Cafer Solgun
2013 yılında Taraf gazetesi için hazırladığım yazı dizisinin başlığıydı bu: “Diyanet’in dini: Devlet.” Tanıdığım tanımadığım birçok okurdan dizinin içeriği bir yana, bu başlıkla ilgili olumlu, olumsuz çok tepki almıştım. “Çok sert değil mi?” diyenler vardı. Yazılarımı okuduktan sonra ise, olumsuz tepki sahipleri de dahil, genellikle “Haklıymışsın” şeklinde tepki verenler çoğunluktaydı.
İlk bakışta “sert” bir ifade gibi görünse de, faaliyetlerini “gayrimüslim” vatandaşlar dışında ülkede yaşayan herkesin Sünni-Hanefi olduğu varsayımına göre yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dininin, deyim yerindeyse “kıblesinin” devlet olduğunu söylemek aslında basit bir işaret etmekten başka bir şey değil. Bilen biliyor, ama bilmeyenler için biraz daha ayrıntılı biçimde anlatayım…
Malum, Arapça kökenli “diyanet” sözcüğü din, iman, ibadet anlamına geliyor. Buradan hareketle, bu kuruma “Din İşleri Başkanlığı” da denilebilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşundan (1924) günümüze bazen artan bazen azalan biçimde sürekli tartışma konusu oldu. Son yıllarda genel bütçeden aldığı payın her yıl daha da büyümesi, etki ve nüfuz alanı genişlemesi ve “fetvaları” nedeniyle gündeme geliyor, tepkilere konu oluyor. “Gündeme geliyor, tepkilere konu oluyor” dediysem, esas olarak “muhalif” denilen medyada gündeme geliyor. Saray yanlısı medya ise eleştirmek, tepkileri haberleştirmek şöyle dursun, bu haberlere karşı kaskatı bir savunma pozisyonunda. Üstelik, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) eleştirisi yapıldığında adeta İslam eleştiriliyormuş gibi bir tutum takınıyorlar. “Savunmak” ve sahiplenmek için çabalarken çarpıtma ve demagojide sınır, ölçü tanımıyorlar.
Bilindiği üzere Lozan Antlaşması’nın kabulünün ardından 29 Ekim 1923’te kuruluşu ilan edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisini inşa ettiği sac ayağı, 3 Mart 1924’te kabul edilen yasalardı. Bu yasaların kabulüyle birlikte Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti lağvedilerek yerine Genelkurmay Başkanlığı kurulmuş, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim-öğretimde yeni, merkezi bir yapılanmaya gidilmiş ve Şeriyye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak din-iman-ibadet işlerini yürütmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu.
Askeri alanda, eğitim-öğretim alanında ve dini alanda gerçekleştirilen bu yeniden yapılanma hamlesini izleyen yıllarda diğer reformlar takip etti. Bunlardan en önemlileri: Şapka İktiası Hakkında Kanun (1925), hafta tatilinin Cuma gününden Pazar gününe alınması (1925), alafranga saatin kabulü (1925), Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun (1925), takvim değişikliği (1926), Türk Kanun-ı Medenisi’yle kabul edilen evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikâh esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü (1926), Beynelmilel Erkamın (rakamların) Kabulü Hakkında Kanun (1926), resmî binaların üzerindeki tuğraların kaldırılması (1927), Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1928), Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ibaresinin çıkartılması ve yemin ifadelerinin değiştirilmesi (1928), Arapça ve Farsça’nın okul programlarından çıkartılması (1929), Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (1934), Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (1934).
Dikkatli okur fark edecektir; bu reformlar, devletin yeniden yapılandırılma hamleleri, daha çok “dini” bir nitelik taşıyordu. Bunun Cumhuriyet’in kurucu iradesinin anlayışına göre “muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak” hedefiyle yakından bağlantılı bir anlamı bulunduğuna kuşku olmasa gerek.
Dolayısıyla, neredeyse cumhuriyetle yaşıt bir evveliyatı bulunan DİB’in, Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihinin önemli dönüm noktalarında ne tür bir rol ve misyonla hareket ettiği, başlı başına dikkat çekici bir anlam taşıyor. DİB, cumhuriyet reformları hayata geçirilirken (şapka kanunu, vd.) ne gibi fetvalar yayınlamış? Darbe dönemlerinde ne gibi bir rol oynamış? “İrtica” davalarında “bilirkişi” sıfatıyla sıkıyönetim mahkemelerine ne tür raporlar yollamış? 28 Şubat’ta neler yapmış? AKP iktidarı dönemindeki sürecinde neler olup bitmiş? Bir çırpıda akla gelen bütün bu soruları DİB’i savunmaya yeminli iktidar çevreleri her ne kadar unutturmak istese de, bunların elbette ki çok açık ve çarpıcı cevapları var.
Bunun yanı sıra anayasa gereği “siyasetler üstü” olması gereken DİB’in ülke gündemini oluşturan sorunlarla ilgili farklı dönemlerde ne tür tutumlar takındığı dikkate değer bir başka husus. Devletin gündemi ne ise, bakıyorsunuz DİB’in gündemi de o: “Terörle mücadele” mi dersiniz, Kürt sorunu mu dersiniz, savaş mı dersiniz, barış mı dersiniz veyahut hayat pahalılığı, ekonomik kriz ya da gündelik hayatımızın gündemini oluşturan diğer konular, sorunlar…
DİB’in anayasadaki görev tanımı uyarınca “siyasetler üstü” olma mecburiyeti bir laf-ı güzaftan ibaret. Bunda şaşacak bir şey de yok, çünkü DİB bir devlet kurumu! Bu laf-ı güzaftan ibaret anayasal demagojinin en önemli tanıkları da bizzat DİB başkanları. Tahmin edileceği üzere siyaset kurumuyla olan sıkıntılı ilişkilerini görevdeyken değil, emekli olduktan sonra anlatıyorlar.
DİB faaliyetlerini ülkede yaşayan “gayrimüslim” vatandaşlar dışında herkesin Sünni-Hanefi olduğu varsayımı üzerinden yürütüyor, fakat anayasadaki görev tanımında ise “birlik-beraberlik” vurgusu var. Alevi yurttaşların yanı sıra İslam’ın farklı yorumlarına inanan Caferi, Şafii yurttaşlar ve “gayrimüslim” olarak tanımlanan muhtelif Hristiyan inançları ile Musevi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu “birlik-beraberlik” iddiasının neresinde yer alıyorlar acaba?
Meselenin hiç dolambaçlı ifadelere gerek görmeden üzerinde durulması, düşünülmesi gereken en önemli boyutlarından biri, kuşkusuz, bu kurumun genel bütçeden aldığı her sene büyüyen pay ile alakalı. Devlet vatandaşlardan topladığı vergilerle yurttaşlara eğitim, sağlık, güvenlik gibi alanlarda hizmet götürmekle, onların ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü bir organizasyon. Kimse etnik veya dini, inançsal kimliği üzerinden bu yaşamsal önemdeki hizmetlerden azade kılınamaz. Örneğin kimseye, “Sen Kürtsün bu yollardan geçemezsin” denilemez veyahut, “Sen Alevisin sağlık hizmetlerinden yararlanamasın” denilemez, vb.
DİB’in bütçesi de “herkesten” alınan vergilerle oluşturuluyor. Ne var ki herkesten alınan vergilerle oluşturulan bu bütçe ile yürütülen çalışmalardan sadece Sünni-Hanefi vatandaşların yararlanması öngörülüyor. Sünni vatandaşların sayıca daha “fazla” olması, bu durumun apaçık bir ayrımcılık olduğu gerçeğini elbette ortadan kaldırmıyor. Kaldı ki Sünni yurttaşların da mevcut haliyle iktidarların hassasiyetlerine göre renk değiştiren DİB’in statüsünü sorgulamaları, en azından üzerinde düşünmeleri şart.
Unutulmamalıdır ki DİB’in bir devlet kurumu olarak varlık nedeni, her şeyden önce, dini inanç gruplarını devletin kontrol ve denetimi altında tutmaktır. Diyanet’in resmî kaynaklarda göremeyeceğiniz “öteki” tarihinde darbeleri, darbecileri, darbe rejimlerini desteklemek vardır. Dini referanslar kullanarak devletin kırmızı çizgilerle bezeli resmî ideolojisine destek vermek vardır. Mesela çoğunlukla dindar, muhafazakâr yurttaşların karşı oldukları 28 Şubat müdahalesinde psikolojik harp subaylarının en önemli karargâhı Diyanet İşleri Başkanlığı’ydı. Bunun gibi örnekler çok…
Öte yandan, Diyanet’ten sadece Alevilerin şikâyetçi olduğu, İslamcıların Diyanet’in varlığından her zaman gayet hoşnut olduğu fikri doğru değil. Mesela 90’lı yıllarda İslamcı çevrelerin yayınlarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi gerektiğini savunan görüşler yayınlanıyordu. Hatta o kadar uzağa da gitmeyelim: İktidarının ilk iki döneminde AKP, Diyanet’i özerkleştirmekten bahsediyordu; eleştiri ve şikâyetleri hoşgörüyle karşılıyordu. Ne zamanki devlete ve dolayısıyla Diyanet’e yeterince intibak ettiklerine kanaat getirdiler, o zaman tutumları değişti: Diyanet artık “kullanışlı” bir aygıttı. Onu iktidarlarını sağlamlaştırmanın bir aracı olarak kullanmak varken, neden bunu yapmasınlar ki?
***
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile ilgili bildiğiniz, bilmediğiniz, yanlış bildiğiniz veya unuttuğunuz gerçekleri, kanıtları, delilleri, belgeleriyle birlikte “Devlet ve Diyanet” (SRC Kitap, 2024) isimli son kitabımda ele aldım, irdeledim.
Konuyla ilgili çalıştığım yıllar boyunca “Diyanet’in Dini: Devlet” gerçeği değişmedi, daha da belirgin bir hal aldı.
Bakmayın siyaset kurumunun gündemine almak konusundaki korkaklığına; Diyanet sağlıklı, işleyen bir demokrasi ile özgür ve eşit yurttaşlar toplumu olabilmemizin önündeki bir reform konusu olarak ele alınması zaruri temel sorunlarından biridir…
Not: 27, 28, 29 Eylül günleri İzmir’de 5. Bornova Kitap Günleri’nde SRC Kitap standında okurlarımla buluşacağım. İzmir ve dolaylarında olup da daha mühim bir işi olmayanlara duyurayım.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTAlbayrak’ın Gelgitleri.. 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSiyasi değil sosyolojik, hatta psikolojik 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomideki Gelişmelerin Değerlendirilmesi 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBen Şüheda Sena Öğütalan; masumiyetim tek teminatımdı, kâbusum oldu… 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAGerçek sanık sandalyesinde 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset arenasında birileri hesabını yanlış yapıyor 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolErdoğan ve Trump 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer balkonuna havuz yapılan rezaletin perde arkası! Buna nasıl izin verildi? 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYoksa bu gelen hukuk ve demokrasi mi? 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveci‘Orta Sınıf’ bu kez kazanıyor… 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Kim bu Devlet Büyükleri?” 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBirinci Yılında Süreç: Olanlar, Olmayanlar 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’dan sonra AKP dağılır 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİYapıttan Yapana: Zatî olana yolculuk 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanÖzgür Özel sol medyanın gazına gelmedi 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKaan’ın motorları ve bir soru: Türkiye’nin F-35 alması şart mıdır? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSumud tecrübesi bize neler söylüyor? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Trumpizm’in güç gösterisi nereye kadar? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“DEVLETİ ZENGİN”,”VATANDAŞI AÇ VE YOKSUL” ÜLKE… 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye’nin sosyal devletin rolünün yeniden inşası kaçınılmaz 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEller Bağlı Duruş: Barışın ve Özgürlüğün Ahlâkî Politik Çığlığı... 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraDevlet Millet Kucaklaşması 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNGazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANFotoğraflar tarafsız değil 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayOVP’nin iç çelişkileri ve stratejik yönelimi 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUBir fotoğrafın bana düşündürdükleri… 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTCumhurbaşkanı, “muhalefet”, “Kürtler” 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ile Batı arasındaki “sözleşme” bozuluyor mu? 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMeşruiyet ve toplumsal cinsiyet: Eşbaşkanla tokalaşılmadı 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“Siyasette zorlama yoktur!” 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.09.2025
14.09.2025
5.09.2025
29.08.2025
22.08.2025
17.08.2025
10.08.2025
1.08.2025
25.07.2025
19.07.2025