Ahmet İNSEL
Birikim’in bu sayısı baskı için hazırlandığında 31 Mart 2024 yerel seçimleri yapılmamıştı. Dolayısıyla yerel seçimlerin sonuçlarına ilişkin değerlendirmeyi daha sonra yapmak üzere, burada seçim kampanyasında hem iktidarı destekleyenlerde hem muhalif seçmen kitlesinde kiminde ilgisizlik, kiminde bıkkınlık olarak beliren hal üzerine odaklanabiliriz. Bu hal seçim öncesinde olduğu kadar, belki daha da fazla seçim sonrasında kendini göstermeye adaydır.
Medyada seçim haberlerinin, tartışma programlarının eskisine oranla daha az ilgi çektiğini gözlemciler ifade ettiler. Seçim mitinglerinde çoğu yerde eski kalabalıklar toplanmadı. Seçime bir hafta, on gün kala başlayan hareketliliğin bile önceki seçimlere nazaran epey cansız kaldığı söylenebilir. Elbette seçim mitinglerinin önceki seçimler kadar olmasa da, hâlâ göreli olarak kalabalık olmaya devam etmesini, ay boyunca seçim haber ve değerlendirmelerinin medyayı işgal etmesini, afiş ve flama yarışından geri kalınmamasını, başta İstanbul olmak üzere birkaç simgesel anlamı büyük seçim bölgesinde sandıktan kimin çıkacağının belirsiz olmasının yarattığı heyecanlı beklentiyi dikkate alarak, seçimlere karşı bir ilgisizlik olduğundan şüphe edilebilir. Hatta çoğu seçmen açısından seçimi kimin kazanacağının belli olmadığı kentlerde, seçim sonucunu bir büyük zafer veya büyük bir yıkım olarak algılayan anlamlı bir kitlenin varlığına da işaret edilebilir. Var olan göreli ilgisizliği üst üste seçim yapılmasına yormakla da yetinilebilir. Ama burada dikkat çekmeye çalıştığımız husus, seçimlerle siyaset arasındaki ilişkiden hareket ederek, siyaset algısının içeriğinin giderek boşalması, söz konusu heyecanın siyasal olana yön ve anlam verme kapasitesini büyük ölçüde kaybetmesidir.
Seçime katılım oranı elbette bu değerlendirmelere kısmen ışık tutacak. Ne var ki katılım oranı da tek başına toplumun seçimleri ve onun sonuçlarını algılama tarzını göstermez. Belli bir ilginin varlığına ya da yitimine işaret eder ama bunun ötesinde, bu ilginin içeriğini, türünü yansıtmak açısından yeterli bir gösterge değildir. Verilerin sahih olduğu büyük bir katılım oranı, toplumda siyasal gelişmelere karşı bir ilginin olduğuna işaret ederken, aynı zamanda çok büyük bir heyecanı, aşırı ajite olunan bir hali de yansıtabilir. Diğer alanlarda olduğu gibi, siyasetle ilgili olarak da bu aşırı ajite olma halinin bir içerik boşluğunun örtüsü olduğu, en azından olabileceği yabana atılmamalıdır. Aşırı siyasallaşma görüntüsü bu siyasal içerik boşluğunun tezahürü olabilir.
Bu siyasal içerik boşluğu kimin kazanıp, kimin kaybedeceğine ilgisiz kalmak demek değildir. Tam tersine kimin kazanacağının seçmen kitlesinin ezici çoğunluğunda sürekli olarak bir var oluş-yok oluş meselesi olarak algılanmasının örttüğü, desteklenen siyasetin içeriğiyle ilgili bir boşluktur. Karşı tarafa aşırı tepkiselliğin hakim olduğu bir “siyasal heyecan”dır. Siyasal olarak aşırı ajite olma, aşırı tepkisellik halidir. Bilindiği gibi, aşırı tepkisellik de ilgisizleştirir.
Aşırı tepkiselliğe teslim olunduğunda, tepki duyulan özne zihin dünyasına hakim olmuş demektir ve onun dışında kalana yönelik ilgiyi bastırır. Dolayısıyla tepki duyulan karşı taraf zihni kamaştırır; tepki duyulandan, onun söylediklerinden ve yaptıklarından başka şey düşünmeye izin vermez. Aşırı tepkisel siyasal algı ve heyecanlar, çoğunlukla, siyasetsizleşmenin dışavurumudur. Siyaset, Tanıl Bora’nın çok yerinde tespitiyle “düşmanı sevindirmeme” amacına indirgenir. Futbol dünyasında bilinen bir olgudur: Ezeli rakiplerin taraftarları, kendi tuttukları takımın kazanmasından daha fazla ezeli rakibin kaybetmesine sevinirler.
Apolitiklik ne siyasallaşmanın simetrik zıttıdır ne de siyasetsizleşmeden siyasallaşmaya uzanan kesintisiz bir düz hat vardır. Apolitik, ilgisizlikte olduğu gibi, aşırı tepkisellikte de siyasal mücadelenin ne için verildiği, esas amacın ne olduğunu, bu amaca uygun olarak ne yapılabileceğinin düşünülmesini bastırır. Bu siyasetsizleşme aynı zamanda aşırı siyasallaşma görünümü altında da tezahür edebilir. Siyaseti teknokrat bir yönetime devredip, siyasetten uzaklaşmaya dayalı bir apolitikleşme değildir bu. İdeolojisizleştirme yöntemiyle veya siyasetin doğal yasalara dayandığı iddiasıyla, bu görüşün dayatılmasıyla gerçekleştirilen bir apotikleşme olduğu da söylenemez.
Bu tür apotikleştirme biçimlerinin son yarım yüzyıldaki en etkilileri neoliberal siyasal ideoloji ve yöntemler –en ünlüsü Thatcher’ın “alternatif yoktur” sloganı– ve onun uzantısı olan “new public management” (yeni kamusal yönetim) akımı oldu. En uygun “teknik çözümün” siyaseti teknokratlara bırakarak elde edilebileceği savı da toplumu siyasete ilgisizleştirmek için başvurulan belli başlı yöntemlerden biri haline geldi. Siyaset, nereyse sadece seçimler ve temsil üzerinden tasarlanarak insanları dışlayan çok dar bir alana hapsedilmeye çalışıldı. Liberal yanılsama, birbirinden tamamen yalıtılmış özel alan ve siyasal/kamusal alan ayrımını savundu.
Buna karşılık, Türkiye’de ve otoriter/otokratik rejimlerin hüküm sürdüğü başka benzer ülkelerde siyasetsizleşmenin harcını aşırı siyallaşma oluşturuyor. Sadece ülke dışında değil, toplumun içinde de “dost-düşman” ayrımına dayalı katı bir kutuplaşmayı besleyerek yürütülen politikalardan neşet eden bu aşırı siyasallaşma, günlük hayatın, toplumsal yaşamın hemen bütününü kaplayabiliyor. Kanaatlerin aşırı kutuplaştığı, tüm ilginin ne yapılacağına, ne önerildiğine değil, kimin kazanıp kimin kaybedeceğine odaklandığı, bütün diğer değerlendirme etmenlerinin bu odak etrafında “siyasallaştığı” bir ortam bu. Paradoksal sonucu, kurumlara, siyasal aktörlere aşırı güvensizlik olabildiği gibi, bütün her şeyi, her gelişmeyi bu dost-düşman siyasal yarılması açısından görüp, bir kişiye, bir gruba, bir kuruma veya bir simgeye gözü kapalı bağlanmak da olabiliyor. Bunun tamamlayıcı unsuru genellikle bütünüyle katılaşmış siyasal tavırlar oluyor.
Bu çerçevede siyasal partiler de siyasetsizleşip yürütme erkinin taşıyıcı kayışına dönüşürken siyaset her an ve koşulda liderin, önderin ya da bayrağın/simgenin arkasına dizilmeye indirgenir. Siyasi olan görece özerkliğini yitirir ve siyaset, liderin belirlediği meselelere yönelik veyahut tepkilerin aşırı siyasallaştığı bir çarpışma alanına dönüşür. Seçimler de bu seçimli otokrasilerde genellikle siyaseti sığlaştırmanın bir aracı olurlar. İlk elde kulağa bir oksimoron gibi gelen seçimli otokrasi kavramının günümüz otoriter/otokratik rejimlerini tanımlamak için rağbet bulmasının arkasında, bu aşırı siyasallaşma-siyasetsizleşme dinamiği yatıyor.
Siyasette kazanma ve kaybetmenin ana belirleyeninin liderin karizma kapasitesinin olması, toplumda siyasal düşüncenin karizma arayışı içinde büzülmesine, karizmatik liderin siyasal düşünceyi kamaştırmasına yol açıyor. Başarı hem “dost kampın” hem de “düşman kampın” siyasal düşünme kapasitesini dumura uğratma gücüne endeksleniyor. Kurtarıcı lider kültünün yerleşmesi, yalnız iktidar kanadı ve yandaşlarında değil, muhalif çevrelerde de siyasete ve siyasallaşmaya ket vuruyor. Hatta kendine atfedilen karizmasını siyaset pazarında açık arttırmaya çıkaran şahsiyetlerin siyasetin merkezine talip olmasına yol açıyor.
***
Türkiye’deki yerel seçim kampanyasında yukarıda ifade edilenlerin çoğunu gözlemlemek mümkündü. Seçim kampanyası boyunca partilerin ve belediye başkan adaylarının önerdikleri politikalara karşı genel bir ilgisizlik hakim oldu. İktidar ve muhalefetin seçmen tabanlarında siyasal meselelere yönelik ilgi azalırken bütün adaylar konut, çevre, eğitim, sağlık gibi meseleleri birer sorun alanı olarak dile getirdiler ama sorunlara getirilecek çözüm önerileri konusunda sessiz kaldılar. Bunlar çok az tartışıldı veya hiç tartışılmadı. Tartışma açmaya yönelik ender girişimler ne yerel ne de ulusal planda seslerini duyurabildi. Halbuki siyaset, sorunları tespih taneleri gibi dizmekten öteye, bunları belirli bir önem sırası içinde, birbirleriyle etkileşimlerini dikkate alarak çözme önerilerinin tartışılıp, değerlendirildiği bir alandır. Türkiye’de siyaset bu niteliğini epeydir giderek kaybetmeye başlamıştı. Otokratik başkanlık sisteminin uygulanmaya başlamasıyla neredeyse bütünüyle kaybetti. Yerel seçim, büyük ölçüde, başkanı destekleme veya ona karşı çıkma seçimine dönüştü. Zaten Tayyip Erdoğan’ın kendisi de yerel yönetimlerin merkezden kaynak alabilmek için devlet başkanının, daha doğrusu bizzat kendisinin yanında yer alması gerektiğini açıkça ifade ederken, anayasada dolaylı biçimde ifade edilen yerel yönetimlerin kısmi özerkliğini de tanımadığını ilan ediyor, yerel seçimleri fiilen başkanlık seçiminin üçüncü turu olarak takdim ediyordu. Sonuç olarak, peş peşe yapılan başkanlık seçimleri siyaseti “başkan seçmek”le sınırlı dar bir alana hapsetti.
Belediye başkan adayları vaatlerini yarıştırırken, artık yüz yüze tartışmanın, adayların vaatlerinin işaret ettiği siyasî projeleri tanıtmanın ve, bunları karşılıklı olarak tartışmanın önemsizliği fikrinin artık iyice yerleştiğini gördük. Tayyip Erdoğan’ın yıllardır benimsediği, rakibi veya rakipleriyle tarafsız gazeteciler önünde tartışmayı reddetme prensibi ve seçim kampanyasını adeta bir stand-upçı monologuna dönüştürmesi, artık Türkiye’de sadece genel seçimlerde, başkanlık seçimlerinde değil, yerel seçim kampanyalarında da ortak bir alışkanlığa dönüştü. Yerel seçim kampanyalarında adaylar aynı ortamda birbirleriyle karşılıklı olarak siyaset tartışmadılar. Diğer taraftan “velev ki sahte olsun” diyerek, seçmeni aldatma yöntemlerine alenen ve fütursuzca başvuran bir devlet başkanı ve onun çevresinin yönlendirdiği mahfillerin zulalarından çıkartılan “alternatif gerçekler”e dayalı politikalar da artık büyük ölçüde kanıksandığı için etkisini yitirmiş olabilir.
Yerel seçimler öncesi ortaya çıkan manzara, muhalefet partilerinden umudunu giderek yitirmiş, ekonomik krizden bunalmış, umduğu değişim dinamiğini görmeyen önemli bir seçmen kitlesinin yanında, iktidarı desteklemeye devam eden, ama memnuniyetsizliği gitgide artan bir seçmen kitlesinin varlığını da ortaya koydu. Bunun tezahürü siyasete göreli bir kayıtsızlıkla yaklaşan, oy vereceğini ifade etse dahi bunu anlamlı ve önemli bir beklentiyle yapmayan kitlenin saflarının büyümesi oldu.
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin seçim öncesi manzarası seçim sonrasında değişmeyecek. Halihazırda paradoksal bir olgu olarak gözlemlenen bir tarafta siyasetsizleşme diğer tarafta aşırı siyasetleşme çifti hüküm sürmeye devam edecek. Beklenmedik bir gelişme olmazsa, dört yıl boyunca seçimsiz bir dönem başlayacak. Tayyip Erdoğan ve iktidar koalisyonu, önümüzdeki dönemde oyunun kuralında yeni bir değişiklik yapmaya teşebbüs etmez veya böyle bir teşebbüse girişip başarısız olursa, bütün partiler Tayyip Erdoğan sonrasına hazırlanacaklar. Bugüne kadar takip ettikleri politikalardan sonuç alamayanların bunun sonuçlarını yeniden siyasi bir perspektiften değerlendirmeleri, bu değerlendirmeler ışığında yeni bir siyaset, -sadece söylem ve duruş değil, siyasal içerik ve tarz- geliştirmeleri beklenir ve bunu yeniden bir siyasi perspektif içine yerleştirmeleri umulur. Bu ise siyaseti yeniden düşünme, siyaseti haldeki durumuyla devam ettirmeye son verme gereğini gündeme getiriyor. Siyaseti yeniden tanımlamak, siyasal hedefleri belirlemeyi, bu hedefleri bir market katalogunda mal sunar gibi değil, birbirleriyle bağlantılı bir ilkeler ve değerler hiyerarşisi içine yerleştirmeyi, açık seçik bir önem sıralaması yapmayı ve bu hedeflere ulaşmak için yürütülecek süreci bir siyasal iletişim planlamasıyla sınırlamadan, siyasal iletişime indirgemeden düşünmeyi ve hayata geçirmeyi elzem kılıyor. Bu da kurtarıcı lider kültünün ve beklentisinin siyaseti bastırmasına, köreltmesine ve sonuçta siyaseti siyasetsizleştirmesine teslim olmamak demektir. Bunu ümit edebilir miyiz?
Bu yazı ilk olarak Birikim'in Nisan sayısında (420) yayımlanmıştır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.01.2025
17.07.2024
6.06.2024
22.04.2024
13.03.2024
29.01.2024
22.12.2023
29.11.2023
3.11.2023
26.06.2023