A.Turan ALKAN
Halil İnalcık'ın “Has Bahçede Ayş u Tarâb-Nedimler, Şairler, Mutripler” isimli eseri, diğer kitapları gibi çok önemli.
İnalcık'ın bilinen eserleri Osmanlı Devleti'nin malî, siyasî, toplumsal yapısını inceleyen ve doğrudan arşiv belgelerine dayalı değerli tespitler ihtiva ederken bu kitapta, adından anlaşılacağı üzere Osmanlı elitlerinin ve halkının eğlence anlayışı analiz edilmekte.
Bir topluluğun eğlence alışkanlığı, onun hayat tarzını ve karakterini göstermesi bakımından ciddiye alınması gereken bir sosyal kurumdur. Nasıl eğleniyoruz, ne zaman eğlence ihtiyacı hissediyoruz, eğlence vasıtalarımız nelerdir gibi soruların cevapları, kabaca ‘biz' dediğimiz şeyin niteliğini belirliyor.
Kitabın bir yerinde İnalcık, Selçuklu devletlerinin payitahtlarını oluşturan Konya, Sivas, Kayseri merkezli orta Anadolu coğrafyasında sazlı, sözlü, köçekli içki meclislerinin tâ 14. asırdan beri hem yönetici zümrelerin hem de ahaliden variyetli kişilerin devam edegeldiği bir eğlence tarzı olduğunu belirtiyor. Bu sade ve gerçekçi tespit milliyetçi, muhafazakâr ve romantik tarih anlayışına göre kurduğumuz mâsum önyargıları yerle bir edecek kadar sarsıcıdır bana göre. Atalarımız hiç de sandığımız gibi mazbut, mütedeyyin, ağırbaşlı, haramlardan sakınmakta son derece muttakî insanlar değildi ve bu hüküm insanî fıtrattan aslında hiç de uzak bir tespit değildir. İçkili, çalgılı, rakslı eğlence, yerleşik düzene ve şehir hayatına geçmiş her toplulukta, farklı tezahürlerine rağmen görülen bir hadisedir ve bir dereceye kadar –haklı değil ama- mâkul görülebilir.
Bizi şaşırtıp sersemleten şey, çok steril, çok ahlâkçı ve idealist bir tarih ve toplum tasavvurunun bir efsane halini alarak “milli tarih öğretisi” içinde yer tutmuş olmasıdır.
Milliyetçilik, ilk elde milletin iyi tanınmasını gerektirir ve doğrusu bir milleti tanımak hiç de kolay değil. Millet sevgiyle, muhabbetle, bağlılıkla tanınabilseydi bizim kadar kendini iyi tanıyan bir topluluk olmazdı. Ne yazık ki ‘tanımak' bilgi, emek, dikkat ve metot gerektiriyor: Bir topluluk hakkında hayat tarzından başlayarak, üretim modeline, çarşı-pazar geleneklerine, aile hayatına, giyim-kuşama, beslenmeye, suç eğilimlerine, meslek ahlâkına ve siyasî tavırlara kadar sağlıklı bilgi edinmek ve bu bilginin yaşayan halk üzerinde ne kadar yansıdığını kritik edebilmek, sırf romantizmle altından kalkılacak bir şey değil. Emek, daha da önemlisi ilmî dikkat ve gayret şart.
DÜŞKÜN ANADOLU'DAN CAN ACITAN HİKÂYELER
Geçenlerde Sabahattin Ali'nin hikâyelerini “değmiş, değmemiş” diye ayıklayarak yeniden okumaya başladım. Kitapları ikinci kere okumak çok faydalı, hatta gerekli; çünkü kitap aynı yerde durduğu halde sizin bakışlarınız değişiyor ve her okumada farklı bir şeye dikkat kesiliyorsunuz.
İşte Sabahattin Ali'nin ‘Hanende Melek' adlı unutulmaz hikâyesinde karşılaştığımız tablo, belli ki kökü eski tarihlere kadar uzanan bir eğlence geleneğinin, pek kıyıda kalmış köhne bir Anadolu kasabasına yansıyan yüzü olarak karşımıza çıkıp bizi sendeletiyor. Melek, kim bilir talihinin hangi acı cilvesiyle ‘kötü yol'a düşmüş, hastalıklı bir kadındır. Her gece şarkı söyleyip sarhoşları eğlendirdiği kasaba kıraathanesinde Hüseyin Avni adlı, hâkimlikten atıldığı için ‘dava vekilliği'ne kadar düşmüş, iflâhsız ve yaşlı sefilin dikkatini çekiyor. Hüseyin Avni, Melek'i kendine bendetmek için eşinden çaldığı ziynetleri Melek'e verir; fakat Melek hikâyenin sonunda Hüseyin Avni'nin eşine sadece ziynetleri iade etmekle kalmaz, pek ihtiyacı olduğu halde gündelik yevmiyesini de o yoksul kadının eline tutuşturur.
“Bir Mesleğin Başlangıcı” isimli başka bir hikâyede yazar, 40'lı yılların başında Sivas'ın Paşa Fabrikası'nda sırf merak eseriyle katıldığı bir âlem gecesinde karşılaştığı Koca Recep adlı, ilk bakışta saygı uyandıran bir görüntü veren adamın dramını anlatır. Bugünkü dille ve kibarca ancak ‘Eğlence organizatörü' olarak ifade edebileceğimiz ‘meslek'i icra eden Koca Recep, bu sektörü evvela kabadayı olarak başlamış ama neticede işi kibar dille ‘organizatörlük'e kadar vardırmaktan kurtulamamıştır!
‘Yeni Dünya' hikâyesinde ise Sabahattin Ali, köy düğünlerinde çengilik (dansözlük) yaparak hayatını kazanan iki kadının acıklı portresini çizer. “Vaktiyle mutaassıp Anadolu'nun köy düğünlerinde çengi oynatılıyor muydu?” suali, bugünle dün arasındaki sarsıcı mukayese hissini uyandırmadığı sürece okuduğunuz şey sadece bir edebî eserden ibaret lakin edebî eserlerin de -dikkatle tartılmak şartıyla- toplumsal gerçeklik tarzında bir karşılığı vardır. Sefalet ve yoksulluğun azdırdığı salgın hastalık günlerinde karnını doyurmak için ‘kahpe'lik mesleğini icra eden bu zavallı kadınlardan biri, kendinden daha genç rakibesiyle giriştiği dans düellosundan sağ çıkmayı başaramaz ve son derece sefil şartlar altında, bir parça ilgi ve şefkatin bile kendinden esirgendiği vahşi şartlar altında (halbuki etrafta bir köy düğünü cereyan etmektedir!) son nefesini verir.
EDEBÎ ESERLER DE BELGEDİR
Bu seriye Refik Halit Karay'ın, filme de aktarılan ‘Yatık Emine'sini de ilave etmeliyiz. Ben bu hikâyelerde, üstad Halil İnalcık'ın eski şuara tezkirelerinde, divanlarda ve edebî eserlerde, arşiv kayıtlarında arayıp bulduğu ve altını çizdiği türden bir sosyal şahitlik görüyorum. İnalcık, Zâti'nin hayat hikâyesinde ve şiirlerinde o devrin ‘işret, eğlence ve zevk' hayatını bir ilmî vesika olarak nasıl okumuşsa, şimdiki devrin sosyal tarihçileri de Cumhuriyet'in ilk yıllarında yoksul, izbe ve karanlık Anadolu kasabalarındaki talih vurgunu insanların yürek burkucu düşkünlüğünü ve elbette ‘eğlence' yani bir nevi ‘Ayş u Tarâb' faslını da okumalıdırlar. Edebî eserler ve özellikle folklor birikimimizi bir de bu yüzünden değerlendirmeyi deneyenler, milli ve romantik tarih öğretisinin uyuşturduğu zihinlerde daima muhayyel ve pastoral bir pembe tablo olarak resmedilen hayatın arka yüzünde perişan ve can acıtıcı unsurlara rastlayacaklardır; onlar da ‘bizim' hikâyemize yani ‘millet'in millî birikimine dahil edilmesi gereken ayrıntılardır.
‘ANGARA' MAHREÇLİ PAVYON MÜZİĞİ, HANGİ TARİH KÖKÜNDEN BESLENİYOR OLABİLİR SİZCE?
On yıl içinde müzik ve eğlence hayatımızda ‘Angara' mahreçli yeni bir akım belirmeye başladı. Önceleri kendini Ankaralı, Keçiörenli, Ayaşlı gibi ilçe aidiyetlerinde tanıtan türkücüler kendilerine mahsus bir müzik akımı hatta müzisyen tabiriyle bir ‘sound' bir karakter ve sonuçta bu müziğe bağlı farklı bir eğlence biçimi oluşturmayı başardılar. Bu cümledeki karakter ve başarmak kelimelerini olumlu anlamda kullanamıyorum zira bu müzik ve eğlence karakteri, meselâ çoluk çocuğunuzla seyredip aile ortamında dinlenebilecek bir nezahet derecesinden çok uzakta duruyor. Karakter olarak sefih, düşkün ve kalite itibarıyla dibe vurmuş bir tarz. Bu hayat tarzının en ziyade canlandığı ve yaşadığı mekân ‘pavyon'dur. İnternetin arama çubuğuna sadece pavyon yazmak bile, bu düşkün hayat ve eğlence tarzının rezil örnekleriyle karşı karşıya kalmak için yeterli olabiliyor (Bu cümleyi çocuklara okutmayalım lütfen mümkünse!). İnternet siteleri, bu eğlence ve müzik tarzının en paçoz örneklerinden geçilmiyor, öyleyse bu karakterin önemli miktarda ‘alıcı'sı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Miktar itibarıyla hatırı sayılır bir topluluğun alıcısı olduğu her olgu, kökleri dikkatle araştırılması gereken bir meseleye işaret eder.
Peki, nasıl oluyor da yüzde yüz yerli ve milli Anadolu'muzun göbeğinde durup dururken, ideal Türk ve Müslüman karakteri ve ahlâkıyla asla bağdaşmayan bir eğlence biçimi aniden su yüzüne çıkabiliyor? Acaba, her sosyal sıkıntımıza bahane olarak yakasına sarıldığımız modernitenin tesiri midir bu? Bu sorunun cevabını ancak Halil İnalcık gibi, tarih belgelerinden veya Sabahattin Ali, Refik Halid Karay gibi edebiyatçıların birer toplumsal belge sayılmak gereken eserlerinden hareketle yapılacak tahlillerde bulabiliyoruz.
Köklerine bakmayı bilmeyen, hâlini ve yarınını anlamlandıramaz!
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖzgür Özel’in özgül ağırlığı 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUİslam Dünyası’nın kayıp yılları… 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİltica ve mülteciler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİyi yönetim üzerine düşünceler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarVatandaşlık tanımı değişmeli mi? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2016
13.07.2016
11.07.2016
10.07.2016
8.02.2016
7.02.2016
6.02.2016
4.02.2016
3.02.2016
2.02.2016