Zülfü DİCLELİ
Nedense bazı arkadaşlar kendilerine niçin sosyalist demeye devam ettiklerini açıklamaya başladılar birden. Biz sosyalistiz, çünkü kapitalizm bir baskı ve sömürü düzenidir, özgürlük ve eşitliğe imkân vermez diyorlar ve devamla insanların eşit ve özgür yaşayacağı bir toplum, sömürünün her türlüsünün ortadan kalmasını sağlayacak bir düzen olarak sosyalizme inanmaya devam ettiklerini belirtiyorlar. Söylenen şu: 40-50 yıl önce sosyalist olmaya karar verdiğimizde genel olarak temel koşullar neyse bugün de büyük ölçüde öyle, onun için görüşümüzü değiştirmemize gerek yok. Biz Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyetinde uygulanan sosyalizmi zaten savunmuyorduk, o nedenle onların iflas etmiş olması bizim sosyalistliğimizi lekelemez. Önemli olan sosyalist değerlerdir ve kapitalizm bunlara karşıdır, ama bu değerler insanlık için hâlâ kıymetlidir.
Bu görüşlerin hiçbirini tartışacak değilim. Tartışmak istediğim şu: Biz 1960’ların ortalarında ya da izleyen yıllarda sosyalist olmaya karar verdiğimizde, coşkumuzu ve gücümüzü nereden alıyorduk? Sadece mevcut düzenin adaletsiz olmasından mı? Ahlaken sömürüye ve baskıya karşı olmamızdan mı? Yoksa bizi o yola çeken başka şeyler de mi vardı? Birinci olarak, işçi sendikalarında, aydınlarda, üniversite öğrencilerinde, orta sınıfların değişik kesimlerinde başlayan düzen karşıtı bir hareketlenme vardı. Toplumdaki mevcut ana akım gelişmeden ayrılmalar şeklindeki bu hareketlenmeydi asıl o zamanki ruh halimizi etkileyen. Yaşadığımız bir eylem-öğrenmeydi, eylem içinde toplumsal gerçeklerle yüzleşerek daha iyisini aramaya başlıyorduk.
Ama coşkumuzun asıl kaynağı, bizleri büyük fedakârlıklara yönelten başlıca itici kuvvet daha iyisini nasıl yapacağımızı bilmekten geliyordu. Ünlü 11. Tezdeki, asıl önemli olan dünyayı açıklamak değil, değiştirmektir şeklindeki o büyüleyici sözün verdiği eşsiz kuvvetti bizleri göklere uçuran. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, üretim araçlarının özel mülkiyetinin toplumsallaştırılması ve merkezi planlamayla herkesten yeteneği kadar alınıp herkese ihtiyacı kadar verilmesiyle sahici özgürlük ve eşitliğin temelleri inşa edilebilecekti. Hepimizin inandığı sosyalizm buydu. Kimimiz buraya Sovyetler Birliği’nin desteğiyle, kimimiz Çin Komünist Partisi’nin ya da Latin Amerika gerillalarının yolunu izleyerek, kimimiz de bu “lekeli” yollar yerine saf teorinin yolunda varabileceğimizi düşünüyorduk. Devrimci subaylarla işbirliği içinde bunun mümkün olacağına inananlarımız da vardı. Kimimiz silahlı mücadeleye umut bağlarken, kimimiz barışçı demokratik yolları savunuyorduk. Ama her durumda elimizde bilimsel temellere sahip bir proje vardı.
İnsanlara kapitalizm kötüdür derken, peki yerine ne öneriyorsunuz dediklerinde, bu projemizi sunabiliyorduk. Kapitalizmin kötülüklerini açıklamakla yetinmiyor onu değiştirmenin yolunu da ortaya koyabiliyorduk. Ve bu temelde insanlar bize katıldıkça coşkumuz, gücümüz ve etkimiz artıyordu.
Şimdi ben, bugün “sosyalizm 19 ve 20. yüzyıllara özgü bir fikir olarak kalmaya mahkûm gibi görünüyor” derken, bunu hiç de “reel sosyalizm çöktü, o yüzden sosyalizm artık savunulamaz”gibi bir gerekçeye dayandırmıyorum. Temel savım, 21. yüzyıl koşullarında, eskisine benzer, bir ölçüde olsun inandırıcı bir “sosyalizm projesi” çizmenin artık mümkün olmaktan çıkmış olmasıdır.
Birçok arkadaş bugün eski sosyalizm projesinin proletarya diktatörlüğü, üretim araçlarının mülkiyetinin kamulaştırılması, piyasaların tasfiyesi, merkezi planlama vb. gibi öğelerinin savunulmasının mümkün olmadığını (ya da çevre ve kadın sorunu gibi küresel sorunların çözümünün sosyalizm projesini aştığını) kabul ediyor, ama gene de içi iyiden iyiye boşalmış bir “sosyalist toplum” fikrinde ısrar ediyor. Herhalde tersi durumda kapitalizmi kabul eder duruma düşeceklerinden endişe ediyorlar.
Bu tutum arayışı önlüyor. İnsanlık için hâlâ kıymetli olan değerlerimizi bugün nasıl savunacağımız sorusuna yanıt (ya da yanıtlar) aramayı, hep birlikte ve başka ülkelerdeki benzerlerimizle birlikte aramayı önlüyor.
Şunu artık kabul etmeliyiz: Kapitalizmin evrimi üretici güçlerin gelişmesinin üretim ilişkileri (hukuki ifadesi üretim araçlarının özel mülkiyeti) tarafından engellendiği bir duruma yol açmadı.Beklenti şöyleydi: Kapitalist toplumun yıkılması (ya da aşılması) bu ikisi arasındaki çelişkinin keskinleşmesiyle, burjuvazinin (üretim ilişkileri tarafı) işçi sınıfı (üretici güçler tarafı) tarafından saf dışı edilmesiyle gerçekleşecek ve yerine üretici güçlerin özgürce gelişimini mümkün kılacak sosyalizm kurulacaktı.
Bugün, özellikle bilgi ekonomisine geçilmesiyle, üretici güçlerin sınırsızca gelişmeye devam ettiğini ve bunun için de gerektiğinde kendilerine uygun yeni mülkiyet (ya da şirket) biçimleri bulabildiklerini görüyoruz. Burjuvazi-işçi sınıfı çelişkisi keskinleşmiyor! Buna karşılık mevcut haliyle kapitalizm tüm toplumla ve doğayla giderek keskinleşen bir çelişki içinde. Son kriz ortamında bu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serildi.
Peki, yanıtı nerede arayacağız? Kitaplarda, teorilerde değil elbette. Gene 50 yıl önce bulduğumuz yerde: Toplumdaki mevcut ana akım gelişmeden ayrılmalar şeklindeki hareketlenmeler içinde. Çünkü tarihte bütün dönüştürücü hareketler mevcut ana akım gelişmeden ayrılmalar şeklinde ortaya çıkmış ve gelişerek başat gelişme haline gelmiştir.
Daha düne kadar ana akım; azami kâr ya da hissedar değeri arayışına ve serbest piyasa mutlaklaştırmasına dayalı neoliberal iktisat; ABD hegemonyası; petrol, silah ve finans sektörlerinin başatlığındaki sanayi kapitalizmi ve sosyal varlığın ve doğanın tahribine dayalı değer üretimiydi.
Bugün her alanda bütün bunlardan ayrılan hareketlenmelere tanık oluyoruz. Finansal piyasalarda yaklaşık üç yıldır süren büyük altüstlükler ve son aylarda neredeyse tüm Avrupa’yı saran borç krizinin eklenmesiyle bugün iş çevreleri de dahil tüm dünyada şöyle bir soru gündeme geliyor: Finans sisteminin tüm güvenilirliğini kaybettiği, şirket liderlerine olan güven büyük ölçüde sarsıldığı koşullarda, kapitalizmde de bir şeylerin değişmesi gerekmiyor mu? 2011 boyunca “21. yüzyıla uygun bir kapitalizm nasıl olabilir?” sorusu Avrupa ve Amerika’da birçok panel ve sempozyumun konusunu oluşturdu. “Sürdürülebilir Kapitalizm”, “Yeşil Kapitalizm”, “Yapıcı Kapitalizm”, Sosyal Paydaş Kapitalizmi” ve “Kapitalizm 2.0”, “Paylaşılan Değer” gibi kavramlaştırmaları temel alan kitaplar yayınlandı.
Öte yandan dünya güç dağılımında devasa tektonik tabakalar yer değiştiriyor. Doğudan, özellikle Çin’den tüm dünyaya yeni etkiler yayılıyor. Farklı bir ekonomi anlayışı güç kazanıyor. Bir yandan da bilgi ekonomisi ve dijitalleşme ile açık kaynak hareketleri yaygınlaşıyor. Kısa vadeli azami kâr arayışı ile sürdürülebilirliğin uyuşmazlığı belirginleşiyor. Sosyal işletmeler, kâr değil yarar üretmeyi başa alan şirketler kuruluyor. Melez biçimler boy atıyor. Yatay medya ve mobil iletişimin yaygınlaşmasıyla çok çeşitli yeni sosyal hareketler ortaya çıkıyor.
Şurası kesin: Toplum bugün nasıl ve hangi yoldan değişiyorsa, onu daha iyiye doğru değiştirmenin yolu da öyle olmak durumundadır. Bugün her alanda geçmiştekinden farklı yeni bir değişim yolunun belirginleşmekte olduğunu görmeliyiz.
Şu fikri ileri sürmek istiyorum: Kapitalizmin alternatifi bugün kendi bağrında yeşeriyor. Şimdi soru bu dönüşümü insanlığın kıymet verdiği değerler doğrultusunda etkilemek.
Bunun için bizlerin bir adım daha atabilmesi gerekiyor. Şunu demek istiyorum. Vaktiyle, devlet bizler için sadece egemen güçlerin baskı aracıydı; kapitalizmde demokrasi ancak burjuva demokrasisi olabilirdi, bizim için amaç değil bir araçtan ibaretti. 1980’lerden sonra yavaş yavaş demokrasinin kendi başına uğruna mücadele edilebilir bir değer olduğunu, gelişen dünyada kapitalizm koşullarında da geniş bir demokrasinin mümkün olabileceğini görmeye başladık. Bu sayede demokrasi mücadelesinde aktif yer aldık ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesine az da olsa ciddi bir katkımız oldu ve olmaya devam ediyor. Şimdi aynı şekilde sosyal idealler ve insani değerler için kapitalizm altında da bir dönüşümün mümkün olabileceğini, dün sosyalizmde gerçekleşeceğine inandığımız birçok şeyin kapitalizmin kendi içinde dönüşmesiyle gerçekleşebileceğini görmemiz gerekiyor.
Peki, nasıl? Kapitalizm nasıl radikal bir dönüşüm geçirebilir? Bunun için önce onun temel inançlarının, sistemin önkoşullarını oluşturan varsayımlarının, koordinatlarının değişmesi gerekecektir.
Örneğin, batı dünyasının en önde gelen strateji düşünürlerinden biri olan Londra İşletme Okulundan Gary Hamel, kapitalizmin değişmesi gereken temel inançlarını (ve parantez içinde de bunların nasıl değişmesi gerektiğini) şöyle özetliyor:
• Bir işletmenin en önemli amacı para kazanmaktır (oysa ekonomik açıdan verimli yollardan insan esenliğini iyileştirmek olmalıdır).
• Şirket liderleri eylemlerinin sadece ani etkilerinden makul şekilde sorumlu tutulabilirler (oysa büyüme ve kârlılık gibi tek amaçlı arayışlarının ikinci ve üçüncü derece sonuçlarından da sorumlu tutulmalıdırlar).
• Şirket yöneticileri kısa vadeli kazanç performansları esas alınarak değerlendirilmeli ve ücretlendirilmelidir (oysa uzun vadeli değer yaratımı esas alınarak değerlendirilmeli ve ücretlendirilmelidir).
• “Marka” pazarlama dolarlarıyla inşa edilir (doğrusu firmanın tüm bileşenlerinin sosyal çabalarıyla olmalıdır).
• Firmanın “müşterileri” ürünlerini alan insanlardır (oysa onun eylemlerinden tüm etkilenenler müşteri kabul edilmelidir).
• Bir şirketin müşteri bilgisizliğini istismar ederek ya da müşteri tercihini kısıtlayarak kâr etmesi meşrudur (değildir).
• Müşteriler sadece bir ürünün performansını ve maliyetini önemser (oysa o ürünün imalatında ve satışında saygı gösterilen ya da kötüye kullanılan değerleri de önemsemelidirler).
• Müşteriler nihai kullanıcılardır (aslında değer yaratımı ve değer paylaşımı çalışmasının tam partnerleridir).
• Göz ardı edilen, kullanılan, kilitlenen, kandırılan ya da yalan söylenen müşteriler gizli gizli öfke beslerler (tam tersine diğer mağdurlarla güç birliği yaparak zorbaları alenen suçlarlar).
• Bir şirket piyasa gücünü ve siyasi desteği çığır açıcı bir teknolojiyi engellemek ya da yeni ve alışılmadık bir rakibi alt etmek için başarıyla kullanabilir (kullanılmamalıdır).
• Çalışanlar önce insan kaynakları, sonra insandır(sadece insandır).
• İş yaşamı avantaj, odak, farklılaşma, üstünlük ve mükemmellik demektir (aynı zamanda aşk, neşe, onur, güzellik ve adalet olmalıdır).
Bu görüşlere başkaları eklenebilir, değişik öneriler yapılabilir. Önemli olan nereden başlayacağımızı belirlemektir. Açıktır ki, bireylerin devredilemez, doğal hakları varken şirketlerin böyle hakları yoktur. Toplum şirketlerden dilediğini isteyebilir. Elbette, şirketler her toplumsal sorunu çözemez ya da her türlü toplumsal faydayı sağlayamaz, bunun için sosyal katılım, çok yönlü işbirliği ve kamusal katkı gerekir.
Sistemin temel varsayımlarının değişmesiyle, kendi kendini örgütleyen ve uyarlayan bu karmaşık sistem büyük ölçüde bu yeni varsayımlardan alacağı geribildirimlerle işlemeye başlayacaktır.
Bunu şuna da benzetebiliriz. Psikanalizde doktor hastasıyla konuşup onun bilinçaltını açığa çıkarak sonuçta kişinin kendi hikâyesini anlatışını yeniden yönlendirir; kişi hikâyesinin yeni anlatım biçimiyle artık hasta değildir. Şimdi sosyal eleştiriyle kapitalizmin “bilinçaltını”, sistemin kendiliğinden işleyişini açığa çıkarılıp onun hikâyesini yeniden, yapıcı bir şekilde anlatmasına, toplumun tercihlerini ve kendimiz, sosyal dünya ve gelecek hakkında düşünme çerçevesini yeniden belirlemesine yardımcı olabiliriz.
O zaman belki yeni kuşaklar 1960’lar, 70’lerdekine benzer bir coşku ve azmi yakalayabilir. Tahrir deneyimi bunun mümkün olabileceğini gösteriyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.12.2023
21.08.2020
5.06.2020
5.04.2020
21.01.2020
2.02.2019
21.11.2019
19.10.2019
13.10.2019
10.10.2019