hayatı deneyen orta sınıf ailelerin müşterek suçunu anlatıyor bize. Bir “sessizlik” suçu bu; çocuklar ise kâh keskin bir vurdumduymazlık, kâh sahici bir merakla sessizliği bozabildikleri için taşıyorlar bu hikâyeleri; alt perdeden birer “çığlık” işlevi görüyorlar.
Adını Maya-Toltek dilinde “ağaçlar diyarı” anlamına gelen kelimeden mi yoksa, Nahoa yerlilerinin “yılan yiyen kuş diyarı” deyişinden mi aldığı henüz “bilimsel” bir karara bağlanmamış olan bir ülke Guatemala. Ve insanlarının kaderi, insanlığın iki yüz bin yıl sonra hâlâ, ortak bir hayat tarifini yakalayamadığının kanıtı sanki. On beş milyon nüfuslu ülke, Batı Yarıküresi’nin en düşük yaş ortalamasına sahip: 19.5; evet, doğru yazdım, sadece on dokuz buçuk… “Bebek ölümleri, kadın cinayetleri, uyuşturucu hesaplaşmaları” diye başlıyor 19.5’un açıklaması. Sayısını akılda tutmanın bile imkânsızlaştığı cunta yönetimlerinin gölgesinde çatılmış bir istatistik bu; 1970’lerin başından 1996’daki barış anlaşmasına dek süren iç savaşta, çoğu Maya ırkından 200 bin insanın ölmüş, bir milyonunun yerlerinden edilmiş olduğu da bugün bir dipnot gibi düşülüyor ülke raporlarına.
Adını koymadığımız bir şeyden kaçtık
Bu acıyı, bütün bu acının kaynağındaki müzmin ırkçılığı içselleştirmiş hayatlarda ince çatlaklar açarak anlatıyor Halfon. Kitaba adını veren “Yarın asla konuşmayız” hikâyesinde, 1981 yazında, Guatemala ordusunun bir gerilla karargâhını basıp üçü kadın 14 yerliyi öldürmelerinin, çocuk anlatıcı ve ailesi tarafından nasıl karşılandığını okuyorsunuz. Çocuk, “muzaffer” askerlerin yüzlerine bakıyor televizyonda; onların da “beyaz” olmadığını, tıpkı paramparça cesetleri sergilenen gerillalar kadar “yerli”ye benzediklerini görüyor. O gece, “Gerilla ne demek” diye soruyor babasına. Cevap vermiyor adam. “İsyancı mı?” Sessiz bir onaylama. “Bütün karışıklığın sorumlusu bu gerillalar” diyor babası. “Gerillalar yerli mi peki?” Uzun uzun susuyor adam; sonra, “Tabii” diyor. “Ama askerler de yerli, değil mi?” Cevabı sabırla bekliyor çocuk. “Şimdi uyu, yarın konuşuruz” diyor babası. Ve tabii, yarın hiç konuşmuyorlar.
Halfon, Guatemala Milli Kütüphanesi’nde 1981 yazının gazete arşivlerine girdikten sonra yazmış bu hikâyeyi; onuncu yaş gününü kutladığı günlerde, Guatemala’yı terk edip Kuzey Amerika’ya göçmeye hazırlanan ailesinin neden kaçtığını tam anlamadığını itiraf ediyor bir notunda: “Hayali bir şeyden kaçıyorduk sanki; susturulmuş bir şeyden, trajik bir şeyden, adı konmazsa kendisi de olmayacak bir şeyden kaçıyorduk.”
Halfon’un hikâyelerindeki gibi, bazen algılamak yetmiyor hakikati, onu hayalden bilince taşımak için “adını koymak” gerekiyor. Ve –Halfon’dan mülhem rüyamdaki gibi benim– cevabını bilmediğimiz basit bir soru karşısında kendimizi çok yalnız hissedebiliyoruz bazen. Ama asıl, cevabını bilerek sustuğumuz sorular kemiriyor bizi. Susuyor ve bugün artık sadece hayaliyle bâki bir çocuk gibi, kayıp bir cennete dönüşün imkânsız adımlarını düşlemekle yetiniyoruz.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları











































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012