Mücahit BİLİCİ

Mücahit BİLİCİ
Mücahit BİLİCİ
Tüm Yazıları
Hıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi?
1.08.2025
24
Hıristiyanlıktakine benzer bir “kurtuluş” fikri İslamda var mıdır? İslama nasıl, niye girmiştir ve ne işe yaramaktadır? Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslamda da “kurtuluş” fikrine gerçekten ihtiyaç var mı?

Bazı dinler kabile dinidir. Din, genişleyerek arınmıştır. Hak din, herkesi içeren dindir. Kabile dinini evrenselliğe doğru açan, patlatan önemli bir kırılma noktası Hıristiyanlıktı. Hıristiyanlık bu çabasında tam başarılı olamadı. Herkese ulaşma niyetinde bir sorun yoktu. Tüm insanlara hitap noktasında doğru yerdeydi. Başarısızlığın sebebi başkaydı. Hıristiyanlığın yaşadığı zorluk Tanrının insandan özerkliğini (tenzih) koruyamaması, Tanrıyı insandan koparamaması oldu. Bir insan olan İsa bütün insanlar kümesinin dışında kaldı. Bütün insanlığı kapsayan evrenselleştirme çabasını gerçekleştiren din İslam oldu. İslam herkesi içeren din olduğu ve daha fazla genişleme imkanı kalmadığı için son dindir. İslamın son din olmasının sebebi Müslümanların bunu iddia ediyor olması değil, İslamın bir din olarak sahip olduğu özelliklerdir. 

Din İslamla evrimini tamamlamıştır. Din İslamla bitmiştir. Ondan sonra gelecek bir dine alemde yer kalmamıştır. Önceki dinlerle bazı süreklilikler olduğu gibi kopuşlar da vardır. İslamın bu aşkınlık ve tamamlanmışlık özelliği bazan Müslümanların diğer dinlerle rekabet ve bencilliğinin yolaçtığı ihlallerle görünmezleşebilmektedir. Mesela “kurtuluş” fikri İslamda var mıdır? İslama nasıl, niye girmiştir ve ne işe yaramaktadır? Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslamda da “kurtuluş” fikrine gerçekten ihtiyaç var mı?

Hıristiyanlıkta kurtuluş için İsa’ya teslim olmak gerekiyor. Müslümanların sandığından daha karmaşık bir talep bu. Kurtulmak, cennete gitmekten çok, bir tür beraat etmek, kötü olmaktan ruhunu kurtarmak demek. Buradaki inanmak da inanmaktan fazla bir şey.

Kurtuluş fikrinin cazibesi tartışılamaz. Kurtulmak varkalmanın, hayatta kalmanın, rızaya ermenin en kestirme ve en sorumsuz biçimidir. Kurtuluş fikrinde sorumluluk oldubittiye getirilerek ortadan kaldırılır. Kurtuluş veya necat bir süreç iken bir operasyona dönüşür. Bir maç iken bir skordan ibaret kalır. Kurtuluş işlemi bir kaybetmişliğin, zımni veya deklare edilmiş bir suçluluğun affedilmesi anlamına geldiği için “normal” bir yargılama biçimi değildir. Muhakeme gerektirmez. Kurtuluş manevi fırsatçılık ve suçluluk psikolojisinin bir dışavurumudur. Kurtuluşun muhatabı keyfiliktir, sorumluluk değil. Kurtuluş fikri halk dininin çok rağbet gören bir metaıdır. Bir ihtiyaca cevap verir. Bu ihtiyacın dinde, siyasette, popüler kültürde çeşitli tecellileri vardır: Mehdi, mesih ve hatta süpermen bu kabilden kurtuluşun somutlaşmalarıdır.

Hıristiyanlıktaki İsa tecrübesinin üstüne bina edilen “kurtuluş” fikri, kurtulmak için Allah’a imanı değil İsa’ya biatı esas aldı. Neden? Çünkü İsa’ya biatın Allah’a iman olduğu varsayılıyordu. O yüzden Hıristiyanlar “İsa’sız necatın mümkün olamayacağı” gibi garip bir sonuca kendilerini mahkum ettiler. Bunun da hıncını ve bedelini İsa’ya inanmayanların gafletine tepki göstererek onlardan veya üzülerek kendi kendilerinden çıkardılar. İsa’nın çektiği acı ile insanın günahlılığı arasında kefaret köprüsü kurarak iki tarafı birbiriyle meşrulaştırmak zorunda kaldılar.

Kurtuluş fikrinin yapısal temelleri Hıristiyanlık öncesindeki pagan ve büyü kültüründe aranabilir. İlahi olanla karşılaşmanın part-time olduğu bu tapınaklar çağında bir tehdit olan ruhlara (tanrılara) kurban’lar verilmek suretiyle onların gazabından sakınmak mümkün oluyordu. Onlara yemek vermek (ölüler yemeği), onlara insan feda etmek veya hayvan sunmak (kurban kesmek) gerekirdi. Hatta günümüzde günah keçisi anlamında kullanılan “scapegoat” ibaresi kurtulmak için feda edilen keçi (escape-goat) demektir. Köprü geçişi gibi ücretli idi geçiş. İşte para ile, feda etme ile geçilen bu manevi darboğaz köprüsu “bedel” ödenince insana “kurtuluş” getiriyordu. Bu halet-i ruhiye daha sonra monoteistik gelenekte de devam etti ve popüler halk din anlayışında şu veya bu şekilde varlığını sürdürdü. Eskiden kendisinden “kurtulunan” tanrılar/ruhlar yerini kendisi aracılığı ile kurtuluş bulunan tanrıya bıraktı. Canavar tanrı, canavarlıktan kurtaran tanrı oldu.

Evrensel ve çok daha aşkın bir Tanrı anlayışını getiren İslamın soyutluğundan bunalan ve Hıristiyanlıktaki formlardan da etkilenen kimi Müslümanlar da kurtuluş için Hz. Muhammed’e inanmak lazım dediler. Hıristiyanların mecbur kaldığı ama Müslümanların ihtiyaç duymadığı bir denklemi getirip Hz Muhammad ile Allah arasındaki nispete uyguladılar. Hz Muhammed’e tabi olmayanın veya onu tanımayanın kurtulamayacağını söylediler. Hz Muhammed’i tanımadığı halde Allah’a inanan bir insanın statüsü nedir?

Eğer mesele Hz Muhammede tabi olmak ise, onun dediği şey Allahın dediğinden farklı değil. Ona bir alternatif veya Onun bir misli veya cinsi değil. Yani Hz Muhammede tabi olmak Allaha tabi olmak dışında bir çıktı vermiyor. Hristiyanlıkta İsa bir peygamber değil de tanrı (tanrının oğlu) sayıldığı için kurtuluşun tanrıda olması kurtuluşu İsa’ya bağlamayı gerekli kılmıştır. İslamda ise Hz. Muhammed bir insandır, bir peygamberdir, bir elçidir, tanrı veya tanrı cinsinden değildir. İslamda eğer kurtuluş varsa, bu “kurtuluş”un Hz Muhammed’e bağlı olması için teolojik bir gerekçe yoktur. (Kimin kurtulacağını sadece Allah bilir bahsine girmiyorum bile).

Başka bir ifadeyle “kurtuluş” sorunu dinlerarası popüler rekabet ve izomorfik asimilasyonun yolaçtığı bir yapay sorun olarak İslamda yer bulmuştur diyebiliriz. Zira kurtuluş fikri ile İslamın doğası arasında bir çelişki vardır.

Kurtuluş fikri, kendisinin “dış”ını varsayan ve dışta kalana neredeyse adaveti içeren bir mefhumdur. Mesela gemiye binmeyenin denizde boğulması, uzatılan eli tutmayanın kuyuya düşüp ölmesi gibi. İslamın dışı olmadığı için kurtuluş fikri İslamî bir fikir değildir. İslamda kurtuluş değil, imtihan ve ıslah var: Yani içeridekine dönük çağrı ve çaba. Kurtuluş fikrinde ise dışarıdakine dair öfke ve talep oluyor. Bu yüzden İslamiyeti tanımayan fakat iyilik üzere olan bir insanın kurtulmayacağını kimse İslamda iddia edemez. Kurtulacağını iddia etmek de garanti olmayabilir ama kurtulmayacağını iddia edememek burada asıl olan ve konumuz açısından belirleyici olan boyuttur.

Default statü itibariyle insan İslamda nötr sayılır ve fıtratın kendisi kirli sayılmaz. Hristiyanlıkta ise insanın doğa’sı ilk günah yüzünden ekside sayılır ve insan fıtraten kirli kabul edilir. Mesela cinselliğe olan düşmanlık bunun sadece bir yansımasıdır. Eksi, eksik, borçlu ve düşkün olanın tamamlanması, telafi edilmesi ve kurtarılması mantıkî bir sonuçtur. Hıristiyanlığın düşkün insan konsepti “kurtuluş” fikrini gerekli kılıyor. İslamda ise insan düşkün olmadığı için “kurtuluş” fikrine alan ve imkan açılmıyor. İslamda insan için olsa olsa “imtihan” mümkündür.

Hıristiyanlıkta bir insan Tanrının oğlu sayılmak suretiyle Tanrılaştırıldığı için ve diğer tüm insanlar düşkün sayıldıkları için onların keffareti ve necatı ancak bütünlüklerinin tamamlanması ile ve bir kurtarma ekibi olarak Tanrılığın müdahalesi ile mümkündür. O yüzden tüm insanların Tanrılaştırılmış (veya Tanrının bir tecellisi sayılan) bir insana tutunmak suretiyle günahlarından arınması veya düşkünlükten kurtulmaları bir çözüm olarak tasavvur edilmiştir.

İslamda ise tüm insanlar bir taraftadır, muhataptır ve otomatik olarak düşkün sayılmazlar. Düşkünlük yerine özgürlüğün ve sorumluluğun tanımladığı bu insanlar günahta mahsur kalmadıkları için kurtarılmak lüzumu ile de karşı karşıya değildirler. Müslümanlar, büyük ölçüde Hıristiyanlığın etkisiyle ve folk dini kültürünün sıkletiyle “kurtuluş” dilini kullansalar da bu kavram teolojik olarak yersiz bir kavramdır. Müslümanlar bunun Hıristiyanlıktaki anlamıyla kullanılamayacağını sezdikleri için genelde tadil ederek uyarlıyorlar. 

Ciddiye alarak baktığımızda “kurtuluş”a İslamda yer bulmak mümkün değildir. Hıristiyanlık dünyayla yüzleşmekten kaçmak isterken İslam tarihin içinden geçmek isteyen bir dindir. Dünyadan sakınmak isteyen tasavvufî kültürlerde “kurtuluş” fikrinin daha çok yankı bulması da bu açıdan bir tesadüf değildir.

Tanrı bütün insanlığın Tanrısı olmadığında yani “bizim” tanrımız olarak kaldığında bir kabile tanrısı olarak kaçınılmaz bir şekilde dışlayıcı bir kültür üretir ve modern zamanlara taşındığında üstünlükçü bir biçim alır. Bazı Müslümanlar farkında olmasa da şunu hatırlatmakta fayda var: İslamın tanrısı Müslümanların tanrısı değildir, tüm insanların tanrısıdır. Bir kabileyi veya bir insanı tanrılaştıranlar bir kısmını istisna tuttukları için bütün insanlığa hitap edemiyorlar. Müslümanlar da Allah’ı putlaştırdıklarında benzer bir hata yapmış olurlar.

Hristiyanlık bu genişliğe ulaşamadığı için dışarda kalanlara karşı misyonerlik ve zorla kurtuluş çabasına girdi. Gelmeyene de düşman kesildi. İslamın dışı olmadığı için İslamda dışarıdakine üstünlüğe yer kalmıyor. Kelimenin literal anlamıyla bile yer kalmıyor. Çünkü tüm yer kapsama alanı içinde bulunuyor. Şüphesiz bu Müslümanların üstün hissetmek için veya politik hakimiyet için dışarılık üretmedikleri anlamına gelmez. Ancak teorik olarak İslamda İslamın dışarıda bıraktığı insan yoktur.

Benzer bir teşebbüsü Hıristiyanlıkta da görüyoruz. Ancak Hıristiyanlık bütün insanlığa hitap etmek istese de insanı içeriden düşkünlükle ve başlangıçtan “ilk günah” ile çürüttüğü (çürük saydığı) için bunu başaramamıştır. İsa’nın hem insan hem Tanrı olması Hıristiyanlığı bir çelişkiye duçar etmiştir. İsa insanlığın günahkuzusu olarak feda edilince bunun bedeli insanlıktan çürüklük/düşkünlük olarak alınmıştır. Çünkü Hıristiyanlık ya İsa’yı feda edip insanlığı kurtaracaktı ya da insanlığı feda edip İsa’yı kurtaracaktı. Yani ya İsa insan olacak, insanlık da düşkün olmaktan çıkarılacaktı ya da İsa Tanrı-insan ve Tanrının-oğlu statüsünde tutularak onun acısının bedeli tüm insanlığa bir acil kurtuluş lüzumu veya kefaret cezası olarak yansıyacaktı. İkincisi oldu.

Tüm bunların yanısıra, Hıristiyanlığın önemli bir hatası dini Hz. İsa ile başlatmasıdır. Çünkü İsa’dan önce kurtuluş yoktur. Ondan öncekilerin kurtuluşu bile İsa’ya bağlıdır. Geri geldiğinde İsa’nın zamanda geriye gidip kendinden öncekileri de kurtarması gerekiyor. İslamda ise Hz. Muhammed’den önce de din ve hakikat vardır. Bildiğimiz İslam hak olan dinin en son aldığı kıvamdır. İslamda din ilk insanla başlıyor. İslamda ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. Hz Muhammed’le birlikte din devam edip tamamlanmıştır. İslam insanlığın kardeşliğine verilen isimdir. Evet, İslam insanlığın kardeşliğidir. İslamın dinde tesis ettiği bu devrimci içermeciliği (evrenselliği) daha sonra modern çağda Aydınlanma düşünürleri global (bütün insanlığı kapsayan) sosyal ilişkiler ve kozmopolit (herkesi kapsayan) ahlak teorileri ile inşa etmeye çalıştılar. Bu iki teşebbüs bir gün birbirini anlayacak mı, onu bilemiyorum. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar