Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Cibuti Başkonsolosu
1.08.2025
25

İnternet gazetelerinden birinde gezinirkendi, yanılmıyorsam, bir söz gözüme ilişti ve belleğime yerleşti. Söyleyen, Ülkü Ocakları’nın eski Genel Başkanı’ymış (Alaattin Aldemir). Şu günlerin sıkça kurcalanan “Öcalan’la konuşma” üzerinde sürüp gitmekte olan kavga hakkında görüş bildirmiş. Görüşünü mizahi bir dille belirtmiş. “Öcalan’la görüşmeyip Cibuti Başkonsolosu’yla mı görüşeceklerdi?” diye soruyor. Evet. Doğru soru. Kiminle kavga ettiysen, barışmanın daha iyi olduğuna karar verdiysen, onunla konuşacaksın.

Aldemir’e hak verir ve esprisine gülerken zihnime biraz farklı şeyler üşüştü. Yıllardan 2025 içindeyiz. “Öcalan’la konuşma” dediğimiz aşamaya bu yıl, Devlet Bahçeli’nin beklenmedik “açılım” çağrısıyla “mülaki olduk”. Çok değil, üç-beş yıl önce içimizden biri “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun, derdini anlatsın” demiş olsa ne yapardık? Daha doğrusu şimdi bu çağrıları yapmakta olanlar o zaman nasıl tepki verirdi?

Şimdi de tepki verenler var ve bu tepkilerine baktıkça o zaman ne yapacaklarına dair fikir edinebiliyoruz. Hatta belki edinemiyoruz çünkü o zaman bu tepkiler çok daha sert olurdu. “Vatan haini” haykırışları semaya yükselir, hapishane kapılarının önü kalabalıklaşır, belki silahlar da konuşurdu. Bu tepkilerin en “şedid” olanlarını da bugün Öcalan’ı Meclis’e davet eden ya da Cibuti Başkonsolosu’nu hakemlik etmeye çağıranların yol arkadaşları, ülküdaşları çıkarmakta olurdu (Bugün de öyle olduğu gibi — bir zaman önce çeşitli nedenlerle yollarını ayırmış “eski” ülküdaşları). Daha ötesine gerek yok, “Kürt Sorunu” diyeni tepelemeye ahdetmiş kişilerdi bunlar.

Oysa o zaman Kürt sorununu Kürtler’le konuşmaya hazır bir siyasi önderlik yaşatılabilse, Kürtler adına konuşmaya gelen de muhtemelen Abdullah Öcalan değil, hapse attığımız Selahattin Demirtaş mizacında biri, birileri olurdu. Ve şimdi her biri kendi mezarında yatmakta olan onca Türk ve Kürt genci şimdi ellerinde tüfek değil kâğıt kalem olarak yaşıyor olurdu.

Her zaman, her ortamda, her sorun karşısında “müzakere”ye açık ve hazır olmak… Ya da olmamak. Bu “iki yol ağzı”nda kendi yolunu seçmek zorunda kalmış toplumlar arasında Türkiye açık olmamayı tercih ettiği için buraya bu şekilde geldik. Buna da şükür — açılır gibi olan yolu yeniden kapatmaya hazırlanan güçler umarız hedeflerine ulaşmazlar. Ama dünyada olup bitenlere baktığımızda bu tercihi yapanın yalnız Türkiye olmadığını görüyoruz. Sonunda iş geliyor, kaba kuvvete dayanıyor ya da öyle algılanıyor. “Benim kuvvetim seni bastırmaya yeter!” Evet, devletler güçlü, egemenler güçlü. Ama bir bakın çevrenize, benzer mücadeleler arasında müzakereyi ilkesel düzeyde reddederek başarılı olmuş bir devlet var mı?

Burada (ve şimdilik) keseyim. Bundan sonra Kürt sorununun ve bu mücadelenin girdiği evrelerin derinlemesine analizine girmek gerekecek ki, bu ayrı bir çabanın konusu.

  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar